7 Haziran 2018 Perşembe

YILDIZ DAĞI TIRMANIŞI ve SİVAS GEZİSİ


Yükseldikçe dumanı arşa çıkan bir dağı vardır Sivas’ın.
Dağlar arasından güngörmüş, kahır çekmiş bir dağ.
Al kırmızı taşlarıyla, kül rengi yamaçlarıyla bir dağ.
Dorukları bulutların içinde yitmiş, gitmiş bir dağ.
Yıldız Dağı derler adına!

TREKBEŞBİN dağ sevdalıları olarak türküler  ve aşıklar diyarı Sivas'a bir etkinlik düzenlemek bir süredir gündemimizdeydi. Ekipteki Sivaslı arkadaşlarımıza Ayhan'la sözümüz vardı. Bu sebeple 2018'in başlarında Sivas için gerekli olan hazırlıklara başladık. 
Yoğun bir faaliyet dönemi sonrası sırası gelen Sivas faaliyeti için hem yıllar sonra memleketlerini görecek Sivaslı arkadaşlarımız hem de bizim gibi hiç Sivas görmemişler heyecan içindeydik.
Sıra yol hikayesine gelmişken lafı fazla uzatmadan ekip elemanlarımızı tanıtıp, bir Haziran hafta sonunda geçirdiğimiz güzel anları özetleyelim o zaman.
Bu kez ekibimizde Mahmut Ergenç, Elif Demir, Kemal Kaplan, Nimet Çelik, Songül Karadeniz Ülgen, Mustafa Özdabak, Mete Güneş, rehberimiz Ayhan Kılıç ve ben Şenay Kılıç yer alıyor.
2 HAZİRAN 2018 CUMARTESİ günü saat 06.30'da İstanbul-Sabiha Gökçen Hava Alanı'ndan kalkan uçağımızla bir saat içinde Sivas Nuri Demirağ Hava Alanı'na iniş yapıyoruz. İner inmez Mete daha önceden ayarladığımız 9 kişilik aracın peşine düşerken, geri kalan ekip elemanlarımız da çantalarını almakla uğraşıyor.
Çok oyalanmadan dışarı çıkıp, yola çıkmak için fotoğraf çektirirken saat 08.10'u gösteriyor.
SİVAS NURİ DEMİRAĞ HAVA ALANI ÖNÜNDE
Şehre göre daha yüksekte bulunan hava alanından Sivas şehir merkezine doğru biraz iniş yaparak, ilerliyoruz. Merkeze doğru ilerlerken su ve diğer bir takım ihtiyaçlarımızı bir benzincide giderip, yola öyle devam ediyoruz.
Sivas merkezde, valilik önündeki tabelada Yıldız Dağı'na 58 kilometre yol olduğunu gösteren tabelayı görüp, rotayı Sivas'ın kuzeydoğusunda bulunan dağ yoluna çeviriyoruz. 
Yol ilk etapta, yol yapımı nedeniyle bayağı kötü bir şekilde ilerlese de bir süre sonra daha iyi bir kıvamı yakalıyor.
Rota bomboş tarlalardan, ara sıra köylerden geçerken bir ara uzaklardan fotoğraflardan tanıdığımız Yıldız Dağı'na benzeyen bir kütleyi görüyoruz ama emin de olamıyoruz. Çok geçmeden de saat 09.00'u biraz geçe Olukman Köyü'nü geçer geçmez Yıldız Beldesi'ne ulaşıyoruz. Yıldız, 1992 yılında belde statüsüne kavuşmuş şirin bir yerleşim.
YILDIZ BELDESİ'NDEYİZ
Burası küçük, sevimli bir belde ama nüfusunun son sayımda 2500 olduğunu söylüyorlar. Dağın güney yamacında konumlanmış, İç Anadolu Bölgesi'nin Yukarı Kızılırmak bölümünde yer alan bir kasaba. Kapladığı alan bakımından geniş arazilere sahip. Ortalama yükselti 1000 metrenin üzerindeymiş. Yüksek ve engebeli bir arazi yapısına sahip olduğu görülüyor zaten. 
Yıldızeli'ne de buradan ulaşabiliyorsunuz. Yıldız  ile Yıldızeli arası 50 kilometre kadar. Yıldızeli'nin eski adı Yenihan olmakla birlikte Yıldız Dağı eteklerinde olduğundan 1936 yılında bu ismi almış. 1400 metre rakımıyla Yıldızeli İç Anadolu Bölgesi'nin en yüksek ilçelerinden biri olma özelliği taşıyormuş.
Yol güzergahında gördüğümüz ilk, tek ve son market Yıldız Beldesi'nde, tam bu noktada yol güzergahında bulunuyor.
YILDIZ'DA YOL KENARINDAKİ MARKET
Herhangi bir ihtiyacınız varsa temin edeceğiniz son yer burası olacaktır. Ayyıldız Ticaret; Yıldız Belde girişinde 2 katlı bir sosyal tesis aslında. Tesiste market, berber, nalbur ile yöresel ürünler satılırken bir de benzin istasyonu bulunuyor. Çevre köylerden ve Yıldız’dan yoğun talep gören Ayyıldız Market, günün belirli saatlerinde evlere servis hizmeti de sunuyormuş. Bizse bu marketten sadece sıcak su ihtiyacımızı ve tuvalet ihtiyacımızı karşılıyoruz. Hatta market görevlisi sağ olsun, bize sıcak su kaynatmak için düşük elektrik voltajı sebebiyle bayağı uğraşıyor
Sıcak su ve tuvalet ihtiyacımızın giderilmesi sonrası tekrar meydandaki tabela doğrultusunda ilerlemeye başlıyoruz.
SON 11 KİLOMETRE
Yıldız beldesi çok küçük sayılmaz. Bünyesinde bir sağlık ocağı, ilk, orta ve lise bulunuyor. İlerlerken sol kesimde çok eskilerden kaldığı belli olan bir de mezarlık  da görüyoruz.
ESKİ MEZARLIKTAN BİR GÖRÜNÜM
Ve yol boyu ineceğimiz yere kadar iki adet köyden geçiyoruz.Bunlardan ilki Olukman, ikincisi ise Yakupoğlan.
YAKUPOĞLAN KÖYÜ'NE GİRERKEN
Yakupoğlan Köyü'ne gelmeden çevre köylerdeki sulama ihtiyacını karşılamak için yapılmış, sağ tarafımızda kalan Yıldız Göleti'nden de geçiyoruz. Yıldız Göleti; Yakupoğlan ve çevre köylere sulama sağlamak üzere tasarlanmış. 
YILDIZELİ GÖLETİ'NDEN BİR GÖRÜNÜM
Yol boyu ilerlerken Yıldız Dağı da tüm güzelliği ile artık karşımızda net bir şekilde beliriyor.

Yıldız Dağı bölgedeki Kuzey Anadolu sıradağlarının uzantısı olan Köse Dağları'nın başlangıcı sayılıyor. Köse Dağları 2552 M yükseltili Yıldız Dağı ile başlıyor. Doğuya doğru Asmalı Dağı 2406 M, Tekeli Dağı 2621 M, Köse Dağı 3050 M ve Kızıldağ 3015 M ile süren bu dağlara kimi kaynaklarda Kızılırmak Yayı Dağları, kimilerinde de Yeşilırmak Yayı Dağları deniyormuş.
Bu yüksek sıra dağlar Doğu Anadolu Dağları'yla birleşiyormuş. Kuzeyde Kelkit Vadisi'ne doğru yükseltisi hızla azalan Köse Dağları’nın büyük bölümü Karadeniz Bölgesi’nde kalıyormuş. Bu nedenle, Karadeniz ikliminin etkileri de görülüyormuş. 
YILDIZ DAĞI'NA DOĞRU
Yıldız Dağı
, 2552 metre yükseklikte kıtaların yükselmelerine bağlı olarak oluşmuş kıvrımlı bir dağdır. Dağ ile ilgili çeşitli türküler ve efsaneler söylenegelmiş günümüze kadar. Ama günümüzde ilk kez 2006 yılında dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç tarafından ülke gündemine taşınmış ve Türkiye’de iki bölgede Bitlis ve Sivas’ta dünyanın en güzel ve kolay ulaşılabilir kış turizmi merkezini kurma hedefi ortaya konmuş.
Bu hedef doğrultusunda Yıldız Dağı’nın kayak potansiyeli ve bölgenin kış turizmi açısından değerlendirilmesi amacıyla ilk fizibilite çalışmaları başlatılarak projelendirilmesi noktasında gayret gösterilmiş.
Sonunda 2010 yılında Yıldız Dağı’nda turizm merkezi alanının belirlenmesine yönelik çalışmalar hız kazanmış ve Yıldız Dağı’nın kış sporları turizm merkezi ilan edilmesi yönünde Sivas Valiliği’nin teklifi, Bakanlar Kurulu’nca onaylanıp, resmen Yıldız Dağı, Kış Sporları Turizm Merkezi olarak ilan edilmiş.
Onaylanan imar planında 1 teleski, 2 telesiyej, 1 babyliftden oluşan 4 mekanik tesis, 1750 yatak kapasiteli 4 adet turizm konaklama tesis alanı, 5 adet günübirlik tesis alanı, Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü ile Cumhuriyet Üniversitesi'ne tahsisli alan, park, spor, sağlık, ticaret, kayak evi, yönetim merkezi, dini tesis, güvenlik, teknik alt yapı, helikopter ve oto park alanları bulunuyor. Ayrıca yaz aktiviteleri kapsamında futbol, basketbol, tenis oynanabilecek spor alanları da mevcut.
YILDIZ DAĞI KIŞ SPORLARI TESİSLERİ'NDEN BAZILARI
Merkezin pist parametreleri Uluslararası Kayak Federasyonu’nun kayak pistleri parametrelerine uygunluk gösteriyormuş. Yani Yıldız Dağı Kış Sporları Merkezi büyük organizasyonlarının yapılabileceği teknik özelliklere sahip bir tesis olma özelliğini taşıyor.
Ayrıca merkezin gerektiği miktarda kar alamama ihtimaline karşı da kar püskürtme sistemleri de alanda bulunuyor.
Bunun dışında çevrede zaman zaman  trekking, dağ bisikleti, at binme, yamaç paraşütü, arkeolojik ve jeolojik gezi faaliyetleriyle Yıldız Gölet’inde su sporları  da yapılıyor.
Dağınık bir şekilde yerleşmiş Yıldız Dağı tesislerine saat 09.50'de ulaşıyoruz. Elimizdeki klasik rotaya ulaşmamızı sağlayacak en uygun yere arabamızı park edip, saat 10.10'da parkura giriş yapıyoruz.
ROTAYA BAŞLADIĞIMIZ YERDEN GÖRÜNÜM
Zaten İstanbul'dan gelirken kıyafet  ve çanta anlamında birçok eşyamız hazır olduğu için yürüyüşe geçmek için çok vakit harcamıyoruz. Saat 10.15'te ekip olarak tesisin babylift inin yanında toplanıyoruz.
EKİP OLARAK HAZIRIZ
Bulunduğumuz yer irtifa olarak 1750 metrelerde bulunuyor. Bugün 800 metre irtifa alacağız. Görünen o ki tırmanış iki etapta ilerleyecek.
DAĞIN İZLEYECEĞİMİZ ROTASI AZ ÇOK BELLİ
Önce 2360 metredeki son telesiyej bölgesine çıkacağız, sonra da dağın zirve hattına yöneleceğiz.

Ee hadi o zaman! Başlayalım Yıldız Dağı'nı keşfetmeye. Ekip olarak yükselmeye başlıyoruz işte..
EKİP YÜKSELİRKEN
Rota dağın bu yüksekliğinde yoğun bir bitki örtüsüne sahip. Dağın 
Yakupoğlan’a bakan yamaçlarında eskiden sık meşe ormanları yer almaktaymış, ancak ağaçlar bilinçsizce kesilince zamanla geriye bodur ve cılız ağaç toplulukları kalmış. Tokat tarafına bakan kuzey ve batı yamaçlarında ise hala sık meşe ormanları yer alıyormuş.
Yürürken ayaklarımızın altında yer yer gevenler ve ufak bodur bitkiler bir süre bize eşlik ediyor. Bu ilk ısınma anlarında biraz ağır ilerlerken, ekibi tırmanırken fotoğraflama derdindeyim ben de.
YÜRÜYÜN DOSTLAR YÜRÜYÜN
Bir süre sonra yeşil bitki örtüsü yok oluyor. Onun yerine kar kütlelerinin yeni eridiği belli olan, toprak bir zemine giriyoruz.
TOPRAK ZEMİNE GİRDİĞİMİZ AN
Bu 5 kilometrelik yükselişin en zor kısmı, ki alışkın kişiler için ona da zor denmez; mesafenin azlığından dolayı yükseltiyi almamızı sağlayacak eğimi sanırım. Gelmeden bir kaynakta eğimin %12-24 arasında değiştiğini okumuştum. İşte şimdi tam o eğimin içinde yükseliyoruz.

Biraz sonra bu toprak bölümde çok güzel bir çiçek türünü görmeye başlıyoruz; Kan Çiçekleri.
KAN ÇİÇEKLERİ VE ARKAMIZDA KALAN VADİ
Eve döndüğümde yaptığım ufak bir araştırmada kan çiçeklerinin sadece İznik Gölü ve etrafında yetiştirildiğini okudum. Fakat o yazıyı yazanların sanırım buradakilerden haberi yok gibi. Bu çiçek Kan Çiçeği, Yozgat Lalesi ve Şakayık olarak bir çok isimle adlandırılıyor ve sanırım ülkemizin farklı birçok yerinde mevcut.

Biraz daha yükselince aşağıda kalan geniş tesis alanını tam anlamıyla görüyoruz.
AŞAĞILARDA KALAN TESİS ALANI
Saat 10.40'da kısa bir mola veriyoruz. Gece fazla uyuyamadan yola düşmenin verdiği uykusuzluk hepimizi hafif de olsa etkiliyor gibi.
MOLA ANINDAN BİR GÖRÜNÜM
Hafif bir soluklanma, sıvı alımı ve biraz enerji verici tüketimi sonrası tekrar yükselmeye başlıyoruz.
GÜZEL BİR EĞİMLE YÜKSELİRKEN
Yine dik bir tırmanış sonrası bitki örtüsü yeşerip, kan çiçekleriyle tekrar karşılaştığımız bir anda minicik bir fotoğraf anı fena olmaz hani.
BİR AN
Yukarıya doğru ilerlerken, 2365 metredeki sete giden telesiyej direkleri ile yol alıyoruz.
TELESİYEJ DİREKLERİ İLE İLERLERKEN
Bir ara Ayhan ve ben peş peşe yükselirken grup biraz arkada kalıyor. Arkamda kalan koca vadiye doğru oturup, ekibi beklemenin tadını çıkartıyorum.
EKİBİ BEKLERKEN 
Aşağıda çok geniş olmayan bir ova ve engebeli bir arazi bulunuyor. Bölgedeki tarlalarda şeker pancarı, ayçiçeği, patates gibi ürünler yetiştirilirken su sıkıntısı çekilen yerlerde ise tahıl ürünleri yetiştirilirmiş. Bu yüzden bölgede sulama göletleri çok fazla. Yıldız Dağı'nın yamaçlarından da Yıldız Çayı  eski adı ile Cebirırmak doğup, güneyde doğal sınır oluşturan Kızılırmak'a katılıyormuş. Ama bulunduğumuz konumda bu çayı göremiyoruz tabi.
Ekip yanımıza geldiğinde, saat 11.30'da kısa bir mola daha veriyoruz. Eğimin ciddi rakamları hepimizi yoruyor gibi.
MOLA ANINDA
Mola sonrası tekrar yükselişe geçiyoruz. Ve saat 11.40'da telesiyejin bitiş noktasına ulaşıyoruz.
TELESİYEJİN BİTİŞ YERİ
Tabi ki kimsecikler yok. Bu geniş alanda bir de Zirve Cafe adında bir bina bulunuyor. Burada 5-10 dakika oyalanıyoruz.
ZİRVE CAFE
Binanın altından geçen toprak yol dikkatimizi çekiyor. Gelirken uzaklardan gördüğümüz yolun buraya ulaştığını anlıyoruz.
ZİRVE CAFE'YE DOĞRU GELEN TOPRAK YOL
Bir üst sete geçip, zirveye doğru son yükselişe başlıyoruz.İrtifa olarak 200 metrelik bir çıkışımız bulunuyor.
ROTANIN İKİNCİ ETABI BAŞLIYOR
Yürüdüğümüz alan yükseltiye rağmen ilk etaplarda daha bir yeşilleniyor gibi. Gevenler, endemik çiçekler. Görüntü çok güzel. Bu güzel görüntü bir süre sonra daha kayalık bir alana doğru götürüyor bizi.
YEŞİLLİKLERİN AZALDIĞI NOKTAYA DOĞRU

KAYALIK ALAN ÖNÜMÜZDE
Ayhan elindeki daha solda giden rota yerine adrenalini biraz daha fazla olan bu kayalık bölüme doğru ilerlemeyi tercih ediyor. 
GEÇMEYE ÇALIŞTIĞIMIZ BÖLÜM
İlerlediğimiz bölüm tam anlamıyla iri iri kayaların arasından geçiş yapmamızı gerektiriyor.Kayalıklar arasında ara ara bölgede yaşayan hayvan türlerinden biri olan ayının pisliklerini görüyoruz. Bu arada belirtmeden geçmeyelim bölgede en çok yaban domuzu ve ayı bulunuyormuş.

Bir süre sonra zirvenin daha solda yani batıda olduğunu fark edince kayalıkları bu kez yan geçmeye başlıyoruz. Saat 12.30'da yan geçişe başlıyoruz.
YAN GEÇİŞ YAPARKEN
Zirve kütlesini görmemiz 12.40'ı buluyor. Kütleye doğru ilerlerken tepede, kuzey tarafta sur kalıntılarını görüyoruz.
ZİRVEYE DOĞRU İLERLERKEN
Bu kalıntıların büyük olasılıkla Hitit dönemine ait olduğunun sanıldığını okumuştum. Ama yine de bu bölgede bir zamanlar Hititler, Lidya, Pers ve Roma uygarlıklarının da hüküm sürdüğünü hatırlatmakta fayda var.

Zirve kütlesine ulaşmamız 12.45'te oluyor. Yani iki buçuk saatte zirveye ulaşıyoruz. Zirve alanında da  yine tarihi kalıntılar görüyoruz.
ZİRVEDEKİ KALINTILARDAN BİRİ
Zirve noktası ve aşağılarda kalan Yıldız Göleti çok güzel görüntü veriyorlar.
YILDIZ DAĞI ZİRVESİ

ZİRVEDEN YILDIZ GÖLETİ
Bir beş dakika sonra tüm ekip zirvede toplanıyor. Birbirimizi tebrik ettikten sonra kalıntıların arasında öğle yemeğimizi yiyor ve dinleniyoruz. Sıra ekip fotoğrafı çektirmeye geliyor.
TREKBEŞBİN EKİBİ ZİRVEDE
Ekip fotoğrafı çekildikten sonra saat 13.20'de inişe geçiyoruz. İnişe geçerken zirvede gördüğümüz bir çiçek bizi heyecanlandırıyor.
YILDIZ DAĞI ZİRVEDE İPAR GÜLÜ
Bir önceki dağ faaliyetimizde çok görmeye çalıştığımız İpar Gülü'nü Yıldız Dağı zirvesinde görmek büyük bir sürpriz oluyor bizim için.
İNİŞ BAŞLIYOR
Biz zirveden inmeye başladığımızda dağı bulutlar sarıyor ve sis iniyor. Yani tam zamanında zirveden ayrılıyoruz.
BİR ARA SİS İÇİNDE KALIYORUZ
İnişimiz sırasında çıkış yaptığımız rotanın ne kadar hatalı olduğunu anlıyoruz. Çünkü şu an takip ettiğimiz asıl rota Likya ya da Karia yolu gibi yollarda karşılaştığımız ve "Kral Yolu" diye anılan yollar şeklinde ilerliyor.
KRAL YOLU GİBİ İLERLEYEN ROTA
Büyük olasılıkla bir zamanlar tepedeki kaleye ya da yerleşim yerine giden bir yol bu.İnişimizin en güzel manzarasını ise Yıldız Göleti veriyor.
İNİŞTE YILDIZ GÖLETİ
Bir süre sonra iniş rotası küçük çalılıklarla bezeniyor. İnişi Zirve Cafe'nin önündeki yola doğru yapıyoruz.
ÇALILIKLARIN ARASINDAYIZ

YOLA DOĞRU İLERLERKEN
Toprak yola 13.50'de iniyoruz. Bulunduğumuz sette aşağıdaki Yıldız Göleti ve Yakupoğlan Köyü çok güzel gözüküyorlar.
YILDIZ GÖLETİ'NE YUKARIDAN SON BAKIŞ
YAKUPOĞLAN KÖYÜ
Zirve Cafe'ye doğru ilerliyoruz ve hiç oyalanmadan dik eğimi inişe geçiyoruz.
ZİRVE CAFE'YE İLERLERKEN
İNERKEN 
TESİSLERE YAKLAŞIRKEN
Bu eğimi inmek çıkmaktan daha zordu sanki. Biz arabamıza ulaştığımızda ise dağın tepesi iyice kara bulutlarla kapanıyordu.
YUKARIDA BİR ŞEYLER OLUYOR
Arabamızın yanına saat 14.50'de ulaşıyoruz. İnişi bir buçuk saatte tamamlamış oluyoruz. Temiz kıyafetlerimizi giyip, eşyalarımızı düzenliyoruz.
HAZIRLIK SIRASINDA EKİPTEN BAZILARI
Yola devam etme hikayemize geçmeden dağın teknik verilerini de vermek istiyorum.

TIRMANIŞ BİLGİLERİ
Faaliyetin Başlangıç Saati: 10.15
Zirveye Ulaşma Saati: 12.45
Zirveden Ayrılma: 13.20
Faaliyetin Bitiş Saati: 14.50
Yapılan Kilometre: 10
Düşünceler: Genel anlamda % 12-20 arasında bulunan eğimi dışında bir zorluğu olmayan, tırmanışı kolay olan bir dağ. Görselliği, endemik bitkileri ile manzarası iyi.

Saat 15.00'da arabamıza binip, yola çıkıyoruz. Yolda giderken yukarıdan gördüğümüz Yıldız Göleti dibinde durup,  fotoğraf çektiriyoruz.
YILDIZ GÖLETİ DİBİNDE BİZ
ARKAMIZDA YILDIZ DAĞI İLE
Saat 15.30'da Yıldız'da gelirken durduğumuz markette durup, soda içip, rotayı  Pir Sultan Abdal'ın köyü olan Banaz'a çeviriyoruz. Banaz ile Yıldız arasında 20 kilometre mesafe var. Banaz'a saat 16.00'da ulaşıyoruz.
BANAZ KÖYÜ'NE GİRERKEN
Köy sakin gözüküyor. Yolda gördüğümüz 1-2 kişiye Pir Sultan Abdal'ın anıtının yerini soruyoruz. Söylemler doğrultusunda araçla, köyün üstlerine doğru çıkıyoruz. Yol boyunca taş tabelalarda anıtın izini sürebilirsiniz.
Alevi edebiyatının en ünlü ozanlarından biri olan Pir Sultan Abdal, on altıncı yüzyılda Sivas’ın Yıldızeli ilçesine bağlı Banaz köyünde yaşamış.
Pir Sultan, Alevi gelenekleri ve tarikatı içinde yetişmiş. Aynı zamanda bir Bektaşi ocağının da piriymiş.
Şah İsmail, Kul Hüseyin ve Kul Himmet'ten etkilenmiş. Şiirlerinde duru ve yalın bir dil kullanmış. Ana konuları; aşk, tasavvuf ve kavga olarak nitelenebilir. Bu özellikleri dolayısıyla tekke ve tasavvufun kalıplarını aşıp geniş bir halk kesimine seslenebilmiş. Medrese öğrenimi görmediği için de, diğer bazı halk şairlerinin tersine, Divan Edebiyatı'ndan hiç etkilenmemiş.
Şiirleriyle sosyal ve inanç isyanının başını çekmiş. Yazdıklarından ötürü, Osmanlı bürokrasisine kafa tutan ve halkı aydınlatan Pir, Osmanlı İmparatorluğu yetkilileri tarafından yargılanmış ve Sivas’ta idam edilmiş.
Onu tutuklayıp astıran, Sivas Valisi Hızır Paşa’ymış. Hafik’in Sofular Köyü'nde doğan Hızır, gençlik yıllarında Pir Sultanla tanışmış, ona bağlanmak istemiş. Hızır daha sonra, İstanbul’a gitmiş, tahsil görüp, geri gelmiş. Sivas’a vali olarak atanmış. Hızır Paşa’nın ilk icraatı ise, Pir Sultan’ı tutuklayarak idam ettirmek olmuş. Pir Sultan, Sivas'da Toprak Kale denen yerde idam edilmiş.
Bu olay hakkında çok söylence var. Bir söylenceye göre; Pir Sultan, Hızır'a:

"Gidip okuyacaksın. Paşa, hatta vezir olacaksın. Fakat beni asmaya geleceksin!" diye söylemiş. 

Pir Sultan Osmanlı'nın zulmüne karşı ayaklandığında, Paşa olan Hızır, isyanı bastırmak için görevlendirilmiş. Pir Sultan Hızır tarafından tutuklanıp Sivas Toprak Kalesine konmuş ve idama mahkum edilmiş.

Pir Sultan Abdal, Aleviler arasında Yedi Ulular olarak bilinen Yedi Ulu Ozan'dan birisi olma özelliğini taşıyor. Deyişlerinde eski Türk kültürünü ve Alevi inancını yansıtmasıyla ünlü olduğundan ölümünün ve deyişlerinin etkisiyle kolektif bir bilinç oluşmuş. Bugüne kadar onun adına birçok şiir, söz, anı oluşturulmuş. Anadolu halk kültürünün yaşayan bir ögesi olarak günümüze kadar gelmiş.
Gelelim Pir Sultan Abdal'ın anıtının hikayesine; Yazar Murtaza Demir 1970’lerin sonunda ressam Cahit Koççoban ile bir gün tatlı bir sohbete tutuşur. Konuşma bir ara memleket sormaya gelir. Murtaza Demir'den “Banazlıyım” cevabını alan Cahit Koççoban, Banazlı Pir Sultan Abdal’ın şiirini okumaya başlar. Daha sonra da Pir Sultan’ın anıtını yapmak istediğini söyler.
Bir ay süren tasarı çalışmaları sonunda Cahit Koççoban üç önerinin maketini hazırlayıp önce Sivas’ta sonra Banaz’da halkın beğenisine sunmuş. Sivas’ta bu maketler üç gün sergilenmiş ve bugünkü heykel halk tarafından beğenilmiş. Daha sonra Banaz’da da köylülerin tümü aynı tasarıyı seçmiş. 
Bu anıtta Pir Sultan Abdal’ın başını göğe kaldırıp, ilenişi yazgısına isyanı, koyup gittiklerine yakınışı, ölüme direnişi simgeleşmiş. Diğer tasarılardan biri sazı kucağında oturmuş, uzaklara bakar ve elinde bir gül tutar; bir diğerinde de sazını dizlerine tutar, başını göğe kaldırır şeklindeymiş. Ama herkesin seçimi bugün sergilenen heykelden yana olmuş. 
Heykele karar verilince ertesi gün çalışmalara başlanmış. Uzun ve yorucu çalışma günlerinden sonra 1979 yılının Temmuz ayı ortalarında anıt bitmiş. 
8 metre boyunda siyah tunç bir kütle kayaların arasından göklere doğru yükselmiş. İskele yıkılmış ve orada olan herkes sevinçten birbirlerine sarılmış, birbirini kutlamış. 
PİR SULTAN ABDAL ANITI VE ARKADA YILDIZ DAĞI
Köyden tek tek gruplar halinde gençler ve yaşlılar dağa doğru tırmanmışlar. Köyün hocası ise yıldırım çarpmasın, yıkılmasın diye içtenlikli bir dua okumuş. Yaşlı kadınlarsa yüzünü merak etmişler. Ama Cahit Koççoban yüzünün görünmesini istememiş. 
"Pirin sureti herkesin hayalinde nasılsa öyle kalsın !"demiş.
EKİP OLARAK PİR SULTAN ABDAL ANITI ÖNÜNDEYİZ
Bu anıt gerçekten insanın tüylerini diken diken ediyor. Manası değerli ve büyük.
ANITIN ÖNÜNDEKİ GENİŞ ALAN
Yüzünü Yıldız Dağları'na dönen bu heybetli heykelin önündeki çalılıklara çaputlar bağlanmış, dilekler dilenmiş.
HEYKELTRAŞIN İMZASI
Pir Sultan Abdal için her sene 2 Temmuz'da anma törenleri düzenleniyor.2 Temmuz demişken anıtın biraz daha aşağı kısmında 2 Temmuz Şehitleri için yine Cahit Koççoban tarafından yapılan bir anıt daha var.
Anıta giriş bölümünde anıtın Cahit Koççoban tarafından 1 Eylül 2006'da yapıldığını gösteren taştan bir kaide ve Sivas katliamında ölen 35 kişinin isimlerinin olduğu başka bir taş kaide görüyoruz.
İLK TAŞTAN KAİDE

SİVAS ŞEHİTLERİ'NİN İSİMLERİNİN OLDUĞU KAİDE

Hemen yanlarında da 35 kişiyi temsil eden 35 adet rengarenk kuş heykeli ve hemen alt sırasında Nazım'ın sözleri:
"SEN YANMASAN, BEN YANMASAM, BİZ YANMASAK, NASIL ÇIKAR KARANLIKLAR AYDINLIĞA."
SİVAS ŞEHİTLERİ ANITI
Anlaşılan o ki; Banazlılar, Osmanlı düzenine başkaldırıp asılan halk ozanı Pir Sultan Abdal’ı dev bir heykelle, Sivas’ta diri diri yakılan canları da 35 güvercin anıtıyla selamlıyorlar bu diyarda.

Bulunduğumuz yerden Banaz Köyü çok güzel görünüyor. Aracımıza binip, köyün merkezinde bulunan Pir Sultan Abdal Derneği binasına gidiyoruz.
YUKARILARDAN BANAZ KÖYÜNÜN GÖRÜNÜMÜ
Bina kapalı. Ama bizim bina ile ilgilendiğimizi gören köylülerden biri; Gazi Ağabey bizi evine ayran içmeye davet ediyor.
BANAZ KÖYÜ'NDE PİR SULTAN ABDAL DERNEĞİ ÖNÜNDE
Gazi Ağabey'in evinin önünde sohbet eşliğinde ayranlar içiliyor, ekmekler yeniyor.
AYRANLAR HEMEN İKRAM EDİLİYOR

KÖY EKMEĞİNİ TADIYORUZ
AYRILMADAN HEP BERABER FOTOĞRAF ÇEKTİRİYORUZ

Çok mutlu oluyoruz Banaz'da. Tam ayrılırken etraftaki civcivleri sevmek isteyen Nimet arkadaşımız üstü kuru gibi gözüken gübre yığınına batınca, köylülerle el birliği halinde Nimet'in gübrelenmiş ayaklarını temizlemeye girişiyoruz.
NİMET ARKADAŞIMIZIN HALİ
Köyden ayrılışımız saat 17.00'ı buluyor. Köylülerle son kez vedalaşıp, Sivas merkeze doğru yol alıyoruz.
Banaz Köyü'nden Sivas'a 45 kilometre yol bulunuyor. Geceleme yapacağımız Sivas Öğretmen Evi'ne saat 18.00'de ulaşıyoruz. Geceleme için benim gibi öğretmen ya da memurlar 40 tl öderken , sivil 60 tl ödüyor. Tek kalıyorsanız da 90 tl ödeme yapıyorsunuz.
SİVAS ÖĞRETMEN EVİ
Ekip olarak saat 19.00'da lobide buluşmak üzere sözleşip, odalarımıza çekiliyoruz.
Saat 19.00'da toplandığımızda gelmeden hakkında iyi şeyler okuduğumuz Aşçıbaşı adlı restorana gitmek için yola çıkmadan resepsiyon görevlileri rezervasyon yapmamızın iyi olacağını söylüyorlar. 9 kişilik bir yuvarlak masayı ayarlıyoruz.
AŞÇIBAŞI RESTORAN
Aşçıbaşı da diğer ünlü restoranlar gibi şehrin sanayi bölgesi diye anılan yerinde bulunuyor. Bulunduğumuz yerden 4 kilometre uzaklıkta bir restoran. Restorana 19.25 gibi ulaşıp, yerimize geçiyoruz ve iftar saatini beklemeye başlıyoruz.
AŞÇIBAŞI RESTORANDA İFTARI BEKLERKEN
Aşçıbaşı Sivas yöresine ait yemekleri bulabileceğiniz bir mekan. Aşçıbaşı ve Sivas Tabağı gibi yöresel tabak sunumları da var. Bunun dışında haşlanmış sunulan güzel içli köftesi ve hıngalı da leziz sayılır. Ortalama 25-30 tl ödeme yapıyorsunuz.
Yemekten sonra Sivas merkeze dönüp, yine çok övülen bir kahveciye; Çerkezin Kahvesi'ne uğruyoruz.
ÇERKEZİN KAHVESİNE GİRERKEN
Bu kahve Antep'in Tahmis Kahvesi ayarında bir yer. Genelde erkeklerin bulunduğu okumuştuk, okuduğumuz yazının gerçekliğini de içeri girince anlıyoruz.
KAHVENİN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM

ÇERKEZİN KAHVESİ 

KAHVEDEN BAŞKA BİR GÖRÜNTÜ

Çerkez'in Kahvesi’nde Osmanlı döneminde başlayan kahvehane kültürü günümüzde de yaşatılmaya çalışılıyor. Kağıt oyunları ve okeyin yasak olduğu 70 yıllık kahvehanede sadece Türk kahvesi, çay, nargile ve su satılıyor.
KAHVENİN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
Kahvesi sunuma kulpsuz bir fincanla gelirken, tadının da alışkın olduğumuz kahvelere göre biraz daha farklı olduğunu görüyoruz. Kimilerine bağımlılık yapan kahvenin sırrı, kahvenin cinsi, çekilmesi ve kavrulmasında gizliymiş.
Kahvenin sahibi Ömer Yıldız kahveyi nereden aldığını, nasıl kavurduğunu ve nasıl çektiğini kimseyle paylaşmıyormuş.
Ustalar, sadece pişirme işlemini yapıyormuş. Çerkezin Kahvesi'nden bakır kazanlarla bezenmiş ocak bölümünü izleyerek çıkıyoruz. Bu uzun, dopdolu ve güzel günün sonuna gelirken, son sözü günümüze damgasını vuran Pir Sultan Abdal ve Yıldız Dağı'yla bitirmek istiyorum.

Yıldız Dağı
Gelmiş iken bir habercik sorayım
Niçin gitmez Yıldız Dağı dumanın
Gerçek erenlere yüzler süreyim
Niçin gitmez Yıldız Dağı dumanın
Alçağında al kırmızı taşın var
Yükseğinde turnaların sesi var
Ben de bilmem ne talihsiz başı var
Niçin gitmez Yıldız Dağı dumanın

Pir Sultan Abdal

3 HAZİRAN 2018 PAZAR sabahı saat kahvaltı saatini saat 08.00 olarak belirlediğimiz için 08.00'de kahvaltı salonuna geçiyoruz.
KAHVALTIDAYIZ
Tüm öğretmen evlerinde olduğu gibi bizi tatmin etmeyen sabah kahvaltısı ile karnımızı doyurup, saat 09.00'da eşyalarımızı da alıp, öğretmen evinden ayrılıyoruz. Öğretmen evinden çıkar çıkmaz tam karşımızda Sivas'ın ünlü hamamı Kurşunlu Hamam bulunuyor.
KURŞUNLU HAMAMI-SİVAS
Hamam 
1576 yılında Behram Paşa tarafından kesme taştan çifte hamam olarak yaptırılmış. Osmanlı Devri klasik hamamlarının özeliklerini taşıyan hamamda kadınlar ve erkekler için ayrı bölümler bulunuyor. Sol taraf kadınlara, sağ taraf ise erkeklere ayrılmış durumdadır. Halen hamam olarak hizmet veriyor. Hamamın hemen yanında da restorasyonda olan Behram Paşa Hanı'nı görebilirsiniz.

Sivas sokaklarında yürümeye başladığımızda sağlı sollu ne kadar çok türbe olduğunu görünce şaşırıyorum.
AHİ EMİR AHMED BİN ZEYNEL-HAC'IN TÜRBESİ
Özellikle Rıfai Cemaati'ne ait türbelerin bolluğu  gözüme çarpıyor. Dolayısıyla Sivas'ın düşünce yapısını çözmek, tarihte yaşanılanlarla birleştirilince çok zor olmuyor.
RIFAİ CEMAATİNDEN BİR ŞEYHİN TÜRBESİ
Sol tarafımızda kalan kent meydanına doğru yürüyüşe başlıyoruz. İlk uğradığımız yer Sivas Ulu Cami oluyor.
ULU CAMİ'NİN EĞİK MİNARESİ
Anadolu’nun en eski camilerinden biridir Ulu Cami. Anadolu’daki mimarlık tarihinde cami iç mekân fikrinin gelişmesinde önemli bir yeri varmış. Avlusuna üç yönden girişi bulunuyor.
ULU CAMİ'NİN ANA YAPISI
Düz damlı, dikdörtgen planlı, bir kervansarayı andırır biçimde kufe tipli cami sınıfına giren ender örneklerden biriymiş.Camide Selçukluların etkisinin olduğunu çift başlı kartal ambleminden anlıyoruz.

ULU CAMİ GİRİŞİNDE TREKBEŞBİN EKİBİ
Ulu Cami kubbe fikrinin henüz gelişmediği bir dönemde yapılmış. Cami’nin Osmanlı Devrine ait 23 mezardan oluşan bir de mezarlık alanı bulunuyor.
1955 yılındaki onarımda çıkan kitabesine göre 1196-97 yıllarında Kutbettin Melikşah döneminde Kızılarslan bin İbrahim tarafından Kul Ahi’ye yaptırıldığı anlaşılıyor.
Ulu Cami'den ayrılıp, kent meydanına doğru ilerliyoruz. Kent meydanında birçok tarihi eseri bir arada görme şansını buluyoruz. İlk etapta meydana girer girmez solda Buruciye Medresesi'ni görüyoruz.
BURUCİYE MEDRESESİ ÖNÜ
Buruciye Medresesi, sağlam kalmış muhteşem taç kapısıyla Sivas'ın ve Anadolu'nun en ünlü yapıları arasında bulunuyor. 1271 yılında Selçuklu Sultanı III. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde yapılan medrese İran yakınlarındaki Burucerd'den gelme Muzaffer Burucerdî tarafından fizik, kimya, astronomi öğretimi yapılmak amacıyla yaptırılmış.
Mimari belli olmayan yapı, Anadolu'da simetrisi en düzgün medrese planına sahip olma özelliğine sahip.
BURUCİYE MEDRESESİ
Açık avlulu medrese, kesme taştan örülmüş. Dört eyvanlı ve iki katlıdır. Buruciye Medresesi, dışa taşkın taç kapısının yanlarındaki mukarnaslı yani geometrik desenli iki penceresi ve köşelerdeki yivli, kesik kuleleriyle, uyumlu öğelerden oluşan çok düzenli bir görünüm taşıyor. Günümüzde Sivas Müftülüğü tarafından çeşitli eğitim faaliyetleri için kullanılıyormuş.
Medresenin tam karşısında başka bir ünlü yapı; Çifte Minareli Medrese bulunuyor.
ÇİFTE MİNARELİ MEDRESE
Taç kapının hemen üzerindeki yazıttan anlaşıldığı üzere medrese, İlhanlı Veziri Sahip Şemseddin Mehmet Cüveyni tarafından 1271-1272 yıllarında yaptırılmış.Yapının günümüze ulaşan tek özgün yanı, Anadolu'nun en yüksek taç kapısına sahip görkemli ön cephesi olmasıdır.
ARKA PLANDAN ÇİFTE MİNARELİ MEDRESE
Taç kapı üzerinde yükselen bu iki minare ise adeta Sivas'ın sembolü olmuş durumda. Anadolu'da yapılmış en abidevi medreselerden biri olup, Dârü'l-hadis adıyla da bilinirmiş. İki katlı, dört eyvanlı bir yapıdır. Taç kapının üzerindeki tuğla minareler çini bezemelidir.
MİNARELERİNİN GÖRÜNTÜSÜ
Bitkisel ve geometrik motiflerle süslü taş kapı ile yanlarındaki mukarnaslı  yani geometrik desenli nişler yapıya hareketli bir görüntü kazandırmış gibi.
BAŞKA BİR AÇIDAN ÇİFTE MİNARELİ MEDRESE
Köşelerde yivli yarım kuleler de bulunuyor. Halen sağlam durumda olan medresenin iç kısmı günümüzde kahve ve oturma alanı olarak düzenlenmiş durumda. 
Çifte Minare'nin tam karşısında Şifaiye Medresesi bulunuyor. Ekip olarak Şifaiye'nin içine doğru ilerliyoruz.
Bu yapı, Selçuklular Devri'nde hastaların tedavi edildiği ve aynı zamanda tıp tahsilinin de yapıldığı en önemli medreselerden biriymiş. Anadolu'nun en büyük şifahanesi olma özelliğini taşıyor.
ŞİFAİYE MEDRESESİ GİRİŞİ
1217-1218 yıllarında 1. İzzeddin Keykavus tarafından yaptırılmış. Taç kapıda güneş ve ay sembolleri, ana eyvanda ise kadın ve erkek başı biçiminde rölyefler yer alıyor.
Görkemli taç kapıdan, dört eyvanlı, revaklı avluya giriş yapıyoruz. Bu giriş hediyelik eşya satıcıları ile dolu gibi gözüküyor.
ŞİFAİYE'NİN GİRİŞİNDEKİ DÜKKANLAR
1220'de 1. İzzetttin Keykavus'un buraya gömülmesiyle birlikte güney eyvanı türbeye dönüştürülmüş. İzettin Keykavus'un türbesini de dışarıdan görüyoruz.
İZZETTİN KEYKAVUS'UN TÜRBESİ
Ama mekan genel olarak yine oturup, çay, kahve içilecek bir yer görünümünde gözüküyor. Biz de biraz oturup, soluklanıyoruz.
ŞİFAİYE MEDRESESİ İÇİ
Tabi Ramazan ayı nedeniyle herhangi bir açık mekan bulunmuyor. Fazla oyalanmadan medreseden dışarı çıkıyoruz. Her iki medrese arasından gözüken Kale Cami'ye doğru ilerliyoruz.
KALE CAMİ'NE DOĞRU
Padişah III. Murad zamanı vezirlerinden Sivas Beylerbeyi Murad Paşa tarafından 1580 yılında yaptırılan cami tamamen kesme taştan inşa edilmiş. Girişin sağında tuğla minare yer alıyor. Bizimse ekip olarak ilgimizi en çok caminin dış duvarında yer alan Yitik Taşı çekiyor.
KALE CAMİ'NİN DIŞINDAKİ YİTİK TAŞI
Cami inşa edilirken yapılan bu oyuk kaybolan eşyaların konulması ve sahiplerinin buraya bakıp, kontrol etmesi için yapılmış. Toplumsal güvenin ve dayanışmanın yüksek olduğu dönemlerden kalma güzel bir adet yani.

Kale Cami'nin tam karşısında, yolun diğer tarafında Sivas Kongresi'nin yapıldığı güzel bina bulunuyor.
SİVAS KONGRESİ'NİN YAPILDIĞI BİNA
Mustafa Kemal Atatürk ve Heyet-i Temsiliye tarafından 2 Eylül-18 Aralık 1919 tarihleri arasında Milli Mücadele Karargahı olarak kullanılan bu bina Cumhuriyet tarihimizde çok önemli bir yere sahip.
CUMHURİYETİN TEMELİNİ BURADA ATTIK
Binanın 5 Ekim 1892 tarihinde Sivas Valisi Mazlum Paşazade Mehmet Memduh Bey tarafından Mülki İdadi Binası olarak yaptırıldığını belirten dört satırlık kitabe, halen Sivas Müzesi'nde bulunuyormuş.
MÜZENİN GİRİŞİNDEYİZ
19. yüzyılın Geç Osmanlı Dönemi sivil mimarlık örneklerinden biri olan yapı, üç katlı ve iç avluludur.
BİNANIN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
Dış cephelerinde taş, iç mekanlarda ise ahşap ana malzeme olarak kullanılmış.
Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarına üç buçuk ay süre ile resmi karargah olarak tahsis edilen bina; Sivas Kongresi toplantılarının burada yapılmış olması, Anadolu'daki Milli Mücadele hareketinin teşkilatlandırılarak millet iradesinin her türlü baskının, kişi ve zümre idaresinin üstünde olduğunun bütün dünyada ispatlanması ve Cumhuriyet yönetiminin temellerinin burada atılmış olması ile tarihi bir önem kazanmış. Yapıldığı tarihten itibaren okul binası işlevini sürdüren yapı; İdadi, Sultani, Sivas Lisesi, Kongre Lisesi adları ile anılmış.
1981 yılına kadar lise olarak hizmet veren binanın, Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in direktifleriyle müze haline getirilmesi planlanmış ve 1984 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı'na devredilen Kongre Binası müze olarak kullanılmaya başlanmış. Zemin kat Etnografya Müzesi, üst kat ise Atatürk ve Kongre Müzesi olarak düzenlenmiş.
TARİHİ KONGRE SALONU

ATATÜRK'ÜN ÇALIŞMA VE DİNLENME ODASI
Tarihi Kongre Salonu ve Atatürk'e ait çalışma ve dinlenme odası, kongrenin yapıldığı günlerdeki hali ile muhafaza ediliyor.
MÜZENİN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
Müzede ayrıca kongre öncesindeki olayların, Mustafa Kemal Atatürk'ün kongre hazırlığı ile ilgili çalışmalarının ve bildirilerinin sergilendiği salon, o zamanki muhaberenin temelini oluşturan telgraf odası,  Sivas Kongresi ile ilgili tutanakların yer aldığı salon ile İrade-i Milliye Gazetesi'nin basıldığı matbaa makinesi ve bu gazeteye ait nüshaların sergilendiği salonlar bulunuyor.
İRADE-İ MİLLİYE GAZETESİNİN BASILDIĞI MATBAA MAKİNESİ

KONGRE YEMEKHANESİ'NİN O ZAMANKİ GÖRÜNÜMÜ

MÜZENİN ÜST KATINA ÇIKARKEN

ÜST KATA ÇIKIŞ MERDİVENLERİNDEYİZ

SERGİ SALONLARINDAN BİRİNDE

SİVAS'TA GEÇEN 108 GÜNÜN HİKAYESİ
Müzeden ayrılıp, aynı kolda valiliğe doğru ilerliyoruz. İlerlerken solda Atatürk Anıtı'nı görünce orada da duruyoruz. Burası kentin tören alanıymış meğer. Bu heykel de 1968 yılında yapılmış.
SİVAS ATATÜRK HEYKELİ
Tören alanının arkasında kışla ve meydanın ortasındaki göbeğin tam arkasında da Sivas Valilik binası bulunuyor. Bu meydan Cumhuriyet Meydanı olarak anılıyor.
SİVAS JANDARMA KOMUTANLIĞI BİNASI

CUMHURİYET MEYDANI VE SİVAS VALİLİĞİ
Bu bölümden kuzeye, soldaki 27 Haziran Öğretmenler Parkı boyunca ilerleyince Sivas Arkeoloji Müzesi'ne gidiliyor. Biz de vaktimiz varken onu da görelim istiyoruz.

Sivas Arkeoloji Müzesi’ne giriş ücretsiz. Vali Ahmed Muammer Bey Efendi tarafından 1914 yılında Mekteb-i Sanayi İmalathanesi yani Sanat okulu olarak yapılan bina 1981 yılına kadar lise olarak kullanılmış. Daha sonra bir süre atıl kaldıktan sonra 2005 yılında tekrar düzenlenmiş ve 2009 yılında da müze olarak kullanılmaya başlanmış.
SİVAS ARKEOLOJİ MÜZESİ
Orta Anadolu'nun en büyük arkeoloji müzesi ünvanına sahip müzede, bölgede 9 milyon yıl önce yaşamış çeşitli memeli hayvanlara ait fosil kalıntıları, Kalkolitik Çağ'a (M.Ö. 5500–3000), Eski Tunç Çağı'na (M.Ö. 3000-2000) ve Hititler’e ait birçok buluntunun yanı sıra Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait eserler de sergileniyor.
MÜZEDEKİ BULUNTULAR

HİTİTLERİN BAŞ TANRISI TEŞUB'UN KUTSAL BOĞALARI HURRİ VE ŞERRİ

BULUNTULARDAN ÖRNEKLER

İLK BİRA ATÖLYESİ

BULUNTULARDAN ÖRNEKLER
2 katlı binanın 1. katında etnografik eserler teşhir edilirken 2. katta ise Atatürk- Sivas Kongresi ve Milli Mücadele ile ilgili bilgi ve belgelerin teşhiri yapılıyor. Fakat biz sadece açık olan ilk katı gezebiliyoruz.
BULUNAN FOSİLLER VE KEMİKLER

SİVAS'IN TOPRAK YAPISI

YİNE BULUNTULARA ÖRNEKLER

LAHİT MEZAR İÇİNDE BİR ÖLÜ
Bu müzede sergilenen, Türkiye'nin ilk heykeli olarak anılan Osman Gazi Heykeli'ni mutlaka görün.
OSMAN GAZİ BÜSTÜ
Bu heykel 1916 yılında Sivas'ın Hafik ilçesinde dönemin valisi Muammer Bey tarafından Ermeni bir ustaya yaptırılmış. 1936'ya kadar ilçede dikili kalmış. Sonra gelen vali tarafından kaldırılmış. Önemi ise bu topraklarda yapılan ilk heykel olma özelliğini taşımasıymış.

Bu büstün hemen arkasında sevimli ikiz aslan heykelciği ve Gürün'den çıkarılmış kocaman mozaik eseri de görebilirsiniz.
19. YÜZYIL İKİZ ASLAN HEYKELCİĞİ

GÜRÜN'DEN ÇIKARILAN MOZAİK ALAN
Müze gezimiz bittikten sonra tekrar Cumhuriyet Meydanı'na doğru ilerliyoruz. Bu kez hedefimizde tarihimizin kara sayfalarından birine ev sahipliği yapan Madımak Oteli var.

Meydandan güneye doğru ilerlediğinizde yani valiliği solunuza alarak aşağı doğru ilerlediğinizde ikinci sağ araya girip, yolun sonunda sol kolda şu an Sivas Bilim ve Kültür Merkezi olarak anılan eski Madımak Oteli'ni görebilirsiniz.
MADIMAK OTELİ ÖNÜNDE
Olaylarının yaşandığı otel, Bilim ve Kültür Merkezi'ne dönüştürülmüş. Fakat hafta sonu giriş olmadığı için içini gezemiyoruz. Gelmeden internet üzerinden okuduğumuz bilgilerle sizi de aydınlatmak istiyorum.
Eski Madımak otelinin zemin katı çocuk kütüphanesi ve olayda ölenlerin isimlerinin yer aldığı anı köşesi şeklinde düzenlenirken, birinci kat ise bilimsel deney aletlerinin bulunduğu bilim merkezi haline getirilmiş.
Otelin lobi olarak kullanılan zemin katının sağ bölümüne, otelde çalışanlar dahil, olayda ölenlerin her birinin ismine 37 çeşme yapılmış. Çeşmelerden ise 'Hayat' anlamına gelen su devr-i daim şeklinde akıtılıyormuş.
Atatürk büstünün de bulunduğu köşeye, ölenlerin isimleri ve mermer kaide üzerine de 
"2 Temmuz 1993 tarihinde meydana gelen elim olayda 37 insanımız hayatını kaybetmiştir.Böyle acıların bir daha yaşanmaması dileğiyle" yazısı eklenmiş.
Anı köşesindeki Atatürk büstünün altına ise Atatürk'e ait olan
"Toplumun içindeki farklı düşünceler, farklı inanışlar ne olursa olsun, milli birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmesini bilen bir milletin başaramayacağı iş, aşamayacağı engel yoktur" sözleri yazılmış.
Anı köşesinin sağ ve sol tarafına da Aşık Veysel, Pir Sultan Abdal, Aşık Ruhsati, Hacı Bektaşı Veli, Mevlana Celaleddin-i Rumi ve Yunus Emre'nin tasvir edildiği fotoğraflar ve onlara ait sözler yerleştirilmiş.
Binanın iç kısmın da görsek iyi olurdu ama kısmet değilmiş. Bir daha gelirsek görmek üzere diyerek saat de 10.30 olmuşken Çerkezin Kahvesi'nde bir kahve içelim diyoruz. Fakat kahveye ulaştığımızda yine ramazan nedeniyle kapalı olduğunu görüyoruz.
KAPILAR RAMAZAN NEDENİYLE KAPALI
Nerede kahve içebiliriz diye araştırırken Taşhan'ın içinde TaşCafe'de kahve içmek için oturuyoruz. Mahmut sağ olsun kahvemizin yanına Aşçıbaşı'nın tatlı dükkanından tatlı alıyor da kahvelerimizi tatlının eşliğinde içiyoruz.
SİVAS'TA TATLI YEMEDİK OLMASIN
Taşhan dış cephesi duvarlarla çevrili olduğundan ramazanda oruç tutmayanlar için iyi bir kaçış alanı gibi.
Han 19. yüzyılın ikinci yarısında kesme taştan yapılmış olup açık avlulu ve iki katlıdır. Dikdörtgen planlı olan yapı, doğu, güney ve kuzey cephelerinde demir kanatlı ve yuvarlak kemerli üç girişe sahipmiş.Büyük avluda, ortada bir de havuz bulunuyormuş. Halen iş merkezi olarak kullanılan yapının giriş ve üst katlarında iş yerleri dışında bizim oturduğumuz gibi kafeteryalar da bulunuyor.
Burada yarım saat oturup, dinleniyoruz. Kahve servisimizi yoğun olan garson kıza yardım etmek amacıyla Mete yapıyor.
METE KAHVE SERVİSİ YAPARKEN

TAŞHAN'DA KAHVE KEYFİMİZ
Saat 11.15'te de handan ayrılıyoruz. Yolun biraz daha ilerisinde, karşı solunda başka bir ünlü hanı görünce içine giriyoruz, Subaşı Hanı.
SUBAŞI HANI
16. yüzyılda yapılan bina iki katlı ahşap, dikdörtgen planlı, açık avlulu, ortada şadırvanı bulunan, güney yönü dışında üç yönü revaklarla çevrili ve revakların gerisinde de dükkanların yer aldığı, üst katı iş yerleri olarak kullanılan bir yapı. Genellikle kuru meyve, yemiş ve doğal ürünlerin satıldığı dükkanlar görüyoruz.
HANIN İÇİNDEN GÖRÜNÜM

SATICILARA GÖZ GEZDİRİRKEN
Hatta bizim Sivaslı kızlarımız Nimet ve Elif çok sevdikleri kenger sakızını görüp, hemen tanesini 2 tl den alıyorlar. Handan ayrılıp, aynı hatta devam ederek yine Sivas Ulu Cami'nin olduğu yere geliyoruz.
ULU CAMİ İLE TEKRAR BULUŞUYORUZ
Bu kez Gök Medrese'ye doğru yürüyoruz. Fakat Medrese tadilatta. Yani kapalı.
GÖK MEDRESE'NİN HALİ
Gök Medrese Türk mimarisinin ve süsleme sanatının birlikte görülebildiği en önemli yapılardanmış. Yapının çeşitli bölümlerindeki yazıtlardan 4. Kılıçarslan'ın oğlu 3. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde, 1271 yılında yaptırıldığı anlaşılıyormuş.

Gök Medrese'nin, mermer taş kapısı ile bu hali ile bile muhteşem gözüküyor. Yapıldığı tarihten itibaren dini ilimlerin tahsil edildiği medrese olarak hizmet verdiği bilinen bina 1926 yılında müzeye dönüştürülmüş. 2006 yılında başlatılan restorasyon tamamlandıktan sonra Selçuklu Sanatları Müzesi olarak hizmete açılması planlanıyormuş. Ama gördüğünüz gibi hala restorasyon bitmemiş.
Sivas Kalesi'ne gitmek için Gök Medrese'nin sağındaki ilk aradan yukarı daha izbe alanlara doğru yükselmeye başlıyoruz.
SİVAS KALESİ'NE DOĞRU
Sivas kent merkezinin gelişiminde önemli bir yer tutan kalenin ki eski adı Topraktepe oluyor, Arkeolog Prof. Dr. Tahsin Özgüç tarafından 1946 yılında yapılan kazılar sonucunda MÖ.2000 başlarından itibaren kullanıldığı tespit edilmiş.
Selçuklu Sultanı Alaattin Keykubat, yaklaşan Moğol tehlikesine karşı Sivas surlarını tamir ettirmiş.
1243 yılında ise Selçuklu ve Moğol orduları arasındaki Kösedağ Savaşı öncesinde yapılan bu tamiri anlatan kale kitabesi Sivas Müzesi'nde korunuyormuş.
O zamanlar kenti tamamen kuşatan dış surların beş veya yedi kapısı varmış. Kapı sayılarındaki değişiklikler, her onarımda yeni kapıların açılması veya kapatılmasından kaynaklanıyormuş. Bunlar; Kayseri Kapısı, Dolap Kapı, Tokmak Kapı, Cancun Kapısı, Şalpur Kapısı, Bağdat Kapısı, Tokat Kapısı gibi isimlerle anılıyormuş. Bizse günümüzde park haline dönmüş kaleye girer girmez bu görüntüyle karşılaşıyoruz.
KALEYE GİRER GİRMEZ GÖRÜNTÜ BU
Bayrağa doğru değil de teras bölümüne doğru ilerliyoruz. Teras bölümünde restoran, düğün salonu ve oturma alanı gibi bölümler bulunuyor.
KALENİN TERASINDAN SİVAS MANZARASI

KALENİN TERASINDA BİZ

KALENİN TERASINDA OTURMA HALLERİ
Eski Sivas'ı gözlemlemek için iyi bir yer burası. Kaleden saat 12.00'de ayrılıp, aracımıza doğru ilerliyoruz.Merkezdeki son durağımız olan, merkeze 2 kilometre uzaklıktaki Eğri Köprü'ye doğru ilerliyoruz.
Eski dönemlerde İpek Yolu'nun üzerindeki Eğri Köprü, yakın zamana kadar Sivas-Malatya yolunun ve Güneydoğu Anadolu'nun ulaşımını sağlıyormuş.
EĞRİ KÖPRÜ SİVAS
Selçuklu yapısı olan köprü 173 m uzunluğundadır. Biri 12, öteki 6  göz olmak üzere iki bölümden oluşuyor.
EĞRİ KÖPRÜ'DE BİZ
Köprü batı yönünde düz bir şekilde devam ederken orta kısımlarda kuzeye doğru eğik olacak şekilde kıvrılarak ilerlemiş ve kesme taştan inşa edilmiş.
Artık şehir içinde tüm göreceğimiz yerleri gördükten sonra saat de 12.15'i gösteriyorken, öğle yemeğimiz için Sivas'ın ünlü köftecisi Kirli Ahmet'e gidelim diyoruz. Kirli Ahmet de diğer ünlü yerler gibi sanayi bölgesinde bulunuyor. 4 kilometrelik bir mesafe yani. 
Fakat Kirli Ahmet'e ulaştığımızda yine ramazan nedeniyle kapalı olduğunu görüp, karşı sırasında bulunan Köfteci Ragıp'a giriyoruz.
KÖFTECİ RAGIP'TA BİZ
Birçoğumuz Sivas'a gelip de köfte yememiş olmayalım diye köfte menü söylüyoruz. Çorba-köfte-salata-içecek 20 tl olan bir menü. Fiyat da uygun, lezzet de güzel ve köfteler de  doyurucuydu.

Sivas köftesinin en önemli özelliği kesilen hayvanların bölgenin florasının desteklediği lezzetli etlerine hiçbir baharat katılmadan yapılmasıymış.
SİVAS'IN MEŞHUR KÖFTESİ
Vee artık Sivas merkezden ayrılma zamanımız geliyor. İstikamet Şarkışla, Sivrialan ve Aşık Veysel!

Saat 12.45'te şehrin batısına doğru ilerlemek için yola çıkıyoruz. Şarkışla'ya kadar 82 kilometre yolumuz var. Bu yol nasıl geçer demeyin. Sağlı sollu öyle güzel tarlalardan geçiyoruz ki insan uyuklayamıyor bile.
YOL MANZARALARINDAN
Saat tam 14.00'da Şarkışla tabelasına ulaşıyoruz.Bu tabelayı yani ilçeyi biraz geçince tabelalardan da göreceğiniz gibi Aşık Veysel'in köyü olan Sivrialan Köyü'ne doğru sapıyoruz. Köye 30 kilometre yolumuz var. Yine engebeli araziyi ve Kızılırmak deltasını takip ederek, köy girişine 14.30'da ulaşıyoruz.
SİVRİALAN KÖYÜ GİRİŞİ
Sonra merkeze doğru müze tabelalarını izleyip, bir zamanlar Aşık Veysel'in yaşadığı ama şu an müze olan evin dibine aracımızı park ediyoruz.
Müzenin anahtarı köylülerden birinde bulunuyormuş. Kemal arkadaşımız sayesinde köylülerden başka birine, Mustafa Ağabey'e  ulaştığımız için de çok şanslıyız.
AŞIK VEYSEL MÜZESİ'NİN ÖNÜNDEYİZ
Müzenin önünde bir hatıra fotoğrafı çektirip, Mustafa Ağabey'in köy evine doğru ilerliyoruz.
SİVRİALANLI MUSTAFA AĞABEY'İN EVİNE DOĞRU
Birkaç sokak paralelde Mustafa Ağabey'in evine doğru giderken avlulu bir evin üst balkonunda rastladığımız bir amca hepimizin ilgisini çekiyor. Meğer amcanın evinin giriş kapısının arkasında 2 adet yılan kapıyı kollar vaziyette bekliyormuş.
SİVRİALAN KÖYÜ'NDE YILAN BASKINI
Amca yerler mi acaba diye onlara peynir atmış ama yok!! Yılanların peynire ilgisi yok. Bizim ekip de merakta kalınca bu amcanın evi önünde biraz oyalanıyoruz. Sonra ekip tekrar yola düşüyor.
SİVRİALAN KÖYÜ SOKAKLARINDA
Mustafa Ağabey'in evine doğru ilerliyoruz. Mustafa Ağabey ve annesi Selvi Teyze'yi teraslarında oturmuş bir vaziyette buluyoruz. Herkes Selvi Teyze'nin elini öperken, akşamüstü çaylarımız çoktan demlenmişti bile.
SELVİ TEYZE'NİN ELİNİ ÖPERKEN
Bu güzel insanların evinde yarım saat oturup, dinleniyor, çaylarmızı yudumlarken sohbet ediyoruz.
Selvi Teyze gençliğinde gördüğü, tanıdığı, konuştuğu Aşık Veysel ile ilgili bize bir şeyler anlatıyor. Hepimiz bu yaşayan tarihi pür dikkat dinliyoruz.
SİVRİALAN'DA BİR AKŞAM ÜSTÜ
Ve saat 15.15'te Mustafa Ağabey ile birlikte tekrar müze eve giriyoruz. Müzenin girişinde sağ kolda bir mermer kaide bulunuyor. Ayaklarınıza galoş geçirmeniz sebebiyle giriş de ücretsiz.
MÜZENİN HEMEN YANINDAKİ KAİDE
Girer girmez önümüzde bir koridor, solda Aşık Veysel'in maketinin olduğu bir oda ve sağda da başka odalar bulunuyor.
KORİDORDAN BİR GÖRÜNÜM

AŞIK VEYSEL'İN MAKETİNİN OLDUĞU ODA

Evin de Aşık Veysel'in de bir hikayesi var tabi. Önce onu anlatalım:
Aşığın gözleri çiçek hastalığına kurban gittikten sonra sağlığında ismi duyulan bütün hastaneleri dolaşır. Ama bir sonuç alamaz. Sonunda:
“Ben zaten gözlerimden mahrumum bütün hislerim kulaklarımda. Şehirde o gürültüler kulağımı kapatıyor” diyerek yine köyüne dönmüş. Şimdi müze olan bu evde 1973’de ölmüş. 
Ev Kültür Bakanlığı tarafından 1979 yılında kamulaştırılmış ve 1982 yılında müze olarak ziyarete açılmış. Fakat 1982 yılından beri zorluklarla da olsa ayakta kalmayı başaran Aşık Veysel Müzesi 2012 yılında nihayet hak ettiği ilgiye kavuşarak uluslararası bir projeyle yeniden düzenlenmiş.
Avrupa Birliği-Türkiye Kültürler Arası Diyalog-Müzeler Hibe Programı kapsamında Sivas Müze Müdürlüğü tarafından yürütülen Müzeler Arası Kültür İttifakı Projesi’yle Aşık Veysel Müzesi’nin binası yenilenmiş ve sergi alanı yeni bir anlayışla, çevreye zarar vermeyen malzemelerle tekrar tasarlanmış.
Yine aynı proje dahilinde daha önce hiç görülmemiş radyo ve televizyon kayıtlarıyla Aşık Veysel’in hayatını konu alan bir belgesel hazırlanmış.
Hacı Mehmet Duranoğlu'nun yazıp yönettiği, “Aşık Veysel Belgeseli” İngilizce alt yazı ve işaret dili seçenekleriyle müzenin ziyaretçileri tarafından seyrediliyor. Ama biz buna bu gezimizde vakit ayıramıyoruz. 

Müzede Aşık Veysel'in kişisel eşyaları, fotoğrafları, şiirleri ve onunla ilgili yayınlanan eserler sergileniyor.
AŞIK VEYSEL'İN PLAKLARI

AŞIK VEYSEL'İN GİRİŞTEKİ ODALARINDAN BİRİ

Aşık Veysel'in anısını yaşatmak için her yıl 9-11 Temmuz tarihleri arasında Sivas'ta ve Şarkışla-Sivrialan Köyü'nde anma törenlerinin yanı sıra, “Aşık Veysel Aşıklar Bayramı” adı altında festival de düzenleniyormuş.
Girişteki koridor dikdörtgen planlı geniş bir salona uzanıyor. Bu salonda Aşık Veysel'in sazını ve sağ bölümde toplantı mekanını görebilirsiniz.
ANA BİNADAKİ SALON

ANA BİNADAKİ ÇİZİMLERDEN
Bu salondan sonra siyah bir perde ile gizli bir geçit şeklinde başka bir alana geçiliyor. Bu geçit sonradan yapılan yeni bölüm oluyor.
Kapkaranlık ve sağ duvarında görme engelliler için şerit halinde yazılar var. Sol bölümde de cam fanus içinde Aşık Veysel'in bal mumundan mumyası bulunuyor.
KARANLIK GEÇİT VE SAĞ KOLDA GÖRME ENGELLİLER ALFABESİYLE BİLGİLENDİRME

AŞIK VEYSEL'İN BAL MUMUNDAN MUMYASI
Bu karanlık alanı geçtiğinizde, işte o bahsi geçen modern müzeye ulaşıyoruz. Bu alan da yine Aşık Veysel'in eşyalarıyla bezenmiş durumda.
MÜZENİN MODERN BÖLÜMÜNDEN GÖRÜNÜM

MÜZENİN MODERN BÖLÜMÜNDEN GÖRÜNÜM

AŞIK VEYSEL'İN PLAKLARI

AŞIK VEYSEL'İN PİPOSU VE TESPİHİ 
Saat 15.40'ta müzeden ayrılıp, Mustafa Ağabey ile birlikte köydeki son görevimiz olan kabir  ziyaretini gerçekleştirmek istiyoruz. Köyün 2 kilometre üstlerinde, köye yükseklerden bakan bir mezarlık alanı bu.
MEZARLIKTAN SİVRİ ALAN KÖYÜ
Dar, virajlı köy yolundan mezarlığa ulaşmamız 5 dakikayı bulmuyor. Bu alan Şatıroğlu ailesi için özel olarak yapılmış gibi gözüküyor.Hep birlikte kabristana giriyoruz.
KABRİSTANA GİRERKEN
Aşık Veysel'in kabristanını görünce vasiyeti geliyor hemen aklımıza:


Mezarıma taş koymayın beton dökmeyin,
Ben öldükten sonra üzerimde otlar bitsin, çiçekler açsın
Taş kapatır, çimento kapatır hiç kimse istifade edemez
Benim toprağım da milletime hizmet etsin
Oradaki biten otlardan 
Koyun yesin et olsun 
Kuzu yesin süt olsun 
Arı yesin bal olsun.

Mezarlığın aynı onun istediği şekilde olduğunu görünce seviniyoruz.
AŞIK VEYSEL'İN KABRİ

KABRİSTANDAYIZ
Pek çok Aşık gibi Aşık Veysel de, sohbetleriyle, şiirleriyle yurt meselelerine ilgi göstermiş; eli erdiğince gönül gözü gördüğünce, halkı gafletten kurtarmaya çalışmış, ikazlarda bulunmuş. Daima birleştirici, kaynaştırıcı bir tavır içinde olan Aşık Veysel’in  şiirlerinin özünde insan sevgisinin, barış  arzusunun yanında kardeşlik ve birlik düşüncesi de bulabilirsiniz. Günümüzde yeri doldurulamayacak değerlerden biri. Bu sebeple hepimiz kabristandan ayrılırken tarif edilemez duygular içindeydik.

Artık bu güzel köyden ve samimi insanlarından ayrılma vaktimiz geldi. Bizimle kabristana kadar gelen Mustafa Ağabey'i evine bırakıp, ilgisi nedeniyle teşekkürlerimizi sunup, Şarkışla'ya doğru yola çıkıyoruz.

Sivrialan'a gelirken görüp, dönüşte uğrarız dediğimiz Murat Gündüz Anıt Parkı'na geçerken uğruyoruz. Murat Gündüz de 2 Temmuz 1993 kayıplarından. Semah yapan bir üniversite öğrencisi olup, 22 yaşında alevlerin arasında kaybettiklerimizden. Anısına Sivrialan Köyü’nün biraz daha altlarında, Kızılırmak deltasına hakim bir noktada bir anıt park yapılmış.
ANIT PARKIN GİRİŞİ

MURAT GÜNDÜZ VE DİĞER ÖLENLER İÇİN YAPILMIŞ KAİDE
Ve programımızın sonuna doğru gelirken Şarkışla'dan 36 kilometre uzaklıkta bulunan Gemerek Kasabasına doğru ilerliyoruz.Gideceğimiz yer Gemerek'in 24 kilometre kuzey batısındaki Sızır Belde'sinde bulunan Sızır Şelalesidir. SİT alanı ilan edilerek koruma altına alınan şelale, Sızır kasabasına 1 km mesafede, Çat Ormanları içerisinde, Göksu Çayı üzerinde bulunuyor. Yörenin sıkça gelinen dinlenme yerlerinden biriymiş. Çevresinde doğa yürüyüşü yapma imkanı bulunuyormuş.
Bizimse tek düşündüğümüz su seviyesinin çokluğu. Çünkü görsellik açısından bu önemli. Şelaleye giriş yaptığımızda yukarıdan su seviyesinin çok olmadığını anlıyoruz.
SIZIR ŞELALESİ'NİN ÜSTTEN GÖRÜNÜMÜ
Merdivenlerle içine doğru ilerleyince kırılmış merdiven basamaklarının yenilenmediğini görerek, iç alanın bakıma ihtiyacı olduğunu görüyoruz. Ama yine de birkaç noktadan su indiren şelalenin suyu bolken çok güzel olduğuna eminiz. Şelalenin kaynağı Göksu Çayı imiş ve şelalenin altına doğru ilerlediğinizde sol tarafta, üstlere doğru sizi çıkartacak bir merdiven bulunuyor. Yukarı çıkıp, bir de üstten göz atabilirsiniz.
SIZIR ŞELALESİ'NDE EKİBİMİZ
Sızır Şelalesi günümüzün ve Sivas gezimizin son noktasıydı. Uzun ve yoğun bir gün sonrası akşam saatlerinde, saat 19.30 gibi Sivas merkeze ulaşıp, akşam yemeğimizi yedikten sonra hava alanına geçiyoruz. Saat 22.45 uçağı ile de vazgeçilmez kent İstanbul'a doğru yola çıkıyoruz.
Sivas diyarında iki gün unutulmaz yollar katettik. Gezdik, gördük, düşündük, deneyimledik. İnanıyorum ki tüm ekip arkadaşlarım da benimle aynı görüşteler. Böyle daha nice dolu ve özgün faaliyetler biriktirmek niyetiyle son sözü Aşık Veysel ile söylemek istiyorum.


Ben giderim adım kalır
Dostlar beni hatırlasın..
Düğün olur bayram gelir
Dostlar beni hatırlasın..

Aşık Veysel



Şenay KILIÇ


1 yorum:

Unknown dedi ki...

Çok güzeldi, gitmiş gibi olduk, teşekkürler :)