30 Ocak 2012 Pazartesi

BERLIN in BERLIN



      Yine yeni bir gezi rotasıyla yollardayım. Almanya aslında çok ilgimi çekmese de bu sömestre tatilinde ne yapalım, ne edelim derken hafiften hafiften Berlin göz kırpmaya başlamıştı bile. Önce uçak biletlerimiz alındı;sonra  otel rezervasyonları ve diğer hazırlıklar.
    Almanya ve Berlin hakkında işin içinde Hitler de olunca araştırılacak o kadar kaynak var ki şaşarsınız. Kitaplar, filmler,belgeseller, sergiler,fotoğraflar.Hatta bazılarımızın Almanya’ya çalışmaya gitmiş büyükleri de sayılabilir. Berlin tarih meraklılarına, özellikle benim gibi 2.Dünya Savaşı meraklılarına oldukça ilgi çekici gelecektir.
    Son iki ayımı Almanya ve Berlinle ilgili kitapları okumaya ve filmleri izlemeye ayırdım. İzlediğim filmlerden bazıları moralimi bozmadı desem yalan olur.Zira gerçekten Almanlar 20. yüzyılı iki koca savaş sebebiyle çok kötü günler geçirerek yaşamışlar ve yine de ayağa kalkıp hayata sıkıca tutunmuşlar.Tebrik edilesi bir millet açıkcası.
      Biz koca Almanya’nın  başkentine Berlin’e gidiyoruz. Alman tarihinde önemli bir yeri var Berlin’in. Bu sebeple biraz sizlere Berlin’den bahsetmek istiyorum.
      İlk kez 1200 lü yıllarda yerel idare birimi olan Berlin o zaman da bölünmüş bir kentmiş. Daha sonraki yıllarda Berlin ve Köln 1307 de Brandenburg bölgesini savunmak için bir araya gelmişler ve sonra da Hansa Birliği’ne katılmışlar. Bu sıralarda çavdar, yün ve meşe kerestesi ticareti yapılıyormuş.
 Berlin 1448 yılına dek Alman İmparatorluğunun özerk bir karakolu konumundaymış.1448 de II.Friedrich kenti ele geçirip 450 yıl boyunca hüküm sürmüş. II.Friedrich Hohenzollern Hanedanına mensupmuş.Ki bu hanedan Berlin’de bir çok tarihi yerde karşınıza çıkacakatır.
   16.Yüzyılda Berlin’de reform hareketleri hissedilmeye başlanmış.Halk Katolik Kilisesine zorla vergi vermekten usandığı için Elektör II.Joachim’i Martin Luther’in vaazları doğrultusunda Protestan olmaya zorlamış.
    Daha sonraki yıllarda 1618-1648 yılları arasında 30 yıl savaşları sebebiyle kent harap olmuş. 1600 ve 1700 lü yıllar Berlin’de Prusya havasının estiği yıllar olmuş. Ve 1800 lerin başında Fransız işgali gelmiş. Halk bu işgale karşı birleşirken Berlin de Birleşik Almanya’nın başkenti olmuş. Berlin bu yıllarda hızla gelişmiş ve birçok mühendislik eserine tanıklık etmiş.
   Berlinliler Hohezzollern Hanedanı’nın girişimleri sayesinde I.Dünya Savaşı’na girmiş. Savaş sonunda Almanya’nın yenilmesi üzerine Berlin’de devrim gerçekleşmiş. Sosyal Demokratlar ve Sosyalistler ayrı ayrı hükümet kurunca olan Sosyalistlere olmuş. Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg  suikastle öldürülmüş. Sosyal Demokratlar cumhuriyeti kurmak için çalışmaya başlamışlar.
    Tarih 30 Ocak 1933'ü gösterdiğinde sahneye Hitler çıkıyor. Ve kanlı eylemlerine 8 Mayıs 1945  e kadar devam ediyor. Savaşın bitmesiyle Rus ve Amerikan destekleri sayesinde 1949 yılında Berlin tekrar ikiye bölünüyor. Doğu Berlin Rusların desteğiyle Demokratik Almanya’da; Batı Berlin de Amerikalıların desteğiyle Federal Almanya’da kalıyor.
     1961’de sınır bir duvarla kapatılıyor. İşte bu tarihten sonra Doğu’dan Batı’ya kaçışın hikayeleri de yazılmaya başlıyor. Bu sırada iş gücünü kaybeden Batı Almanya’ya da bizim ülkemizden ilk Türk işçi kafileleri yola çıkıyor.
       Yıl 1989 gösterdiğinde hem Almanya’da hem de bir çok komünist ülkede değişiklik çanları çalmaya başlıyor. İki Berlin tekrar tarih sahnesinde birleşme görevi üstleniyor.
      Kısaca sizlere Berlin’in hikayesini anlatmaya çalıştım.Berlin Almanya’nın başkenti olmasından bu yana gücüyle gurur kaynağı olmuş,kültürüyle de hayranlık uyandırmış. Hitler’in tiranlığının başkenti olmasıyla nefret toplamış, savaş sonrasında ise özgürlüğün kalesi olarak şefkat toplamış. Sonra Soğuk Savaşın odağı olması sebebiyle korku doğurmuş. Yani Berlin Batı ve Doğu Avrupa’nın geçirdiği yoğun değişimlerin hepsini diğer Avrupa kentlerinden daha çok yaşamış ve yansıtmış.
     Günümüzdeyse Almanya Federal Cumhuriyeti’nin en büyük kenti olması sebebiyle başkent ilan edilmiş. Berlin’de şu an 3,5 milyon insan yaşamaktadır.Yüzölçümü 889 km kare dir.Ülkenin doğu kısmında yer alan Bradenburg Eyaletinin içindedir.Berlin Havel ve Spree nehirlerinin kıyılarındaki düzlükleri kapsar. Bu sebeple kentin her yerinde kanallar vardır. Gelelim bizim Berlin'deki hikayemize. Ne yaptık, ne ettik.
BERLİN 1.GÜN: Berlin bizden 1 saat geride saat 09.00 da bindiğimiz Berlin uçağından Berlin saatiyle 10:45 gibi indik. İndiğimiz hava alanı Tegel Havaalanıydı. Sanırım Berlin'deki en küçük hava alanı.Ama kent merkezine yarım saat uzaklıkta bulunuyor.
BERLİN TEGEL HAVA ALANINDAN BİR GÖRÜNÜM
Hava alanından şehre otobüslerle çok ucuza ve rahat bir şekilde ulaşabilirsiniz.Bizim otobüse verdiğimiz ücret 2,4 Euro oldu. Otelimiz şehir merkezinde Alexanderplatz da bulunuyor. Otobüsümüz tam otelimizin önünde bizi indirdi.Aklınızda olsun gitmeden önce ayarladığınız otelin konumu gezerken çok önemli.Gezi planı yaparken bu tarz şeyler çok önemli oluyor.
     Otelimize girer girmez dışarı çıktık.Saat 15:00 de girebileceğimizi öğrenince eşyalarımızı görevliye verip doğruca Berlin sokaklarına attık kendimizi. İlk önce Alexanderplatz'da olduğumuz için etrafımızı inceledik. Halk arasında Alex olarak bilinen bu meydan savaş öncesinde Berlin'in merkeziymiş. Hatta Alfred Dublin'in Berlin Alexanderplatz romanında da bu meydanın hareketliliği hakkında birçok bilgi bulmanız mümkün.
ALEXANDERPLATZ , MEYDANDAKİ DÜNYA SAATİ VE OTELİMİZ PARK INN
Meydanın ortasında büyük bir çeşme var ve meydanın dört bir yanı alışveriş merkezleri ile dolu.Ayrıca meydanda iki tane U-Bahn girişi yani metro girişi de bulmanız mümkün.
ALEXANDERPLATZ DEN BİR GÖRÜNÜM
Fakat bu meydanda ilginizi çekecek en önemli şey TV kulesi Fernsehturm'dur. 1969 yılında inşa edilen bu yapının yüksekliği 365 m dir. Biz havanın kapalı olması sebebiyle ilk önce bu TV kulesine çıkma kararı aldık.Kulenin 203 metre yüksekliğine kadar çıkabiliyorsunuz. Alt katta şehirdeki ünlü binaları size anlatacak şekilde düzenlenmiş bir platform var. Kahve ya da hafif bir içki alabileceğiniz bir de bar var. Ama üst katta bir restoran var, isterseniz çıkıp bir şeyler yiyebilirsiniz.Bu arada TV kulesinin girişi 11 Euro.
TV KULESİ FERNSEHTURM
TV KULESİ-FERNSEHTURM'UN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
  Bu arada biz gezerken saatler bayağı ilerledi ve yemek yeme vaktimiz geldi. Etrafta o kadar çok alışveriş merkezi var ki istediğiniz birine dalın. Bizdeki bilindik markaların hepsini burada da görmeniz mümkün.Bizde de olduğu gibi üst katlar yiyecek-içecek bölümleri olduğudan doğruca üst kata çıktık.
     Ben okuduğum kitaplarda gördüğüm bir yemeği ,Almanların çok yediği Currywurst 'ü denemek istedim.Kardeşimse bir döner kebapcının kuyruğuna girdi.
CURRYWURST

      Currywurst domuz etinden yapılan haşlanmış sosis aslında.Sadece üzerine körili sos döküp,patates kızartmasıyla ikram ediyorlar.Sokakta seyyar satıcılarda bile bulabilirsiniz.Seyyar satıcıların satış tezgahları benim çok hoşuma gitti.
SEYYAR CURRYWURST SATICISI
SEYYAR CURRYWURST SATICISI







      Yemek bölümü dünya mutfaklarının hepsini barındırıyor burada. Ama döner-kebap ayrı seviliyor galiba.Kardeşimin aldığı dönerin etinin tadı biraz tuhaftı. Belki o da domuz etiyle yapılmış olabilir. Ama porsiyon çok büyüktü.Gezimiz boyunca gittiğimiz her lokantada porsiyonlar oldukça büyük geldi. Yemekten sonra artık yavaş yavaş gezmeye daha doğrusu yürümeye başlamanın zamanı gelmişti. Bugünkü gezi rotamızın çoğu Alex etrafında olacağı için yürüyerek dolaşacağız.
    İlk önce Alex'in güney kısmından meydanın batısına doğru yani Nikolaiviertel'e doğru yürüdük. Semt adını küçük binaların arasından yükselen kilisesinden almaktadır.

    Berlin'in en eski yerleşim bölgesi olan bu bölge küçük küçük tasarım dükkanlarıyla dolu. Hediyelik bir sürü şey bulmanız mümkün. Bölgenin ana yapısı,Berlin'in en eski kilisesi olan Nikolaikirche'dir. 1987 Yılında Berlin'in kuruluşunun 750. yılı sebebiyle restore edilmiş.Bu arada Berlin'in en eski dinsel yapısı olduğunu söylemeyi unutmayalım. Günümüzde sadece müze olarak varlığını sürdürüyormuş.
NIKOLAIKIRCHE KİLİSESİ
NIKOLAIKIRCHE KİLİSESİ
   Nikolaiviertel bölgesindeki evlerin bazıları 2. Dünya Savaşı'nda yıkılana kadar burada bulunmaktaymış. Alanda 1979-1987 yılları arasında ADC Hkümeti tarafından yenileme çalışmaları yapılmış. Amaç burada bir Ortaçağ Köyü yaratma yönündeymiş. 
NIKOLAIVERTEL SOKAKLARINDAN BİR GÖRÜNÜM
  Sokaklardaki binaların bir çoğunda pub ya da cafe tarzı mekanlar mevcut. Kış mevsiminde olmasa bile yazın oldukça hareketli olacağını tahmin edebiliyorum.


NIKOLAIVERTEL SOKAKLARINDAN BİR GÖRÜNÜM
NIKOLAIVERTEL SOKAKLARINDAN BİR GÖRÜNÜM
  Nikolaiviertel'den Under den Linden'e doğru yürürseniz sağınızda Kızıl Belediye Sarayı'ını göreceksiniz.Yani Rotes Rathaus. Bu bina Berlin'in ana belediye sarayıdır. Kırmızı taşlarından dolayı adını almıştır.Yapılırken İtalya'daki Rönesans Belediye Binalarından ilham alınmıştır.

ROTES RATHAUS-KIZIL BELEDİYE SARAYI

    Kızıl Belediye Sarayı'na arkanızı dönerseniz hemen karşınızda Neptün Çeşmesini bulursunuz. Yani Neptunbrunnen.1886 yılında yapılmış bu çeşme biraz Roma çeşmelerini andırmıyor değil hani.Çeşmenin çevresindeki tanrıçalar Almanya'nın büyük nehirleri Ren, Wisla, Oder ve Elbe'yi temsil etmekteymiş.

NEPTUNBRUNNEN

    Artık Alex'in en güneyine inerek Marx-Engel Forum'u görmenin vakti geldi dostlar. Bulunduğunuz yönden biraz daha batıya giderseniz hemen solunuzda kalacak olan ağaçlıklı bölümün içinde göreceksiniz onları.

MARX-ENGEL FORUM

   Aslında bir forum değil burası.Çevresinde hiçbir bina yok. Sadece Karl Marx ve Friedrich Engel'in heykelleri bulunuyor.1986 yılında yapılan heykeller şehrin eski bölümüne arkalarını dönmüş sanki yeni dünyaya selam eder gibi durmaktadırlar. Biz bu ikiliyle fotoğraflarımızı çektirdikten sonra,aslında başladığımız yerden bir daire çizerek terkar Alex'e geri döndük ve otelimize yerleştik. Bu arada Berlin sokaklarında ilerlerken ilk izlenimimiz şu oldu.Her tarafta bir ayı figürü ile karşılaşmanız mümkün.

BERLİN'DE AYI HER YERDE SİZİ BULACAK

Ayının bu kadar önemli olmasının sebebi şuymuş. 6.Yüzyılda İlk Brandenburg Markisi savaşçı Sakson Ayı Albrecht sayesinde büyük bir başarı kazanılmış. Bu sebeple bu savaşçının lakabı bu zamana kadar geledurmuş.Bu arada çok göreceğiniz başka 

bir şey ise bisiklet olacaktır. Kullanımı oldukça yaygın.Kış mevsimi olmasına rağmen herkes bisiklete biniyor.

BİSİKLET OLDUKÇA YAYGIN BİR KULLANIM ARACI

BİR DE TURİSTİK AMAÇLI OLAN BİSİKLETLER VAR

      Otel odamıza girmemizle çıkmamız bir oldu desem yalan olmaz herhalde. Sadece eşyalarımız yerleştirip sokağa attık kendimizi.Gezilecek yerlerimiz var ne de olsa. Programımıza göre gezmeye çalışıyoruz.Önümüzde 4 dolu günümüz var. Şimdi o ünlü Berlin'metrosunu kullanarak Berlin'in en eski alışveriş merkezlerinden birine Ka-De-We'ye gideceğiz.

   Bulunduğumuz meydanda birçok U-Bahn girişi var.Berlin metrosu 1890 yılında yapılmış. U-Bahn ve S-Bahn olmak üzere iki çeşit. Bunun yanında travmay ve otobüsleri de var. Tabi hızlı treni de var. Kısa mesafe bilet 2,1 Euro.

BERLİN METROSU U-Bahn
METRODA ALEXANDERPLATZ DURAĞI

   Metrodan Wittenbergplatz'da inerseniz karşınızda Ka-De-We alışveriş merkezini bulursunuz. Bu arada sokaklarda karşınıza İmbiss denen küçük büfelerde çıkacaktır. Bunlar oldukça yaygın. Ka-De-We 'ye girmeden dibimizde görünce belirtmek istedim.

BERLİN USÜLÜ BÜFE IMBISS
  Bu büfelerde currywurstlerinizi ya da Brezellerinizi bulabilirsiniz.Currywurstten bahsetmiştik ama brezelden bahsetmedik.
BREZEL
  Brezel için almanların simidi diyebiliriz.Bir çeşit peksimet üzerinde iri tuz parçacıkları var. Denemekte fayda var derim.
      Yol boyunca ilerlerseniz Berlin'in ünlü caddesi Kurfürstendam'ı ve modern dükkanlarını görürsünüz. Ama hem akşam vakti olması hem yorgun olmamız hem de havanın soğukluğu sebebiyle sadece yolun ortasındaki Berlin Heykeli'nin fotoğrafını çekip Ka-De-We'ye gireceğiz. Berlin Heykeli 1987 yılında yapılmış olup ayrı düşmüş iki Berlin Kentini betimlemekteymiş.

BERLİN HEYKELİ
     Nihayet Ka-De-We'ye girebiliyoruz. Ka-De-We çok büyük bir alışveriş merkezi.Hatta Avrupa'nın en büyük çok katlı alışveriş merkezi ünvanına da sahip. Öğrendiğim kadarıyla 1907 yılında inşa edilmiş. O zamanlardan beri Ka-De-We'nin önü gençlerin buluşma noktasıymış.
Ka-De-We ALIŞVERİŞ MERKEZİNİN BİR ÇOK GİRİŞİNDEN BİRİ      
    Ka-De-We 'nin içinde yok yok. Ne tarafa bakacağınızı şaşırıyorsunuz.Ama benim için en ilginç yeri en üst iki katta bulunan yemek bölümü oldu. Dünyanın her mutfağını burada tatmanız mümkün. Bizse daha çok akşam yemeği vakti olmadığı için küçük bir bar dibine oturup kahvelerimizi yudumlayıp, tartlarımızı yedik. Günün kısa bir kritiğini yapalım dedik.
ALMAN KAHVESİ VE YANINDA ÇOK SEVDİĞİM TART
   Biraz dinlendikten sonra otele dönüp günün yorgunluğu atmaya karar verdik.Akşam yemeğimizi otelde yemek en güzeli olacaktı sanırım. Ama dönüşte erken kararan havanın güzelliğiyle erken bir gece fotoğrafı tadında, Alex  fotoğrafları çekmeyi ihmal etmedik.
GECE ALEX'DEN BİR GÖRÜNÜM
GECE GÖZÜYLE  TV KULESİ VE DÜNYA SAATİ 
     Sabahın 05:00 da kendi ülkemizde başlayan uzun günümüzü Berlin'de bitiriyoruz. Şanslı olduğumuzu düşünüyorum bir kere daha.Yeni yerler ,insanlar ve kültürler. Otele dönüp günün kirini üstümüzden atıp otel restoranına atıyoruz kendimizi. Şansımıza bugün canlı müzik de var.
BERLINER KINDL
 Yemeğimizi yeyip günün yorgunluğunu sevgili kardeşimle Berlin'in ünlü birasını yudumlayarak atmaya çalışıyoruz. Gezmenin, görmenin şerefine içiyoruz.
BERLİN 2. GÜN: Güzel alman ekmekleri eşliğinde bir kahvaltı yaptık. Günün gazetelerine de bir göz attıktan sonra kendimizi yine Berlin sokaklarına attık.
BERLIN'İN FARKLI GAZETELERİ
   Bugünkü gezimizin ana merkezi Müzeler Adası diye bilinen Museumsinsel bölgesiydi. Buraya gitmek için biz önce müzeler adasına bizi taşıyacak bazı köprüleri de görmek istedik.
       Bu köprülerden ilki Gertraundenbrücke idi.Yani Aziz Gertrud Köprüsü.Berlin'in en dikkat çekici köprülerinden biri bu köprü.Bir zamanlar Azize Gertrud Hastanesinin  bulunduğu noktada bulunuyor.
GERTRAUDENBRÜCKE
 Köprünün ortasında hastanenin koruyucusu olan Azize Gertrud'u görmeniz mümkün.Heykelde Azize bir yoksul çocuğa bir zambak, bir öreke ve şarap dolu bir maşrapa vermektedir.
AZİZE GERTRUD
   Köprünün üzerinden, sol taraftan devam ederseniz Spree nehrinin kollarından birinin yanından ilerler ve  birçok köprüyle karşılaşırsınız.Karşınıza çıkacak ikinci köprü tahta ağırlıklı bir köprüdür. Ve bir adı Schleusen Köprüsüdür.
GERTRUD KÖPRÜSÜNDEN SONRAKİ TAHTA SCHLEUSEN KÖPRÜSÜ
     Bu tahta köprüyü geçince sol tarafınızda büyük meydan ve karşınızda göz kamaştırıcı yapılar bulacaksınız. Ve hangi birine bakacağınızı şaşıracaksınız. Size en yakın olandan başlarsak bu tabi ki Schlossbrücke olacaktır.
SCHLOSSBRUCKE DEN BİR GÖRÜNÜM
  Schlossplatz'ı Under den Linden'e bağlayan bu köprüdür. Kentin en güzel köprüsü olarak biliniyor. 1824 yılında yapılan köprüye 1853 yılında üzerindeki heykeller eklenmiş.
SCHLOSSBRUCKE ÜZERİNDEN BİR GÖRÜNÜM
KÖPRÜ ÜZERİNDEKİ HEYKELLERDEN BİRİ
  Göz kamaştıran beyazlıktaki bu figürlerde yunan mitolojisinden İris,Nike, Athena gibi genç savaşçılar betimlenmişlerdir. Köprünün yan korkuluklarında ise ferforjeden deniz canlıları betimlenmiştir.Korkuluklar üzerinde dilek kilitlerini Berlin'de de görmek mümkün.
KÖPRÜNÜN FERFORJE KORKULUKLARI
   Köprüyü incelemeyi bitirip üzerinden geçerseniz sağ karşınızda bu tarihi meydana hiç uymayan bir kutuyu, solunuzda ise koca Berliner Dom'u göreceksiniz. Yani Berlin Katedralini.Koca kutumuzun adı Humbolt Box. Bu kutuya ismini veren Humboltlar Berlin'li seçkin bir aileden geliyorlar. Hatta birçok ünlünün okuduğu Berlin Üniversitesi de sonradan Humbolt Üniversitesi olarak anılmaya başlamış.
HUMBOLT BOX
    Humbolt Box 2011 yılında açılmış.Üstüne çıktığınızda seyirlik bir terası var. Ve her tarafı dört bir yönden görme imkanınız oluyor. Girişi 4 Euro.Fakat kafesinde bir şeyler içmek isterseniz gayet uygun.
    Humbolt Box'un terasından oldukça güzel görüntüler yakaladım. Gerek önündeki Berliner Dom gerek TV kulesi gerekse arka tarafındaki inşaat alanı. Bu arada yeri gelmişken bahsetmek lazım. Berlin'e gelmeden bir çok kitapta okumuştum ama gözümle görünce daha iyi ifade edebilirim diye düşünüyorum. Bu şehrin büyük bir bölümünde inşaatlar devam ediyor. Büyük büyük vinçlere her yerde rastlıyorsunuz.
HUMBOLT BOX'UN TERASINDAN  BERLINER DOM
HUMBOLT BOX'UN TERASINDAN ALTES MUSEUM VE LUSTGARTEN MEYDANI
HUMBOLT BOX'UN ARKA TARAFINDAKİ BERLIN'IN İNŞAAT HALLERİNDEN BİR GÖRÜNÜM
       Humbolt Box'un terasındaki manzaralardan sonra ve Humbolt Cafe'nin güzel 
kahvelerinden sonra tekrar yola düştük.Artık Müzeler Adasına geçiyoruz. Hadi bakalım hayırlısı.Buradaki tüm müzeleri gezmeyeceğiz. Hedefimiz Pergamon Museum. Ama daha önce Berliner Dom'un ve Lustgarten 'ı bir daha aşağıdan şöyle bir dolanıyoruz. 
BERLINER DOM
  Berliner Dom içinde Hohenzollern'e ait birçok şeyi bulabilirsiniz. 2.Dünya Savaşın da hasar gören katedral basitleştirilerek restore edilmiş. Katedralin hemen önünde Lustgarten meydanı bulunuyor. Bu bahçede 16.yüzyılın sonuna kadar sebze ve meyve yetiştirilmiş. Daha sonra Büyük Elektor Döneminde gerçek bir Lustgarten yani zevk bahçesi haline gelmiş. Altes Museum yapıldıktan sonra ise bir bahçeye çevirilmiş. Altes Museum'un önünde çapı 7m olan 70 tonluk bir granit çanak bulunmakta. Aslında müzenin üzerine konulması gerekirken çok ağır olduğu için müzenin önüne konulmuş.
ALTES MUSEUM ÖNÜNDEKİ GRANİT ÇANAK
  Altes Museum'un önünden sağ taraftan devam ederseniz artık Pergamon Museum'u görürsünüz. Pergamon Museum'a giriş ücreti 18 Euro.Müze pazartesi hariç her gün açık. Pergamonn Museum 1930 yılında açılmış.Müzeler Adası'ndeki en yeni müzeymiş. Koleksiyonunda Alman arkeologların 20.yüzyılın başında yaptığı kazıların ürünleri bulunuyor.
PERGAMON MUSEUM
   Girişte üstünüzdeki mont ve çantalarınızı bırakmak zorundasınız. Her şey bırakılacak diye fotoğraf makinemi de bırakmıştım.Ama içeri girdiğimde herkesin fotoğraf çektiğini görünce şaşırdım. Aklınızda olsun bir gün yolunuz düşerse mutlaka makinenizi yanınıza alın. Allah'tan iphone'lar vardı ve hayatımızı kurtardı.
BERGAMA SUNAĞINDAN GÖRÜNÜM
     Müzeye girişte ilk olarak bir yıllığına kurulan panaromik Bergama sergisini gezdik. Bizdeki Panaroma 1453 gibi bir sergi.Ama daha büyük ve daha güzel sanırım. Oradan çıktıktan sonra asıl parçaların bulunduğu bölüme geçiyoruz. Bergama'nın en eski tarihinden sizi alıp sonuna kadar getiriyor.İşin güzel yanı kulaklarınızda türkçe konuşan bir rehber ve duvarlarda türkçe açıklamalar olması. En azından Almanlar bu değerli parçaları getirdikleri ülkenin dilini kullanmayı ihmal etmemişler.
BERGAMA SUNAĞININ YAN PARÇALARINDAN BİRİ
Duvardaki yazılardan birinde bu değerli parçaların Osmanlı'dan alınırken %50 antlaşmayla alındığı yazılıyordu. Yani çıkarılanın yarısı Alman'a yarısı bize veriliyormuş.İnsan gerçekten üzülüyor bu gamsızlığa ama yapacak bir şey yok. Giden gitmiş artık. Bergama bölümünü geçtikten sonra bir kapıdan müzenin farklı bir bölümüne geçiyorsunuz bu geçtiğiniz kapının adı Babil İştar Kapısı adı verilen bir Asur Kapısı.
BABİL İŞTAR KAPISI
BABİL İŞTAR KAPISININ YAN FİGÜRLERİNDEN BİRİ
Ve bitişe yaklaşıyorsunuz. Pergamon Muesum'dan çıktıktan sonra insanı tuhaf düşünceler almıyor değil. Kendi ülkende gezebileceğin bazı tarihi eserleri başkasının ülkesinde bir de 18 Euro verip gezmek insana koymuyor değil.
   Çıkışta sağa devam ederek Müzeler Adasının en ucuna Bodemuseum'a kadar yürüdük fakat içine girmedik.Bu müzede sikke ve para koleksiyonu görebilirsiniz.
BODEMUSEUM
      Biz başladığımız yere dönerek yani Under den Linden üzerinden yolumuza devam 
ettik. Artık Müzeler Adası bölümünden ayrılmıştık. Aslında yürüdüğümüz bölgeler gerçekten içiçe ve birbirine çok yakın yerler.İstanbul'la karşılaştırılınca bu kent küçücük kalıyor.
   Artık Under den Linden üzerinde yürümeye başladık.Bu cadde tarihi bir cadde. Biraz bahsedelim isterseniz.
    Berlin'in en cazip yerlerinden biri olarak kabul ediliyor. Bölge Barok dönemde yapılaşmaya başlamış fakat Berlin'in her yerinde olduğu gibi 2.Dünya Savaşı'nda zarar görüp Doğu Alman hükümetince tekrar onarılmış. Berlin'in tarihi yapılarının en çok olduğu bölge burası galiba. Cadde üzerinde bir çok Büyükelçilik görmeniz mümkün.Ayrıca bir çok dükkan, kafe ve infostore  da bulmanız mümkün.
    Bizse daha caddeye girer girmez sağımızda Neue Wache ile karşılaştık. Neue Wache  1816-1818 yılları arasında yapılan bir savaş anıtıymış. Bina ilk başta ,kraliyet muhafızlarının nöbet yeri olarak kullanılmış, ancak daha sonra 1.Dünya Savaşı'nda ölen askerlere adanmış. Daha sonra 1960 yılında restore edilerek Faşizm ve Militarizm Anıtı adını almış.1993 yılında da Savaş ve Diktatörlük Kurbanları Anıtı adını almış. Yani anlayacağınız bu anıtın adını takip etmek gerçekten zor.
SAVAŞ ve DİKTATÖRLÜK ANITI NEUE WACHE
Anıtın içinde granit bir mezar taşı bulunuyor.Mezartaşının içinde bir adsız askerin ve bir toplama kampı mahkumunun külleri bulunuyor.
NEUE WACHE'NİN İÇİ
Tavanda yer alan daire biçimindeki açıklığın altında 1.Dünya Savaşı sırasında oğlunu yitirmiş olan Berlinli sanatçı Kathe Kollwitz'in heykeli "Ölmüş Oğlunun Başındaki Anne"  nin bir kopyası bulunuyor.
  Bu anıttan çıkıp sağdan devam ederseniz bir iki bina sonra karşınıza Humbolt Üniversitesi çıkar. Humbolt ailesi hakkında daha önce bahsetmiştim sizlere, Berlin'in ünlü ailelerinden biri ve onların bilimle uğraşan iki oğlu.
HUMBOLT ÜNİVERSİTESİ
Üniversite binası 1753 yılında Prusya Prensi tarafından yaptırılmış. 1810 yılında ise Wilhelm von Humbolt tarafından üniversite kurulmuş.Kurulduğunda Berlin Üniversitesi adını almış. Ve bu üniversitede o zamanlar bir çok ünlü okumuş.Bunların arasında Hegel, Einstein, Fichte, Koch, Planck, Marx, Engels, Heinrich Heine gibi kişiler varmış.1949 yılında Berlin üniversitesi Humbolt Üniversitesi olarak ad değiştirmiş. Günümüze kadar böyle devam etmiş.
    Üniversiteye arkanızı verip yola doğru dönerseniz karşınıza Büyük Friedrich'in Atlı Heykeli gelir. 1640 yılında  Friedrich Wilhelm von Hohwwnzollern'in tahta çıkmasıyla Berlin büyük bir büyüme dönemine girmiş.Öyle ki nüfus Friedrich'in tahtan inmesine yakın 20.000'i bulmuş. Bu yüzden Büyük Elektör ya da Büyük Friedrich olarak anılır olmuş.
  5.6 m yüksekliğindeki bu bronz heykel Berlin'in ünlü anıtlarından biridir. Büyük Friedrich'i at sırtında,üniformalı ve pelerinli olarak betimler. Heykelin tabanının alt kısmında ünlü askerler,siyasetçiler, bilim adamları ve sanatçı heykelleriyle süslenmiş. Üst kısmında ise Friedrich'in hayatından kesitler sergilenmiş.
BÜYÜK FRIEDRICH'IN ATLI HEYKELİ
   Heykel ADC ideolojisine uymadığından Postdam'a taşınmış ve ancak 1989 dan sonra tekrar aynı yerine geri gelmiş.
    Heykelin solunda yani yolun karşısında kalan bölüm Babelplatz diye anılan bir meydan. Bu meydanda Barok Dönem ve Neo-Klasik döneme ait bir çok yapı var.
      Fakat Under den Linden'de daha keşfedilecek yerler var.Yola devam etmeden bir cafede hem yemek yiyor hem de dinleniyoruz.Almanya'da menüler gerçekten çok büyük. Nerede ne yemek istersek 2-3 kişilik yemek geliyor.Ve bir şekilde içinde patates oluyor. Yemeğimizi yeyip yola devam ediyoruz. Bulunduğumuz yerden sağa doğru Friedrichstrasse'ye doğru sapıyoruz.
       Friedrichstrasse üzerinde kentin en ünlü demiryolu istasyonlarından birini görmeye gidiyoruz. Bahnhof Friedrichsttrasse daha önceleri Doğu ile Batı arasında sınır istasyonuymuş. İlk zamanlardaki geçitler,merdivenler ve kontrol noktaları artık yoksa da bugün tiyatro olarak kullanılan binada daha önceki istasyondan geriye kalan tek yapı bir zamanlar çıkış işlemlerini bekleyenlerin bekleme salonu.
BAHNHOF FRIEDRICHSTRASSE-GÖZYAŞI SARAYI
    Farklı taraflarda oturan Berlinliler birbirlerini burada uğurladıkları için, binaya Gözyaşı Sarayı adı takılmış.
        Gözyaşı Sarayı'nı görüp tekrar Under den Linden'e doğru dönüp yoldan devam ediyoruz. Artık şehrin en önemli sembolünü yavaş yavaş görmeye de başladık. Yol üzerinde sağlı sollu infostore dükkanları mevcut. Bunlardan birinin önünde şehrin sembollerinden biri olan kocaman bir ayı ile karşılaştık. Nilay da ben de hemen birkaç fotoğraf çektirdik.  
BERLİN'İN SEVİMLİ SİMGESİ AYI 
    Yürüye yürüye sonunda Under den Linden 'in sonuna yani Branderburg Tor kapısına geldik. Brandenburg Tor Berlin'in simgelerinden biridir. 1795'te tamamlanan bu Neo-Klasik yapı Atina'daki Akropolisin girişinden esinlenerek yapılmış. Görkemli sıra sütunlarının her iki yanında eskiden muhafızların ve gümrük memurlarının konakladıkları birer kanat bulunuyor.
BERLİN'İN ESKİ HALİYLE BRANDENBURG TOR'UN GÖRÜNTÜSÜ
    Kapının üzerinde de Quadriga Heykeli yer alıyor. Bir kaç ülkede daha bu ünlü Quadriga heykelinden bulunuyormuş ama en ünlüsü Berlindekiymiş.Quadriga ilk başta barış simgesi olarak görülmüş. Ama Fransız işgali sırasında Napolyon Quadriga'yı alıp 1806 da  Paris'e götürmüş. Fakat sonra Almanlar 1814  de tekrar geri almışlar.    
BRANDENBURG TOR'UN GÜNÜMÜZDEKİ HALİ    
  Geri alındıktan sonra Prusya Kartalı ve defne dallarıyla süslü bir demir haç tanrıçanın eline eklenmiş. Brandenburg Kapısı askeri geçit törenlerinden, III.Reich'in doğuşu ve Hitler'in iktidara gelişinin kutlamalarına kadar pek çok önemli törene tanık olmuş.
TURİSTLERİN GÖZDE MEKANI BRANDENBURG TOR
        1945 de Rusların kendi bayraklarını astığı ve 1953 ayaklanmasında 25 işçinin öldürüldüğü yer de bu kapıymış. Anlayacağınız Alman tarihinin canlı tanığı. Bugün ise genç, yaşlı herkesin merakla gezdiği bir turistik kapı rolünü oynuyor.
            Brandenburg Kapısının girişinin hemen sağında bir oda bulunuyor. Adı Sessizlik Odası. (Raum der Stille)
RAUM DER STILLE-SESSİZLİK ODASI
  Bu odada hangi dinden olursanız olun gelip sessizce dinlenebilirsiniz. Odadan çıkıp kapının altından sağa döndüğünüzde ise yolun karşısında ölenler için hazırlanmış küçük bir anıt gözünüze çarpacak.
ŞEHİTLER ANITI
 Anıtı da geçince işte karşınızda o büyük yapıyı göreceksiniz. REICHSTAG. Alman parlamentosunun binası olarak yapılırken 1871 yılında kurulan Alman İmparatorluğunun hedeflerinin sergilemesi düşünülmüş.1884-1894 yılları arasında yapılan binanın masrafları Fransızlardan alınan savaş tazminatıyla karşılanmış.
REICHSTAG-ALMAN PARLAMENTOSU
       1916 da ön cephesine "ALMAN HALKINA " yazısı yazılmış.1918 yılında ise Weimar Cumhuriyeti'nin kuruluşu bu binadan ilan edilmiş. 1933 de ise bu binada Naziler bulunmaktaymış. Daha sonra 2.Dünya Savaşı'nın sonlanmasıyla  bu binanın üzerinde Rus bayrağı dalgalanır olmuş. Almanya'nın birleşmesinin ardından yeni birleşik parlamentonun birleşme yeri de Reichstag olmuş.Anlayacağınız tarihte bayağı rol oynamış. Bu arada Reichstag'ın camdan olan kubbesi ise Alman Parlamento'sunun şeffalığını göstermekteymiş. Eğer Reichstag'ı ziyaret etmek istiyorsanız 4 gün önceden randevu almak zorundasınız unutmayın.
     Reichstag'ı arkanıza alıp sola dönerseniz ve bir sol daha yaparsanız koca bir anıt daha sizi beklemektedir. Bu anıtın adı ise Sovyet Askerleri Anıtı'dır(Sowjetisches Ehrenmal).
SOVYET ASKERLERİ ANITI-SOWJETİSCHES EHRENMAL
     Aslında Branderburg Kapısı'nın tam karşısında bulunuyor anıt. Ve oldukça yüksek. Yani çok rahat görebileceğiniz bir anıt.Her iki tarafında da o zamandan kente giren iki tank bulunmakta olup, makinemin objektifi yetmediğinden fotoğrafı iki parça olarak paylaşmak zorunda kaldım. 7 Kasım 1945 tarihinde Rusya'da Ekim Devriminin yıl dönümünde açılmış bu anıt. 2.Dünya Savaşı'nda ölen 300.000 Sovyet Askeri için yapılmıştır.Anıtın arkasındaki alana 2500 adet sovyet Askeri gömülmüş.   
1945 DE KENTE GİREN SOVYET TANKLARINDAN BİRİ
        Bu arada biz anıtı gezerken etrafta hocalarını dinleyen Rus öğrenciler dikkatimizi çekti. Yerlere oturup tarihlerini öyle bir dinliyorlardı ki. İmrendim doğrusu bir de bizim öğrencilerin Çanakkale Şehitliği'ndeki halleri gözümün önüne geldi.Neyse meydanda bir çok yerde genç,yaşlı Rus grup görmeniz mümkün.
SOVYET ASKERLERİ ANITI ÖNÜNDE TARİHLERİNİ DİNLEYEN RUS ÖĞRENCİLER
  Yolcu yoluna devam eder.Bizim de bugünkü programımız artık sonuna geliyor.Açıkçası yorulduk. Bugünkü son durağımız Branderburg Tor'dan Postdamer Platz'e giderken solda kalan bir anıt daha Holocaust Denkmal yani Soykırım Anıtı.
SOYKIRIM ANITI-HOLOCAUST DENKMAL
   2003 Yılında yapımına başlanmış anıtın.1933-1945 yılları arasında Nazilerce öldürülen Yahudiler için yapılmış. 19.000 metrekarelik bir alana yapılan anıtın üstü bölümü gördüğünüz gibi beton bloklardan, altıysa soykırımla ilgili belgelerden oluşmakta.
      Tora dönüp köşedeki Hotel Adlon'u da gördükten sonra yola devam ettik. Hotel Adlon Berlin'in en önemli sosyete mekanlarından biriymiş. Greta Garbo,Charlie Chaplin gibi ünlüler kalmış. Tabi ki o da 2.Dünya Savaşı'nda yıkılmış ve 1997 aynı adla tekrar açılmış.
HOTEL ADLON'UN GÜNÜMÜZDEKİ HALİ
     Bunca tarihi bilgiden,ölümden, kalımdan içimiz bunalmış bir halde kendimizi Gendermarkt meydanındaki Konzerthaus'un Cafesine attık. Hem günün yorgunluğunu attık, hem kritiğini yaptık  hem de sıcak kahvelerimiz eşliğinde yağmurun şıpırtısını dinledik.
BERLİN'DE 3.GÜN: Zamanı durdurmak imkansız gibi birşey. O kadar hızlı ilerliyor ki bir bakmışız tatili yarılamışız bile. Günler gerçekten yoğun ve yorucu geçiyor. Ama gördüğümüz yeni yerler ve öğrendiklerimiz beni çok mutlu ediyor. Bugün kardeşimin bacağındaki sorun sebebiyle gezeceğimiz yerler arasındaki yürüyüş mesafelerini kısaltmak amacıyla metro kullanmaya karar verdik.
    Günün ilk rotası Ostbahnhof yani Alexanderplatz'dan 2 durak gerideki bir durak. Buraya S-Bahn ile gidiyoruz. Bu arada ilk defa bir S-Bahna bineceğiz. U-Bahn'a göre daha ucuz ve daha manzaralı. Ne de olsa üstten gidiyor.Aklınızda bulunsun son gün şöyle şehri boydan boya gezen bir S-Bahn'a binip görsel bir gezi yapın. Mesela S-75 boydan boya şehri geziyor.
        Biz gelelim Ostbahnhof'a, buranın özelliği Berlin Duvarı'nın bir parçasının burada bulunuyor olması. Aslında çok heyecanlıyız. Çünkü bugün göreceğimiz şey gerçekten tarihi önemi olan bir şey. Bu duvarı geçmek için bir çok insan hayatını kaybetmiş. Bir çok tünel kazılmış. Çok hikayesi var anlayacağınız.
OSTBAHNHOF-BERLİN DUVARI
       Ostbahnhof'a geldiğinizde indiğiniz yönden sağ tarafa sapıp istasyondan çıkın. Biz nerede olduğunu bilmediğimiz için sola saptık. Ve karşımıza ilk çıkan dükkana ki o da tesadüf bir türk dükkanıydı, sorduk."Ters tarafta olduğumuzu ve tekrar karşıya geçmemiz gerektiğini " söyledi.
BERLİN DUVARI'NDAN KESİTLER
      Tekrar geldiğimiz yönden karşı tarafa, istasyonun içinden ilerlerken bu istasyonun büyüklüğünü de görmüş olduk.Trenin o kadar fazla çeşidi vardı ki görmeniz lazım. Gelişmişlik böylesi bir şey. İnsanlar 100 yıl öncesinden bunları düşünürken biz ne yapıp neyle uğraşıyormuşuz bilemiyorum.
BERLİN DUVARI'NDAN KESİTLER
   Velhasıl duvarı bulduk, gördük. Bizim dışımızda birçok kişi daha vardı. Gerçekten bayağı uzun bir parçası burada bulunmakta. Duvarın bir parçasını görüyor olmak bizi gerçekten sevindirdi. Çocukluğumuzdan beri gerek filmlerde gerek kitaplarda bu duvarın hikayelerine ve acılarına bir şekilde tanık olmuştuk. Sanırım kaç gündür Berlin'de beni etkileyen en önemli şeydi bu duvar.
     Geldiğimiz yoldan duvarı düşüne düşüne aynı S-Bahnla geri döndük. Bu sefer bindiğimiz yerde inmedik. Bugünkü rotamıza uygun bir istasyonda yani Weinmeistrasse U-Bahn durağında indik.Yani şu an merkezin kuzeyi bölgesinde oluyoruz.Burası Berlin'in Yahudi bölgesi oluyor. Şu an tabi ortada birşey yok ama kalanlarla ne yakalarsak biz de geziye başlıyoruz. Sakin bir bölge ve oldukça düzgün dükkanlar, cafeler mevcut.
        İlerlemeye başlar başlamaz yürüdüğümüz rotanın sağında kalan Hackesche Höfe 'yi görüyoruz.Burası 20 Yüzyılın başında yapılan, içiçe dokuz tane avludan oluşan bir mimari. Labirent gibi bir yer diyebiliriz aslında.
HACKESCHE HÖFE
     Berlin'deki her bina gibi burası da 2.Dünya Savaşı'nda hasar görmüş. Sonra restore edilmiş. Binaların dış yüzeyinde geometrik desenli, sırlı kaplamaları görmeniz mümkün. Binaların alt kısımları cafeler ve restoranlar için ayrılmış,üst katlar ise ofis ya da ev olarak kullanılıyormuş. Mutlaka bir göz atın derim.Yazın bu avlularda sessiz sakin oturması güzel olur diye düşünüyorum.
   Hachesche Höfe'den çıkıp karşıya bakarsanız gözünüze bir şey takılır ve gülersiniz.DÖNER..Bu kelime bu ülkede belki de Türkiye'dekinden daha çok gözünüze takılacak.Algıda seçicilikten olsa gerek diye düşünüyorum.
DÖNER HER YERDE KARŞINIZA ÇIKACAK
     Bulunduğunuz köşeyi sağa doğru dönerseniz Yahudi Mahallesinin içlerine doğru dalacaksınız. İlk karşılaşacağınız ise Grosse Hamburger Strasse Anıtı olacaktır.
GRASSE HAMBURGER STRASSE ANITI
     Grosse Hamburger Strasse 2.Dünya Savaşı'ndan önce Berlin'in Yahudi Mahallesi'nin ana caddesiymiş. Caddede birkaç Yahudi okulu,bir huzurevi ve eski bir Yahudi Mezarlığı bulunurmuş. 2.Dünya Savaşı sırasında binlerce Berlin'li Yahudi, Auschwitz ve  Theresienstad'daki kamplara ölüme gönderilmeden önce buradaki huzur evinde tutulurlarmış. Daha sonra yıkılan bu huzur evinin yerine ölüme götürülen insanları betimleyen  bu anıtı yapmışlar.
       Heykelde olsa bu insanların bu erimiş, bitmiş hali içinizi biraz burkuyor. Biz anıtı gördükten sonra aynı sokaktan geri dönüp tekrar sağdan devam ettik. Bir 500-600 m yürürseniz uzaktan Neue Synagoge'u (yeni sinagog) ve Centrum Judaicum'u  (yahudi merkezi) görebilirsiniz. İlk önce karşımıza Yahudi Merkezi çıktı.
CENTRUM JUDAICUM-YAHUDİ MERKEZİ
      Yahudi Merkezini girişteki polislerden anlayabilirsiniz. Elimizdeki kitapta da aynı cümleyi görünce biraz güldük açıkçası. Kitapta bütün ziyaretçilerin nazik ama hayli sıkı güvenlik önlemlerinden geçirildiğini, sıkıca arandığını yazıyor. Ama biz ertesi gün Yahudi Müzesini göreceğimiz için burayı sadece dışarıdan görerek yetinmeye karar verdik. Kitabımıza göre içinde bir kütüphane, bir arşiv, Bir de Berlin'li Yahudilerin tarih ve kültür mirasını araştıran bir araştırma merkezi varmış.
     Yahudi Merkezinin hemen yanında Yahudi Mutfağını tanıtan bir de restoran ve cafe var. ORANIUM. Biz biraz dinlenmek için Oranium'un cafe bölümüne girip oturduk. Birer kahve ve tiramisu ile hem öğlene kadar olan kritiği yaptık hem de bundan sonra gezilecek yerlerimiz için bir değerlendirme.
ORANIUM CAFE'DEN BİR GÖRÜNÜM
    Cafeden çıkıp da sağa doğru bakarsanız köşede ihtişamlı Neue Synagoge'yi görürsünüz.1859 yılında yapımına başlanan sinagog 1866 yılında tamamlanmış.Bu güzel yapı Yahudilere yapılan o ilk büyük saldırıda yani Kristal Gece'de kısmen tahrip olmuş.O zamana kadar Berlin'in en büyük sinagoguymuş.1943 yılında müttefiklerin bombalarına hedef olmuş ve 1958 de tamamen yıkılmış.1988 yılında ise yapımına yeniden başlanmış.Ve bugünkü halini almış.
NEUE SYNAGOGE-YENİ SİNAGOG
         Sinagog'un önünden dümdüz devam edin ta ki Friedrichstrasse'nin sonuna gelinceye kadar.Solunuzda ünlü kişilerin yattığı mezarlığı göreceksiniz.Aslında iki girişi var ama siz soldan ikinciyi tercih edin.Çünkü ana giriş orası.Gelmeden bu mezarlığı görmeyi çok istiyordum. Ama kardeşim girmek istemedi. Ben de olabildiğince hızlı bir şekilde içerideki işimi halletmek istedim.1763 yılında kurulmuş olan mezarlık ,birçok ünlü Berlin'linin ebedi istirahat yeri.
GİRİŞTE LUTHER'İN HEYKELİ SİZİ KARŞILAR
BERTOLT BRECHT VE EŞİNİN MEZARLARI
HEINRICH MANN'İN MEZARI
FRIEDRICH HOFFMANN'IN MEZARI
HEGEL'İN MEZARI
      Mezarlıkta işim bitince bir aktarmayla Kreuzberg bölgesindeki ünlü Chechkpoint Charli'ye gittik.Berlin metrosuyla çok rahat yolculuk yapabilirsiniz. Tek yapacağınız, gideceğiniz yönün son durağını iyi bilmeniz. Bugün fazla yürümemek üzere anlaştığımız için çok kısa bir sürede istediğimiz yere vardık. Burası da Berlin'deki ünlü yerlerden biri olduğu için bol bol turist görmeniz mümkün.
CHECKPOINT CHARLIE KONTROL NOKTASI
           A Alpha, B Beta,C Charlie şeklindeki 1956 yılından beri var olan kodlama sistemindeki C harfinden dolayı buraya Charlie denmiş. Böylelikle Amerika ile Sovyetler Birliği arasındaki bu ünlü sınır noktası  CHECKPOINT CHARLIE olmuş. Checkpoint Charlie 1961-1990 yılları arasında Doğu İle Batı arasında yabancılar için  tek geçiş noktasıymış. Rus ve Amerikan tanklarının iki gergin gün boyunca karşı karşıya durması gibi çeşitli dramatik olaylara da tanık olmuş bu ünlü nokta. Sınır geçiş yeri dört işgal gücün yani Fransa, Sovyetler Birliği, Amerika  ve İngiltere'nin dış işleri bakanlarının katıldığı bir resmi törenle kapatılmış. Bugün artık sınırda herhangi bir kapı, bariyer ya da tel gibi bir şey bulunmamaktadır. Turistik amaçlı olarak kulübede 1-2 asker beklemektedir.
       Bu sembolik sınır kapısının hemen yanındaki binada da bir müzesi bulunmaktadır.
CHECKPOINT CHARLIE MÜZESİ GİRİŞİ
  Müzede soğuk savaş dönemindeki sınır antlaşmalarını ve Berlin Duvarı'nın yapımını anlatan bir sergi bulunmaktadır. Ayrıca o dönemin gizli bölmelerle insan kaçırılan araçlarından birini de müzede görebilirsiniz.
DÖNEMİN ÜNLÜ ARAÇLARI
   Bu araçlardan bazılarını sokaklarda turistik amaçlı kullanırlarken görebilirsiniz. Bir zaman insanların hayatlarını taşıyan bu araçlar şimdi sadece gezinti amaçlı kullanılıyor.
DÖNEMİN ARAÇLARINDAN  TURİSTİK AMAÇLI KULLANILAN  İKİSİ
    Döneme doyduk diyerekten biz yine bir aktarma; iki metro geçişiyle Hansaplatz'a vardık. Şimdi şehrin batı taraflarında dolanıyor olacağız.Hansaplatz konum olarak Tiergarten bölgesinin batı ucunda kalıyor. Değişik mimari binalarıyla tanınıyor.Ama bizim buraya gelmemiz şehrin ta öbür ucundan bile görünen Zafer Sütunu'nu görüp, üstüne çıkabilmek.
    Fakat Hansaplatz'den  Zafer Sütunu (Siegessaule) na yürümek demek aslında Grosser Stern'i yani büyük yıldızı ziyaret etmek demek.

    Grosser Stern , Tiergarten'ın merkezinde yer alan büyük göbektir.Yıldız biçimindeki bu göbek beş geniş yola açılmaktadır.Göbeğin merkezinde de işte o büyük sütun yani Zafer Sütunu yer alıyor.Çevre bölümlerde de 1930 ların sonlarında Reichstag binasından getirilen bazı anıtlar var. Meydanın kuzey tarafında ilk Alman Şansolyesi  Otto von Bismarck'ın büyük bronz heykeli yer alıyor.
OTTO von BİSMARCK'IN ANITI
     Ama yine de bu koca meydanın en göz alıcı yapısı tabi ki Zafer Sütunu'dur. Şehre hakim,kendinden emin bir şekilde karşınızda dikilmekte.
      Bu sütun 1864 yılında Prusya-Danimarka Savaşı'nda kazanılan zaferin anısı için yapılmış. Prusya'nın 1866 Avusturya ve 1871 Fransa savaşlarında kazandığı zafer üzerine de sütunun üzerine "Goldelse" olarak anılan ve zaferi simgeleyen yaldızlı figür yerleştirilmiş.
SİEGESSAULE-ZAFER SÜTUNU
    İlk başta Reichstag'ın önünde duran bu sütun 1938 de Nazi hükümetince şimdiki yerine getirilmiş. Anıtın üstüne çıkmak için 4 Euro ödüyorsunuz.Sonra da 285 basamağı tırmanmaya başlıyorsunuz.
SÜTUNUN İÇİNDE YORULANLAR İÇİN BANKLAR VAR
   Kardeşimin dizinde sorun olduğu için ben onu fazla bekletmemek adına fazla oyalanmadan 285 basamağı tırmanmaya başladım. Çıkarken nefesi kesilen bazı turistlerin banklarda oturduklarını gördüm. Ama yukarı çıktığımda dört bir yandan izlediğim manzara oldukça güzeldi.Yorulmaya ve terlemeye değer anlayacağınız.
ZAFER SÜTUNUNDAN GÖRÜNÜM
  Yukarıdan Tiergarten Bölgesi'nin ağaçlarını kış haliyle görüyoruz. Sanırım yazın ağaçların yeşillenmesiyle burası daha hoş bir görünüm alacaktır.
SÜTUNUN GÖVDESİNDEKİ MOZAİK FRİZ
  Aslında sütundan 17.Juno caddesi takip edilerek Brandenburg Tor'a ulaşabilirsiniz. Ama biz hava kararmadan yol almak için hemen bir taksiye atladık.  Berlin'de taksiciler bizdeki gibi duraklarında da duruyorlar ama yoldan da binebilme şansınız var.
BERLİN'DE BİR TAKSİ DURAĞI
  Şimdi Berlin'in modern kesimiyle tanışacağız.En azından elimizdeki kitaptan okuduklarımız bunlar.Az sonra gözler de buna tanık olacaklar. Gerçekten de taksiyle ilerlerken  birden  koca koca binalar sizi karşılamaya başlıyor. Sanırsınız New York'tasınız.
  Taksiden indiğimiz ilk yerde karşımıza yine asker kılığında biri çıktı.Pasaportlarımızı damgalamak için sembolik duran bir turistik asker anlayacağınız.
PASAPORTUNUZU ŞİMDİ KOLAYLIKLA DAMGALIYORLAR ; 40 YIL ÖNCE ÖYLEMİYDİ?
    Ve kafanızı bir yukarı kaldırın bakın, binalar üstünüze üstünüze gelecekler. Berlin'de kaç gündür böyle binalar görmemiştik.Bugün göreceğimiz varmış.
DAIMLER-CHRYSLER BİNASI
     Yeni Berlin'in enerjisini yaşamak için buraya gelmek lazım sanırım. Burası 1920 lerde Avrupa'nın en işlek ticaret merkezi ve eğlence merkeziyken 2.Dünta Savaşı!nda bombalandıktan sonra moloz yığınına dönüşmüş. Ve sonra kendi haline terkedilmiş. Duvarın yanında boş bir tarafsız bölge olarak yıllarca beklemiş.
SONY CENTER'İN GİRİŞİ
     Birleşmeyle birlikte Daimler-Chrysler,Sony gibi çeşitli şirketler meydana binalar yaptırmaya başlamış. Böylece meydan büyük bir inşaat alanına dönüşmüş. Meydanda birçok alışveriş merkezi, cinema, ünlü marka satıcıları, cafeler bir de filmmuseum bulunmaktadır.  
SONY CENTER'DAN BİR GÖRÜNÜM
     Biz de bu uzun günü  şehrin bu modern kesiminde bitirmeye karar verip, önce güzel bir yemek eşliğinde kahvemizi içtik. Sonra da modern dünyanın güzelliklerine kendimizi bıraktık.
      Genelde buradaki tüm mağazalar İstanbul'da mevcut, hatta daha da iyileri diyebiliriz. Ama sevdiklerinize bir şeyler almak isterseniz çikolata, içki gibi şeyler yani buradaki market tarzı yerleri değerlendirin. Dutty Free'lerden daha ucuz fiyata alışveriş yapabilirsiniz. Biz kardeşimle çikolata ve içkilerimizi buradan alıp alışveriş defterimizi kapattık.
POSTDAMERPLATZE'DEN GENEL BİR GÖRÜNÜM
     Güne bu meydandan veda ederken; meydanda ve şehrin birçok yerinde gördüğümüz bu yer üstü borularının da ne işe yaradığını öğrendik.Bir nevi kanallar şehri olan Berlin'in binalarının altındaki suları taşıyormuş bu borular.Bize ilginç geldi ama vardır bir bildikleri herhalde. Yarın gezimizin son gününde görüşmek üzere.     
BERLİN 4. GÜN: Sonlardan hoşlanmıyorum dostlar.Ben galiba bir şeye çabuk bağlanıp zor ayrılıyorum.Buradaki 4. günümüz ama sanki uzun zamandır buradaymışım gibi geliyor.Ekmeği,gazlı suyu,metrosu,sokakları sanki her şeyine alışıyorsun hemen bir şehrin.Bugün kahvaltıda da zamanın akıp gitmesinden dem vurduk ama yine de odamıza çıkıp bavullarımızı topladık.
           Son günümüzü  Yahudi Müzesine ayırdık.Benim için önemli bir müze bakalım umduğumu bulacak mıyım.Çocukluğumdan beri 2.Dünya Savaşı,Hitler ve Yahudilerle ilgili şeyler hep ilgimi çeker.Neden olduğunu bilmiyorum.Belki de bir yanın faşizmi bir yanın ezikliği içten içe ilgimi çekiyor.Anlamayadığım bir takım duygular.O sebeple bu müzeyi aksatmayacak,sıkıştırmayacak şekilde gezmek istedim.
       Metro ile Alex'den önce U6 ya sonra U2 ye binerek Kochstrasse durağında indik.Biraz daha güneye doğru yürüyüp sola sapmanız lazım.Zaten tabelalar var,rahatlıkla bulacaksınız.Müzenin yapısı oldukça ilginç.Girişinde bir Alman kızla Yahudi erkek yan yana sizleri karşılayacak.Önlerindeki hazneye para atarsanız birbirlerine saygıyla eğiliyorlar.Biraz geç de olsa bir şeyler öğrenmişler galiba.Bu arada müzenin girişi 3 Euro.
JUDISCHES MUSEUM-YAHUDİ MÜZESİ
MÜZENİN GİRİŞİNDEKİ ALMAN KIZ VE YAHUDİ ERKEK
  Müze ABD'de yaşayan Yahudi asıllı bir mimar tarafından yapılmış.Binanın yapısı,planı,,biçimi,tarzı,iç düzenlemesi Almanya Yahudi toplumunun tarih ve kültürünün yanı sıra ,Yahudi soykırımının etkilerini sergilemeyi amaçlamış.
MÜZENİN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
 Sergide Yahudilerin yaşamına dair anılarını ve öykülerini canlandırmak amacıyla kitap,fotoğraf gibi bir çok şey bir araya getirilmiş.
MÜZEDE SERGİLENENLERDEN
  Zeminleri eğimli,keskin dönüşlerle kıvrılan uzun ve dar galeriler;yitme ve yerinden edinme duygusunu yaşatmak üzere tasarlanmış.Yürürken yerdeki eğimlere bir anlam veremeyeceksiniz zaten.
MÜZEDEKİ GALERİLERDEN BİRİ
  Müzeye üstten baktığınızda keskin köşeli yapısıyla Davut'un yıldızına benzetilmeye çalışılmış.Gerçekten bina orijinal bir mimariye sahip .İlk açıldığında 350.000 kişi ziyaret etmiş.
MÜZEDE SERGİLENENLERDEN
   Müzeden ayrıldıktan sonra biz de biraz kardeşimle ayrıldık.O otele döndü ,bense şehrin havasını biraz daha solumak için ve birkaç fotoğraf daha çekebilmek için Spree Nehrinin kenarına gitmek için yola çıktım.
  Sanki biz gideceğimiz için hava daha güzeldi.Şehir bize böyle mi veda ediyordu bilmiyorum.İndiğim metro durağından bir iki sokak daha kuzeye doğru yürüyüp nehri yakaladım.
  Yakaladığım köprünün dibinde Bertolt Brech'in ünlü tiyatrosu Berliner Ensemble'sini buldum."Kafkas Tebeşir Dairesi "ve "Üç Kuruşluk Opera " gibi büyük oyunların prömiyerlerinin yapıldığı bina burası.
BERLİNER ENSEMBLE ÖNÜNDE BRECHT HEYKELİ
   Yola nehir kenarından devam ettim.Bir süre sonra karşıma Reichstag'ın nehrin bu yakasındaki görüntüsü geldi.Çok hoş gözüküyordu.Onu da fotoğraflamayı ihmal etmedim.
NEHRİN DİĞER YANINDAN REICHSTAG GÖRÜNTÜSÜ
   Sonra biraz nehri,köprüleri izledim;Almanları,Yahudileri düşündüm;nefret ve ölümü düşündüm.Bu hayat gerçekten çok tuhaf.Son iki aydır okuduğum kitapların ,izlediğim filmlerin her birinin iç sıkıntısı sanki şimdi içime alabildiğine yığılmış gibi hissediyorum.Galiba Yahudi Müzesi 'nde gördüklerim içimdekileri canlandırdı.
  Az buçuk da olsa bir kaç gündür büyük acıların yaşandığı bir kentte kah yıkılıp da yeniden yapılan binalara dokundum;kah öldürülen insanlar için yapılan anıtlarda  onları ve ölümlerini düşündüm.
 Ama yine de şu güzel hava ve o havayı teninde duymak,yaşamak,başkasının hayatına müdahale etmemek,görmek,gördüklerini hissetmek ve hissettirmek gerçekten güzel.
  Spree nehrini izlerken Berlin'de son saatlerimde hüzün vardı.Başka bir şehirde başka duygularla görüşmek üzere.....


BERLİN GEZİSİ İÇİN OKUDUĞUM KİTAPLAR
  • BERLİN GÖRSEL GEZİ REHBERİ-Dost Kitabevi
  • BERLİN CEP REHBERİ-Berlitz
  • 1989/BERLİN DUVARI-Engin Erkiner
  • BERLİN'İN YALNIZ KADINLARI-Orhan Karaveli
  • BERLİN SANRISI-Demir Özlü
  • BERLİN'DE ÜÇ GÜN-Ahmet Mithat
  • ANİMAL TRİSTE-Monika Maron
  • BERLİN'İN NAR ÇİÇEĞİ-Füruzan
  • ELVEDA ALYOŞA-Oya Baydar
  • KÜRK MANTOLU MADONNA
  • ÇIPLAK BERLİN-Nedim Gürsel
  • BATI DİYE DİYE-Daniela Dahn
  • BERLİN BİR MOZAİK-Eva Tucker
  • ALMAN SİNEMASI-Rıza Oylum

BERLİN GEZİSİ İÇİN İZLEDİĞİM FİLMLER
  • BAŞKALARININ HAYATI
  • GOOD BYE LENİN
  • BERLİN'DE BİR KADIN
  • BERLİN ÜZERİNDE GÖKYÜZÜ
  • BERLİN in BERLİN
  • TEHLİKELİ KADINLAR
  • TÜNEL
  • ALMANYA'YA HOŞGELDİNİZ
  • TENEKE TRAMPET
  • AVRUPA'DA BİR GÜN
  • ANTARES
  • POLIZEI
  • AMEN
  • KIZIL BARON
  • MAX MANUS
  • BERLİN KAPLANI


Hayallerimiz hiç eksik olmasın....