18 Kasım 2012 Pazar

BÜKREŞ'TE SONBAHAR- EKİM 2012

     Dünya kazan biz kepçe misali yollardayız yine. 2012 senesi oldukça bereketli bir sene oldu biz Kılıçlar için. Dünyanın farklı köşelerinin izini sürmeye devam ettik. Eee tabi gelecek yıl için gökyüzünde leylekleri görmeyi de ihmal etmedik. Bilmem bilir misiniz? Leylekleri göç ederlerken görenlerin çok gezeceğine dair bir inanış vardır. Ben de çocukluğumdan beri bahar aylarını gözlerim, gökyüzünde leylek sürüsünü de görünce değmeyin keyfime. Öyle bir keyifli dönerim ki evime. Gören de sanki gelecek zamanların gezi biletlerini cebimde , dünyayı gezmeye çıktığımı sanır. Kendi kendime avunur dururum. 
    Yoğun geçen bir yaz dönemi sonrası kıştan gezi için ayırdığımız nakitlerin sonuna gelmişken ve bayram için güzel bir tatil zamanı gözüküyorken dayanamadık yine bir gezi planı yaptık. Çok fazla uzağa gitmeyelim dedik. Haritada göz gezdirirken Romanya neden olmasın dedik ve hemen uçak biletlerimizi aldık. Yine planlı olmanın, uçak bilet fiyatlarında faydasını gördük.
    Romanya gezisi için tek sıkıntı çektiğim konu ülke hakkında Türkçe kaynak olmamasıydı. Benim gibi bir ülkeye gitmeden yoğun araştırma yapmayı sevenler için çok kötü bir durum bu. İnsan kendini dımdızlak hissediyor.
   Yine sağ olsun internet diyorum. Gezi forumlarını taradık, Lonely Planet aldık, film izledik derken az buçuk bir şeyler oluştu. Gezi planımız gün gün saat saat hazırlandı.
   1.GÜN: Bayramın ilk günü  sevgili eşim Ayhan'la güzel ve keyifli bir bayram sabahı kahvaltısı sonrasında hava alanına doğru  gidiyoruz bile.
    Hava alanını böyle bomboş görmek öyle tuhaf geliyor ki bize, hemen check-in işlemlerimizi yaptırıp bekliyoruz. Tabi ki heyecanlıyız. Uçağa bindiğimizde pilotun "50 dakika sonra Bükreş'te olacağız." demesi ise çok hoşumuza gidiyor. İstanbul'dan Van'a bile 50 dakikada gidemiyorken başka bir ülkeye daha kısa bir sürede varmak iyi geliyor insana.
   Uçağın rotasının bir bölümü Karadeniz üzerinde ilerlerken kara bölümüne girdiğinizde Tuna Nehri'nin Karadeniz'e kavuştuğu deltayı çok güzel görüyorsunuz. Duyduğuma göre bu delta Avrupa'nın 2. büyük deltasıymış.
  Bu arada unutmadan yeşil pasaportumuz olduğu için biz vize almıyoruz. Ama normalde Romanya Türk vatandaşlarına vize uygulaması yapıyor. 
   Uçağımız Henri Coanda Hava Alanı'na sorunsuz bir şekilde inmeye çalışırken biz de gökyüzünden Bükreş şehrinin bitmez, tükenmez tarlalarını seyre dalıyoruz. Gerçekten yeşil bir şehir burası. 
   Uçaktan inip pasaport kontrolünden geçiyoruz. Görevli nerede kaldığımıza ve kaç gün kalacağımıza dair sorular soruyor. Sorunsuz bir şekilde onayımızı alıp, içeri giriyoruz. Bavullarımızı da aldıktan sonra bizi şehir merkezine götürecek 783 nolu otobüse binmek için bagaj alım noktasından alt kata inip, bilet almaya gidiyoruz. Romanya'nın taşımacılığını yapan Ratb firmasının bankosu hemen terminal çıkışında sağda bulunuyor. 
ROMANYA TAŞIMACILIĞININ AMBLEMİ
Gidiş dönüş için kişi başı 2 biletten 4 bilet alıyoruz. Bunun için bize bizim akıllı kartlar gibi bir kart veriyorlar.
OTOBÜS BİLETİ ÖRNEĞİ
  Ratb bayileri şehrin her yerinde çok rahat bulunuyor. Fakat hafta sonu kapalı oluyorlar. Biz de pazar günü döneceğimiz için gidiş-dönüş biletimizi şimdiden alıyoruz. 
   Aynı bizim E-9 gibi bir otobüse herkes bavullarıyla doluşuyor. Hatta bizim E-9 bu otobüsün yanında bayağı konforlu kalıyor diyebilirim.
SİZİ HAVA ALANINDAN ŞEHRE TAŞIYACAK 783 NO'LU OTOBÜS
    Otobüse bindiğinizde elinizdeki bileti bilet okuyan küçük turuncu makineye tutup kaç kişi okutacağınızı işaretliyorsunuz. 1 ya da 2 tuşlarından basarak çok kolay hallediyorsunuz.
ROMANYA'DA OTOBÜS İÇİNDE BİLETİNİZİ OKUTACAĞINIZ MAKİNE
    Bu arada hava alanından şehir merkezine gitmenin tek yolu otobüs değil tabi. Taksiler de mevcut. Fakat Romanya'da taksilerde çok garip bir uygulama var. Taksilerin fiyatı standart değil. Üzerlerinde km başına alacakları para yazıyor. Kiminde 1,3 lei, kiminde 2,9 lei gibi ücretler yazıyor. Ama taksi aynı yolu ve km yi gidince fazla para vermenin bir anlamı var mı diye düşünüyorum. Ve gelmeden taksiciler hakkında pek iyi şeyler okumadığımız için hiç taksiye binmeye yeltenmiyoruz.
ROMANYA'DA TAKSİ KM ÜCRETİ 
  Otobüsle merkeze ilerlerken etrafı incelemeye çalışıyoruz. Gelmeden önce  Romanya hakkında okuduklarımı hatırlıyorum ve ne kadar da doğru olduğunu  düşünüyorum. Daha doğru düzgün kaldırımları, şehir düzenlemesi olmayan bu ülkenin bile Avrupa Birliği'ne alınıp bizim hala alınmamamız zihnimden akıp geçiyor bir an. 
 Yine de ön yargılı olmadan şehirde ilerlerken sadece gözlem yapmaya çalışıyorum. Ne de olsa amacımız şehri tanımak. 
 Gelmeden okuduğum yazılarda Bükreş'in trafiğinin çok kötü olduğundan bahsediyorlardı. İşte biz de şimdi tam da o trafiğin içindeyiz. Öğrendiğim kadarıyla şehrin trafiğinin sebebi yaşayanların fazla araba sahibi olmasıymış. Sanki bizimkine ne kadar da benziyor. Her arabada bir şahıs ve herkes araba üzerinde. Yürümek, toplu taşıma kullanmak yok. Ve beklenen sonuç  15 dakika da gideceğimiz yer yarım saat sürüyor.
 Otobüsten Piata Victoriei de iniyoruz. Otelimize bir 50 mt yürüyerek varıyoruz. Gelmeden yine gezeceğimiz yerleri iyice araştırmış ve otelimizi gezeceğimiz bölgelerin ortasında seçmeye dikkat etmiştim. Otelimiz Hotel Minerva. Sessiz, sakin, yol üstünde, iyi kahvaltısı olan ve saç kurutma makinesi olmayan bir otel. Otel ayarlamasını booking.com dan yapıyorum genelde. Döndüğümüzde de eksiği ne , artısı ne booking.com a bildiriyorum. En azından bizden sonrakilerin işine yarar diye düşünüyorum.
   Otelimize yerleşip biraz dinlenip dışarı çıkma kararı alıyoruz. Ayhan hemen uyumaya geçerken ben elimdeki kitap ve yazıları taramakla uğraşıyorum. Ve size Romanya hakkında bir şeyler anlatmak için de heyecanlanıyorum.
   Hakkında o kadar az şey bildiğimi araştırmaya başladıktan sonra anladım. Romanya deyince bilgi dağarcığımda ne var diye ilk başlarda bir kendimi yoklayayım dedim. Neler çıktı bakın: 
  Çingene, Çavuşesku, Transilvanya, Dracula, dans ve kemanı bol müzikler..Pek fazla değil anlaşılan. Örneğin yaşama dair hiçbir şey yok. Hemen nasıl olur diyerek kendimi Karadeniz'e kıyı bu yeşil ülkeye karşı sorumlu hissedip çalışmaya başladım. Sonunda siz de ben de kısaca biraz Romanya'yı tanıyalım ne dersiniz? Belki siz de benim gibi Romanya'yı az tanıyanlardansınızdır.
    ROMANYA'nın ismi latince Romanus'dan geliyor arkadaşlar. Yani bir çok yerde olduğu gibi burada da Romalılar karşınıza bir şekilde çıkıyor. Avrupa'daki en eski insan fosillerine burada rastlandığından ülke topraklarının yaşayan geçmişinin bayağı eski olduğunu anlayabiliyoruz. Buradaki insan varlığına ait ilk belge ünlü tarihçi Heredot'un kitabında M.Ö. 500 lerde olarak geçiyormuş.
    M.S. 100 lerde ise bu topraklarda yaşayan Daçyalılar Romalılara yenilip bir Roma eyaleti oluyorlar. Bölgede gümüş ve altın çok olduğundan Romalılar için çok önemli bir bölgeymiş Romanya toprakları. Romalılar topraklara yerleştikleri gibi dillerini de yaymayı ihmal etmemişler. İşte eski Rumence böyle doğmuş.
  Tarih ilerledikçe Romalılar gitmiş, Gotlar gelmiş; Gotlar gitmiş, Hunlar gelmiş; Hunlar gitmiş Avarlar, Slavlar , Bulgarlar, Macarlar, Peçenekler ve Tatarlar gelmiş.
  Zaman 14. yüzyıla geldiğinde Romenler kendilerine ilk defa devlet kurmuşlar. Bunlar hepimizin tarihten yakından tanıdığı Eflak ve Boğdan Beylikleridir. Eflak 15.yüzyıldan itibaren Osmanlı egemenliğine girmiş. Bu dönemdeki en ünlü Voyvoda yani prens Kazıklı Voyvoda adıyla bizim de tarihten çok iyi bildiğimiz III.Vlad'dır. Zalimliği ile ünlü ve hayatının sonunda kadar Osmanlı'ya direnen Kazıklı Voyvoda Romanya'da oldukça ünlü. Hatta hayatından esinlenerek yazılan Dracula kitabı Dracula'yı ve III.Vlad'ı Romanya'nın turizm temsilcisi haline getirmiş. Şehirde gezerken her yerde bir Dracula imgesi sizi yakalıyor.
  Romanya tarih sayfalarına 15. yüzyıl itibariyle Osmanlı giriyor. Eflak ve Boğdan Osmanlı'ya bağlı olmakla birlikte hiçbir zaman Sofya, Belgrad, Selanik ve Üsküp gibi olmamışlar. Vergilerini ödemişler, hatta İstanbul'un yiyecek ihtiyacını karşılamışlar ama bu şehirlerde yaşayan Osmanlı hiç bir zaman diğerleri gibi olmamış.
   18.Yüzyıl sonrası Rusya'nın güçlenip balkanlara göz dikmesi sonucu Osmanlı ve Rusya bu topraklar için çekişmeye başlamış. Hatta Osmanlı Rusya savaşlarının bir çoğu Romanya topraklarında gerçekleşmiş.
   Eflak ve Boğdan Beylerinin isyanları sonucu sonunda Osmanlı bu toprakların hepsini olmasa da bir kısmını Bükreş Antlaşması'yla kaybetmiş. 93 Harbinde tekrar Ruslara yenilince Berlin Antlaşmasıyla bu toprakların hepsi Osmanlı'nın elinden çıkmış.
  1881 de Romanya Krallığı'nı ilan etmiş. İlk Kralları da I. Carol. Bükreş'e gittiğinizde birçok park ve heykelde bu ismi göreceksiniz. 1. Dünya Savaşı'ndan Romanya Almanya'ya karşı olması sebebiyle topraklarını oldukça genişleterek çıkmış ama 2. Dünya Savaşı'nda Almanya'nın yanında olduğundan savaş sırasında birçok Romen Yahudi ölmüş. Savaş sonunda Kızıl Ordu Romanya'yı işgal etmiş ve 1947'de Komünist Romanya kurulmuş. 
  1967'de Nikolai Çavuşesku devlet başkanı olmuş ta ki  devrilene kadar. 1989 da ise  ülke demokrasiye geçmiş. 2004 'te Nato'ya 2007'de de AB ye katılmış.
  Yani anlayacağınız çok çok hızlı bir değişim geçirerek günümüze gelmiş Romanya. Anlatılacak çok şey var ve ben hepsini yeri geldikçe sizlerle paylaşmak istiyorum. Şimdilik bu kadar yeter sanırım. Artık gezme zamanıdır.
    Otelde dinlenme sonrası akşam yemeği için Lonely Planet'in ilk önerisi olan restorana gitmek için yola düşüyoruz. Otelden yürüye yürüye giderken ilk Romanya izlenimlerini sizlere aktarmaya devam ediyorum.
 Romanya'da göze ilk çarpan şeylerden biri yolların, bulvarların ve meydanların büyüklüğü olsa gerek. Bu da komünist düzenin getirilerinden kalanlar tabi ki.
  Yolun karşısını görmek ve geçmek biraz dert gibi Bükreş'de. Trafik lamba sistemleri biraz garip. Ama yayaların birçoğunun lambanın kendileri için yeşil yanmasını beklediğini söyleyebilirim.
 Havanın kararmasıyla meydanların ve dükkanların ışıklı haliyle karşılaşıyoruz. Yol boyu bir çok ünlü dükkanı görmeniz mümkün. Artık bunlar AB üyeliğinden sonra mı ortaya çıktı  yoksa önce mi vardı bilemiyorum.
BÜKREŞ'TE DÜNYACA ÜNLÜ MAĞAZALAR 
    Bu arada ekim sonundayız ama Bükreş'te gündüz ve gece ısı farkı oldukça farklı. Yürürken bayağı üşüyoruz. O sebeple gideceğimiz restorana bir an önce gitmek için de hızımızı artırıyoruz. Otelimiz B-dul Lascar Catargiu caddesi üzerinde olduğundan yol boyu yürüyerek Piata Romana'ya geliyoruz. Daha önce de dediğim gibi kocaman bir meydan burası.
KOMÜNİST DÖNEMDEN KALAN BÜYÜK PIATA ROMANA MEYDANI
  Bu meydanı ve meydandaki büyük bina üzerindeki Coca Cola reklamını görünce aklıma Goodbye Lenin filmi geldi. Bilmem hatırlar mısınız? 
    Piata Romana'dan Piata Universiat'a doğru ilerlerken sağdaki sokaklardan birine sapıp La Mama'ya ulaşıyoruz sonunda..Heyecanlıyım. Sonunda Romen yemeklerinin tadına bakacağız.
LA MAMA RESTORANI'NIN GİRİŞİ
  Restoranın girişinde garsonlar sizi karşılıyor. Ama görünüşe göre bizim gibi gelip dışarıda bekleşenler var. Lonely Planet'te önerdiğine göre burası bayağı revaçta bir yer gibi gözüküyor. Ama yine de çok beklemeden içeri alınıyoruz. Garson sigara kullanıp kullanmadığımızı soruyor. Ve bizi restoranın sol tarafına oturtturuyor. Ama işin komiği sigara içenlerde restoranın sağ tarafında oturuyor. Ve bu sistem bütün Romanya'da aynı işliyor. Yani bizim gibi sigara içme yasağı yok. Bize çok komik geliyor. Ama fazla düşünmeden biz kendimizi ortamın büyüsüne kaptırıyoruz. 
  İçeride bir yandan yemek yeyip, sohbet eden insanların sesine güzel bir keman sesi eşlik ediyor. Bayılıyorum bu enstrümana gerçekten. Romanya'ya gelmeden hayal ettiğim keman sesi bu. Yıllar önce bir Macaristan gezisinde bir Çigan Gecesi'ne katılmıştım. O gece dinlediğim müziği asla unutamıyorum. Orada çok güzel müzikler dinlemiş ve çingene müziklerini içeren bir de Cd almıştım. Arada estikçe o Cd yi dinler dururum. İşte Romanya gezisi öncesi de biraz dinlediğim Cd nin etkisiyle kulağım gelmeden hep keman sesini arar olmuştu. Nihayet aradığını bulunca da garibim ne yapacağını şaşırdı.
LA MAMA'NIN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
    Normal akşam yemek saatimizi biraz geçirdiğimiz için karnımızın da bayağı acıktığını itiraf edebilirim. Hemen siparişimizi verdik. Önce bir sebze çorbası söyledim ben. İyi ki de tek ben söylemişim. Çorba geldiğinde bizim gibi fazla yemek yemeyen adamların üçünün doyacağı büyüklükte geldiğini gördük.
LA MAMA'DA ENFES BİR SEBZE ÇORBASI
    Bu sebze çorbası soğuktan üşüyen bize çok iyi geldi. Bir kısmını ben bir kısmını Ayhan içerek kocaman çorbanın dibini bulduk.
ÇANAK ÇORBAM VE YORGUN BEN :))
  Tamam çorbamızı içtik. Şimdi ne yiyelim diye etrafa bakınırken yan masada gözümüze bir yemek çarptı. Zaten iki kişilik gelen koca tabağın siparişini verip, merakla beklemeye başladık. Romanya'da yemeklerin gram hesabı olarak geldiğini hatırlatmakta fayda var. Yanında 70gr, 100gr gibi ibareler bulunuyor. Grama göre tabi ki parası da değişiyor. Biraz beklemeyle sonunda yemeğimiz geliyor.
KARIŞIK ROMEN IZGARASI
  Tabağımız tamamen doluydu. İçeriğine bir bakarsak tavuk, et, köfte ve domuz karışımı bir ızgara çeşidi ile sosis göze çarpacaktır. Patates haşlamasını da unutmayalım. Domuz eti ve patates  burada oldukça çok kullanılıyor. Bir de bir alışkanlıkları var Romenlerin, hatta belki de Osmanlı'dan etkilenerek yaptıkları bir şeydir tam olarak bilmiyorum ama şöyle bir şey öğrendim. Romenler bayramlarında domuz keserlermiş ve kesemediklerinde bunu rüyalarında göreceklerine inanıp, işlerinin iyi gitmeyeceğini düşünürlermiş. Tabii AB'ye girdikten sonra bu domuz kesme olayı bayağı tartışmalara yol açmış. 
   Neyse biz yemeğimize dönelim, ne dersiniz? Yemek gelince benim yemeği seven canım kocamın gözleri parladı, yüzünde güller açtı. Bana da fotoğrafını çekmesi kaldı.
AYHAN YEMEK İÇİN SABIRSIZLANIYOR
  Yemeğimizi yerken etrafa bakınıp, gözlem yapmaya çalışıyorum. Bu ülkede de bir çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi akşam yemeği önemli. Yemek zamanları insanların sosyalleştiği zamanlar. İnsanlar hem yemek yeyip hem de sohbetlerini ediyorlar. Ve hatta Romanya'da dans bile ediyorlar. Çünkü restoranların çoğu müzikli ve dansı seven bu millet için de uygun mekanlar.
  Bu arada Romanya'da kadın nüfusun çoğunluğu gözünüze illaki çarpıyor. Ülkenin %70 i kadınmış. O sebeple burada kadınlara pek fazla değer verilmiyormuş. Bu arada kadınları sokaklarda çöpçülük, temizlik, taksi şoförlüğü, otobüs şoförlüğü gibi işleri yaparken görmeniz mümkün. 
 Yeri gelmişken bahsetmek isterim. Hazır konu kadınlara dayanmışken Komünist dönemde kadınlar oldukça sıkıntı çekmişler. Kürtaj yasaklanmış ve boşanma oldukça zorlaştırılmış. Bu sebeple gizli gizli kürtaj yaptırıp ölenler olduğu gibi; doğan çocuklarını kimsesizler yurduna verenler de çok  olmuş. Bu sebeple Romanya'da evsiz insan oranı çok fazla. Yollarda da illa ki gözünüze çarpıyor. Tabi bu kadar evsiz olunca sonuçta seks turizmi ve AIDS hastalığında da patlama olmuş.
 Yemeğimizin hepsini bitirmeye çalışmadık. En azından ben. Bu akşam denemek istediğim başka bir şey daha var. Romanya versiyonu ile ismini yazmak istiyorum  sizler: PAPANAŞI CU SMANTANA ŞI DULCEATA...
  Yani ona kısaca Papanaşi diyebiliriz. Romanya'nın ünlü bir tatlısı.Bizim lokmamıza benziyor. Romenler üzerini reçel ya da Smantana dedikleri bir çok çorba, yemek ve tatlıya koydukları krema ile süslüyorlar. Ve sonuçta şöyle bir şey çıkıyor ortaya.
PAPANAŞI CU SMANTANA ŞI DULCEATA
 Papanaşi pek fazla ağır olmayan bir tatlı. Yani bizim lokmamız gibi şerbet damlamıyor her tarafından. Sadece hamuru lokmayı andırıyor.Ben sevdim. Aşırı bir tadı yok. Yani mutlaka deneyin derim. Bu arada Smantana ile bir çok restoranda değişik yemekler ile mutlaka karşılaşacaksınız. Ne yoğurt ne krema değişik bir şey. Ama ben yine de bizim yoğurdun Romen versiyonu olduğunu düşünüyorum. Tüm marketlerde bulmanız mümkün.
ROMENLERİN VAZGEÇİLMEZİ SMANTANA
 Efendiim tatlımızı da yeyince bizim gibi yediğine içtiğine dikkat eden vatandaşlar için akşamın saat sekizinden sonra yenen bu yağ oranı yüksek yiyeceklerin verdiği suçluluk duygusu ile La Mama'dan ayrıldık. 
 Birkaç gün bu şehirde yürüyeceğimiz uzun kilometrelerin hatırına papanaşinin güzel tadını ise ağzımızda bıraktık. 
 Günün sonunu oldukça çabuk getirerek sabah erken kalkma planları ile dinlenmek için yürüye yürüye otelimize vardık. Romanya'da ilk izlenimler güzel gibi gözüküyor. Darısı diğer günlere inşaallah.

GİTMEDEN YAPILAN HARCAMALAR

  • 440 TL-2 Kişi Gidiş-Dönüş uçak bileti
  • 380 TL-2 Kişi 3 gece otel parası

TOPLAM: 820 TL

1.GÜN HARCAMALARI     
  • 10TL-Havalanına transfer
  • 16 TL-Öğle yemeği
  • 15 Lei-(8 TL)-4 binişlik otobüs bileti
  • 110 Lei-( 55 TL)-La Mama'da akşam yemeği
  • 15 Lei-(8TL) 2 şişe su (otelden alındığı için biraz pahalı )
TOPLAM HARCAMA:  26TL+140Lei=96 TL

2.GÜNYeni bir şehirde yeni bir güne başlamak beni çok heyecanlandırıyor. Hele gelmeden o şehri haritalar, kağıtlar üzerinde hallaç pamuğu gibi etmişseniz kağıtlardakileri gerçeğe dönüştürmeye çalışmak  benim için bir hayli adrenalin dolu bir şey.
     Güne erken kalkarak başladık. Bir gece öncenin yorgunluğu atılmış, zinde, yeni bir şehri keşfetmeye aç günümüz Colombları bizler "Hazırız" der edasıyla kahvaltı salonuna iniyoruz.
     İyi bir kahvaltı edip kendimizi önce odamıza sonra da gerekli çantalarımızı, eşyalarımızı aldıktan sonra sokağa atıyoruz.
     Ama o da ne? Ayaz fena ısırıyor bizi. Sanki Bükreş'te değiliz de Aladağlarda Vali Konağı Kamp alanına yürüyoruz. Hemen var olan gezi planımız da ufak bir değişiklik yapıyor ve önce dağ malzemeleri alacağımız Himalaya mağazasına gidip 1-2 malzeme alıp ısınmaya karar veriyoruz. Havanın böyle soğuk olacağını ummadığımız için yanımıza şapka ve eldiven almamıştık. Yol boyu ilerliyoruz. Geniş mi geniş Bükreş yollarının tadını çıkartaraktan.
AYHAN BÜKREŞ'İN GENİŞ YOLLARINDA
    B-dul Lascar Catargiu caddesi boyunca yürürken bir yandan yol boyunca dizilmiş güzel, tarihi ama bakımsız binaları izleye izleye  Piata Romana'ya varıyoruz. Binaların hepsinde ayrı bir sanat öğesi, heykel, süsleme görmeniz mümkün. Ama oldukça restorasyon gerekiyor bu şehre.
 BİNALARDAN BİRİNİN ÜZERİNDEKİ HEYKEL
   Hazır yeri gelmişken biraz Bükreş'ten bahsetmek isterim sizlere. Bildiğiniz gibi Bükreş Romanya'nın başkenti olması dolayısıyla en büyük ve en kalabalık kenti de aynı zamanda. Şehri ortasından Tuna'nın bir kolu olan Dambotiva  Nehri geçip gidiyor. Zaman zaman yürürken bu sevimli nehirle karşılaşıp, şirin köprülerle onu geçip, aynı güzellikte dünyanın başka şehirlerini anıyorsunuz.
   Ortaçağa ait, neoklasik ve özgün tarihi yapıları az önce benim de bahsettiğim gibi şehrin dört bir yanında mevcut. Şu hallerine bakmaya doyamıyorsunuz. Bir de tam tekmil bakımları yapılsa ne olur bilmiyorum.
 Bunun yanında oldukça yeşil, parkları, anıtları , müzeleri bol bir şehir. Bu bolluğu yakaladığımız kadarıyla sizlere anlatmak istiyoruz.
  Tabi hem Ortaçağı hem de Komünizmi yaşadığı için oldukça zengin ve dolu  bir kültüre sahip. Bu sebeple yaşanılanları en iyi yansıtacak sanat olduğu için Bükreş'te sahne sanatları oldukça gelişmiş.
  Velhasıl bu yeşil şehirde hayat var arkadaşlar. Biz de ucundan kıyısından bakacağız bakalım. Bugün başladık işte. 
 Yürüye yürüye Piata Üniversitate'ye kadar ilerliyoruz ve hatta onu biraz geçip Cocor alışveriş merkezine gelmeden sola dönüyoruz.
 Gps 'te gelmeden uğrayacağımız yerleri işaretlediğimiz için pek fazla uğraşmadan Himalaya'ya ulaşıyoruz. Fakat kapalı olduğunu görüyoruz. Açılmak için bir 10-15 dakikası varmış. Biz de etrafta oyalanarak vakit geçiriyoruz. Hemen dükkanın karşısında bulunan mini mini bir pazar var. Sırf sebzelere bakmak için yolun karşısına geçip kendi sebze, meyvalarımızla kıyas yapıyoruz.
  Bizim ancak köylerimizde bulacağımız organiklikte meyve ve sebzeler bunlar. Eğri, büğrü ama sağlıklı ve lezzetli. Fiyatlarını da karşılaştırınca bizimkiler daha pahalı kalıyor yanında. Yani biz koca bir köyde hem yaşamıyoruz hem de  yaşıyor modunda oyalanıyoruz.
 Biz böyle halimize acırken sonunda Himalaya açılıyor. Gelmeden arkadaşımız Mahmut Ergenç tarafından bayağı ününü duyduğumuz bu dükkanı sonunda internetten değil sahiden göreceğiz.
HİMALAYA DAĞ MALZEMELERİ SATIŞ MAĞAZASI
   Himalaya'da her türlü dağcılık malzemesini bulmanız mümkün. Zaten içeri girince ikimizin de gözlerimiz parlıyor.Önce bizi ısıtacak eldiven ve bereye bakıyoruz tabi. Ama ardından botlar, montlar, polarlar, pantalonlar derken çoşuyoruz. Ve aldıklarımızı akşama almak için dükkana bırakıp nihayet gezimize başlıyoruz.
   Hemen geldiğimiz yola çıkıp gezmeye başlayacağız. Anayola doğru yürürken solumuzda KULTURHAUS'un Bükreş şubesini görüyoruz. Burası Avrupa'nın bir çok şehrinde bulabileceğiniz bir gece kulübü ayrıca özellikle gençlerin çok uğrak bir yeri olduğunu söylüyorlar. Saat 22:00 ve 05:00 saatleri arasında açık olduğu için sadece önünden geçip gidiyoruz.
KULTURHAUS BÜKREŞ
     Yine anayoldayız. Hemen solumuzda Bükreş'in ünlü alışveriş merkezi COCOR bulunuyor. Cocor bizim ülkemizdeki gibi lüks tüketimi hedefleyen alışveriş merkezlerinden bir tanesi. Bratianu Bulvarının hemen dibinde bulunuyor. Kendi ülkemizde bile alışveriş merkezine gitmezken başka bir ülkede gitmek bize saçma geldiğinden hiç içini merak bile etmedik. 
COCOR ALIŞVERİŞ MERKEZİ
    Cocor'un en büyük özelliği dış cephesini kaplayan büyük mü büyük ekran. Özellikle geceleri çok hoş oluyor.
COCOR'UN GECE HALİ
    Cocor'u arkanıza alıp yolun karşısına geçtiğinizde şirin mi şirin bir heykel göreceksiniz. Romanya'ya ismini veren Remus ve Romulus kardeşleri emziren dişi kurdun heykeli tam karşınızda duruyor olacaktır.
     Hikayeyi biliyorsunuzdur sanırım. Bu ikiz kardeşler bir ırmağa bırakılırlar ve bir dişi kurt onları ırmaktan çıkartıp mağarasına götürüp emzirir. Daha sonra bir çiftçi tarafından bulunup, evlat edinilirler. Ve bu ikiz kardeş Roma şehrini kurmak için de kurt tarafından emzirildikleri yeri seçerler. Bu heykelde bu hikayenin bir betimlemesi oluyor.
BÜKREŞ'TE REMUS VE ROMULUS HEYKELİ
  Heykeli geçip aradaki sokağa daldığınızda Bükreş'in tarihi sokaklarına, yeme içme mekanlarına dalıyorsunuz. Günün ilk saatleri olduğundan oldukça sakin her taraf. Ama gözden kaçmayan bir şey var bu şehirde o da her tarafta bir yol ve kaldırım düzenleme çalışmalarıdır. Gözümün önüne 80 lerdeki İstanbul sokakları geliyor bir an.
  Bu bölge tarihi merkez Lipscani bölgesi diye geçiyor. Yine bu bölgede de sokaklarda çok hoş mimariye sahip binalar bulunuyor. Bazılarının bakımsızlığını görünce üzülüyorsunuz. Ama yine de hafiften hafiften restorasyon çalışmaları yapılıyor gibi. Gördüğümüz kadarıyla yenilenen binaların çoğu da cafe ve restoran olarak kullanılıyor. Zaten bu sokak her iki yanıyla da bir yeme içme mekanı gibi bir yer olmuş. Tabi dönüşüm tam olarak gerçekleşmediğinden oturduğunuz bir cafenin hemen yanında bir eskici ya da bir gelinlikçi olabilme olasılığı da var. 
BÜKREŞ'İN TARİHİ BÖLGESİ LİPSCANİ BÖLGESİ
  Bu sokakta biraz Galata biraz İstiklal caddesi havası alıyorsunuz. Ama sadece havasını alıyorsunuz. Nerede o bizim sokaklarımızdaki canlılık, katiyen yok . Gündüz gördük diye değil gecesi de aynı bu sokakların.
   Bu sokakta görülecek bayağı bir şey var. Biz de hemen sağımızda kalan Hanul cu Tei ile başlıyoruz. Strada Blanari ve Strada Lipscani arasında bir geçit şeklinde inşa edilmiş bir yer burası.
HANUL CU TEİ'NİN GİRİŞİ
 Girişten içeri girdiğinizde buranın da bir restorasyon geçirdiğini anlıyorsunuz. Sağlı sollu sanat malzemesi satan dükkanlarla dolu ama dükkanların ortasında da soluklanacağınız oturma yerleri; mini mini cafeler var.
HANUL CU TEİ'NİN İÇİNDEN GÖRÜNÜM
   Eğer el sanatlarına siz de benim gibi meraklıysanız dükkanlarda incelenecek çok şey var. Dükkanlardan birinden çok şirin el yapımı iki küpe almayı ihmal etmiyorum. Çantalar, kazaklar, elbiseler, kemerler bir çok şey var.
HANUL CU TEİ'DEKİ DÜKKANLARDAN BİRİNİN GİRİŞİ
    Bu şirin geçidin sonuna yürüyün ama çıkıp devam etmek için geriye yürümeyi ihmal etmeyin. Çünkü gezimiz Lispcani'den devam ediyor. Lipscani gerçekten şirin bir sokak. Bazen küçük ara sokakları görüyorsunuz.
LİPSCANİ'NİN ARA SOKAKLARINDAN BİRİ
 Bazen de ilerlerken sağınıza solunuza dikkatli bakın sanatı seven Bükreş sokaklarında her yerde karşınıza orijinal bir şey çıkması mümkün. Örneğin bir dükkanın önü karşınıza bir mezarlık görünümünde gözükebiliyor. Siz de gülümseyip geçebiliyorsunuz.
LİPSCANİ CADDESİNDE BİR DÜKKANIN GİRİŞİ
  Yaratıcılıkta Barcelona kadar olmasa da bu şehrin bu özelliğini çok sevdik. Yürümeye devam ettiğinizde bir dört yol ağzına geliyorsunuz. Hemen sol köşenizde sokağın canlanmasını bekleyen bir sosisçinin mini satış yerini görebilirsiniz.
BÜKREŞ'TE BİR SOSİSÇİ
  Hemen sağ köşedeki bina da tüm heybetiyle sizi kendine çekiyor olacak. Bu bina Bükreş'in en görkemli binalarından biri olan Banca Nationala a Romaniei yani Romanya Ulusal Bankasıdır.
ROMANYA ULUSAL BANKASI
  Bankanın hemen önünde yapılan kanalizasyon, otopark ve yol çalışmaları sırasında 17.-18. yüzyıldan kalma han kalıntılara rastlanmış. Bu kalıntıların üstü dışarıdan görülecek şekilde bir camekanla kapatılmış ve aydınlatılmış.. Yukarıdan bakınca çok rahat görebilirsiniz.
  Bankanın önünden devam edip ilerlediğinizde bu sefer tam sol köşede çaprazınızda Stavropoleos Ortodoks Kilisesi'ni göreceksiniz. 18. Yüzyılda yapılmış olan kilise bulunduğu caddeye de adını veriyor. Kilisesinin dış süslemeleri görülmeye değer. 
STAVROPOLEOS KİLİSESİ
   1724 yılında yapılan kilise eskiden bir manastırmış ve eskiden yanındaki binalar  kiliseye gelir sağlayan bir han olarak işlev görüyormuş. Ve 19. Yüzyılın sonuna kadar bu işlevleri devam etmiş. 1726 da bu bölgeye başpiskopos seçilen papazın ismiyle anılmaya başlanmış.
STAVROPOLEOS KİLİSESİ
  Bugün günümüzde manastırdan sadece kilisesi kalmış. Ve 1897 da tanınmış mimar İyon Munci tarafından restore edilmiş. Dışarıdan bakıldığında da gördüğünüz gibi kilise çok güzel bir taş oymalara sahip. Duvarlarda madalyonların etrafında bitkisel motifleri görmeniz mümkün.
 Kilisenin tarih, teoloji ve sanat açısından zengin bir kütüphanesi var. Çok eski el yazma kitapları bünyesinde barındırıyor. Bu arada Çavuşesku döneminde kilisenin çok zarar gördüğünü hatırlatmakta fayda var. Yıkılan kiliseden kurtarılan bir de ikon, fresk koleksiyonu var. 
 Dışarıdan bakmayı bırakıp ve bilgilendirmeye içeriden devam edersek kilisenin içeri giriş kapısının güzelliği hemen sizi yakalayacaktır.
KİLİSENİN KAPISI
  Kilisenin gerek taş gerek ahşap işçiliği muhteşem. Her bir ayrıntıyı inceleseniz de mutlaka gözünüzden bir şey kaçıyor. Bu muhteşem kapıyı açıp içeri girerseniz gözleriniz ne görecek bakalım.
KİLİSENİN İÇİNDEN GÖRÜNÜM
   Burası küçük mü küçük bir kilise. Oldukça sevimli ve göze hoş geliyor. Vakit olsa da burada vakit geçirebilseniz.
KİLİSENİN İÇİ
  Ve kilisenin en güzel yerini yani arka bahçesini en sona bırakıyorum. Mutlaka görmelisiniz. Hem bakımlı hem de kutu gibi şirin bir mekan.
STAVROPOLOES KİLİSESİNİN BAHÇESİ
     Bu avluda oturup vakit geçirebilirsiniz. Ağaçların altında, kuytuda kendi halinde bir yer. Tabi etraftaki mezar taşları sizi rahatsız etmezse.
KİLİSENİN MEZAR TAŞLARI
   Ben pek de istemeyerek buradan ayrılıyorum. Tekrar aynı caddedeyiz. Ve yolda ilerlemeye devam ediyoruz. 
STAVROPOLOES CADDESİ BOYUNCA
    Hemen sağ kolda Bükreş'in en ünlü restoranlarından biri yani CARU CU BERE gözüküyor. Tabi bütün sakinliği ile duruyor. 
CARU CU BERE
   Akşam Caru cu Bere'ye gitme fikrimiz olduğundan sadece önünden geçiyoruz ve büyük bir hata yaptığımızı anlıyoruz. Çünkü önceden rezervasyon yaptırmadığımız için akşam 1-1,5 saat beklemek zorunda kalıyoruz. Kıyamet günü gibi kalabalık bir yer. Siz siz olun mutlaka Caru cu Bere'ye gidin ve mutlaka rezervasyon yaptırın.
  Caru cu Bere'yi bir dükkan geçip CHOCOLAT'a geliyorsunuz. Mutlaka uğrayın diyorum. Siz uğramazsanız bile vitrindeki o güzel çikolatalar ve diğer şeyler sizi mutlaka çağırıyorlar.
CHOCOLAT'IN GİRİŞİ
  Chocolat'ın mutfak macerası Belçika'da başlamış. Sonra sahibi tarafından Romanya'ya getirilmiş bir pastahane konsepti olmuş. Sabahtan beri yolda olduğumuz için biz de burada bir kahve molası veriyoruz. İçerisi oldukça modern döşenmiş. Ortam oldukça nezih. Etrafta da bizim gibi 1-2 turist bulunuyor.
CHOCOLAT'IN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
   Ayhan her zamanki gibi Cafe Lattesini söylerken ben Cafe Champ Elysee diye bir kahve seçiyorum. İçinde bizim favori likörümüz Baileys var. Ayhan yiyecek standına gidip bir de yanına bir tatlı seçmeyi ihmal etmiyor. Bakalım ne geliyor.
BENİM KAHVEM CAFE CHAMP ELYSEE
VE TATLIMIZ EFENDİM
      Chocolat'ı ortamı, ürünlerinin lezzeti ve sunumu itibariyle çok beğeniyoruz. Ama fiyatlarının pek ucuz olduğunu söyleyemeyeceğiz. Burada biraz nefeslenip bundan sonraki planımızı yapıyoruz.
CHOCOLAT'TAYIZ  VE  MUTLUYUZ
  Chocolat'ta kafamız yerine gelip bedenimiz dinlenince kalkıyoruz. Ve Stravpoloes Caddesinin bitişindeki Piata Victoriei'den doğru gelen yola giriyoruz. Yani hemen yanımızdaki yola giriş yapıyoruz.
    Yolun karşısında karşımıza ilk olarak yine görkemli bir banka binası çıkıyor.
CEC BANKASININ BİNASI
    Bu banka Romanya'nın en eski bankası olma ünvanını taşıyor. "CASA de ECONOMİ şi CONSEMNATİUNİ-CEC BANK binası 1800 lerin sonunda inşa edilmiş. Cam ve metal malzemeden yapılan şeffaf bir kubbeye sahip. Ayrıcı giriş kapısının bulunduğu bölümün görkemi de görülmeye değer. Bu binayı şöyle hemen karşısındaki Ulusal Tarih Müzesi merdivenlerine oturup doyasıya incelemek gerekiyor.
    Yeri gelmişken biz de hemen karşıya geçip Ulusal Tarih Müzesini geziyoruz. Girişte, merdivenlerde sizi bir heykel karşılıyor. Adamın kucağındaki kurt daha önce de anlattığım gibi Remus ve Romulus'u besleyen dişi kurt.
ULUSAL TARİH MÜZESİ ÖNÜ
    Ulusal Tarih Müzesi 1972 de açılmış. Pazartesi, salı günleri kapalı ve giriş ücreti 8 Lei. Çarşambadan pazara yazları saat 10:00-18:00 arası, kışları ise 09:00-17:00 arası açık. Bünyesinde Romen tarihinin modern ve tarih öncesi eserlerini barındırıyor. En önemli parçalardan biri de Trajan Sütunu olsa gerek.
DAÇYALARDAN KALMA BİR MÜCEVHER
ALTIN BİR TAÇ
MÖ. 4 Y.Y. DAN KALMA, ŞANS ESERİ BULUNAN ALTIN BİR KASK
PRENSES BALAŞA'NIN LAHİTİ
TRAJAN SÜTUNUNDAN BİR GÖRÜNÜM
TRAJAN SÜTUNUNUN BİR KESİTİ
 Bu arada müzeler şehri olan Bükreş'te 37 den fazla müze olduğunu hatırlatmakta fayda var diye düşünüyorum.
 Yolumuz uzun olduğundan aynı caddeden Piata Victoriei doğrultusunda ilerliyoruz. Bu arada komünist dönemin etkisi olsa gerek hediyelik eşya satan dükkanlar o kadar az ki, başka bir ülkede olsak adım başı bu tarz dükkanlara rastlardık.
  Hemen sağımızda Romen ilginç mimarisinin bir örneği olan Pasajul Macca -Villacrosse  yi görüyoruz.
PASACUL VİLLACROSSE'NİN GİRİŞİ
    Bu pasaj Calea Viktoriei ve Eugen Carada caddelerini birbirine bağlıyor. 1800 lerin sonlarında inşa edilmiş. İçindeki dükkanlar bugün cafe, restoran ve bar olarak kullanılıyor. Tavanı cam olan pasajı geçip Eugen Carada caddesine çıktığınızda artık Lipscani bölgesine girmiş oluyorsunuz.
PASAJUL VİLLACROSSE'NİN CAFELERİ
  Bu geçite girdiğinizde aslında bir daire çizip başladığınız yerin 2-3 metre ilerisine de çıkabiliyorsunuz.
PASAJUL VİLLACROSSE'DE DÖNÜŞ YAPACAĞINIZ NOKTA
    Ve çıkış yaptığınız cadde Eugen Carada 'dadan pasajın giriş kapısı aşağıdaki gibidir.
PASAJUL VİLLACROSSE'NİN EUGEN CARADA TARAFI GİRİŞİ
    Pasajı geçip yürümeye devam ediyoruz. Tarihi bölgede görmemiz gereken birkaç güzel, tarihi bina daha bulunuyor. Sokaklara ve haritamıza bakaraktan ilerlerken etraftaki sanatsal çalışmalara da dikkat etmiyor değiliz hani!!
ŞİRİN Mİ ŞİRİN BİR DÜKKAN ÖNÜ
   Biraz yürüyünce 1-2 saat önce ön yüzünü gördüğümüz Romanya Ulusal Banka'sının arka yüzünü görüyoruz.
TEKRAR ROMANYA ULUSAL MÜZESİ
 Bulunduğumuz sokağın köşesinde; Doamnei ve Ion Ghica caddelerinin kesiştiği yerde ise önemli bir bina var; Romanya Ulusal Kütüphanesi. Bu ihtişamlı bina 1907 de yapılmış. Çatısı, dış cephesi ve üzerindeki kabartmalarla heykeller  insanı kendine çekiyor. 
ROMANYA ULUSAL KÜTÜPHANESİ
     Bu eski ve antik kütüphanenin pabucu ocak 2012 de dama atılmış. Unirii caddesi üzerinde dev bir milli kütüphane yapılmış. Yeni kütüphanenin yapımı 105 milyon euroyu bulmuş.
   Yola devam ediyoruz, zaten kütüphaneye giriş için bir hayat belirtisi de olmadığından aynı caddeden yürümeye devam ediyoruz. Biraz ileride sevimli bir Rus Kilisesini görüyoruz. Kubbelerinden anlaşılıyor hemen, ben Rus Kilisesiyim diye bağırıyor size.
BİSERİCA RUSA-RUS KİLİSESİ
  1900 Lerin başında inşa edilen bu tarihi kilisede de restorasyon çalışmaları olduğundan içeri girmeden, yolumuza devam ediyoruz.
RUS KİLİSESİNİN SOĞAN KUBBELERİ
  Tarihi Lipscani'nin yavaş yavaş sonuna geliyoruz artık. Ama yol üzerinde devamlı gördüğümüz afişlerden size bahsetmeden geçemeyeceğim. Duvarların üzerinde afişler oldukça renkli ve sanata meraklı Bükreş halkı için devamlı bir çağrıda bulunuyorlar.
BÜKREŞ DUVARLARINDAN BİR AFİŞ
     Strada Franceza'ya doğru ilerliyoruz. Burası da "Sokakta hayat var" diyen bir yer olduğunu  gösteriyor bize.
   Kendimizi bu dar sokaklardan birine atar atmaz hemen solda bir kuş niyetçisi ile karşılaşıyoruz aynı niyetçiyi akşam Caru cu Bere'de de göreceğimizi bilmeden birbirimize gülümsüyoruz.
STRADA FRANCEZA'DA BİR NİYETÇİ
  Sokaklar sağlı sollu restoranlarla dolu burada. Fakat bir çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi geceleri burası daha hareketli ve dolu oluyor diye düşünüyorum.
STRADA FRANCEZA'DAN BİR GÖRÜNÜM
  Sokakta yürürken bir Türk olarak size tanıdık dükkanlar ve tabelalar gelmiyor değil. Divan Restoran hemen karşıdan bize gülümsüyor.
DİVAN RESTORAN -BÜKREŞ
   Fakat bir Türk restoranının içinde garsonların bir çoğu sarışın olduğunu görünce ikimiz de gülümsüyoruz. Notlarımızdan birinde bu restoran için iyi menü ve şık dekorasyon diyor, fakat bizim gözlerimize pek öyle gelmiyor. Küçük bir ayrıntı daha notlarımızda restoran müziğinin bazen rahatsız edici olabileceği de yazıyor. Zaten başka bir ülkeye gidip de Türk restoranına gitmenin nasıl bir mantığı var ben de hiç anlayamıyorum. 
     Yolun diğer tarafında bir kebap dükkanı tabelası bize göz kırpıyor. Demek ki burada da kebabın yeri bir başka.
BÜKREŞ'TE BİR KEBAP DÜKKANI
   Kebap olduğu gibi bir köşedeki dondurmacı da dikkatimizden kaçmıyor.
BÜKREŞ SOKAKLARINDA TÜRK DONDURMASI
  Dolaşırken bu sefer bir dükkanın girişi gözümüze çarpıyor. Sanırım bir bar girişi. Girişin her iki yanında bacaklarını açmış buz pateni yapan bir kız var. Kafama minicik bir fikir geliyor. Ve mankenim de Ayhan olunca biraz eğlenmeyi ihmal etmiyoruz.
BÜKREŞ'TE SANATA BİZ DE KATKIDA BULUNUYORUZ
    Bu sokağın sonuna doğru devam ettiğinizde hemen solunuzda Eski Mahkeme Müzesi ve kilisesi bulunuyor. Romence Curtea Veche olarak geçiyor.
   Dar bir koridor yoldan ilerlerken müzenin bahçesi hemen yanınızda kalıyor.
Bahçenin ortasında, yolun yanına gelecek şekilde III.Vlad yani Dracula'nın bir büstünü görmeniz mümkün.
III.VLAD HEYKELİ-ESKİ MAHKEME MÜZESİ BAHÇESİ
   Bu bina 14. yüzyılda III.Vlad tarafından yaptırılmış. Yaptırıldığında konut ve kilise olarak kullanılıyormuş. Konut kısmı bugün müze olmuş. Kilise ise hala aktivitesini sürdürüyor.
ESKİ MAHKEME MÜZESİ BAHÇESİ
ESKİ MAHKEME MÜZESİ BAHÇESİ
ESKİ MAHKEME MÜZESİ BAHÇESİNDEN BİR BAŞKA GÖRÜNÜM
   Müze binasının hemen yanında kilisesini ve kilisenin güzel bahçesini görmeniz mümkün.
KİLİSE VE ÖNÜNDEKİ MİNİK BAHÇESİ
MÜZE BİNASI VE KİLİSENİN GİRİŞ BÖLÜMÜ
    Kilise fazla büyük değil. Kilisenin hemen arka bölümünde mum yakmak için küçük bir de bölüm var.
KİLİSENİN ARKA TARAFI
   Kiliseden çıkıp tam karşıdaki büyük hana Hanul Manuc'a doğru ilerliyoruz. Burası bizim tarihimiz için önemli bir yer. Bir zamanlar bize ait olan bu topraklar için savaşıp, Ruslara karşı yenilgiye uğramışız. Sonra da Bükreş Antlaşmasını her iki taraf Hanul Manuc'da imzalamış.
HANUL MANUC'UN GİRİŞİ
   Burası aslında eski bir kervansaraymış.  Bunu içeri girdiğinizde hemen anlıyorsunuz. 1900 ler de yapılmış. İçeri girdiğinizde mekanın tarihi kokusunu hemen alıyorsunuz zaten. Bana kalsa burada bir öğleden sonrayı oturarak geçiririm ama olmuyor işte. Burası aynı zamanda hem otel hem de restoran olma özelliğini taşıyor.
İÇERİDEN HANUL MANUC
   Bükreş'e gelip burada kalmak oldukça mantıklı. Çünkü mekan olarak tam tarihi mekanda bulunuyor. İstediğiniz her yere çok kolay gidebilirsiniz. Ama fiyatları belki pahalı olabilir.
HANUL MANUC'DA ÜST KATLARDAKİ OTEL ODALARI
   Biz gezerken restoran bölümünde yemek yiyen turistler vardı. Birçok açıdan fotoğraf çekmeye çalıştığımı ve bu mekanda benim için farklı bir enerji olduğunu söyleyebilirim.
ÜST KATLARDAN HANUL MANUC'UN İÇİ
MASALARIN ORTASINDA BİR DE KUYU VAR
BAR BÖLÜMÜ
HANUL MANUC'DAN BİR BAŞKA GÖRÜNÜM
    Avluda gezerken bir afiş gözüme çarpıyor ve onun etkisiyle hemen sol üst kattaki insanlar dikkatimi çekiyor.
TATLI FESTİVALİ 
  Ve hemen üst kata çıkıyorum. Her taraf süslenmiş tatlı kabakları ve bin bir çeşit tatlıyla doluydu.
TATLI FESTİVALİNDE SATIŞ YAPANLAR
     Satış reyonlarında baklava bile vardı düşünün artık. Çikolatalar, kekler, ...vs. Ama insanlar eğlenceli kıyafetler giymişler ve etrafa gülümsemeyi de ihmal etmiyorlardı.
FESTİVAL SATICILARINDAN BAZILARI
    Bu güzel reyonları gezip, bir şey almadan çıkıyoruz. Zira vaktimiz kısıtlı ve daha yapılacak çok şey var.
   Hanul Manuc hoşumuza gitti. Fakat burada oturup vakit geçirmek başka zamanlara sözümüz olsun. Şehrin bu tarafını bitirip tekrar Calea Victoriei'de yarım bıraktığımız bölüme gidiyoruz. Bu arada sabahtan beri dolaşmanın yavaş yavaş etkisini yorgunluk  ve acıkma olarak görmeye başlıyoruz.
    Tekrar Lipscani bölgesini geçerek ilerliyoruz. Ama etrafa, ayrıntılara daha dikkatli bakmaya çalışıyorum. Örneğin yürürken yollarda çok gördüğümüz şeylerden biri de şehrin evsizleri oluyor. Daha önce de anlatmıştım. Komünist dönem uygulamaları sonucu bir çok evsiz oluşmuş Romanya'da. Bu arada evsizlerin tarzları da hep aynı. Giyim şekilleri, baş örtüleri, ellerinde taşıdıkları torbaları, çantaları hep bir örnek.
BÜKREŞ'İN EVSİZLERİNDEN
BİR BAŞKA EVSİZ
 Tabi sokaklarda yürürken evsizlerin sığındıkları ya da çok kötü durumda olan insanların kaldığı bir takım ilginç binalar da görebiliyorsunuz. 
BÜKREŞ SOKAKLARINDA İLGİNÇ BİNALAR
BÜKREŞ'İN RÖGAR KAPAKLARI
  Cercul Militar National'a yani Askeri Dinlenme Evi'ne doğru gidiyoruz. 1912 yılında yapılmış bina şimdi ordu evi ve askeri kulüp olarak faaliyet gösteriyor. Gösterişli salonlarında bir çok sosyal ve kültürel aktiviteye ev sahipliği yapıyormuş.
CERCUL MİLİTAR NATİONAL-ASKER DİNLENME EVİ
   Bina eski Sarindar Manastırının olduğu yere yapılmış. Önündeki Sarindar Çeşmesi hala o günlerden kalma bir hatıra olarak kalmış.
 Alt sol tarafta bir restoran girişi var. Fakat sanırım sadece yazın sivilleri terasa alıyorlarmış. Sadece dışarıdan bakınıp gezmeye devam ediyoruz. Binanın hemen yanındaki Regina Elisebeta'da aşağıya doğru devam ettiğinizde doğruca Çişmigiu Parkı'na ulaşabilirsiniz. Aman bu park bizim yarın ki planımızda olduğundan bugünkü plana devam ediyoruz.
  Bulunduğunuz yerde hemen sağınıza bakarsanız, yolun karşı köşesinde Grand Hotel de Boulevard'ı göreceksiniz. Bembeyaz, bakımlı 1870 lerden kalma bir otel binası.
GRAND HOTEL DU BOULEVARD
  1870 de yapılan bina 1877 de hotel olarak kullanılmaya başlanmış. Şu an bir restorasyon çalışması devam ediyor. Bir yerde çok güzel ve uygun yemeklerinin olduğunu okumuştum. Fakat restorasyon sebebiyle gidemedik. Bu sebeple başka bir sefere diyorum.
 Calea Victoriei boyunca yürümeye devam ediyoruz. Bu arada sabah bizi donduran havadan eser yok. Bir kaç kişiye sorduğumuzda sabah ve gündüz ısı farkının oldukça fazla olduğunu söylediler.
   Tam Cercul Militar'ın sol çarprazında kalan bir zamanların ünlü bir oteli daha var. O da Casa Capşa. 1800lerin ortalarında inşa edilmiş bina 1866 da otel olarak hizmete başlamış.
CASA CAPŞA OTEL
  Otel komünist döneme kadar Bükreş'in entellektüel ve sanat çevresi için buluşma yeri olmuş. Komünist dönem başlayınca da her şey gibi o da değişmiş. 1846 yılında Listz burada bir resital vermiş. Şimdi ise kendi halinde bir köşe oteli olarak varlığını sürdürüyor sanırım.
 Yürümeye devam ediyoruz. 20-30 mt ileride sağda Odeon Tiyatrosunu göreceksiniz. Tabi önündeki Atatürk Anıtı'da hemen gözünüze çarpıyor. Ve sizi sevindiriyor.
ODEON TİYATROSU VE ATATÜRK BÜSTÜ
   Sanırım bu büst Romanya Türkleri için yapılmıştır. Çünkü ülkede hatırı sayılır bir Türk azınlık mevcut. Çoğunluk olarak Köstence'de ve kuzeyde yaşıyorlar. 
 Büstün üstünde hem Türkçe hem de Romence "Yurtta barış, dünyada barış " yazıyor. Odeon Tiyatrosu'nun geçmişi ise bayağı eski, 1700 lerin ikinci yarısında yapılmış. Tavanı açılması gibi ilginç bir özelliği var.
   Yola devam dostlar, aynı yol üzerinde ilerliyoruz ve biraz sonra işte nihayet 1989 Devrimi Meydanı'na geliyoruz. Büyük bir meydan burası. Meydanın etrafı önemli binalarla dolu. Meydanda heykeller ve bir de anıt var.
DEVRİM MEYDANINDAKİ HEYKELLERDEN BİRİ
MEYDANDAKİ DİĞER HEYKEL
HEYKELİ ÇOK BEĞENEN AYHAN
  Devrimin gerçekleştiği bu meydanda, heykellerin hemen arkasında tüm heybetiyle eski Komünist Parti Merkez Binası yani şimdiki Romanya Senato binası  bulunuyor. 
KOMÜNİST PARTİ MERKEZ BİNASI
   Yeri gelmişken artık biraz Romanya Devriminden bahsetmenin zamanıdır. Romanya devrimi 1989 da Nikolai Çavuşesku'nun iktidardan indirilmesi için halk ve Romen ordusu tarafından gerçekleştirilmiştir. En büyük özelliği de doğu bloku ülkelerinde rejimler yıkıldığında tek kanlı bir yöntemle rejim değiştiren ülke olmasıdır.
 Devrim öncesi koşullardan biraz bahsetmek isterim. 1965 te iktidara gelen Çavuşesku'nun kalkınma politikaları için Romanya'nın bütün kaynakları kullanması ve halkı kıtlığa, fakirliğe itmesine sebep olmuş. Bu kötü yönetim sonucunda 1970 lerde dış borç çok yüksek seviyelere gelmiş. Bunun için çok sıkı önlemler alınmış. Yiyecekler karneye bağlanmış, evlerin 14 dereceden yüksekte ısıtılması yasaklanmış. 1980 lerden sonra ise hal böyleyken Parlamento Sarayı gibi şaşaalı binaların yapılması, 6000 köyün boşaltılıp ve bu köylerde yaşayanların çok katlı  komünist dönem  apartmanlarına yerleştirilmeleri hoşnutsuzluğu iyice arttırmış.
   1989 Ekim ve Kasım aylarında Berlin Duvarı'nın yıkılması ve Doğu Bloku ülkeleri liderlerinin birer birer çekilmeleri Nikolai Çavuşesku için bir endişe yaratmamış. Hatta Kasım 1989 da yapılan 14. olağan kongrede yine parti genel sekreterliğine seçilmiş.
   Fakat diğer ülkelerdeki özgürlük hareketleri kısa bir süre sonra Romanya'ya da yansımış. Transilvanya bölgesinde Temeşvar'da halkın çok sevdiği, rejim karşıtı bir rahibin sürgüne gönderilmeye çalışılması olayları patlamasına sebep olmuş. 16 Aralıkta olaylar başlamış. Protestolar asıl nedeni aşarak doğrudan Nikolai Çavuşesku'ya yönelmiş. Zar zor olaylar batırılmış ama ertesi gün tekrar protestolar başlamış. O sırada İran'da olan Çavuşesku ise apar topar ülkesine dönmüş.
  Olayları ilk dünyaya ilk duyuransa Budapeşte Radyosu olmuş. Batılı medya bir çok insanın öldüğünü söylemiş ve insanları ayaklanmaya çağırmış. Tabi ayaklanmalar Bükreş'e de sıçrayınca 21 Aralık günü bu heybetli binadan yaptığı konuşma sırasında da protestolar başlamış. Ordu ve birlikler çatışmaya başlamış.
  Aynı gün bu binanın çatısından özel helikopteriyle Elena ve Nikolai Çavuşesku kaçarlar. Ama sonunda ordunun da ayaklanmacıların tarafına geçmesiyle Bükreş'in kuzey batısında bir şehirde helikopterlerine in emri verilir. Ve yaklaşık bir saat süren bir yargılama sonucu görevi kötüye kullanma, yolsuzluk, vatana ihanet gibi sebeplerden 25 aralık 1989 günü kurşuna dizilerek öldürülürler. Kurşuna dizilirken görevli askerler o kadar acele ediyorlar ki olayı görüntüye alacak kameramanlar ve fotoğrafçılar doğru düzgün çekim yapamıyorlar. Böylece bir diktatör daha kötü bir şekilde yaşama veda ediyor.
ÇAVUŞESKULARIN SON ANLARI
 Devrim sonrası çok partili hayata geçiliyor. Ama başa yine eski komünistlerden biri getirilince halk yine ayaklanıyor. Bu protestolarda şehre getirilen maden işçileri sayesinde bastırılıyor. Ama daha sonra muhalefetle birikte ortak bir hükümet kuruluyor. Bir devir daha bitip yenisi başlıyor anlayacağınız.
   Kısaca biz de 23 yıl önce olan bu olayların gerçekleştiği bu tarihi meydanda olmak sebebiyle kendimizi tuhaf hissediyoruz. Sonunda bir çok kişi ölmüş şu anda üzerinde gezdiğimiz bu meydanda. Heykellerin yanından tabanı ağaç kesitleri ile dolu bir yürüyüş yolundan ilerlediğinizde Devrim Anıtı'nın tam dibine geliyorsunuz.
DEVRİM ANITI'NA GİDEN YOL
     Bu yoldan ilerlediğinizde tüm heybetiyle Devrim Anıtı'yla karşılaşıyorsunuz. Anıt "Yeniden Doğuş" anlamına geliyormuş.
DEVRİM ANITI
   Anıtı çevreleyen dairesel bir duvar var. Duvarın üzerinde devrim sırasında ölen kişilerin isimleri yazılı. 
DEVRİMDE ÖLEN KİŞİLERİN ADININ YAZILI OLDUĞU KAİDE
   Eğer bu tarihi olayları biliyorsanız bu meydan insanı tuhaf bir şekilde etkiliyor. Dönüp etrafınıza savaşın olmadığı, güneşin parladığı bu güzel zamanlara teşekkür edesim geliyor. Ama etrafıma dönerken karşıma bu meydanın farklı bir şekilde keyfini çıkartan bir evsiz daha çıkıyor.
DEVRİM MEYDANI'NDA BİR EVSİZ DAHA
   Sokaklarda yatan bu insanları gördükçe bu ülkenin geçmişinde ne sıkıntılar vardı, insanlar ne acılar çekmişlerdi daha çok merak ediyorum.
   Kafalarda sorularla yola devam ediyoruz. Burası büyük bir alan, tam sağınıza bakarsanız 3 kısımdan oluşan büyük ve ihtişamlı kütüphane binasını göreceksiniz. Önünde de I. Carol'un at üstünde bir heykelini göreceksiniz.
BIBLIOTECA CENTRALA UNIVERSITARA CAROL I
  Bina 1895 yılında Romen Kralı I. Carol tarafından açılmış. 89 Devrimi sırasında çıkan yangında da binanın ve kitap koleksiyonunun önemli bir kısmı küle dönmüş. Kütüphane bugün faaliyetine devam ediyor ve Avrupa'nın en modern kütüphanelerinden biri sayılıyormuş. 
KÜTÜPHANE'NİN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
  Kütüphane'nin içi koca bir yangın atlatmasına rağmen bugün oldukça güzel görünüyor.
  Kütüphane binasının tam karşısında baktığınızda ise Palatul Regal ya da Muzeul National de Arta diye biline müze binasını göreceksiniz. Hemen karşıya geçiyoruz.
  Önce müzenin solunda bir kilise dikkatimizi çekiyor ve onun Kretulescu Kilisesi olduğunu anlıyoruz. Burası 1722 de inşa edilmiş bir Ortodoks Kilisesi'ymiş. Önünde de bir heykel göreceksiniz.
KRETULESCU ORTODOKS KİLİSESİ
 Kilise Lord Kretulescu tarafından yaptırılmış. Kilise 1940 ve 1977 depremlerini atlatmış. Tabi devrimi de geçiren binalardan biri. Kilisenin önünde devrim zamanında muhalefet lideri olan Corneliu Coposu'nun bir büstünü göreceksiniz.  Artık hemen yandaki Ulusal Müzeye girebiliriz.
  Bu müze binası daha önce Kraliyet Sarayı olarak kullanılmış. Şimdi ise Ulusal Sanat Müzesi olarak kullanılıyor. Binanın ilk kısmı 1812 de yapılmış. 1837'de de Kraliyet Ailesinin konutu olmuş. Daha sonra da eklemelerle genişletilmiş. 1882 de Bükreş'te ilk kez elektrikle aydınlatılan bina olmuş. İkinci dünya Savaşı'nda ise bombardımana maruz kalmış. Bu sebeple bir kısmı zarar görmüş.
BÜKREŞ ULUSAL SANAT MÜZESİ
  Bina 1948 de Ulusal Sanat Müzesi olmuş. 89 Devrimi sırasında  hem bina hem  
de eserler büyük zarar görmüşler. 10 yıllık yeniden yapılanma sonucunda yeniden açılabilmiş. Müze 3 kısımdan oluşuyor. Avrupa Sanat Galerisi, Romen Modern Sanat Galerisi ve Romen Orta Çağ Sanat Galerisi bölümlerin isimleridir. 
ULUSAL MÜZE  BAHÇESİ VE ARKADA CAROL I KÜTÜPHANESİ İLE AYHAN
 Bu arada bu müzenin tamamını gezmek bir kaç gün alıyormuş. Biz sadece bahçesindeki güzel heykelleri gezip çıkıyoruz. Bu kadar kısıtlı vakitte hem bu büyük müze hem şehir yetişmeyeceği için artık bir daha ki sefere diyoruz.
ULUSAL MÜZE BAHÇESİNDEKİ HEYKELLERDEN BİRİ
  Ulusal Müze'nin bahçesi oldukça güzel. Bol bol heykel var. Müzeden çıkıp gezi planımızda görmemiz gereken yerler içinde olan ve şu an tam sol köşemizde bulunan Athenee Palace Hilton Otel'i görüyoruz. Bu da Bükreş'te ki diğer binalar gibi oldukça gösterişli bir bina.
ATHENEE PALACE HİLTON OTELİ
 Bina 1914 te yapılmış ve bu meydandaki diğer binalar gibi 89 devriminde büyük hasar almış. Sonra da onarılıp, bugünkü haline geri dönmüş. İş adamlarının toplanmaları için oldukça uygun salonları varmış. Ve beşinci katında da muhteşem manzaralı bir de balkonu varmış.
  Bu tarihi otel bizim de direnç noktamızın kırılmasına sebep oldu galiba. O kadar yürüdük ki hem ayaklar hem mideler hem de Ayhan isyana başladı. Ne yapalım, meydana geri dönmek üzere kısa bir süre gezimize ara verip yemek yiyecek bir yer arıyoruz.
  Otelin hemen altında bulunan  dükkanları takip ederek ilerliyoruz. İlerlerken ilerlerken yol bizi öyle bir yere çıkarıyor ki sormayın. Dün akşam ters taraftan doğru geldiğimiz La Mama'nın bu taraftan dibine kadar varıyoruz. Yüzlerimiz gülümsüyor tabi ki.
  Hava da güzel olduğu için bu sefer bahçede oturuyoruz. Ve hemen yemek siparişi veriyoruz.
LA MAMA'NIN BAHÇESİNDEN BİR GÖRÜNÜM
 Bugün gezerken La Mama'nın başka yerlerde de restoranlarını gördük. Sanırım Bükreş'te bayağı ünlü ve yaygın. Ve hep kalabalık. 
 Garson gelince fasulyeli domuz çorbası ve tavuk krep siparişi veriyoruz. Bu arada fasulye ve domuz birleşimi ile oluşan yemekler Romanya'da bayağı yaygın. Fazla beklemeden önce çorbamız geliyor. 
FASULYELİ DOMUZ ÇORBASI
  Çorba çok yoğun değil. İçinde orta karar çoğunlukta fasulyeler ve kemikli bir domuz eti var. Yemeklerde baharat kullandıkları için de lezzetli bir çorba. Deneyebilirsiniz yani. Bir tane çorba isteyip ikimizde tadına baktık. Hemen ardından da tavuk krebimiz güzel bir sunumla geldi.
ROMEN USULÜ TAVUK KREP
   Yemeğimizi de yedik. Biraz kendimize geldik. Kahve içmeye de dün La Mama'ya geldiğimizde de gözüme çarpan tam karşıdaki cafeye gitmeye karar verdik. Dışarıdan bakılınca nostaljik bir yer olduğu anlaşılan bu mekan içeri girince de doğru düşündüğümüzü bize kanıtlıyor. İçerisi oda oda ayrılmış. Bizi bir odaya alıyorlar ama odada bizden ve bir eski zaman gramafonundan başka hiçbir şey yok.
ESKİ ZAMANLARDAN BİR GRAMAFON
 Oturup, biraz nefeslenip kahvelerimizi içiyoruz. Ve gazete yığıntılarının arasında gözümüze tanıdık bir gazete ismi takılıyor. HAYAT. Hayat Gazetesi Romanya'da yaşayan vatandaşlarımız için 10 yıl önce basılmaya başlamış. Azerbaycan Büyük Elçiliği'nin de basılmasında katkıları bulunmaktaymış.
KAHVE BAHANE, HAYAT ŞAHANE :))
 Yemek keyfi, kahve keyfi derken bir saate yakın hem oyalanıyoruz hem de dinleniyoruz. Sonra tekrar geldiğimiz gibi aynı yolu kullanarak Devrim Meydanı'na doğru yola koyuluyoruz. Yolda ilerlerken hemen solda yine bir evsizi yerlerde uyurken yakalıyorum. Ayhan'ın fotoğraflarını çekmeme kızmasına rağmen fotoğraf çekmeyi ihmal etmiyorum.
BÜKREŞ'TE UYKUNUN YERİ VE ZAMANI YOK
  Meydana çıkan yolun köşesinde Bükreş'in çok ünlü konser salonu Ateneul Roman var. Dairesel formda 800 kişilik bir konser salonuna sahip bina 1888 de inşa edilmiş. Bu dairesel iç duvarın tamamını kaplayan freskte Romen tarihinin önemli anları resmedilmiş. Bina Romen ulusal kültürünün mabedi sayılabilir.
ATENEUL ROMAN
  Bu binanın bir özelliği de halktan "Ateneul için 1 Lei" kampanyası sonucu toplanan paralarla yapılmıştır. Bu sebeple ulusal bilincin ve birlik, beraberliğin bir örneği olarak gösteriliyormuş. Bina George Enescu Filarmoni Orkestrası ve George Enescu Festivaline de ev sahipliği yapıyor. Bu arada George Enescu ünlü bir Romen müzisyen. Binanın önünde de heykeli bulunuyor.
ATENEUL ROMAN ÖNÜNDEKİ GEORGE ENESCU HEYKELİ
  George Enescu Romanya'da oldukça ünlü bir müzisyen. Besteci, piyanist, keman virtüözü, orkestra şefi olmak gibi meziyetleri var. Viyana da ve Paris'te eğitim almış. Romen Rapsodisi en ünlü eserlerinden biridir. Yaşlılığına yakın işitsel yeteneğini yitirmeye başlamış.
 George Enescu Festivali Romanya'nın en büyük klasik müzik festivali ünvanını taşıyarak iki yılda bir düzenleniyormuş. 1958'den beri düzenlenen festival yaklaşık bir ay kadar sürüyormuş. Bükreş'te George Enescu Müzesi de bulunmakta.
 Binanın sahip olduğu bahçe de yeşillikleri ile göz dolduruyor. Binanın merdivenlerinde oturup bu güzel mekanın tadını çıkartabilirsiniz.
ATENEUL ROMAN'IN BAHÇESİ
  Ve tabi ki bu güzel binada bir konser etkinliğine katılabilirsiniz. Binanın dışı gibi içi de oldukça güzel.
ATENEUL ROMAN'IN 12 SÜTUNLU  KORİDOR BÖLÜMÜ
KONSER SALONUNUN İÇİ VE TAVANDAKİ FRESKLERİ
  Bu güzel binadan ayrılırken kulağımıza gelen hareketli müziğin etkisiyle hafif dans eder vaziyette müziğin geldiği yöne gidiyoruz. Hemen yandaki büyük boşlukta panayırımsı bir şey oluşmuştur. Geleneksel Romen kıyafetleri, çömlekleri, kilimleri, dokumaları sergileniyordu.
SERGİ ALANINDAN GÖRÜNÜM
  Sergi alanını geziyoruz. Bir çok çömlekte bir desen dikkatimi çekiyor. Her parçada büyüklü küçüklü görmeniz mümkün. Ve hatta başka yerlerde de karşımıza çıkıyor bu desen.
BİR ÇOK OBJEYİ SÜSLEYEN DESEN
  Sergi alanından müziğin mırıltısıyla ayrılıyoruz. Bugünkü rotamız daha bitmedi. Athenee Palace Hilton Oteli 'nin alt yanında Calea Victiorei doğrultusunda George Enescu sokağına kadar ilerliyoruz. Bütün gün üzerinde gidip geldiğimiz bu eski yol 1692 yılında yapılmış ve Bükreş'in en eski tarihi caddesiymiş. Bu tarihi yol üzerindeki bir çok tarihi bina da o zamanların aristokrat kişileri için inşa edilmiş.
  İlerlerken hemen yol üstünde, sağ tarafta Aziz Nikolai Kilisesi'de denilen Beyaz Kilise'yi görüyoruz.
AZİZ NİKOLAİ KİLİSESİ-BEYAZ KİLİSE
  Bu kilise 18 y.yılda yapılmış. Eskiden Rus kilisesi olarak bilinirmiş. Pek bir özelliği olmayan küçük bir kilise olduğundan içine girmeden yola devam ediyoruz. Kilise'nin hemen karşısında Bükreşlilerin yaratıcılıklarına bir örnek bir cafe ile karşılaşıyoruz.
BÜKREŞ'TE BİR CAFE
   Futbola meraklı Bükreşliler için bir mekan olsa gerek burası. Her tarafı bayraklarla dolu, maç yayını yapan bir cafe. İçine girmiyoruz, yürümeye devam ediyoruz. Nihayet George Enescu Sokağına gelip sağa dönüyoruz. Yol üzerinde muhteşem binalarla karşılaşıyoruz. Köşede bir otel binası öyle güzel gözüküyor ki fotoğrafını çekmeden yapamıyorum.
HOTEL MOXA
   Ve nihayet George Enescu Müzesi görünüyor işte. Bu bina da oldukça güzel gözüküyor. Bayıldım Bükreş binalarına arkadaşlar.
GEORGE ENESCU MÜZESİ
  Bu bina 1900 lerin başında Cantacuzino ailesi için Cantacuzino Palas olarak inşa edilmiş. Bugün artık bir müze olmuş. Müzenin binasını ve özellikle giriş kapısını Bükreş ile ilgili bir çok tanıtıcı broşürde görmeniz mümkün. Binanın dış yüzeyindeki kabartma ve heykeller muhteşem.
MÜZENİN GİRİŞ KAPISI
DIŞ CEPHEDEKİ HEYKELLERDEN BAZILARI
     Art Novue mimari stilinde yapılmış müzede George Enescu 'nun eşyalarını görebilirsiniz. Girişin hemen üstünde dairesel şekilde bir bölüm bulunuyor ve burada mini konserler düzenleniyor.
MÜZENİN İÇİ
MÜZENİN İÇİNDEN GÖRÜNÜM
MÜZENİN İÇİNDEN GÖRÜNÜM
MÜZEDEKİ TAVANIN TAM ORTASINDAKİ FRESK
GEORGE ENESCU
  Bu bölgedeki son uğrayacağımız yer bu müze olduğundan büyük elçilikler bölgesinden geçerek otelimize uğruyoruz. 1 Saat dinlenmenin ardından tekrar yollardayız. Gezi hem hoşumuza giden bir şey hem de yorucu bir şey. Ama tatlı bir yorgunluk bu. Keşke gezdiğimiz yere tekrar gitsek de bir cafede oturup o şehri bilmenin rahatlığı ile kahvemizi yudumlayıp, kitabımızı okuyabilsek. Ne güzel olurdu değil mi?
  Otelden yine aynı güzergahta, yolun solundan doğru ilerliyoruz. Zira sabah üşüyoruz diye sol taraftaki gezip, göreceğimiz yerleri hızlıca geçmiştik. Bakalım neler var ?
  İlk önce karşımıza önünde Nuh'un Gemisi'nin olduğu Cartureşti Book Store geliyor.
CARTUREŞTİ BOOK STORE'UN ÖNÜNDEKİ NUH'UN GEMİSİ
CARTUREŞTİ KİTABEVİ'NİN GİRİŞİ
   Bugünkü planımızda Cartureşti Kitabevi'ne uğramak olmadığından yolumuza devam ediyoruz. Aynı hizzada bir süre sonra solda İtalyan Kilisesi'ni görüyoruz. 1913 yılında yapılmış kırmızı tuğla duvarlarıyla bir Katolik Kilisesi.
İTALYAN KİLİSESİ
    Bu yolda yürümek sizi asla sıkmayacaktır. Cafeler, restoranlar oldukça canlı bir yürüyüş yolu. Biraz daha yürüyünce hemen solunuzda tüm heybetiyle İntercontinental Otel'i göreceksiniz.
İNTERCONTİNENTAL OTELİ-BÜKREŞ
   Otelin hemen yanında Ulusal Tiyatro'nun da yanında büyük bir heykel bulunuyor. Piata Universitatea'nın köşesi oluyor.
ULUSAL TİYATRO'NUN YANINDAKİ BİNA
 Üniversite Meydanı komünist dönemin sona erdiği 21 Aralık 1989 Meydanı olarak da geçiyor. Daha önce de bahsetmiştim. Protestoları engellemek için getirilen madenciler bu meydanda insanları durdurmaya çalışmışlar. Meydan ne zaman geçsek oldukça kalabalık gözüküyor.
 Üstteki heykelin tam arkasında Ulusal Tiyatro binası bulunuyor ama restorasyon yapıldığı için girip, gezemedik. Ulusal Tiyatro 2. Dünya Savaşı sırasında bir bombardıman sonucu yıkılmış.Bu hali 1973 te yapılmış.İçinde sergi alanları,sanat galerileri de bulunmaktaymış. Binanın çatısında da bir cafe bulunmaktaymış.
 Bu arada bu meydanda yolda trafik lambaları yok. Bir alt geçit sayesinde karşıya geçiyorsunuz. Ve bu geçitte de bir çok seyyar satıcı bulunuyor.
ÜNİVERSİTE MEYDANINDAKİ ALT GEÇİTTE SATICILAR
  Biz geçidi yolun aynı tarafına çıkacak şekilde geçiyoruz. Ve ilerlerken her yerde gördüğümüz bir simitçi dükkanına uğruyoruz. Romanya'da simide COVRİGİ deniliyor. Bir çok çeşidi var.
COVRİGİ-ROMEN SİMİDİ SATIŞ YERİ
    Hemen bir tane denemek için alıyoruz. Sıcak sıcak öyle de güzel kokuyor ki.
COVRİGİ-CASCAVAL
  Cascaval arasında peynir olan simit. Sıcak sıcak peynirlerde eriyince müthiş bir tadı oluyor. Bunun dışında fırında kabaklı ve peynirli olan placinta da bulunuyor. Hamuru bizim simidimizdense poğaça hamurumuzu andırıyor.
PLACİNTA
  Covrigimizi yiyerek ilerliyoruz. Solumuzda 17. yüzyılda yapılan ve zamanında  kilise ve hastaneden oluşan bir kompleks Coltea bulunuyor. Sadece yol üzerinden bakıp geçiyoruz.
COLTEA
   Yol üstü başka bir durak yeri hemen solda  Aziz George Kilisesi'nin bahçesinde olan sıfır km taşı oluyor. Bükreş'in diğer şehirlere uzaklığını esas almak için konulmuş bir taş bu. Küre formlu heykel 8 kısma ayrılmış. Bunun sebebi ise 8 Romen bölgesini temsil etmesiymiş. Bu arada bu bölgeler; Muntenia, Dobrogea, Bessarabia, Moldovia, Bucovina, Transilvania, Banat ve Oltenia'dır.
BÜKREŞ'İN SIFIR KM TAŞI
 Ve bu güzergahta listemizdeki son yer dışarıdan gördüğümüz 19 y.yılda yapılan St.Maria a Darurilor  Katolik Kilisesi oluyor. 
ST.MARİA A DARURİLOR
 Kilise'nin solundan içeri girip sabah alıp da akşam üzeri gelip alacağız dediğimiz dağ malzemelerimizi Himalaya'dan alıyoruz. Tabi yine bir kaç malzemeye bakmayı ve almayı ihmal etmiyoruz.
  Hava kararmaya yüz tutuyorken elimiz kolumuz dolu geldiğimiz yoldan otele doğru yürüyoruz. Aslında yürüdüğümüz mesafe hatırı sayılır bir mesafe ama bizim ayakları yürümeye alışmışlar için iyi oluyor.
  Geri dönüşte Ulusal Tiyatro'nun önünde bir kalabalık görüyoruz.Ve tabi ki ardından da görmemiz gerekenleri görüyoruz. Sopalarla yürüyen pandomimciler bir şeyler yapıyorlar. Bükreş'te sanat her daim devam ediyor anlayacağınız.
ULUSAL TİYATRONUN ÖNÜNDE GÖSTERİ
   Dayanamayıp elimdeki poşetleri Ayhan'a verip, hem fotoğraf  çekmek hem de daha yakından görmek için koşturuyorum.
SANAT SANAT ÜSTÜNE
  Ben onları seyre dalmışken birisi o uzun bacaklarıyla üstümden geçmez mi? Çok sevindim ama neye sevindim ben de bilmiyorum. Kim bilir belki de ortamın enerjisine, belki de insanların yüzündeki tebessüme.
BENİMLE EVLENİR MİSİN ?
  Oradan çok mutlu bir şekilde ayrılıyorum. Ve yürüye yürüye otelimize gitmeye devam ediyoruz. Otele varınca gerçekten bütün gün bayağı yorulduğumuzu anlıyoruz. Duşumuzu alıp sessiz sedasız 1-2 saat dinlenmek için uzanıyoruz. Akşam yemeği planımız var daha merak etmeyin. Hem de Caru cu Bere'de..
   Saat 20:30 gibi yine ayaklanıp bilmiyorum bugün kaçıncı defa yine Lipscana
bölgesine gidiyoruz. Calea Victiorei'yi takip ederek gündüz gördüğümüz binaların bir de gece hallerini izleyerek ilerliyoruz. Işıkların etkisiyle gündüz dikkatimizi çekmeyen bazı tabelalar gözümüze çarpıyor.
O DA NE KUŞADASI MI YAZIYOR ?
   Romanya'da gece hayatının hareketli olduğunu çok okumuştuk. İşte şimdi de 
ona uygun bir tabela karşımıza çıkıyor.
ROMANYA'DA GECE HAYATI BİR BAŞKA MI ACABA ?
   Ve Odeon Tiyatrosu da tüm albenisiyle bize bir akşam selamı veriyor.
GECE IŞIKLARI İLE ODEON TİYATROSU VE ATATÜRK BÜSTÜ
   Sonunda Caru cu Bere'nin sokağının olduğu köşeyi dönüyoruz ve kalabalığı görünce oldukça şaşırıyoruz. İçeri girip ne kadar bekleyeceğimizi soruyoruz. Hostes  kız oldukça iyimser ki bize "15-20 dakika " diyor. Yalnız ortam oldukça otantik, sanki bir ortaçağ meyhanesinde gibiyiz. Hadi o zaman biraz Caru cu Bere'den bahsedelim.
CARU CU BERE
    Caru cu Bere aslında Bükreş'in en eski bira eviymiş. 1879 da açılmış ve 20 yıl sonra bu binaya taşınmış. Şimdi Romen mutfağının çeşitli yemeklerini tadabileceğiniz bir restoran konumunda ve turistik gösteriler yapılıyor. Yemek yemeseniz bile içeri girip mutlaka bir içerisini görün derim. Görevliler bir şey demiyorlar. Çünkü içerisi sizi alıp bir 200 yıl gerisine götürüyor. Atmosfer çok farklı. 
  İçeri girişte sizi önce sevimli hostes kızlar karşılıyor. Ve rezervasyonunuz olup olmadığını soruyorlar. Eğer rezervasyonunuz yoksa yandınız, bir de akşamsa bizim gibi ne kadar bekleyeceğiniz hiç belli olmaz.
CARU CU BERE'NİN HOSTESLERİ
   Rezervasyonu olmayanları bar bölümüne alıp, bekleyin diyorlar. Ama sizin gibi bekleyenleri gördükçe gözünüz korkuyor vallahi.
AYHAN BARDA SABIRLA BEKLİYOR
   Etrafı gözleyip biraz fotoğraf çekmek istiyorum. Dolaşıyorum. Bu arada garsonlar o kadar hızlı hareket ediyorlar ki; bu kadar insana nasıl yemek yetiştiriyorlar bilmiyorum.
CARU CU BERE'NİN ÜST KATTAN GÖRÜNÜMÜ
CARU CU BERE'NİN İÇİ
CARU CU BERE'NİN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
   Barda bekle bekle sanırım bir, bir buçuk saat bekledik.  Bir ara müzisyenler eşliğinde dansçılar çıktılar da biraz beklemenin sıkıntısını attık. Romanya'da restoranların bir çoğunda dans etmek için pist olurmuş. Yemek sırasında dans etmeyi severlermiş. Ve güzel kızlarla ve yakışıklı erkekler dansa başlar.
DANSÇI KIZLARDAN BİRİ
  Dansçı çiftler dans ettikten sonra ara müziklerde gelen ziyaretçileri dolaşıp, masalardan insanları dansa kaldırıp dans ediyorlar. 
DANSLARA BAYILDIM
    Ve biz de barda bekleye bekleye artık ümidi kesmiş oturup duruyoruz. Bari dans etsek hiç de fena olmaz değil mi?
BARDA BEKLEYEN YORGUN BİR KADIN GÖRÜYORUM
   Saat 22:00 gibi artık bir yer bulabildik ve üst katta köşelerde bir masaya oturduk. Sanırım artık iş beklemenin inadına binmiş bir duruma gelmişti. Masamızın önü masa, sağı masa, solu masa doluydu. Bu kalabalıkta nefes almak imkansız. Bir de sigaralı sigarasız ayrımının olmaması çok kötü.
ÖNÜMÜZDE, DİBİMİZDE BİR MASA
    Ve garson nihayet menüyü bize uzatıyor. Menüleri de bir ilginç. Sanki gazete gibi bir şey getiriyorlar önünüze.
CARU CU BERE MENÜSÜ
 Siparişimizi veriyoruz. Romanya'ya geldiğimden beri yemek istediğim bir yemek var, SARMALE. Ben normal sarmale Ayhan'sa asma yapraklı sarmale istiyoruz.
 Sarmale Romenlerin Osmanlıdan öğrendiği bir yemek. Bildiğimiz lahana sarması yani.Onlar içine domuz eti koyuyorlar ve üzerine smantana döküp yanında mamaliga ile servis ediyorlar. Mamaliga mısır unundan yapılan bir püre. Romen mutfağında her şeyin yanında mamaligayı ve smantanayı görmeniz mümkün. Sonunda yemeklerimiz geliyor. Bu saatte yemek yemek hoş değil ama açlıktan da ölüyoruz. Bakalım nasıl, beğenecek miyiz?
BENİM BEYAZ LAHANALI  YANINDA MAMALİGALI SARMALEM
AYHAN'IN ASMA YAPRAKLI YANINDA MAMALİGALI SARMALESİ
    Sarmale'ye bayıldım. Bizim lahana sarmasından farkı yok. Ama mamaliga oldukça yavan geldi bana. Ama yine de buralara kadar gelmişken denenmeli diyorum. Bu arada Caru cu Bere'ye geldiyseniz buranın özel birasını da tatmanız lazım. Nefiltrata olarak bilinen filtre edilmemiş biralarını mutlaka tadın.
CARU CU BERE'NİN NEFİLTRATA BİRASI DENENMELİ
 Efendim uzun mu uzun bir günün sonuna geldik. Yürüye yürüye otelimizin yolunu tutarken, sıcak yatağımıza kavuşmanın da hayalini kurduk. Yarın yine yollarda olacağız.

2.GÜN HARCAMALARI :

  • 77 Lei-Alışveriş
  • 43 Lei-Cafe Chocolat
  • 50 Lei-La Mama Öğle Yemeği
  • 12 Lei-Cafe
  • 60 Lei- Caru cu Bere-Akşam Yemeği
TOPLAM: 242 Lei-Yani 120 Tl


3.GÜN:  Erkenden güne güzel bir kahvaltıyla başladık. Kahvaltı ederken bugün de paçayı yağmurdan yırttığımız anladık. Şanslıyız vesselam. Ama hava soğuk ve ayazlığını korumaya devam ediyor gibi gözüküyor.
    Kahvaltı sonrası günlük ihtiyaçlarımızı gidermek ve çantalarımızı almak üzere odaya çıkıyoruz. Hemen sonrasında da metroya binmek üzere Victoriei
Piata'ya doğru yürüyoruz. Yol üzeri bir şey dikkatimi çekiyor. Daha önce Yunanistan'da da gördüğümüz bir şey bu, ölen kişiler için hemen öldüğü yerde 
yapılan anma taşları.
YOL ÜSTÜ MİNİ ANIT MEZAR
      Yürümeye devam ediyoruz. Bu arada biz bu tarafa doğru yürüyoruz ama metroya binip tam ters istikamete doğru yani Unirea bölgesine doğru gideceğiz. Victoriei bölgesi aslında şehrin ana yollarının birleştiği bir meydan havasında hatta Romen Hükümet Sarayı da bu meydanda bulunuyor. Akşam üstü bu meydana tam ters istikametten doğru yürüyerek gelme planımız var. Hadi hayırlısı bakalım günümüz uzun, yolumuz çok; işte sonunda Victoriei Metro İstasyonuna giriyoruz. Giriş biletimizi alıp, ilerliyoruz.
VICTORIEI PIATA GİRİŞİ
   Metro oldukça sakin. Her bindiğinizde yer bulabiliyorsunuz.  Bir teras katıyla diğer tarafa geçiyoruz. Metroyu beklerken etrafa bakınıyoruz.
METRO İSTASYONU İÇİNDEKİ TERAS KATI
   Bulunduğumuz bölümdeki banklardan biri çok hoşumuza gidiyor. İşte Romen sanat anlayışının bir örneği daha karşımıza çıktı.
METRO İSTASYONUNDA ORJİNAL BİR BANK
   Biz böyle bakınırken nihayet metroda geliyor ve biniyoruz. Efendim hemen elimize hangi durakları geçeceğiz, ne yapacağız sorularının cevaplarını almak için planlarımızı alıyoruz. Aslında Ayhan da ben de heyecanlıyız. Çünkü bugün Bükreş'in en önemli yapılarından birini görmeye gidiyoruz. Dünyanın 2. en büyük binasını yani Parlamento Binası'nı göreceğiz. Victoriei durağından üç durak sonra Unirii durağında metrodan inip yukarı çıkıyoruz. Koca heybetli bir yol ve Bükreş'in en eski alışveriş merkezlerinden biri olan Unirea Shopping Center karşılıyor bizi. Nerede , hangi yönde olduğumuzu anlayıp yolun ortasına ilerliyoruz. Çünkü çook uzaklardan o heybetli binayı görüyoruz.
UZAKLARDAN PARLAMENTO SARAYI GÖZÜKÜYOR
     Yolun karşısına geçerek sol taraftan ilerliyoruz. Kaldırımda yol boyunca dini malzemeler satan tezgahlarla karşılaşıyoruz.
YOL BOYU DİNİ MALZEME SATICILARI GÖRÜYORUZ
   Bu yol üzerinde sol tarafta Patrik Tepesinde Romen Ortodoks Kilisesi'nin merkezi olan 18. yüzyıl yapımı Metropolitan Kilisesi yani Patrik Katedrali varmış. Ve bahçesinde Bükreş'in koruyucu azizinin mezarı bulunmaktaymış.
    İlerledikçe Katedrale doğru iden yol üzerinde yoğun bir kalabalık görüyoruz. Polisler bu kalabalığı denetlemeye çalışıyor. Kalabalığın çoğunluğu siyahlar içinde olduğuna göre bugün onlar için önemli bir gün diye düşünüyoruz.
KATEDRALE DOĞRU GİDEN YOL ÜZERİNDE SIRAYA GİRENLER
   Hem bakınıp hem ilerlemeye devam ediyoruz. Ne de olsa bizim planımız başka. İlerlediğimiz yol diğer Bükreş yolları gibi hatta daha da geniş bir yol. Yolun orta bölümlerinde ara ara havuzcuklar var. 
YOL ORTASINDAKİ HAVUZLARDAN BİRİ
    Kenardaki kaldırımlar ise oldukça geniş inşa edilmiş. Anlayacağınız tam Komünist dönem hatırası. Hatıranın ötesinde bu bölge sanki komünist dönemin gövde gösterisi yaptığı bir bölge gibi geldi bize. Unutmadan söyleyeyim bu yürüdüğümüz uzun yol Unirea Bulvarı olarak geçiyor.
HER İKİ YANI AĞAÇLARLA ÇEVRİLİ KALDIRIMLAR
   Bu geniş ve güzel yolda hem ilerliyor hem de fotoğraf çektiriyoruz. Bir ben bir Ayhan manzarayı değerlendirmek istiyoruz. Arkamızda koca parlamento binasıyla birlikte.
AYHAN TÜM CİDDİYETİYLE POZ VERİYOR
BENSE OLDUKÇA KEYİFLİ VE HEYECANLIYIM
   O kadar uzun yürüyoruz ki bizim gibi yürümeyi seven tipler bile yeter artık der bu yolda. Sonunda bir halka şeklinde çevrili büyük parlamento binasını çaprazdan görüyoruz.
PARLAMENTO BİNASI-BÜKREŞ
  Bu meydanın etrafı resmi binalarla dolu ve o kadar büyük bir alan ki anlatmakla olmaz. Burada mutlaka yürümelisiniz.
   Binanın içine giriş yapmak için sağa dönüp saraya komşu olan Izvor Parkı'na paralel olarak bir süre yürümeniz gerekiyor.Bir 200 mt yürüdükten sonra içeri giriyor fakat bu seferde binaya ulaşmak için yürüyorsunuz.
   Siz siz olun sabah erkenden buraya giriş yapın. Biz saat 10:00 gibi gelmemize rağmen 10:45 e ucu ucuna giriş bileti bulduk. Sarayı gezmek için 10:00 ve 16:00 arası gelmeniz gerekiyor.
 Girişler kişi başı 25 lei ve fotoğraf makinesi sokmak istiyorsanız 30 lei ödemeniz gerekiyor. Bir de unutmadan pasaportunuzu mutlaka yanınıza alın.
 İngilizce anlatan bir rehber eşliğinde 45 dakikalık bir tur ile sarayın içini gezeceğiz. Ama girişi beklerken ben de sizlerle bu sarayın hikayesini paylaşmak isterim.
 Şimdilerde Palatul Parlamentului denilen saraya daha önceleri Halkın Evi anlamına gelen Casa Poporului deniliyormuş. Bina Çavuşesku'nun en eski projelerinden biriymiş. Yapımına 1983 yılında başlanmış ve yapımında 700 mimarın görev aldığı söyleniyor. Bu bina ve çevresindeki büyük geniş alanda bulunan yapıları yapabilmek için bölgenin tarihi dokusu tamamen değiştirilmiş. Bu sebeple bir çok tarihi kilise, sinagog ve söylenene göre 35.000 konut yok edilmiş.
  Çavuşesku burayı merkez komite binası, başbakanlık ve bakanlık binası olarak yaptırmaya çalışmış. Günümüzde de halen Romanya Parlamentosu, uluslararası konferans merkezi olarak kullanılıyormuş. Bina 12 katlıymış ve 3100 odaya sahipmiş. 350.000 metrekarelik alnı kaplıyormuş.
    Sarayın içinin ihtişamını anlatmakla bitirilemeyeceği söyleniyor. Tonlarca ağırlıkta kristal avizeler, inanılmaz büyüklükte halılar, kilolarca perdeler, mermer kaplı büyük salonlar, toplantı salonları, galeriler ve sarayın ünlü balkonu.
    Ve tabi ki Romen halkı bu binayı pek sevmezmiş. Halk ekmeği bile karneyle alırken bu binaya bu kadar yatırım yapılması insanların başkaldırı sebeplerinden biri olarak kabul ediliyor.
    İşte nihayet saatlerimiz 10:45 i gösteriyor ve içeri giriyoruz. Grubumuz fazla kalabalık değil. Merdivenleri çıkarak ilk önce milletvekillerinin toplandığı odaya geliyoruz.
MECLİS SALONU
  Rehberimiz anlatırken, Çavuşesku hakkında konuşurken sanki bir yahudiden Hitler hakkında bir konuşma dinler gibi hissettim. İnsanın kendi tarihi için iyi olmayan şeyleri anlatması ya da anlatmak zorunda kalması pek hoş olmaz diye düşünüyorum.
   Sarayda bazı koridorlarda Romen geleneksel giysilerini gösteren bölümler vardı.
ROMEN ULUSAL GİYSİLERİ
   Ve birçok koridor duvarlarında ünlü ressamların resimlerini görmeniz mümkün.
SABIN BALASA'YA AİT BİR RESİM
   O kadar çok koridor ve salon geçiyoruz ki hatırlamak imkansız. Ama büyük mermer sütunların, halıların ve avizelerin ihtişamı anlatıldığı kadar muhteşem diyebilirim.
MERMER SÜTUNLARIYLA KORİDORLARDAN BİRİ
  Ve o kadar çok toplantı salonuna giriyoruz ki insan burayı Birleşmiş Milletlerin üssü zannediyor. Ne yapacaklardı bu kadar salonu bilmiyorum. Hepsinde bir çok dilde çeviri yapmayı sağlayacak teknik donanım da mevcut.
TOPLANTI SALONLARINDAN BİRİ
AVİZELER VE DEVASA PERDELER
BAŞKA BİR TOPLANTI SALONU
   Birçok salon ve koridor geçerek çok geniş bir alana geliyoruz. Burası sanırım sarayın simetri merkezi gibi bir şey. 
SARAYIN MERKEZİNDE BULUNAN BÜYÜK ALAN
  Çünkü devam ettiğimizde aynı planla karşılaşıyoruz. Ama devam etmeden önce buraya açılan salonları geziyor, bu büyük alanın her tarafını inceliyoruz.
BU BÜYÜK ALANDAKİ AVİZELERDEN BİRİ
     Bu alandaki salonlardan birine geçiyoruz. Tamamı mermer salon oldukça soğuk. Rehberimiz kışın burada montlarla, berelerle gezi yaptıklarını anlatıyor. Eğer saray ısıtılmaya çalışılırsa çok yakıt harcanacağını söylüyor. Bu salonun bir başka özelliği de yankı yapması. Karşı köşede bir grup el şaklatıyor ve biz çok rahat duyuyoruz.
BÜYÜK MERMER SALON VE EKO SİSTEMİ
     Bu salondan da başka bir salona geçiyoruz. Söylenene göre bu salonun cam olan üst kısmı açılıyormuş.
ÜSTÜ AÇILAN GÖRKEMLİ SALON
    Bu iki salondan da geri çıkarak daha önce geldiğimiz büyük salona geçiyoruz. Ve üst kata çıkmak için merdivenlere yöneliyoruz. Rehberimiz 250 kg lık perdelerden bahsediyor. Israrla dokunmayın, düşebilir dememiş gibi herkes geçerken elini bir kere perdeye dokunduruyor. Çok gülüyorum. Uyarmasaydı kimse ellemezdi sanırım.
250 KG LIK PERDELER
      Üst kata çıktığımızda solumuzda Roman bayrağı ve amblemini içeren bir bölüm görüyoruz.
ROMEN BAYRAKLARI VE AMBLEMİ
ROMANYA'NIN AMBLEMİ
    Tam bu bayraklı bölümün karşısında bir kapı göreceksiniz.İşte buraya girerseniz sarayın ünlü balkon bölümünün olduğu toplantı salonuna giriyorsunuz. Ünlü balkon diyorum çünkü Çavuşesku'nun bu balkondan halka seslenme fırsatı olmamış. Fakat yıllar sonra gelmiş Michael Jackson buradan halka seslenmiş.
SARAYIN ÜNLÜ BALKONUNDAN GÖRÜNÜM
      Buradan bu heybetli meydana bakmak gerçekten anlamlı. Yıllar yıllar önce bunu hedefleyen bir diktatörün yapamadığı, görmek istediğini gözlerimizle görüyoruz. Biraz hüzün belki de biraz buruklukla meydana bakıyor gözlerim. 
     Hemen sonrada biz de balkonda fotoğraf çektirmeyi ihmal etmiyoruz.
BALKONDA BEN
BALKONDA BİZ
     Ve bu simetrik saraydan geldiğimiz yolları takip ederek çıkıyoruz. Bir saate yakın koca bir halkın ezilmesine, aç kalmasına sebep olmuş bir ihtişama tanıklık ettik. Mutlu muyuz, ne hissediyoruz bilmiyorum. Yalnız acı ya da tatlı tarihin bir sayfasına göz atmak hoşumuza gitti.
     Saraydan çıktığımızda ilk işimiz su içmeye sarılmak oldu. Ve saraydan çıkıp hemen yolun karşısına geçip Izvor Parkı'na dalıyoruz. Romenlerin parkları da  yolları gibi geniş geniş, büyük büyük. Sonunda biraz oturmanın zamanıdır dostlar.
PARKLARDA BİLE UZUN UZUN YÜRÜYECEKSİNİZ
SONUNDA OTORUYORUZ VE SARAYA BİR DE BU AÇIDAN BAKIYORUZ
     Koca geniş bir alana sahip bu park. Fakat fazla dolu değil yani pek ağacı yok. Büyük, boş bir top sahasını andırıyor. Uzaklarda bir çocuk parkı görüyorumm. Ve bolca bisikletli. 
KALE ŞEKLİNDE BİR ÇOCUK PARKI
  Burada biraz dinlenip, yoğun bisikletli akınına kapılmadan parktan ayrılıyoruz. Izvor Parkı Parlamento Sarayı ile Dambovita nehri arasında kalan bir bölgede bulunuyor. Öğrendiğimize göre bu geniş alan bir çok konsere ev sahipliği yapıyormuş. Madonna 2010 Bükreş konserini bu parkta vermiş örneğin. Parktan çıkıp yolun karşısına geçiyoruz.
DAMBOVİTA NEHRİ'NDEN BİR GÖRÜNÜM
 Nehrin kenarından yürüyerek köprüden varıyoruz. Ama manzara ve suyun yansıması çok güzel gözüküyor gözlerime. Etrafa dalmadan edemiyorum.
KÖPRÜYE DOĞRU İLERLİYORUZ
   Köprünün üzerinde bir de diğer tarafı fotoğraflamak için köprü üzerindeki yolun karşısına geçiyorum. Bu sırada Ayhan çoktan nehrin diğer yakasına geçiyor bile.
KÖPRÜ ÜZERİNDEN DİĞER TARAFA DOĞRU
    Bütün şehirde olduğu gibi burada da tarihi yapılar sizi kendine çekiyor. İşte tam ilerleyeceğimiz köşede muhteşem bir bina daha görüyorum. Ve hemen kayda alıyorum.
KÖPRÜNÜN KÖŞESİNDE ESKİ BİR BİNA
    Buraya geçmemizdeki amaç Çişmigiu Parkı'na varabilmekti. Bakalım bu park bahsedildiği kadar güzel mi? Birazdan göreceğiz. Bir sokak geçip parkın girişine varıyoruz. 
ÇİŞMİGİU PARKININ GİRİŞİ
  Parka adım atar atmaz yeşillikler içinde kalıyoruz. Sanırım burası Izvor Parkı gibi olmayacak. 1860 Yılında yapılan bu park için Romanya Dağlarından ve Viyana Botanik Bahçesi'nden binlerce bitki getirilmiş. Bu park Bükreş'in en eski parkıymış.
PARKIN İLK YEŞİLLİKLERİ
   Bu parkı daha ilk andan itibaren seviyoruz. Yeşili kim sevmez ki. Kafamıza göre bir yola sapıp ilerliyoruz ki bir gürültü ve ardından da kalabalık gözüküyor. O da ne? Bir grup yaşlı açık havada yeşilliklerin içinde oyun oynuyorlar. Çok hoşumuza gidiyor.
OYUN OYNAYAN YAŞLILAR
   Biraz ileride de çocuklar için bir çocuk parkı görüyoruz. Bayağı geniş bir alana yayılmış gözüküyor.
ÇİŞMİGİU PARKI'NDA ÇOCUK BAHÇESİ
    Parkın içinde bir de göl bulunuyor. Gölün içinde kayıkla gezenler, bisiklete binenleri görmeniz mümkün.
GÖLDEN MANZARALAR
GÖLDEN BAŞKA BİR GÖRÜNÜM
     Gölün karşı yakasına geçmek için trabzanları ağaç kütüğünden yapılan şirin bir köprü var. Üzerinde siz de bizim gibi fotoğraf çektirmeyi ihmal etmeyin.
GÖL ÜZERİNDEKİ MİNİK KÖPRÜ
    Köprüyü geçtiğiniz zaman gölün ortasındaki restoranı çok daha rahat görüyorsunuz.
GÖLÜN ORTASINDAKİ RESTORAN
     Ayhan yeni botlarının onu zorlaması nedeniyle biraz dinlenmek istiyor ve bir banka oturuyor. Ben de fırsat bu fırsat onu bu perişan halini zevkle  fotoğraflamayı ihmal etmiyorum.
AYAKLARA KARA SULAR İNDİ EFENDİM
    Bu park gerçekten hem eski hem de güzel. Oturup kafa dinlemek için birebir. Bükreş'e gelirseniz mutlaka uğrayın diyoruz. Ve yolumuz uzun olduğu için su içimimizi yapıp tekrar yürümeye devam ediyoruz.
PARKTAKİ SU SEBİLLERİNDEN BİRİ
    Park aslında şehrin tarihi merkezinin sınırında bitiyor gibi. Biraz yürüyerek tarihi merkeze ulaşabilirsiniz. Son bir kez parka bakıyoruz ve çıkıyoruz.
PARKA SON BAKIŞ-HOŞÇAKAL ÇİŞMİGİU
     Yürüyerek bir gün önce gezdiğimiz Calea Victoriei caddesine kadar geliyoruz ve soluğu yine Caru cu Bere'de alıyoruz. Karnımız zil çalıyor. Bu sefer kalabalık değil ve dışarıda oturuyoruz. Ama biz oturur oturmaz da bütün masalar birden doluveriyor. Şanslıyız diyoruz birbirimize gülümseyerek. Hemen siparişimizi veriyoruz. Ben buraya geldiğimden beri denemek istediğim  tüm komünist ülkelerde bulacağınız lahana salatası ve patatesli tavuk schnitzel istiyorum.
LAHANA SALATASI
TAVUK SCHNİTZEL
 Ayhan da burada girdiğimiz her restoranda gördüğümüz özel ekmek içinde domuz etli kuru fasulye çorbası ve ızgara sebzeli tavuk schnitzel istiyor. 
ÖZEL EKMEK İÇİNDE DOMUZ ETLİ KURU FASULYE ÇORBASI
  Ve yemeklerimizi yeyip alelacele kalkıyoruz. Doğruca en yakın metro istasyonuna gidip. Şehrin diğer ucuna yolculuk yapmamız gerekiyor.
  Universitatii metro durağından metroya binip Aviatorilor durağında iniyoruz. Burada yine geniş ve uzun yollardan yürüyerek Hava Şehitleri için yapılan anıta kadar ilerliyoruz.
     Yollar ve kaldırımlar oldukça geniş ve güzel. Şehrin bu bölümü sanki daha tenha gözüküyor.
GENİŞ KALDIRIMLARDA İLERLİYORUZ
    Artık kaç gündür bu bitmez yollarda yürümekten biz de biraz kafayı sıyırdık. Hem yürüyüp hem de eğlenmeye, atlamaya, zıplamaya başladık.
AYHAN HAVALARDA UÇUYOR
   Ayhan havalarda uçarda ben uçamaz mıyım? Hemen elimdekileri bırakıp zıplıyorum. İşte başka ülkede olmanın, etrafta öğrenci olması olasılığının düşüklüğünün verdiği rahatlık budur efendim.
DÜNYA VARMIŞ BEEE
   Güle oynaya, karı-koca ilerliyoruz. Bükreş'i çok sevdik biz. Sonunda bu uzun yol bittiğinde işte karşımıza yolun ortasında o koskoca heykel çıkıyor. Buraya Piata Aviotorilor yani Havacılar Meydanı deniyor.
HAVA KAHRAMANLARI ANITI-EORILOR AERULUI
      Aslında bu meydan Kiseleff Parkını ortadan ikiye bölüyor. Sağda ve solda park devam ediyor. Biz de bu koca anıtı görüp yolumuza devam ediyoruz. Aynı yönde ilerlerken birden yanlış yöne gittiğimizi gps den farkedip tam geri dönüyoruz. O kadar yolu tekrar gerisin geri yürüyerek metrodan indiğimiz yere varıp, sola dönüyoruz. Şimdiki hedefimiz uzaklardan hafif hafif görünmeye başladı bile.
    Arcul de Triumf yani Zafer Takı'na doğru ilerliyoruz. Yine uzun mu uzun bir yol var önümüzde. Ayaklar hafiften isyana mı başladı ne?  
     Sonunda Zafer Takı'na ulaşınca da ayak mayak hatırlanmıyor be kardeşim.
ARCUL DE TRİUMF-ZAFER TAKI
    Bu bölgede Romanya topraklarının birleşmesi 1878 yılından sonra sonucu bir tak yapılmış ve 1. Dünya Savaşı sonrasında da başka bir tak dikilmiş. Ama her ikisi de zarar görünce bugünkü tak 1936 da tamamlanmış. 25 mt yüksekliğindeki takın tüm cephesi Romen heykeltraşların eserleri ile doluydu. Yakından rahatlıkla görebilirsiniz. Ulusal gün olan 1 Aralık günleri bütün resmi törenler burada yapılırmış.
  Takın tam karşısında 200 hektar büyüklüğündeki Herastrau Parkı bulunuyor. Biz de doğruca ona doğru ilerliyoruz.
HERASTRAU PARKI
   Bu arada Bükreş'teki tüm parkların girişinde şirin mi şirin bir saat var. Çok hoşuma gitti. Sizinle de paylaşmak istiyorum.
PARK GİRİŞLERİNDEKİ SAATLER
      Şehrin ortasında bulunan Herastrau Park'a ulaşım çok kolay ve bu kadar büyük bir alana kurulması sebebiyle Bükreşlilerin çok şanslı olduğunu düşünüyoruz. Parkın içine giriş yolu yine her zamanki gibi alabildiğine geniş ve her iki tarafı ağaçlıklı güzel bir yolla yapılıyor.
HERASTRAU PARK'IN GİRİŞ YOLU
HERASTRAU YOLLARINDA AYHAN
   Biraz ilerleyince hemen solunuzda Michael Jackson için yapılmış bir anıt göreceksiniz. 1992 yılında Michael Jackson Dangerous Albümü kapsamında dünya turuna çıkmış. Uğradığı şehirlerden biri de Bükreş olmuş.
HERASTRAU PARKTA MICHAEL JACKSON ANITI
ANITI YALNIZ BIRAKAMADIK :)
  Herastrau Park'ta yürüye yürüye ilerliyoruz. Her adımda bir şeyler görüyoruz. Ama burada asıl aradığımız Ulusal Köy Müzesi diye bilinen Palatul Ansambul Muzeul National al Satului'ydi.
     Bu köy müzesi için biraz daha yolumuz olduğunu öğrenip, ilerlemeye devam ediyoruz. Karşımıza parkta bulunan açık hava tiyatrosu geliyor. Burada bazı konser ve tiyatro gösterileri yapılıyormuş.
AÇIK HAVA TİYATROSU
   Parkın içinde bir de göl bulunuyor. Biz de göl kıyısına doğru sapıyoruz. Zaten gitmek istediğimiz müze de bu güzergahta bulunuyor.
HERASTRAU GÖLÜ
  Göl sağınızda kaldığında bulunduğunu alan çiçekler ve heykellerle dolu olacak. Romanya'nın ünlülerini kelleler halinde görmeniz mümkün.
HERASTRAU PARKTAKİ HEYKELLER
   Bu şirin amcalara biraz şefkat göstermeli diyorum. Ve birine dalıyorum.
BEN VE BANKER JOHANN WILLEM BEYEN
    Tabi benim heykellere ilgimi kıskananlar da yok değil. Hemen diğerlerine yakınlık göstermeye başlayanlar dikkatimi çekmedi değil.
KISKANÇ BİR TÜRK ERKEĞİ VE POLİTİKACI ALTIERO SPINELLI İLE
    Bu heykelli bölümü ve çiçek tarhlarını geçince küçük bombeli bir köprüyü de aşıp solda Ulusal Köy Müzesi'ni göreceksiniz. Girişi 10 lei ama aksilik bu ya biz de sadece 13 lei var ve avrodan başka da paramız yok. Girişte kesinlikle lei aldıkları için para bozdurmaya çalışıyoruz ama kimse bozmuyor. Sonunda üzüle sıkıla sadece ben içeri giriyorum.
   Girer girmez köy evleri sizi karşılamaya başlıyor. Burası bir çeşit açık hava etnoğrafya müzesi aslında.
RESTORE EDİLMİŞ KÖY EVLERİ
    Çeşitli dönemlerden Romen mimarisi örneği olan evler dönemin teknikleri ile yeniden inşa edilip köy hayatı canlandırılmaya çalışılmış.
KÖY EVLERİNDEN BİR ÖRNEK
   Evler, hayvan barınakları, dini yapılar, anıtlar, değirmenler, çeşitli alet adevatlar bulunuyor.
ÇOK ŞİRİN KÖY EVLERİ BULUNUYOR
DEĞİŞİK DÖNEMLERE AİT ÇİT VE BİNA ÖRNEKLERİ
İNSANIN BU EVLERDE YAŞAYASI GELİYOR
     İnsanlar evlerin içini gezmeyi ve fotoğraf çektirmeyi ihmal etmiyorlar.
BEN DE BİR HATIRA FOTOĞRAFI ÇEKTİRDİM
   Böyle yalnız başıma gezerken bir de baktım Ayhan dibimde bitivermiş. Piyango bulmuş gibi seviniyorum valla. Parayı sonunda bozdurup içeri girebilmiş. Aslında içeri girememesi çok komik geldi bana. 10 lei 5 tl ediyor. Bizim ülkemizde olsa bir turist bu para için asla geri çevrilmez içeri hemen alınırdı. Ardından da canınız sağolsun denirdi herhalde.
   Ara sıra yol kenarlarında yel değirmenleriyle karşılaşıyorsunuz. Ara sıra da kuyular ya da şarap mahzenleriyle.
YEL DEĞİRMENLERİNDEN BİRİ
KUYULARDAN BİRİ
   Bir bölümden sonra yiyecek satışı yapılan standlar başlıyor. Sağlı sollu hepsine bakıyoruz. Dönüşte almak üzere ilerliyoruz.
YİYECEK SATIŞI YAPILAN TEZGAHLAR
  Etrafta her türlü şey var. Çanak, çömlek,kilim,kukla, oyuncak bebek, kolye, şarap, sabun, örtü, biblo...
ÇÖMLEKLERİMİZ VAR
SERAMİKLERİMİZ VAR
KİLİMLERİMİZ VAR
KUKLALARIMIZ VAR
BEBEKLERİMİZ VAR
  Bu arada tabi ara ara oyun oynadığımız yerlerde olmadı değil. Eğlenmek için bize de fırsat yaratan standlar vardı.
ÇOCUKLUĞA DÖNÜŞ
    Bütün bu hengamenin ortasında bir de konser vardı. Ama yöresel kıyafetleri ile şarkı söyleyenler Bulgaristan'dan gelmiş bir ekipti.
BULGAR EKİBİ ŞARKI SÖYLERKEN
   Bulgar ekibi biraz dinledikten sonra artık Köylü Müzesi'nden çıkmaya karar veriyoruz. Dönüş yolunda da değişik şeylerle karşılaşıyoruz. Örneğin Romanya'nın düğün keki diye bilinen KURTOS KALACS'ın nasıl yapıldığı izliyoruz.
KURTOS KALACS
    Açılan hamur bu merdanelere dolanıp, şekerleniyor ve fırına girmek için bekliyorlar.
KURTOS KALACS FIRINLANIYOR 
  Aslında Macarlara ait olan bu yiyecek Romen köylerinde de sıklıkla yapılırmış.
  Yola devam ediyoruz ve bu tezgahları gezmeye başladığımızda almak istediğim şeyin yani COZONAC'ın dibine geliyoruz. Cozonac Romanya'nın çok ünlü kutlama çöreği olarak biliniyor. Aslında paskalya çöreği gibi bir şey. İçinde un, ceviz ve kakao var. Hemen 300 gr alıyoruz. 10 lei tutuyor.
COZONAC
    Hemen biraz atıştırıyoruz ama ilerledikçe keşke daha fazla alsaydık diye vesveseleniyoruz. Tadı öyle hoş ki. Mutlaka deneyin derim. 
       Müzenin çıkışına doğru ilerlerken sağda bir gelinle damat görüyoruz. Aynı bizim ülkemizdeki gibi buraya fotoğraf çektirmek için gelmişler. Mekan olarak da bir değirmen önünü seçmişler.
YENİ EVLİ ÇİFT POZ VERİYORLAR
     Müzeden mutlu mesut ayrılıyoruz. Burayı mutlaka görün derim, ortam hem otantik hem de çok sevimli.
      Köylü Müzesi'nden sonra soluğu Bükreş'in ünlü cafelerinden birinde HARD ROCK CAFE'de alıyoruz. Hard Rock Cafe'de Herastrau Park'ının içinde, müzenin biraz daha solunda bulunuyor.
BÜKREŞ-HARD ROCK CAFE
   İçerisi dışarıya göre daha sakin görünüyor. Biz de içeri girip sabahtan beri yürümenin verdiği yorgunlukla biraz dinleniyoruz. Birer kahve içiyoruz. Bu arada cafenin tavanı oldukça ilginç bir dizayna sahip.
HARD ROCK CAFE'NİN TAVANI
      Biraz dinlendikten sonra da kendimizi sahneye atıyoruz. Bir ben bir Ayhan baterinin başına geçiyoruz.
BÜKREŞ-HARD ROCK CAFE SAHNESİ VE BEN
VE TABİ AYHAN DURUR MU?
  Herastrau Park'tan güzel anılarla ayrılıyoruz. Ve otele kadar yürüyerek gitme kararı gibi büyük bir karar alıyoruz. Sürünüyoruz desem daha doğru olur.
  Yol üzerinde sağlı sollu bir çok müze var. Ama hiçbirine uğramıyoruz. Çok çok da önemli müzeler değil gibi geliyor bize. Hangi müzeler var bakalım hemen söyleyeyim size; Doğal Tarih Müzesi, Ulusal jeoloji Müzesi  gibi ayrıntı müzeler anlayacağınız.
DOĞAL TARİH MÜZESİ-MUZEUL DE ISTORIE NATURAL

    Yol üzerinde yine sanat eserleriyle karşılaşmanız mümkün. Aslında yol boyunca sağda ve solda bulunan parkın içine girseniz çok güzel görüntülerle karşılaşacaksınız.
BÜKREŞ'TE SANAT ESERLERİ HER YERDE KARŞINIZDA
    Ve sabah başladığımız Piata Victoriei'ye ters taraftan doğru nihayet vardığımızda yüzümüz gülüyor. Çünkü otelimize geldik demektir.
PIATA VICTORIEI
     Otele varıp, duşumuzu alıp, kendimizi yatağa atıyoruz. Yorgunluktan bittik mi acaba.  Bazen geziyor muyuz yoksa maraton mu yapıyoruz onu düşünüyorum. Bir türlü karar veremiyorum. Neyse biraz uyku ikimize de iyi geliyor. Ve uyanıp Bükreş'teki son akşam yemeğimizi yemek için yine yürüyerek üniversiteler meydanından sola doğru, şehrin pek de tekin görünmeyen karanlık yerlerine doğru yürüyoruz. Lonely Planet'te yazan bir restorana, BUREBISTA'ya gitmek için uğraşıyoruz.
   Buberista yazanlardan okuduğumuz kadarıyla rustik yapısıyla ilginç bir yer gibi geldi bize ama gittiğimizde o kadar da orjinal olmadığını anlıyoruz. Zaten restoran içerisinde sigara içildiği için üç kere yer değiştirmek zorunda kalıyoruz. Bu sebeple garsonlar bize biraz uyuz oldular sanırım. Sonunda kararımızı verip biz oturduğumuzda bu sefer de garsonlar işi ağırdan alıyorlar. Ama yemek siparişi verdikten sonra servis oldukça hızlı geliyor. 
   Ben sıcak bir çorba içmek istiyorum. Ayhan'sa bıldırcın yemeye karar veriyor.
SICAK MI SICAK TAVUKLU, NODDLE İLE YAPILAN ÇORBAM
AYHAN'IN BILDIRCINI DA FENA GÖZÜKMÜYORDU HANİ
    Yemekten sonra buraya gelmeden mutlaka yiyelim dediğimiz bir tatlıyı, çikolatalı clatiteyi deniyoruz. Bu aslında bir çeşit krep. Arasına çikolata ve benzeri şeyleri koyup sunuyorlar.
CLATİTE
    Ve Bükreş'te son gecemizi de Buberista'da geçiriyoruz. Romenlerin şirin paralarıyla hesabımızı ödüyoruz. Ve size de bu paralardan birini gösterelim diyoruz. Her parada değişik parıltılı hologramlar var.
TİYATRO MASKI HOLOGRAMLI 100 LEI
   Hologramların olduğu yerler şeffaf oluyor. Ve paralar sanki plastik gibi olduklarından asla yıpranmıyorlar.
   Hesabımızı bu şirin parayla ödeyip uzun mu uzun yolumuzu yürümeye başlıyoruz. Geri dönüş yolunda yine size göstermek istediğim bir şey karşıma çıkıyor. Bükreş'te biliyorsunuz insanlar sanata meraklılar. Bu sebeple sokaklar afişlerle dolu. Ama afişleri öyle çok asıyorlar ki alttakini çıkartmadan üstüne üstüne yapıştıra yapıştıra çok komik görüntüler oluşuyor. İşte o afişlerden birini size de göstermek istiyorum.
KOCA BİR AFİŞ KATMANI
   Bugün yürümenin sonu yok gibi, otele varıyoruz ama yorgun ve bitap. Bükreş'te son günümüzü ve gecemizi de böylelikle bitiriyoruz. Bu gece hem uzun hem de güzel olacak. Yarın ola hayrola.

3.GÜN HARCAMALAR:

  • 4 Lei-İki adet metro bileti
  • 80 Lei-İki saraya giriş ve fotoğraf makinesi ücreti
  • 12 Lei-Magnet
  • 80 Lei-Öğle yemeği
  • 4 Lei-Metro bileti
  • 20 Lei-Köy Müzesi Girişi
  • 4 Lei-Su
  • 10 Lei-Kozonac
  • 30 Lei-Hard Rock Cafe
  • 8 Lei-Metro
  • 74 Lei-Akşam Yemeği
TOPLAM: 326 Lei-160 Tl


4.GÜN: Bükreş'te son günümüze sonunda yağmurla başlıyoruz. Kahvaltımızı güzel bir yağmuru izleyerek yapıyoruz. Bugün en aheste hareket ettiğimiz sabah oluyor. Kahvaltımızı yapıp, kahvemizi tadını çıkartarak içiyoruz. Uçağımız saat beşte kalkacak. Ama biz birazdan yine yola düşerek Bükreş'te son görmek istediğimiz yere gideceğiz. I.Carol Park'ı içindeki Bilinmeyen Asker Anıtı'nı göreceğiz.
   Metroya binerek Tineretului istasyonunda iniyoruz. Burası Unirea Bölgesi'nin 1 km güneybatısında oluyor. Metrodan çıktığımız noktadan, ana yolda çıkış doğrultumuz hizasında yürüyerek göbeğe kadar geliyor ve göbekten sola doğru bir 200 mt yürüyoruz. Acaba yanlış mı geldik diye düşünürken işte sonunda I.Carol Park'ına geldiğimizi Bükreş'in ünlü park saatlerinden anlıyoruz.
I.CAROL PARKI'NIN GİRİŞİ
   Parkın içinde bir göl, gözlem evi, açık hava tiyatrosu, yürüyüş yolları ve sağda solda bir çok heykel bulunuyor.
  Parka girdiğiniz anda uzun bir yol bitimindeki yüksek anıtı görmeniz mümkün.
I.CAROL PARKI'NIN İÇİNDEKİ ANA YOL
    Bu uzun yola girdiğiniz andan itibaren sağınıza solunuza bakmayı ihmal etmeyin. Her tarafta heykellerle karşılaşacaksınız.
DR.ISTRATI'NIN HEYKELİ
PARKTA BİR BAŞKA HEYKEL
      Parkın içerisinde mozoleye yakın bir de güzel bir gölcük bulunuyor.
PARKIN İÇİNDEKİ GÖLCÜKTEN GÖRÜNÜM
    Mozoleye ulaşmak için oldukça uzun bir yol yürüyorsunuz.  Ve yürüdükçe koca mozole size yavaş yavaş yaklaşıyor.
MOZOLEYE DOĞRU ADIM ADIM
 Mozoleye çıkmak için bolca merdiven var. Saymadık ama etap etap çıkıyorsunuz. 
HEMEN ELİMİN ALTINDA BU MOZOLE
BEN YAPARIM DA AYHAN YAPMAZ MI? EHH HADİ BAKALIM..
  Mozoleye doğru çıkarken mutlaka geri dönüp bir geldiğiniz yola bakmayı ihmal etmeyin.
GELDİĞİMİZ YOLA BİR BAKIŞ
 Mozole kırmızı granitten yapılmış. Savaşlarda ölen askerler için yapıldığı söyleniyor. Mozolenin önünde Sönmeyen Ateş bulunuyor ve iki nöbetçi asker bu ateşi bekliyor.
MOZOLENİN ÖNÜNDE NÖBET TUTAN ASKERLER
BİLİNMEYEN ASKER İÇİN SÖNMEYEN ATEŞ
  Mozolenin adı Gherorge Gheorgiu Dej Mozolesi olarak biliniyor. Mozolenin arka bölümünde sütunlu bölümler bulunuyor.
MOZOLENİN ARKASINDAKİ SÜTUNLU BÖLÜMDEN BİR GÖRÜNÜM
MOZOLENİN ÜST BÖLÜMÜNDEN BİR GÖRÜNÜM
    Bu mozolenin dibinden şöyle bir parkın geneline ve şehre bakmayı ihmal etmeyin. Manzara oldukça güzel. Ayrıca ağaçların arasındaki yollardan yürüyüş yapanaları da görmeniz mümkün.
MOZOLENİN DİBİNDEN ŞEHRE GENEL BİR BAKIŞ
  Mozolenin üst bölümündeki çıkıştan doğru parktan ayrılarak ana yola çıkınca sola dönerek indiğimiz metroya daha kısa bir yoldan ulaşıyoruz. Bu yürüdüğümüz bölgenin Bükreş'in Yahudi Bölgesi olduğunu öğreniyoruz.
  Metrodan Piata Üniversitatii de inip Cartureşti Çay Evi'ne gidiyoruz. Sonunda burada oturmanın keyfini çıkartacağız.
 Cartureşti Çay Evi dün de fotoğrafını çektiğim ve Nuh'un gemisinin bulunduğu yeşillik alanın hemen arkasında bulunuyor. Burası kitap, cd, film ve değişik dünya çayları açısından oldukça zengin bir dükkan. Hemen girişte solda küçük bir cafesi var. İstediğiniz çayı size orjinal demliklerle getiriyorlar.
CARTUREŞTİ ÇAY EVİ SALONU
   Hemen çay salonunun köşesinde şirin bir pencere var. İstediğiniz çayı gidip buradan seçebilirsiniz.
ÇAY PENCERESİ
ÇAY İSTEK PENCERESİNİ ÇOK SEVDİM
    Biraz oturup mekanı daha iyi tanımak için dolaşmaya başlıyorum. Bu sırada da Ayhan bu güzel pencereden bizim için çay siparişi veriyor.
CARTUREŞTİ BOOK STORE
     Üst katta çok güzel bir satış dükkanı var. Envai çeşit demlik, kupa ve benzeri şeyi görmeniz mümkün.
BİNBİR ÇEŞİT ÇAY İÇME MAZLEMESİ
    Bu arada alt katlarda da kırtasiye malzemelerini görmeniz mümkün.
ALT KATLARDAN BİR GÖRÜNÜM
CD BÖLÜMÜNDEN BİR GÖRÜNÜM
   Dolaşmam bitince çay salonuna geri dönüyorum. Ve sıcak sıcak yeşil çayımı yudumluyorum. Bir yandan da düşünüyorum. Mutluyum. Yolda olmaktan, yeni şeyler görmekten, öğrenmekten...
CARTUREŞTİ KİTAP EVİ'NDE YEŞİL ÇAY KEYFİ
    Cartureşti Kitap Evi'nden ayrılarak otelimize dönüyoruz. Otelle ilişiğimizi kesip, bavullarımızı alıp geldiğimiz gibi 783 nolu otobüsle hava alanının yolunu tutuyoruz.
     4 günlük kısa ama bir o kadar da dolu Bükreş turundan sonra bayramın son gününde kendi ülkemize dönmek de güzel. Son olarak söyleyebileciğimiz tek şey; Bükreş'i, sessizliğini, sanata düşkünlüğünü, yeşilini sevdik..

4.GÜN HARCAMALAR

  • 8 Lei-metro
  • 8 Lei-Covrigi
  • 25 Lei-Cartureşti Çay Evi
  • 20 Lei-Defter
  • 52 Lei-Öğle Yemeği
  • 25 Lei-cafe
TOPLAM: 138 Lei-70 Tl


   Bu arada okuduğumuz kitap ve izlediğimiz film listesini her zaman ki gibi sizlerle paylaşmak isterim.

OKUDUĞUMUZ KİTAPLAR

LONELY PLANET ROMANIA
TİLKİ DAHA O ZAMAN AVCIYDI-HERTA MULLER


İZLEDİĞİMİZ FİLMLER

  1. COLD MOUNTAIN
  2. 4 AY, 3 HAFTA VE 2 GÜN
  3. EAST OF BUCHEREST
  4. CALIFORNIA DREAMIN
  5. THE DEATH OF MR.LAZARESCU
  6. PULSE


     Son olarak beğendiğim bir sözle sizden ayrılmak istiyorum arkadaşlar.

" Sona eren yol, insanın varlığının değil o mecradaki yolculuğudur. Yol aktığı sürece inanç da vardır. Kaybolan inançlar ve yitirilen idealler; korkulardan, aşklardan, umutlardan yeniden doğacaktır.
    Nefeslerimiz kelimelerimize hayat verdikçe anılacaklardır."



TEŞEKKÜRLER..