25 Ocak 2018 Perşembe

KURTALAN EKSPRES'LE BİR NEFES DİYARBAKIR


DİYARBAKIR birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, sınırları içerisinde tarihe tanıklık etmiş yığınla unsur bulunduran ve benim bu yaşıma kadar keşfedemediğim güzel şehir. Hakkında söylenecek, yazılacak çok şey var.

YOLA DÜŞME HİKAYESİ...
2018 Gelirken hep aklımda olan daha önce yapmak isteyip, ertelediğim şeyleri yapacağım ve daha önce yaptığım şeyleri tekrarlamayacağım bir yıl olmasıydı. Bu sebeple her sene ertelediğim Diyarbakır seyahatimi 2018'e girer girmez gerçekleştirmek istedim. 

Bu yolculukta da hem Diyarbakır'ı görecek hem de ülkemizin uzun tren yolculuklarından biri olan Kurtalan (Güney) Ekspresi'ni deneyimleyecektim. Kafamda plan oluştuktan sonra ilk işim ekibi oluşturmak oldu. Ekip tabi ki ben, Ayhan, arkadaşımız Gülen ve öğrencim Melis olarak oluştu. Sayıyı 4 kişi tutmamızın sebebi; herhangi bir araç kiralama durumuna karşı sayımızın sorun çıkartmaması içindi. Ekip de oluştuktan sonra ilk işimiz bir ay önce satışa çıkan tren biletlerinden, yataklı kompartımana ait olanlardan almak oldu. Toplamda 20 yatak ve 10 kompartıman olan vagondaki bir yatak için 93 tl ödedik. Tabi öğretmen indirimi ile ben biletimi 82 tl ye aldım.

Tren biletlerimiz alındıktan sonra Ankara'dan kalkan trene nasıl ulaşacağımızı düşündük. Kurtalan Ekspres Doğu Ekspresi gibi akşamüstü kalkmıyor. Saat 11.00'da kalkıyor. Bu sebeple biz Ankara'ya ulaşımı tren yerine otobüsle yapmayı tercih ettik. Biletlerimizi de Pamukyol üyesi olduğumuz için 60 tl ye aldık. 

O zaman şimdi asıl anlatmak istediklerimiz gelsin değil mi?

20 OCAK 2018 CUMARTESİ

Cumartesi gecesi saat 03.30 da Pamukkale Turizm'in Kurtköy'deki tesislerinden Ankara'ya doğru yola çıkıyoruz. Otobüs yolculuklarımızda Pamukkale Turizm'i tercih etmemizin en önemli sebebi bir dakika bile geç kalmadan vaat ettiği saatte kalkması, gitmek istediğimiz yere zamanında ulaşması ve tabi ki bisiklet dostu bir firma olup, bizi bisiklet turlarımızda mutlu etmesiydi. 

Saat 08.30 gibi Ankara'ya ulaşıyoruz. Gara geçmek için otogardan metroya biniyoruz. Tek kullanımlık, 3 tl lik biletlerle geçişimizi yapıyoruz.
ANKARA METROSU'NDA BİZ
Metrodan Maltepe istasyonunda inip, tren saatine kadar garın yakınlarında bir kafede güzel bir kahvaltı yapıyoruz.

Saat 10.30'a doğru gara geçiyoruz. Eski tren garından tam 10.30'da otobüslerle Irmak Durağı'na doğru hareket ediyoruz. Bir süre daha hızlı tren çalışması sebebiyle ekspreslerin kalkışları bu duraktan yapılacakmış. Bir saat süren yolculuk sonrası Irmak İstasyonu'na varıyoruz.
IRMAK İSTASYONUNDA TRENİ BEKLİYORUZ
İstasyona erken ulaşmamıza rağmen tren bir türlü hazırlanamıyor. 20-25 dakika trenin yolcuyu almak için hazırlanışını bekliyoruz. Saat 12.05 gibi trene geçiş yapıyoruz. Eşyalarımızı koyup, fotoğraf çektirmek için hemen aşağı iniyoruz. 
KURTALAN EKSPRES YOLCUSU KALMASIN
O kadar az vakit var ki!! Biz fotoğraf çektirirken görevliler tren kalkıyor diye sesleniyorlar. Hemen trene tekrar biniyoruz ve daha odalarımızda oturup, nefeslenmeden tren hareket ediyor. 

Gelelim trenimize. Daha önce binmeyenler için küçük bir bilgilendirme yapsak iyi olur.
YATAKLI VAGONDA BİR KABİN
Kabinde görünen koltuklar yatağa dönüşüyor. Bir lavabo, ayna, buzdolabı, priz ve masa gibi kullanacağınız bir de dolap bulunuyor.

Trene biner binmez görevli gelip, temiz çarşaf ve yastık yüzlerinizi veriyor. Odanızın anahtarını veriyor. Biletlerinizi de alıp, trenden inişinize kadar elinde tutuyor. Biz bu tren yolculuklarında hep bir yedek tuvalet kağıdı bulunduruyoruz. Özellikle Doğu Ekspresi'nde kalabalık yüzünden bu biraz sorun oluyor. Bir de şarj ya da farklı bir şekilde kullanırız diye hep bir adet üçlü priz yanımızda bulunduruyoruz.

Trende yemek yemenin de sorun olduğunu belirtmek istiyorum.Çay kahve çok ucuz. Çay 2 tl ama sallama, kahve 4 tl. Yemek fiyatları 15 tl ama tüm yemekler hazır ve ısıtılarak veriliyor. Bu açıdan trenin yemek vagonunu sevmiyorum. Ama tüm gün oturup, kitabınızı okuyacağınız, etrafı seyredeceğiniz de en güzel mekan.

Odamıza şöyle bir yerleştikten sonra da hemen tüm günümüzü geçireceğimiz yemek vagonuna geçiyoruz. Yemek vagonu geniş camları, ferah alanı ile benim çok hoşuma gidiyor.

Yemek vagonunda görevliler getirdiğiniz yemekleri orada yemenize izin vermiyorlar. Tabi çayı onlardan alırsanız biraz ayrıcalık yapıyorlar. Biz de çaylarımızı alıp, yanımızda getirdiğimiz börek, çörek gibi şeylerle öğle açlığımızı geçiriyoruz.

Dışarıda güzel bir güneş var. Bir yandan geçtiğimiz yerleri izlerken bir yandan da sohbet uzun süre bizi oyalıyor.
TRENDE YEMEK VAGONU HALLERİ
Benim tren seyahatinde doğayı izlemekten sonra en çok sevdiğimse tabi ki kitap okumak. Öyle büyük haz alıyorum ki! 
TRENDE YOLCULUK HALLERİ
Gün tabi hep oturarak geçmiyor. Uzun koridorlarda yürüyüş, özellikle fotoğraf çekmek tren yolculuğunun vazgeçilmezleri. 

BÜYÜK, GENİŞ DÜZLÜKLERİ GEÇİYORUZ
 Kurtalan Ekspres yolculuğu Doğu Ekspresi'ne göre daha büyük düzlükler barındırıyor. 
BU UZUN BOŞLUĞU İZLEMEK ÇOK GÜZEL
İç Anadolu'yu keyifli bir şekilde geçiyoruz. Kayseri'ye doğru karlı manzaralar görülmeye başlıyor.
KAYSERİ'YE DOĞRU
Ve uzaktan güzel Erciyes ara ara kendisi gösteriyor. 
UZAKLARDAN GÜZEL ERCİYES

Biraz Kurtalan Ekspres'in rotasından bahsetmek istiyorum. Ankara sonrası Irmak İstasyonu'ndan başlayan tren yolculuğu Yahşihan'dan sonra Kırıkkale'ye giriyor. Kırıkkale sonrası daha güneye doğru uzanarak Kayseri'ye doğru ulaşıyor. İşte o sırada bu muhteşem görüntü hep sizinle oluyor.

Kayseri'den de kuzey-doğu rotasını takip ederek Şarkışla üzerinden Sivas'a ulaşıyor. Sonra tekrar güney-doğu rotasını izleyerek Malatya ve Elazığ sınırlarına giriyor. Elazığ sınırlarındaki Hazar Gölü kıyısından geçerek tekrar güney-doğuyu takip ederek Maden, Ergani ve nihayet Diyarbakır'a ulaşıyor. Tren buradan sonra Kurtalan'a kadar devam edecek ama biz tabi ki Diyarbakır'da bu keyifli seyahati sonlandıracağız.

Kayseri sonrası gün çekilmeye başlıyor. Ekip günün rehavetiyle yemek vagonunda telefon keyfi yapıyor.
TELEFONUM OLMADAN ASLA!! :)
 Yemek saatinde ekspresin muhteşem yemeklerinden hangisini yiyelim diye düşünmeye başladık. Şaka bir yana gerçekten bu şekilde yemek sunmaları çok kötü. Zaten olmayan seçenekler içinden Ankara Tava yemeye karar verdik. Gelen yemek bu şekildeydi.
BOLCA ŞEHRİYE ve ÜZERİNDE BİR PARÇA ET
Hava karardıktan sonra odalarımıza çekiliyoruz. Gece uzun oluyor. Tren Sivas'ta 1 saate yakın bekleme yapıyor. Hem en arkasında duran atıl vagonu atıyor hem de karşı yönden gelen treni bekliyor.

21 OCAK 2018 PAZAR

Sabah erkenden uyanıyorum. Aslında gece pek uyayamadan geçiyor. Tüm gece yol alırken, geçtiğimiz yerleri yatarken görmek için trenin perdesini de kapatmadığım için sabah birden gözüme takılan göl görüntüsüyle yataktan fırlıyorum. Nerede olduğumuzu anlamak için telefonumdan biraz araştırınca Hazar Gölü'nü geçtiğimizi anlıyorum.  Tren Sivrice sonrası Hazar Gölü'nün güney kıyısı boyunca ilerliyor.
TRENİN İZLEDİĞİ ROTA
Sabahın ilk saatlerinde manzara öyle hoş ki!Yazın bölgenin Bodrum'u olarak adlandırılıyormuş bu kocaman göl. Kıyısında plajlar, tekne turları yapılıyormuş. Bir gün yaz zamanı görmek de nasip olur inşaallah.
HAZAR GÖLÜ'NDEN BİR MANZARA
Denizden 1250 metre yüksekliğindeki gölün içinde bir de batık kent bulunuyormuş. Dağlarla çevrili göl hem kara yolu hem de tren yoluna sınır.

HAZAR GÖLÜ KIYISINDA İLERLERKEN
Tren bu güzel manzarada ilerlerken bu güzelliği kaçırmak istemedim. Hemen mini bir video çekimi yapıyorum. Gerçekten vagonun arkasından akıp, giden rayları görmek de görüntüsünü kaydetmek de çok keyifli.

Hazar Gölü sonrası Maden'e doğru kar biraz daha artıyor gibi gözüküyor.
MADEN'E DOĞRU
Sabah saat 08.30 gibi Ergani'ye ulaşıyoruz. Tren bundan sonra tamamen düzlüklerin ortasında ilerliyor. 
ERGANİ TREN İSTASYONU
Ergani sonrası tren görevlisi yarım saat sonra Diyarbakır'a ulaşacağımızı bütün vagona duyuruyor. 
TREN GÖREVLİSİ GİDİYOR
Eşyalarımızı hazırlayıp, koridorda ekip olarak inişe hazırlanıyoruz.
KORİDORDA BEKLEŞİYORUZ
Nihayet saat 09.00'da Diyarbakır tren istasyonuna ulaşıyoruz. 
DİYARBAKIR TREN İSTASYONU
Diyarbakır Tren İstasyonu çok fazla büyük değil. Garın önünde de mini bir tren vagonu bulunuyor. 
DİYARBAKIR TREN GARI
Diyarbakır'da bizi daha önceden haberleşip, anlaştığımız rehberimiz Doğan Şan karşılıyor ve doğruca onun arabasıyla sur içinde, Dağkapı'daki otelimiz Vadi Otel'e eşyalarımızı bırakıyoruz. Biz gelmeden öğretmen evinde kalırız diye planlamıştık ama rehberimiz öğretmen evinin gezeceğimiz yerlere uzak olması sebebiyle bu oteli ayarladı bize. Konaklamaya kişi başı bir gece için 60 tl verdik. 

Gezimizi anlatmadan  bu yazıyı okuyanlara kısaca bir Diyarbakır bilgisi vermek isterim.

  DİYARBAKIR ÜZERİNE KISACA

Bölgede bin yıllardır çeşitli adlarla anılan ama ortak bir şekilde tüm medeniyetlerin Amed diye seslendiği kadim bir şehirden bahsediyoruz. Mezopotamya ile Anadolu medeniyetlerinin geçiş bölgesinde olan Diyarbakır'ın tarihi çok eski devirlere dayanıyor.Yontma Taş ve Mezolitik devirlerde  Diyarbakır ve çevresinde var olan mağaralarda yaşam olduğu burada yapılan arkeolojik araştırmalar sonucu anlaşılmış.

Bölgeden kimler gelip, geçmemiş ki! Asurlular, Aramiler, Urartular, Persler, Makedonyalılar, Partlar, Ermeniler, Bizanslılar, Sasaniler, Eyyübiler ve Osmanlı.

1915'e kadar Ermeniler, Yahudiler, Süryaniler, Kürtler ve Türkler bu şehirde barış içinde yaşıyorlarmış. Sonrası hepimizin bildikleri.

Bu güzel kenti çevreleyen tarihi surlar, şehrin önünden akan Dicle, bereketli bahçeler, kiliseler, avlular, kapılar, burçlar, birbirinden lezzetli yemekler hepsi sıra sıra sizlere anlatmaya çalışacağım ayrıntılar. O zaman beklemeden başlayalım.

İLK GÜN-DİYARBAKIR

Otelden ayrıldıktan sonra Diyarbakır'ın ana caddesi olan Gazi Caddesi'nde ilerliyoruz. Pazar sabahı olması sebebiyle ortalık sakin gözüküyor. İlk durağımız kahvaltı salonları ile ünlü Hasanpaşa Hanı oluyor.
HASAN PAŞA HANI 
Han Osmanlılar zamanında Diyarbakır'da valilik yapmış olan Sokullu Vezirzâde Hasan Paşa tarafından 1572-1575 yılları arasında yaptırılmış. 1612 yılında Diyarbakır’a gelen ve şehri gezen Polonyalı Simeon, “Çok sayıda oda ve 500 beygiri barındırabilen yer altında iki büyük ahırının var olduğundan” bahsederken 17. yüzyılda şehre gelen Evliya Çelebi ise Hasan Paşa Hanı’nın “Kale misali, gayet metin ve müstahkem bir yapı” olduğundan bahsetmiş. Kentin ticaret merkezinde bulunan Hasan Paşa Hanı, Deliller Hanı'ndan sonra Diyarbakır’daki ikinci büyük hanmış. 

İki renkli taş sıralarının yatay olarak cephelerde kullanılması yapıyı olduğundan da uzun göstermiş gibi. Ortasında altı sütunlu, üstü kubbeyle örtülmüş şadırvan bulunuyor.
HASAN PAŞA HANI AVLUSU'NDAKİ ŞADIRVAN 
1   Han bodrum, avlulu bölüm ve üst kat olmak üzere üç katlıymış. Şu an turistik bir gezi mekanı olan Hasan Paşa Hanı, çeşitli turistik işletme ve cafelere ev sahipliği yapıyor. Özellikle kahvaltı salonları meşhur. En bilinen Kahvaltıcı Mustafa olsa da biz tercihimizi Kahvaltıcı Kadri'den yana kullanıyoruz. Rehberimiz fiyat ve kalite açısından daha iyi olduğunu söylüyor. 
  
  Kahvaltı deyince aklımıza hep Van gelir değil mi? Ama ben Diyarbakır kahvaltısını görünce "Van kahvaltısı nedir?" demeden edemiyorum. O kadar çeşit var ki! Keşke saysaydım diyorum şu an bu yazıyı yazarken.
DAHA MASAMIZ DOLMADAN GÖRÜNTÜSÜ BUYDU
   Göz dolduran, sebze, meyve açısından zengin bu kahvaltıya kişi başı 30 tl ödüyoruz. 
KAHVALTICI KADRİ'DE MASAMIZ DOLMAYI BEKLERKEN BİZ
   Kahvaltı sonrası Gazi Caddesi'ni takip ederek İçkale bölümüne Saray Kapısı'ndan giriyoruz. Hazır bu bölüme giriyorken Diyarbakır Surları'ndan bahsetsek iyi olur.

           DİYARBAKIR SURLARI 
   Ülkemizin UNESCO Dünya Miras’ı listesinde bulanan çok önemli tarihi yapılarından bir tanesi de Diyarbakır Surları'dır. Diyarbakır şehrinin çok önemli tarihi yapıları olmasına karşın en ünlüsü ve dünya çapında tarihi eser niteliği bulunanı bu surlardır.

     Diyarbakır surları dünya üzerinde Çin Seddi’nden sonraki en uzun duvar olarak kayıtlarda geçiyor. Diyarbakır kalesini oluşturan İç Kale ve Dış Kale surlarının şekli “Kalkan balığı” şekline benzetiliyor ve bu Kalkan Balığı'nın baş kısmını bizim şu an giriş yapacağımız İç Kale oluşturuyormuş.
KALKAN BALIĞI GÖRÜNTÜSÜ

     Yapıldığı dönemde eski Diyarbakır’ın tamamını içine alan bu surlar günümüze kadar sağlam kalmayı başarmış.Diyarbakır kalesi ve surları savunma amaçlı yapılmış bir yapı aslında. Özellikle İç Kale yapıldığı günden günümüze değin yönetim merkezi olmuş.Kesin olarak yapılış tarihi bilinmemekle birlikte yapılan araştırmalara göre bu surların tarihinin bölgenin yerli halkı olan Huriler tarafından M.Ö. 4000 ila 3000 yıl önce yapıldığı Bizans İmparatoru Costantinus tarafından ise M.Ö. 349 yılında yenilendiği bilgisi bulunuyor.

      Diyarbakır Surları’nın Ayrıntıları
Dış kale olarak adlandırılan surların uzunluğu yaklaşık olarak 5,5 kilometredir. Bu 5,5 kilometrelik surlar üzerinde toplam olarak 82 adet burç bulunuyor. Bu burçların yüksekliği ise 10 ila 12 metre olup kalınlığı yaklaşık olarak 3-4 metreymiş. İç kale tam olarak dış kalenin kuzeydoğu kısmında bulunmakta olup Virantepe adı verilen tepe üzerinde konumlanmış. Virantepe aynı zamanda şehrin en eski höyüğü oluyor. Bu güzelim surların bir kısmının şehrin nefes alamadığı neden gösterilerek Cumhuriyet Dönemi'nin iki işgüzar valisi tarafından yıktırıldığını belirtmeden geçmeyelim.

Bu surlardan dışarı toplam 4 adet kapı açılıyor. Bunlar:

Dağ kapı (kuzey), Urfa Kapı (Batı), Mardin Kapı (Güney), Yeni Kapı (Doğu) dır.
İçkale'de de Saraykapı, Küpelikapı, Fetihkapı ve Oğrunkapı olmak üzere 4 kapı bulunuyor. 

Fetihkapı ile Oğrunkapı dışarıya, Saraykapı ve Küpelikapı ise şehrin içine açılır. Fetikkapı yıllar yıllar önce Halid Bin Velid’in şehre giriş yaptığı kapı imiş. Bugün ise Fetih ve Oğrun kapıları kullanılmamaktaymış.

    Bizse nihayet İç Kale'ye giriş yapıyoruz. Çok değil 1-2 sene önce insanların yoğun bir şekilde yaşadığı bu bölüm yaşanan olaylar sonrası bomboş ama düzenli bir halde görünüyor. TOKİ ile birlikte bir Kentsel Dönüşüm Programı çerçevesinde bu alandaki birçok yer günümüzde restorasyon geçiriyor.
DUVARDAKİ TABELADA İÇ KALE'NİN ESKİ VE YENİ HALİNİ GÖRÜYORUZ
     2 Seneden beri devam eden restorasyon sonucunda gördüğümüz alanda nasıl bir değişiklik olduğu panolara yansımış. 
İÇ KALE'DEN BİR GÖRÜNÜM
     İç Kale'nin yönetim bölümü olarak adlandırılan kısmında açılmış ve düzenlenip, açılacak olan birçok müze var. Önce bu müzeleri görmek için o bölüme geçiyoruz. Giriş eğer müze kartınız varsa ücretsiz oluyor tabi ki.
MÜZELER BÖLÜMÜ'NE BURADAN GİRİLİYOR 
     Sol taraftan devam ettiğinizde önünüze eski cezaevi çıkıyor. Sonra da St. George Kilise'sine giriş yapıyorsunuz. Aşağıda soldaki eski yapı kilise binası oluyor.
      
SOLDAKİ BİNA KİLİSE BİNASI
     Dicle Vadisi'ne bakan bu kilise ufak tefek ama 3. yüzyıldan kalma özelliğiyle kentin en eski kilisesi durumunda. Roma Dönemi'ne ait olduğu düşünülen kiliseye Artuklular da ufak tefek eklemeler yapmışlar. Şu an sanat galerisi olarak kullanılıyormuş.
KİLİSENİN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
KİLİSENİN DİCLE'YE BAKAN BÖLÜMÜ
   Kiliseden çıkıp, İç Kale Müzesi'ne giriyoruz. Girişte çantalarınızı dolaplara bırakmanızı istiyorlar.
GİRİŞTEKİ BİLGİLENDİRME PANOSU
     Müze'de eski dönemlere ait çeşitli kazılarda çıkartılmış birçok eser bulunuyor. 2 katlı bir müze.
MÜZENİN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
BEREKETLİ HİLAL'İN KOCAMAN BİR HARİTASI
    Aynı bölümde Körtik Tepe kazılarında çıkarılan ve bölgenin amblemi olmuş mistik Körtik Yaratığı'nı da görebilirsiniz.
KÖRTİK TEPE KAZILARINDA ÇIKARILANLAR
 Körtik Tepe Diyarbakır'ın Bismil ilçesi Ağıl Köyü civarında Batman Çayı ile Dicle Nehri'nin birleştiği bir noktada bulunuyor. Neolotik çağa ait yaşam izlerine rastlanan bölgede 2000 yılı itibariyle yapılan kazılarda birçok eser gün yüzüne çıkartılmış. Yapılan incelemelerde insanların yerleşik düzene geçtiği, besin üretme teknolojilerini geliştirdiği anlaşılmış.
KÖRTİK TEPE'NİN MASKOTU
    Bu müze kompleksinden  çıkıp, aynı bahçede yer alan Atatürk Evi'ne gidiyoruz.
İÇ KALE ATATÜRK EVİ
    1900'lerin başında yapıldığı düşünülen bina 1917'de Atatürk 2. Kolordu Kumandanlığı rütbesiyle şehre geldiğinde ona ev sahipliği yapmış.
MÜZENİN GİRİŞİ

MÜZEDE BİR ODADAN GÖRÜNÜM
   Atatürk Evi'nin yanında çıkışa doğru konumlanmış Hz. Süleyman Cami'ne dıştan bir göz atıp, bu bölümden ayrılıyor ve surlara doğru yöneliyoruz. 
Hz. SÜLEYMAN CAMİ
    Hz. Süleyman Cami 1155-1160 yılları arasında yapılmış. Caminin en önemli özelliğinin Hz. Ömer döneminde Diyarbakır'ın fethinin buradan başlaması olarak gösteriliyor.
Hz. SÜLEYMAN CAMİ VE BİZ
    İç Kale Parkı'ndan yürüyerek polis tarafından girişi kapatılmış surların üstüne çıkıyoruz. Çıkış biraz adrenalin içeriyor. Ama surun üstüne çıktığınızda muhteşem Dicle manzarası sizi karşılıyor. Bu arada Diyarbakırlılar'ın surlara "Beden" dediğini biliyor muydunuz? Cevabınız "Hayır" ise artık öğrenmiş oldunuz.
DİCLE KIYILARI VE BAHÇELER UZAKTAN GÖRÜNÜYOR
   Surun üstünden çok kısa zaman önce halkla güvenlik güçleri arasında yaşanan çatışmalar sonucunda şu an boşaltılmış bölüm gözüküyor. Her taraf viran bir halde.
ESKİDEN EVLERİN OLDUĞU VE ŞU AN YIKILMIŞ BÖLÜM
   Bir zamanlar surlara bile yaslanıp, ev yapanlar varmış. Şimdi hepsi yıkılıp, temizleniyor.

SURLARIN HALİ
   Ve uzaklardan gözüken, çatışmalarda zarar gören Kurşunlu Cami. Adı gibi her tarafı kurşun izleri içinde.
KURŞUNLU CAMİ

VE SURLARIN ÜSTÜNDE BİZ

  Bu bölümden aynı hizada Dicle'nin diğer tarafına bakarsanız Dicle Üniversitesi'ni görebilirsiniz.
UZAKLARDA GÖZÜKEN DİCLE ÜNİVERSİTESİ
   Ve sur üstünden en son az önce gezdiğimiz İç Kale Müze Bölümü'ne bakıp, iniyoruz.
İÇ KALE MÜZE BÖLÜMÜ
İç Kale Park Bölümü içinde ortada Havlet Baba Türbesi bulunuyor. Oturma alanları ve yeşillikler içinde insanlar burada yürüyüş yapıyorlar. 
     
Bizse İç Kale'den çıkar çıkmaz Mardin'in dibek kahvesiyle yarışacak Diyarbakır Dibek Kahvesi ile karşılaşıp, tadına bakıyoruz. Kahvecinin söylediğine göre Mardin'in kahvesinde 3 çeşit daha fazlalık bulunuyor. 

Kahve tadımı sonrası gelmeden çok merak ettiğim eski adı Gavur Mahallesi olan şimdi yasaklı Sur İçi'nde kalan yere doğru yürüyoruz. Mahalle'ye giriş polis tarafından yasaklanmış. Biz de İç Kale surlarının batı yüzünde bulunan Arbedaş Suyu'na bakmak için duruyoruz.
   
Eski kaynakları okuduğunuzda Diyarbakır'da Sur İçi'nde 130 adet çeşme ve 20 adet hamamın varlığından bahsediyor. Bunların en ünlüsü Dağkapı yakınlarındaki Anzele Suyu. Ayrıca ünlü Hamravat Suyu'ndan da bahsetmeden geçmesek iyi olur.

Diyarbakır'ın içme suyu kantaralarla-su kemerleriyle Karacadağ’ın eteklerinden Kanuni’nin getirilmesini istediği Hamravat Suyu’dur.Kanuni doğu seferine giderken bu suyun yanında otağ kurmuş ve şu ünlü sözünü de burada söylediği biliniyor:
Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.

Diyarbakır'da su üzerine söylenenler bitmez. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki su sıkıntılarını gidermek için Dicle Nehri’ne kelle atma geleneği uygulanırmış. Bu kelleler kentte yaşayan Yahudi Mezarlığı'na gidilerek bulunurmuş. Mezarlardan biri açılır ve cesedin kafası gövdesinden ayrılır, Dicle’ye atılırmış. Bu sebeple Yahudiler bir süre eski Kore Mahallesi’ndeki evlerinin bahçesine gömmüşler ölülerini. Yahudilerin bu rahatsızlığı üzerine gelenek bir Yahudi'nin başından bir kova su dökmek üzere dönüştürülmüş. Bunun sebebi de Yahudilerin Dicle’ye bakan Yenikapı-Su Kapısı civarında oturmasından dolayıymış. 

2000’lerin başında ise Diyarbakır su sorunu yaşamaya başlamış.Öyle ki Diyarbakırlılar yağmur duasına çıkmaya başlamışlar.  Bu güzel şehirde suyun hikayesi nerelerden nerelere gelmiş. İşte şu an dibinde olduğumuz Arbedaş Suyu da bunlardan biri.
ARBEDAŞ SUYU
Bu çeşmeyi yaptıran kişi minik bir de havuz inşa etmiş buraya. Günümüzde kullanılmayan, pek iyi gözükmeyen bir su kaynağı durumunda.
ARBEDAŞ SUYU HAVUZU
 Artık İç Kale'den Sur İçi bölümüne doğru yürümeye başlıyoruz. Yürüyüşümüz sırasında yol kenarında ot dolu arabaları ile satıcılar gözümüze çarpıyor. Diyarbakır İzmir gibi tanınmasa da otlarıyla meşhur bir başka kent. Adını aklımda tutamayacağım bir yığın ot ve sebze kentlinin mutfağını süslüyor. Bunlardan bazıları su teresi, tırpar (semizotu benzeri), gulik otu, bendik (kazayağı), kardi, güveç otu, akbandir, sirım olarak sayılabilir.
SU TERESİ SATICISI YUSUF
Diyarbakır'da bulunduğumuz sürece su teresi yeme şansına erdik. Çok da sevdik.

DİYARBAKIR GEZİSİNE DEVAM

Gezimize pazartesi kapalı olan müzeleri ziyaret etmekle devam ediyoruz. Diyarbakırlı edebiyatçılardan Ahmed Arif ve Cahit Sıtkı Tarancı'nın Müzeleri'ne ulaşıyoruz. Ama öğle saati olduğu için her ikisi de kapalı olduğundan hemen çarprazında bulunan Ulu Cami gezimizi öne alıp, camiden içeri giriyoruz.

ULUCAMİ
 Şehirde bulunan tarihi camiler içinde en büyüğü ve en ünlüsü olan Ulu Cami, Anadolu’nun en eski camilerinden biriymiş. Yapı 639 yılında Hz.Ömer Dönemi'nde şehrin merkezindeki en büyük mabed olan Mar Toma Kilisesi'nin bulunduğu alana inşa edilmiş. Daha sonra 1091 yılında Büyük Selçuklu Hükümdarı Melikşah’ın buyruğu ile büyük bir onarım görmüş. Değişik dönemlerde de birçok kez onarım ve eklentilerle bugünkü şeklini almış.

    Büyük Selçuklu hükümdarı Melikşah, İnal ve Nisanoğulları, Anadolu Selçuklu hükümdarı Gıyaseddin Keyhüsrev, Artuklular, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan ve Osmanlı padişahlarından birçoğuna ait kitabeler caminin muhtelif yerlerinde görülüyor.

   Erken İslam döneminin ünlü Şam Emeviye Cami’nin Anadolu’ya yansıması olarak yorumlanan Diyarbakır Ulu Camii, İslam âleminin 5. Harem-i Şerifi olarak kabul edilmektedir. Ulu Cami’nin avlu cephelerinde farklı dönemlere ait mimari bezemeler, kabartma ve yazıtlar büyük bir uyum içerisinde yerleştirilmiş.
CAMİDEKİ KABARTMALARDAN BİRİ
     Bünyesinde  iki camisi (Hanefiler ve Şafiler Bölümü), iki medresesi (Mesudiye ve Zinciriye), doğu-batı maksuresi, minaresi, abdesthane kısımları ve bütün bu külliyenin ortasında büyük dikdörtgen bir avlu bulunuyor. 
MESUDİYE MEDRESESİ
     Camiye giriş üç ayrı yerden sağlanıyor. Doğuda olan kapı ana (taç) kapıdır. Ana giriş kapısının iki köşesinde aslanla boğa mücadelesini simgeleyen ve simetrik olarak işlenmiş kabartma bir figür bulunuyor. İki hayvanın mücadelesini konu alan ana giriş kapısı oldukça geniş açıklıklı bir kemer şeklinde avluya açılıyor.
ASLANLA BOĞANIN SAVAŞINI GÖSTEREN KABARTMALARLA ANA KAPI

   Avlu içerisinde yer alan sekizgen planlı şadırvan, sekiz adet sütun üzerine oturtulmuş. 
AVLUDAKİ SEKİZGEN ŞADIRVAN
     800 yıldan fazla bir geçmişi olan güneş saati avlu içerisinde yer alıyor. Bir metre kadar yükseklikteki yuvarlak bir mermer üzerine yerleştirilen metal parça, güneşin hareketiyle birlikte çevresinde dönen gölge marifetiyle zamanı gösteriyor.
EL-CEZİRE'NİN GÜNEŞ SAATİ
Sibernetiğin babası olarak kabul edilen ünlü bilgin El-Cezeri’nin yaptığı güneş saatinin, caminin dışındaki meydanda bulunduğu ancak 1920’lerde şimdiki yerine getirildiği söyleniyor. Diyarbakır’a gelen yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı olan ve yer yer çatlayan güneş saatinin, daha fazla yıpranmaması için çevresine demirden korunak yapılmış.

Bu arada yeri gelmişken bahsetmeli; Diyarbakır'da yapılar bölgenin taşlarından yapılıyor. Bu taşlar Diyarbakır'ın batısında bulunan volkanik bir dağ olan Karacadağ'dan sağlanıyor. Koyu renkli bazalt taşı şehirde tüm mimaride kendini muhteşem bir şekilde gösteriyor. 

Ulu Cami'den ayrılıp, yeni düzenlenen Diyarbakır dükkanlarını dolaşıyoruz. Sol tarafta renk renk ürünleriyle caddeyi süsleyen aktarlara, sağ tarafta içlere doğru el sanatları dükkanları eşlik ediyor. Demirciler, bakırcılar, peynirciler gibi birçok alanda pasaj bulunuyor. Tabi Diyarbakır'ın eski dönemlerini düşünürsek Ermeniler ve Süryaniler'in önderliğinde bugün artık yok olmuş bir çok meslek türü sayılabilir.
DİYARBAKIR BAKIRCILAR ÇARŞISI
Bir bakırcı dükkanına giriyoruz. Genç bir usta 30 yıldır bu işi yaptığını söylüyor. Yaşını sorduğumda 35 olduğunu öğrenip, birlikte gülümsüyoruz.
GENÇ BİR BAKIR USTASI
İç dükkanda özel taşlarla bezenmiş güzel bakır çalışmaları bulunuyor. Yolunuz düşerse mutlaka uğrayın. Orijinal kahve fincanları bulunuyor.

Biz fazla oyalanmadan Dengbej Evi'ne yöneliyoruz. "Dengbej nedir?" diyenleri duyuyor gibiyim. Dengbej kelime manası ile "Sese biçim veren" anlamını taşıyor. Köyden köye, şehirden şehre göç ederek yaşayan hayatını söyledikleri türküler sayesinde kazanan kişilerdir aslında. Türkülerini genelde aşk, trajedi, zulüm ve  sevgi üzerine söylüyorlar.

Dengbej Evi pazartesileri kapalı olduğundan biz bugün görmek zorundayız. Bugün de saat 17.00'ye kadar açık.
DENGBEJ EVİ'NE DOĞRU İLERLİYORUZ
DENGBEJ EVİ
Suriçi’nde Melik Ahmet Caddesi’nden Balıkçılarbaşı’na giderken tarihi Behrampaşa Camii’nin hemen yanındaki eski bir Diyarbekir Evi’nde, evin geniş avlusuna kurulan Dengbej Divanı, kış nedeniyle evin kışlık odasına taşınmış.
DENGBEJ EVİ'NİN GİRİŞİ
    Girişte, avluda sağ tarafta tuvaletler solda da kışlık salon bulunuyor.
DENGBEJ EVİ'NİN AVLUSU
    Biz avluya girdiğimizde daha odada kimse olmadığı için ilk bizler köy evi tarzındaki odaya yöneliyoruz. Odanın hemen solunda, girmeden duvarda Dengbejler'in isimlerinin asılı olduğu bir pano görüyoruz.
DENGBEJLERİN LİSTESİ
  Vee odaya oturmaya başlıyoruz. Uzun zamandır dengbej kavramını bilip, hakkında okuyup, canlı izlemek isteyen biri olarak cidden merak içindeyim. Biraz sonra Dengbejler ve başka kişiler de geliyor ve salon doluyor. Ve dengbejler başlıyor.
DENGBEJLER SIRAYLA OTURUYOR
Dengbejlerin biri bitirip, biri başlıyor. Bazıları hafif bir sesle klamı söyleyen kişiye vokal yapıyor. Aslında anlayabilsek dile getirdiklerinin çok özel ve  önemli şeyler olduğunu düşünüyorum. 

Kürt tarihini, kültürünü, folklorunu, edebiyatını, müziğini yüzyıllar boyunca hafızalarına kazıdıkları bu olayları klama dönüştürüp kuşaktan kuşağa aktarıyor ve yeni nesillerin unutmamasını sağlıyorlar.
DENGBEJ EVİNDE BİR KLAM ANI
Bu Dengbej Evi 2007 yılında Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi tarafından dengbejleri bir araya getirmek, dengbejlik geleneğinin tanıtımı ve yaşatılması amacıyla kurulmuş. 2000 yılında belediye tarafından organize edilmeye başlanan kültür sanat festivalleriyle, unutuldukları köşelerden tekrar çıkıp festival sahnelerinde boy gösteren dengbejler, faaliyetlerini Dicle Fırat Kültür Merkezi bünyesinde sürdürüyor. 

2007 yılında Dengbej Evi’nin açılmasıyla birlikte dengbej dönüşümlü olarak pazartesi hariç her gün sabah 9’dan 17’ye kadar kesintisiz klam, stran söylüyormuş. 

Dengbej Evi'nden ayrılarak dengbej evi ile aynı sokakta bulunan Behram Paşa Cami'ne gidiyoruz. Behrampaşa Cami bir 16. yüzyıl camisi ve Mimar Sinan eseri olduğu biliniyor. Şehrin taş işçiliği yönünden zengin yapıları arasında bulunuyor.
BEHRAMPAŞA CAMİ
Caminin imamından anahtarını alıp, içine giriyoruz. Ahşap işçilikleri de taş işçiliği kadar güzel bu caminin.
CAMİNİN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
Caminin avlusunda tüm Diyarbakır camilerinde olduğu gibi sekiz köşeli Arap mimarisi bir şadırvan mevcut.
BEHRAMPAŞA CAMİSİNİN GİRİŞİ
Behrampaşa Camisi'nden çıkıp, Diyarbakır'ın "KÜÇE" diye adlandırılan labirent gibi dar sokaklarında yürümeye başlıyoruz.
DİYARBAKIR SOKAKLARI

 Sokaklara dalmışken biraz Diyarbakır Evleri'nden de bahsetsek iyi olur.  Diyarbakır’da köklü bir mimari gelişimin varlığını ortaya koyan eski yapıların başında evler geliyor. En az 7000 yıllık kesintisiz bir kültürel geçmişe sahip olan Diyarbakır’ın  evleri de binlerce yılın verdiği deneyim sonucu gelişerek kentin tarihi kimliğine ve iklim koşullarına en uygun forma kavuşmuş ve böylece kendine özgü karakteristik özellikler taşıyan bir mimari biçim ortaya çıkmış.

İklim, topoğrafya, sosyal, ekonomik ve kültürel değerler Diyarbakır evlerinin fiziki biçimlenmesini etkileyen en önemli etkenler aslında.

Karasal iklim özelliği gösteren Diyarbakır’da kışlar soğuk ve az yağışlı, yazlar uzun ve kurak geçiyor. Yazların çok sıcak geçmesi ve uzun olması kentteki yapıların biçimlenişinde önemli rol oynamış. Merkezi avlu etrafında sıralanmış yaşam odaları mevsimlere göre dizayn edilmiş.

Diyarbakır evleri yapılırken gelenek ve göreneklerin de yapılara yansıdığı görülüyor. Bu durum evlerin yüksek duvarlar ardında ve dışa kapalı ve içe dönük mahremiyetin gözetildiği bir karakterde yapılmasına neden olmuş.

Evler çoğunlukla, zemin, zemin üstü bir katlı olarak inşa edilmiş. İki veya üç katlı yapılar yok denecek kadar az.Yaz ve kış odaları ayrı tutulmuş. 

Yaz odaları serin olması sebebiyle genellikle kuzeye doğru yönlendirilmiş. Kış odaları da sürekli güneş gören kısma konumlandırılmış.

Diyarbakır geleneksel evlerinin önemli bir kısmı düz damlı oluyor. Bu durum günlük hayatın bir sonucu yine. Çünkü sıcak yaz gecelerinde avlu ve damlarda yazın taht denilen yüksek ve genellikle ahşap karyolalarda yatıldığından düz damlar tercih ediliyor. 

Büyük ve zengin ailelerin evleri harem ve selamlık olarak iki ana binadan meydana geliyormuş.  Bu bölümler iki ayrı ev gibi düşünülmüş tabi ki. Her iki bölümün de sokakla olan bağlantıları ayrı kapılarla sağlanıyor. Bu evlerin kendi aralarında da birbirleriyle bağlantıları bulunmaktadır.

Evler kendi içinde kare, dikdörtgen ve yamuk planlı bağımsız bir avlu ile onu saran bir, iki, üç veya dört kanattan oluşan yaşam mekanları ile çevrililer. Zemin katta mutfak, tuvalet, ahır ve varsa banyo gibi servis mekanları yanında havuzlu eyvanlar ve odalar gibi yaşama mekanları bulunur. 

Günümüzde bu eski yapıların hepsi güzel bir onarımı beklerken, Yenişehir diye geçen şehir bölümü ise tamamen betonarme ve yüksek katlı binalara teslim olmuş durumda.

Bu güzel sokakları geçip, Ali Paşa Mahallesi'ndeki Süryani Meryem Ana Kilisesi'ne gidiyoruz.
MERYEM ANA SÜRYANİ KİLİSESİ
Milattan önceki yıllarda Güneş Tapınağı olarak kullanılan mabedin üstüne, 3. yüzyılda bu kilise kurulmuş. Bir zamanlar Patrikliğe ev sahipliği yapması ile anılan kilise birçok saldırıya uğrayıp, yakılıp, yıkılmış. Kilisede o eski çağlardan günümüze ulaşan dört adet parça rahiplerin bulunduğu bölümde sıralanmış.
ÖNDEKİ DÖRT SÜTUN EN ESKİ ZAMANLARDAN KALMA
Kilisenin rahibi bize bilgi verdikten sonra kilisede küçük bir gezi yapıyoruz.
KİLİSENİN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
Gezimiz sonrası rahip bize kutsal kitaplarından duaların farklı makamlarda okunuşlarını gösteriyor ve anlamlarını açıklıyor.
RAHİP OKUMA YAPARKEN
 Kilise'den ayrılıp, yine aynı mahallede bulunan Cemilpaşa Konağı'na geçiyoruz.
CEMİLPAŞA KONAĞI
Mardin Kapısı yakınlarında Ali Paşa Mahallesinde yer alan konak 1887-1888 yıllarında 23 yıl Yemen'de valilik yapmış olan Cemil Paşa tarafından yaptırılmış. 

Cemilpaşa dönemin zenginlerinden biri aslında. Şeyh Sait ayaklanması sonrasında tüm ailesi sürülüyor, bu güzel konak bir ara ilkokul oluyor, bir ara tekrar bir bölümü Cemilpaşa'nın çocuklarına geri veriliyor ama en sonunda bu halini alıyor.
CEMİLPAŞA KONAĞI'NDAN BİR GÖRÜNÜM
Oldukça geniş bir alanı kaplayan konak, haremlik ve selamlık bölümlerinden oluşuyor. Selamlık bölümünün tamamı; haremlik bölümünün ise doğu bölümü iki katlı olarak düzenlenmiş. Şu an Diyarbakır Valiliği ve Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinin ortak projesi sonucunda Kent Müzesi olarak kullanılıyor.

Çok dolu bir müze olduğu söylenemez. Bu konağın eski sahiplerinin başına gelenleri okuyup da burayı gezdiğim için gezerken pek iyi hissetmedim kendimi. Neler var? Bilindik şeyler var. En çok hoşuma giden çekmeceler halinde dizilmiş Diyarbakır Yemekleri sandığı oldu.
DIŞARI YÜZDE KÜRTÇE, İÇERİSİNDE TÜRKÇE YEMEK ADLARI
   Cemilpaşa Konağı'ndan çıkıyor ve küçelere dalıyoruz yine. Küçelerde yürürken gözüm hep evlerin kapılarının Şakşako diye anılan kapı kollarında. Ama bir tane bile göremiyorum ne yazık ki!
KÜÇE-DİYARBAKIR SOKAKLARI

   Diyarbakır sokaklarında yürüye yürüye Mardin Kapı'ya doğru ilerleyip, buradaki Deliller Hanı'na ulaşıyoruz. 

    DELİLLER HANI 
Diyarbakır’da önemli kervansaraylar arasında olan tarihi han 1527 yılında dönemin Diyarbakır Valisi Hüsrev Paşa tarafından arkasındaki cami ve medrese ile birlikte inşa edilmiş. 
DELİLLER HANI-YENİ KERVANSARAY OTELİ
Deliller Hanı olarak bilinmesinin nedeni Hicaz’a gidecek hacı adaylarını götürecek delillerin (rehberlerin) bu handa kalmalarındanmış. Han bir zamanlar sefere çıkan Osmanlı Hükümdarları'na bile ev sahipliği yapmış. 

Han avlulu, iki katlı olarak inşa edilmiş. Çok geniş bir alanı kaplayan hanın ortasında havuzlu, kareye yakın bir avlusu var. Ana malzeme olarak tabi ki siyah bazalt taş ve beyaz kalker taşı kullanılmış olan hanın caddeye bakan kısmında ahır bölümü yer almakta ve burası tek katlıdır. 

Bu güzel han günümüzde Yenikervansaray Oteli olarak bilinse de son dönemde yaşanan olaylar nedeniyle boş ve bu sebeple de biraz bakımsız durumda.

Deliller Hanı'nın tam karşı çarprazında ise Diyarbakır'ın Fesih Gündoğar tarafından 21 yılda yapılan maketini bir camekanın içinde görebilirsiniz.
DİYARBAKIR MAKETİ
Sur'un ustası olarak bilinen Fesih Gündoğar'ın asıl mesleği oto tamirciliğiymiş.  1985'te maket yapmaya başlamış. 1995'ten beri ise Sur'un maketini yapmaya başlamış. Bunun için de havadan çekilen bir fotoğrafı kullanmış. Gündoğar önce parçaları eğeleyip, oyuyor, sonra da boyayıp yerleştiriyormuş. Tabi maketteki binaların bir kısmı bugün artık yok.
FESİH GÜNDOĞAR MAKETİYLE
Aynı caddede merkeze doğru ilerlerseniz solda hemen peynirciler pasajını görebilirsiniz.
DİYARBAKIR'IN PEYNİR ÇEŞİTLERİ
Envai çeşit peynir içinden seç, beğen al. Uzun bir zaman alır buradan çıkması. Bu sebeple biz  gezimize kaldığımız yerden devam etmeyi tercih ediyoruz. Yine Gazi Caddesi'ne doğru ilerliyoruz. Bugün buradan kaçıncı geçişimiz bilmiyorum. Yol üstü yemyeşil aktar dükkanları önünden geçiyoruz.
GAZİ CADDESİ'NİN RENKLİ AKTAR DÜKKANLARI
Aktarların önünden geçip, Dört Ayaklı Minare ve Şeyh Muhattar Cami'nin olduğu araya giriyoruz. 

ŞEYH MUTAHHAR CAMİ-DÖRT AYAKLI MİNARE HAKKINDA
Diyarbakırlılar bu camiyi “Şeyh Matar Camii” olarak adlandırıyor. Şeyh Mutahhar adlı bir zatın mezarının olduğu yere yapıldığı için bu isim verilmiş. Caminin hemen önünde de Akkoyunlu hükümdarı Kasım Bey tarafından yaptırılmış Dört Ayaklı Minare bulunuyor.

Şimdilerde yol ortasında kalmış olan 500 yıllık Dört Ayaklı Minare'ye bazen yoldan geçen araçlar çarpıyormuş. Bu sebeple Dört Ayaklı Minare´nin kaide taşlarından biri çatlamış durumdaymış. İTÜ´den gelen uzmanlar, bunun bir tehlike oluşturmadığını belirlemişler. 

Plansız kentleşme ve tarihi eserlere sahip çıkılmamasından dolayı, 500 yıllık caminin bitişiğine evlerin inşa edilmesi çok komik. Dört Ayaklı Minare´nin altından farklı zamanlarda 7 kez geçildiğinde geçenlerin dileklerinin kabul olduğu söyleniyor.

Bu kadar bilgi sonrası Dört Ayaklı Minare ve  Şeyh Mutahhar Cami bugün ne durumda dersiniz? İşte tam da aşağıdaki gibi.
BU ALANA GİRİŞ YASAK
İkisini de yakından göremiyoruz. Çünkü giriş yasak. Tahir Elçi tam da bu alanda öldürüldüğü için tüm sokak kurşun izleriyle dolu ve  Sur içindeki birçok yer gibi giriş de yasak. Minarenin birçok yerinde de kurşun izleri mevcut.
AYNI SOKAKTAKİ DÜKKANLARIN HALİ
Buruk bir şekilde bu sokağı terk edip, hemen bir yan sokakta bulunan Sülüklü Han'a geçiyoruz.

SÜLÜKLÜ HAN
1   1683 yılında Hanilioğlu Mahmut Çelebi ve kız kardeşi Atike Hatun tarafından yaptırılan tarihi Sülüklü Han 2010 yılı itibariyle restore edilip ziyaretçilerin hizmetine girmiş.

   Hasan Paşa hanı gibi son dönemlerin popüler mekanları arasında yer alıyor. Han içerisinde eski bir kuyu bulunuyor. Bir dönem hekimler tarafından burada bulunan kuyudan sülük çıkarıldığı biliniyor. Şifa amaçlı toplanan sülüklerin burada toplandığından dolayı hana Sülüklü Han ismi verilmiş.

   Üst katlarının dinlenme odası, alt depoların ise hayvanların konaklama yeri olarak kullanıldığı han Kurtuluş Savaşı sırasında süvari birliklerinin karargahı olarak kullanılmış. Şu an halka açık turistik bir cafeye ev sahipliği yapıyor. Han'a giriş demircilerin olduğu bir sokaktan yapılıyor.
SÜLÜKLÜ HAN'A GİRİŞ
 İçeri girmemizle çıkmamız bir oluyor. Pazar günü olması nedeniyle oldukça kalabalık. Gençlerin ağırlıkta toplandığı bir mekan gibi gözüküyor.
SÜLÜKLÜ HAN'IN AVLUSU
Sülüklü Han'da şarap içmeniz önerilir. Çok da güzel bir adisyon kağıdı var. Gelirken bir örneğini almayı ihmal etmeyin.
SÜLÜKLÜ HAN ADİSYON KAĞIDI
ADİSYON KAĞIDININ ARKASI
Sülüklü Han'a bir sonraki gün uğramak üzere handan ayrılıyoruz. Ana yola çıktığımızda yine yeşillik satan bir seyyar satıcı gündemimize bomba gibi düşüyor.
DİYARBAKIR'IN YEŞİLLİK SATICILARI
Ulu Cami'nin arkalarında başka bir avluda müzik yapan bir kültür evine geçip, akşamüstü çaylarımızı Diyarbakır simitleri eşliğinde içiyoruz. Burası canlı müzik yapılan, gençlerin ağırlıkta olduğu bir mekan. Oturup, yediğiniz içtiğiniz şeylere müzik parası da ekleniyor bilginize. Ama yine de İstanbul fiyatlarına göre çok uygun. 10 çaya müzik parasını da ekleyip 35 tl fiyat istediler. Kısa bir müzik ve dinlenme sonrası hemen Cahit Sıtkı Tarancı Müzesi'ne geçiyoruz.

CAHİT SITKI TARANCI MÜZESİ
1    Diyarbakır evlerinin özelliklerini en özgün biçimde muhafaza eden ve güzel örneklerden birisi olan Cahit Sıtkı Tarancı'nın doğduğu evdir. Diyarbakır il merkezinde Camii Kebir Mahallesi, Cahit Sıtkı Tarancı Sokak No:3 de bulunan bu ev, 1733 yılında inşa edilmiş ve daha sonra da Cahit Sıtkı Tarancı'nın ailesine geçmiş. Diyarbakır sivil mimarisinin en güzel örneklerinden biri olarak günümüze ulaşmış. Haremlik ve selamlık olarak inşa edilen evin selamlık kısmı sonradan yıkılmış. İki katlı bu yapı, kesme siyah bazalt taşından inşa edilmiş.
MÜZENİN BAHÇESİNDEN BİR GÖRÜNÜM
Yapıya daracık bir sokaktan, tek kanatlı ahşap bir kapıyla giriş sağlanıyor. Ayrıca Haremlik kapısı da iki kanatlı olup şehrin kuzey istikametine bakıyor. Bina iklim şartlarına uygun olarak mevsimlere göre cephelere yerleştirilmiş. Yazlık (Kuzeyde), Kışlık (Güneyde), İlkbaharlık (Doğuda), Sonbaharlık bölüm de (Batıda) bulunuyor.

Beyaz renkli "ciz" veya "kehal" denilen süslemeler bu binada da en güzel şekilde kendini gösteriyor. 
BEYAZ RENKLİ CİZ ya da KEHAL SÜSLEMELERİ
Binada büyüklü küçüklü toplam 14 oda, mutfak, kiler ve tuvalet bulunuyor.
BAHÇEDEKİ BÜST

Cahit Sıtkı Tarancı 2 Ekim 1910 yılında bu evde dünyaya gelmiş. Cahit Sıtkı Tarancı'nın çocukluk ve gençlik yıllarının bir bölümünün geçtiği bu tarihi ev 1973 yılında Kültür Bakanlığı tarafından satın alınarak onarıldıktan sonra, 29 Ekim 1973 yılında Cahit Sıtkı'nın anısını yaşatmak ve ismini ebedileştirmek amacı ile müze olarak hizmete açılmış.
BAHÇEDEKİ BİR BAŞKA HEYKEL
44 yıldan beri müze olarak hizmet veren tarihi evde, 19.yüzyıl Diyarbakır yaşantısını canlandıracak etnoğrafik malzemeler ile Cahit Sıtkı Tarancı'nın özel eşyaları, el yazısı ile yazılmış mektupları ve kitaplarının yanı sıra aile fotoğrafları ve belgelerde sergileniyor.
MÜZEDEN GÖRÜNÜM
MÜZEDEN BİR GÖRÜNÜM
MÜZEDEN BİR GÖRÜNÜM
Ve bu uzun günün sonları gelirken, dev binalarla bezenen Yenişehir'e doğru arabayla kısa bir tur yaptıktan sonra rehberimizle saat 19.00'da akşam yemeği için buluşmak üzere ayrılıyoruz. Hepimiz otelimize geçip, hem sıcak bir duşun keyfini çıkartıyoruz hem de biraz dinleniyoruz. 

DİYARBAKIR'DA YEMEK
Diyarbakır deyince ilk akla gelen Kaburga Dolması'dır. Rivayete göre bu yemek bu şehre Ermenilerden miras kalmış. Biz bu akşam bu yemeği şehrin en ünlü kaburgacısı Kaburgacı Selim'de yiyeceğiz.
KABURGACI SELİM
Bahar başında altı aylık kuzudan, sonbahardaysa bir yaşındaki oğlak kaburgasından yapılıyormuş bu yemek. Kaburga dolması Diyarbakır’ın her yanında yapılsa da en lezzetlisinin Lice’de piştiği söyleniyor. Çünkü bu zahmetli yemeği kadınlar evlerinde haftada bir kaç kez pişiriyorlarmış.Bu yemekte et kadar içine doldurulan pilav da çok önemliymiş. Domates salçası, pul biber, kıyılmış maydanoz, kuru soğan ve reyhanla yapılan tereyağlı pilavda mutlaka Karacadağ pirinci kullanılması gerekiyormuş.

Tabi Diyarbakır'da yemek önemli bir konu. Herkes bu konuda Gaziantep ve Urfa'ya gidip, gelse de Diyarbakır es geçilmemeli bence. Şehrin önemli restoranlarından biri de Hacı Halid.

Hacı Halid’de daha sonra Kenger Meftunesi’nin tadına bakılabilir ama biz bu kez onu tadamadan geldik. Meftune yörenin tören yemeği sayılıyor. Hatırlı konuklar geldiği zaman, düğünlerde, Kurban Bayramı’nda bu yemek mutlaka sofrada oluyormuş. Kışın kabaktan, yazın patlıcandan yapılıyormuş. Ama mevsimine göre değişik sebzelerle çeşitlenebiliyormuş. Örneğin Hırçikli, Kengerli, meyveli meftuneler de revaçtaymış.

Diyarbakır'da kenger çok önemli. Kenger, dağda yetişen bir diken. Karaciğer’in dostu sayılıyor. Çünkü ona şifa veren ilaç bu dikenden elde ediliyormuş. Mevsim gereği bu kez yiyemedik ama mevsimi gelince mutlaka bir şekilde tadına bakma niyetindeyim.

Hacı Halid'de birçok yöresel yemek bulma şansınız var. Yöresel yemeklere örnek verecek olursak Nardan Aşı, Tırşık, Cartlak Kebabı, İçli Köfte, Babagannuş gibi yemekler gösterilebilir. Anlayacağınız Diyarbakır'da yemek mevzusu uzar gider. Gelelim bizim akşam yemeğine.

Saat 19.30 gibi Dağ Kapı Meydanı'nı geçip, Kaburgacı Selim Amca'ya giriş yapıyoruz. Yöresel yemekleri tatmak istediğimiz için bize ona göre servis yapıyorlar.

Önden soğuk buğdaylı lebeni ve gavurdağı salatasına benzeyen ekşi bir salata geliyor. Yanında roka tabağı masayı süslüyor.
KABURGACI SELİM'DE AKŞAM YEMEĞİ
Arkadan bir adet içli köfte ve bağırsak dolması mumbar geliyor. Hepimiz mumbarı çok tatsız, tuzsuz buluyoruz.
İÇLİ KÖFTE VE MUMBAR
Arkadan da ana yemeğimiz Kaburga Dolması hemen önümüzde işini bilen garsonlar tarafından hazırlanıyor.
KABURGA DOLMASI BİZİM İÇİN HAZIRLANIYOR
Ve 5 kişiye iki ayrı büyük tabak halinde sunuluyor. Eti tel tel ayrılan yumuşacık bir et. Kolay yenen ve insanı rahatsız etmeyecek hafiflikte lezzetli bir yemek. Beğeniyoruz.
KABURGA DOLMAMIZ MASAMIZDA
Kaburgacı Selim'de akşam yemeğimizin sonunda çayımıza sıcak irmik helvası eşlik ediyor ve 5 kişilik bu yemeğe 200 tl ödeyip, çıkıyoruz. Kişi başı 40 tl uygun gibi gözüküyor.

Uzun mu uzun bugünün sonunu erken bir saat olmasına rağmen yemek sonrası otelimize geçerek nihayetlendiriyoruz. Yarın erkenden kalkıp, yollara düşmek var. Bir gece öncenin uykusuzluğu ile erkenden yatıyoruz.

22 OCAK 2018 PAZARTESİ
Erkenden kalkıp, kahvaltı ediyor ve saat 08.15'te yola çıkıyoruz. Bugün Diyarbakır çevresinde farklı yönlerde birkaç noktaya gideceğiz. İlk durağımız Birkleyn Mağaraları oluyor. Diyarbakır çevresinde 3000-4000 civarı mağara var aslında. Bunlardan en önemlileri Birkleyn, Hassun ve Hilar’dır.

Birkleyn Mağaraları'na gitmek için Diyarbakır-Bingöl Karayolu'ndan ilerleyerek Lice'ye sapıyoruz. Yol tenha ve ara ara hem askeri kalekollar hem de kontrol noktaları bulunuyor. Birkleyn Mağaraları yoldan gözüküyor. Arabamızı yol kenarına park edip, keşfe çıkıyoruz.

BİRKLEYN MAĞARALARI VE DİCLE'NİN KAYNAĞI
Birbirine paralel kayalıkların içinde üç adet mağara bulunuyor. Dicle Nehri'nin doğu kolu olan Dibni Çayı mağaraların birinden girip, diğer taraftan çıkıyor. İşte buraya Dicle Tüneli deniliyor. Bu yüzden bu alana Asur Kralları da kitabe ve kabartma yaptırmışlar. 

Suyun içinde gözüken mağara Dibni Çayı'nın aktığı doğal tünel olup, 870 metre uzunluğunda 20-25 metre yüksekliğindeymiş. Tünelin sonunda üç çivi yazıtı ve iki kabartma bulunuyor. Bunlar 1.Tiglat-Plaser ve 3.Salmanassar'ın kabartmalarıymış.

Yoldan da gözüken büyük mağara üçgen şeklinde ve 450-500 metre uzunluğunda, 20 metre yüksekliğinde 25 metre enindedir.Burada da yine 3. Salmanassar'ın kabartması bulunuyor. Bu mağarada eski çağlara ait yaşam kalıntıları da bulunmuş.

Antik Çağlarda, bu suyun kaybolduğu yerin altına indiği yer “Dünyanın bittiği yer olarak” tanımlanmış. İtalyan filozof Pilinius bu geçidi “Ölülerin yer altı dünyasına geçtiği yer” olarak tanımlamış.

KEŞİF BAŞLIYOR
Arabadan inmeden daha uzaklardan büyük mağara gözüküyor.
BÜYÜK MAĞARA
Arabadan indikten sonra Dibni Çayı'nın minik bir kolunu taşların üzerinden atlayarak geçiyoruz.
TAŞLARIN ÜZERİNDEN KARŞIYA GEÇİYORUZ

Kısa bir patika yol yürüyor ve Dibni Suyu'nun tünelden geldiği yere yaklaşıyoruz.
KISA BİR YÜRÜYÜŞ
SU KENARINDAYIZ
Sonrası biraz kaya tırmanışı ve yukarılara yükselme. 

SU SEVİYESİNDEN YUKARILARA DOĞRU YÜKSELİYORUZ
Biraz daha yükselip, ilerleyince suyun kaybolduğu yer diye anılan Dicle Tüneli gözüküyor.
DİCLE TÜNELİ
Ve içinden akıp, giden su yola doğru çok güzel bir görüntü veriyor.
DİPNİ SUYU'NUN GÖRÜNTÜSÜ
Tünelin fotoğraflarını aldıktan sonra üstteki büyük mağaraya doğru ilerliyoruz.
BÜYÜK MAĞARA GİRİŞİNDEYİZ

Mağara o kadar geniş ki bu ilk kısmı geçtikten sonra devasa bir fabrika gibi açılıyor. Hem geniş hem de yüksek.
İÇERİ İLERLİYORUZ
MAĞARANIN İÇİNDEN DIŞARININ GÖRÜNÜMÜ
Daha ilerilere gittikçe mağara hafiften sola dönüyor ve hafifçe yükselirken de genişliğini pek kaybetmiyor.
MAĞARANIN GİRİŞİ O KADAR BÜYÜK Kİ ARKADAŞLARIMIZ MİNİCİK GÖZÜKÜYOR
Mağaradan çıkınca aşağı inmeyip, yukarıya geçiyoruz. Yukarıda da bir takım kaya geçişleri bulunuyor.
YUKARIYA TIRMANIŞ ANI
Şimdi tırmandığımız yer Dicle Tüneli'nin üst kısmında kalan ana kütle  gibi gözüküyor.
ÜST KISIMDA GEÇTİĞİMİZ GEÇİT
Bölgenin kaya oluşumları çok güzel. Her taraf kaya geçitleriyle ve iri iri kayalarla dolu.
GEÇİTTEKİ KAYALARDAN BİRİNİN ÜSTÜNDEYİZ
Ve bu geçitten geçip, ana yola doğru inişe geçiyoruz. 
ARKAMIZDAN GELDİĞİMİZ YOL GÖZÜKÜYOR
AYHAN BİZDEN ÖNDE İLERLİYOR
İnerken Asurlular tarafından yapılmış kral yolu basamaklarını görüyoruz. Bugün kullanılmıyor ne yazık ki!!
KRAL YOLU BASAMAKLARI
Ve ana yola inince Dibni Suyu Köprüsü'nden geçerken mağaranın tabelasını geçiyoruz.
BÜYÜK MAĞARA TABELASINA DİKKAT
Saat 11.00'da tekrar arabaya binip, yola çıkıyoruz. Bu sefer Silvan üzerinden Malabadi Köprüsü'nü görmeye gideceğiz. Yol uzun. Sağımız solumuz tarlalarla dolu. Biliyorsunuz bu topraklar iki nehir arasında konumlanmış bereketli Mezopotamya toprakları oluyor. İlk devirlerden itibaren tarımın yapıldığı topraklar bunlar. İlk buğdayın ekildiği, ilk tarımın yapıldığı bu topraklarda o yüzden hala buğday ekimi bolca yapılıyor.

Bir süre yol aldıktan sonra saat 12.00'da Silvan tabelası gözüküyor. Hemen durup, bir fotoğraf çektiriyoruz.
SİLVAN TABELASINDA BİZLER
Bir yarım saat sonra da Malabadi Köprüsü'ne ulaşıyoruz.
MALABADİ KÖPRÜSÜ
MALABADİ KÖPRÜSÜ
Köprü Diyarbakır-Batman arasında Batman Çayı üzerinde yer alıyor. Tarihi köprünün üzerindeki kitabeden anlaşıldığı üzere 1147-1148 tarihinde Artukoğullarından Timurtaş tarafından yaptırıldığı biliniyor.

Plan itibariyle farklı uzunluklarda, kırık hatlar halinde, doğu-batı doğrultusunda uzanıyor. Üstü eğimli, merkezi tek açıklıklı olan köprü üç bölümden oluşuyor. Ana yapı malzemesi sarı kalker taşıdır.
MALABADİ KÖPRÜSÜ

Köprü kemerinin her iki yanında kışın soğuğundan ve yazın sıcağından korunmak ve köprünün güvenliğini sağlamak için iki oda bulunuyor. Bu yüzden köprü sadece geçiş amaçlı değil konaklama amaçlı eşi benzeri olmayan bir yapıdır.Köprünün en güzel yanı iki bacağı arasındaki devasa açıklık sanırım. Bu özelliğiyle dünyada önemli bir yeri varmış bu güzel köprünün.
KÖPRÜYLE BİR GRUP FOTOĞRAFI ÇEKTİRİYORUZ
Köprünün doğu yakasında bulunan bir çay ocağının sahibi bize keyifli anlar yaşatıyor.
BİRDEN HALAY BAŞLIYOR :)

Malabadi'nin o ünlü türküsü ile köprünün bu muhteşem görüntüsü birleşirse ne olur? İşte o oluyor. Halay sonrası çaylarımıza nehrin karşı yakasındaki Malabadi manzarası eşlik ediyor.

BATMAN ÇAYI'NIN KARŞISINDAKİ MANZARA
Çaylarımızı içtikten sonra köprünün üzerinden geçiş yaparak hem köprünün barındırdığı odaları görüyor hem de diğer tarafa geçiyoruz.
KÖPRÜNÜN TAM ORTA EKSENİNDE BİZİMKİLER
Köprüden aşağı inip, batı yönünde köprünün bacağında olan kabartmayı görüyoruz. Bu arada bu güzel köprünün bir de hikayesi var. Onu anlatalım isterseniz:

MALABADİ KÖPRÜSÜ'NÜN HİKAYESİ
Bad adında genç bir adam nehrin karşı kıyısında yaşayan bir kıza aşık olur. Nehrin üzerinde köprü olmadığı için Bad sevdiği kıza ulaşamaz.İki aşıkta nehrin kıyısından karşı karşıya konuşurlar. Bir gün kız, Bad’ın yanına gitmeye karar verir ama daha karşı tarafa ulaşamadan suya kapılır. Genç adam tüm aramalarına rağmen kızı bulamaz.

Genç Bad Silvan Beyi Meya Fargin’in yanına gider ve ”Sevdiğim kız yanıma gelmeye çalışırken suya kapılıp boğuldu.Gelin burada bir köprü yapalım, insanlar rahatça geçebilsinler, sevdiklerine kavuşabilsinler” der.

Silvan Beyi'nin adamları köprüyü yarıya kadar yapar ancak köprünün kemer açıklığı İstanbul’daki Ayasofya Camisi'nin kubbesinden daha büyük olur. Silvan Beyi Bad’ı yanına çağırır ve köprünün diğer yarısını yapıp yapamayacağını sorar.

Bad köprüyü tamamlayabileceğini söyler fakat beye bir şart koşar. 
”Köprünün diğer yarısını tamamlarsam, senin sağ kolunu bilek hizasından keseceğim" der.

Aynı şekilde Silvan beyi de Bad köprüyü tamamlayamazsa onun sağ kolunu keseceğini söyler. Bad köprünün kalan kısmı için çok çalışır ve köprüyü tamamlar ve beyin sağ kolunu bilekten keser.

Ve köprüye kürtçe "Mal-(ev)" ve Bad ismini birleştirerek ”MALABADİ” adını verir. Köprünün ortasındaki kesik el figürünün ise iddiayı kaybeden beyin kesilen elini sembol ettiğini söylenir.
KÖPRÜNÜN BACAĞINDA YER ALAN KESİK EL FİGÜRÜ
Köprünün altına inip, Batman Çayı kenarına geçmek istiyoruz.
KÖPRÜNÜN ALT KESİMİNE DOĞRU
Köprünün dibinde, çayın kenarında ağla avlanan bir sürü balıkçı görüyoruz.
BATMAN ÇAYI BALIKÇILARI
Ve hemen suyun dibinde bir de KELEK gözümüze çarpıyor. 
KELEK
Kelek bir zamanlar Dicle üzerinde taşımacılıkta kullanılan bir çeşit sala deniyor. Şişirilen tulumların birleştirilmesiyle oluşuyormuş. Irak içlerine doğru ilerleyen kelekler varış yerine varınca söndürülüp, yükleri develere yükleniyormuş. Kelekçilik uzun yıllar devam etmiş ama günümüzde malum sebeplerden artık geçmişte kaldığı söylenebilir.

Batman Çayı'ndan ayrılıp, son bir kez daha Malabadi'ye bakıp, ayrılıyoruz.
MALABADİ'YE SON BAKIŞ
Saat 13.30'da tekrar arabaya binip, Silvan'da bulunan Hasuni Mağaraları'na doğru gidiyoruz.

HASUNİ MAĞARALARI
Bu mağaralar Mezolitik dönemde yerleşim alanı olarak kullanılmışlar. Bünyesinde hamam, kaya kiliseleri, sarnıçlar, ev gibi birçok yaşam alanı barındırıyor.
HASUNİ MAĞARA BÖLGESİ
Mağaralar Silvan Ovası'na hakim bir konumda bulunuyor. Birbirlerine koridorlarla bağlı 300 odadan oluşan mucizevi bir yer.
YUKARIYA ÇIKAN MERDİVENLERİN BAŞINDAYIZ
Mağaraların en tepesinde de bir sunak zirvesi bulunuyor. Mutlaka bu bölgeye geldiyseniz  görün.

TEKRAR DİYARBAKIR MERKEZE DOĞRU
Hasuni Mağaraları gezimiz sonrası arabaya binip, Diyarbakır merkeze doğru ilerliyoruz. İlk işimiz Dağ Kapı'da bulunan ciğercilerden birine dalmak oluyor. Ciğerci İbo'ya girip, siparişlerimizi veriyoruz. İlk etapta mezeler masayı dolduruyor.
DİYARBAKIR'IN SU TERESİNE BAYILDIK
Sunulan ekşi ayran, mevsim salatası, acılı ezme, sumaklı soğan ve tere ciğer gelmeden gözlerimizi doyuracak cinsten.
MEZELER
Ve sonunda ciğerimiz de geliyor. Çok rahat ciğer yiyemeyen bendeniz bile bu lezzetli ciğeri anında bitiriyorum.
DİYARBAKIR'DA CİĞERE DOYMAK
Diyarbakırlılar ciğeri sabah 05.00 gibi yerlermiş. Taze taze kesilmiş ciğer bekletilmeden sabah kahvaltısı için pişirilir ve yenirmiş.


Ciğer hepimizin hoşuna gidiyor. Lezzetli, kurumamış, mezeleriyle göz ve karın doyuran bir menü oluyor bizim için. 5 kişilik yemeğe 100 tl ödeyip, akşamın son saatlerinde gezimize devam ediyoruz.

Bugün nazımızı çok çeken arabamıza doluşup, şimdi de surların izinde ilerliyoruz. Dicle vadisinden 100 metre yukarıda olan dış surlar üzerinde 82 adet burç , iç kalede de 16 adet burç bulunuyor. Burçlar arasında da 70 cm lik geniş bir yol bulunuyor. Geneli yuvarlak olan burçların bazıları farklı formlar gösterebiliyor. Tabi ki tekniği, üzerindeki kitabeleri, kabartmaları ve şekilleriyle göze çarpan bazı burçlar var. Bunlar:


EVLİ-ULU BEDEN BURCU(Birca Şagirt): 1208 yılında yapılan bu Artuklu eseri, silindirik yapısı, onu çevreleyen kitabesi, çift başlı kartal ve Mezopotamya Mitolojisi kökenli kanatlı aslan (sfenks) kabartmasıyla dönemin en güzel eseriymiş.
EVLİ BEDEN BURCU
KEÇİ BURCU (Birca Keçikê): Mardin kapısının doğusunda yer alan burç bu. Bugün yasaklı bölgede kalıyor. Güneş tapınağı üzerinde kurulmuş olan bu burcun kesin yapım tarihi bilinmese de üzerinde yer alan kitabede Mervaniler tarafından onarıldığı görülüyormuş.
KEÇİ BURCU
Hevsel Bahçeleri’nin, tarihi Pira Dehderi’nin, Dicle Nehri’nin, Kırklar Dağı’nın, Seman Köşkü’nün (Gazi Köşkü) ve Sur İçi’nin panoramik açıdan izlenebileceği en muhteşem noktalardan biriymiş. Ayrıca Keçi Burcu  Diyarbakır Surları üzerindeki en eski ve en büyük burç olma özelliğini de taşıyor. Burcun içinde ön kemerinin taşı üzerinde bulunan kuş figürü dikkat çekiyor. İçinde geçmişte zindan olarak kullanılan bir bölüm de varmış. 

DAĞKAPI BURCU (Derê Çiyê): Harput Kapı olarak da biliniyor. Kapının sağında ve solundaki burçlarda Bizans, Roma, Selçuklu, Arap ve Osmanlı kitabeleri yanında çok sayıda hayvan, bitki, üzüm salkımı,  haç, Güneş ve Kral Süleyman Mühürü’nün  kabartmaları yer alıyor. Günümüzde alt katı sergi salonu  ve Turizm Danışma Bürosu olarak kullanılıyor. Bizim otelimize çok yakın bir konumda olduğundan bolca gördük bu burcu.
DAĞKAPI BURCU
NUR BURCU1089 yılında Selçuklu hükümdarı Melikşah tarafından yaptırılmış. Kufi yazıyla yazılmış kitabesi ve çeşitli hayvan figürleriyle en zengin burç olduğu söyleniyor. Burcun kitabesinin yanında bulunan güvercin motifi ile bunun hemen altında bağdaş kurmuş bir şekilde oturan kısa saçlı, eli ile ayaklarını tutan çıplak kadın rölyefi ise İslami dönem egemenliği olmasına rağmen Diyarbakır’da sanatın ne kadar gelişkin olduğunu gösterenlerden.

YEDİ KARDEŞ BURCU (Birca Hosta): Artuklu Dönemi eseri olan burç, Evli Beden Burcu ile aynı dönemde inşa edilmiş. Burç üzerinde, çift başlı kartal ve aslan kabartmaları vardır. Kitabede ise burcu yaptıranlar için dualar işlenmiş. Burç Usta Çırak Efsanesi nedeniyle Ben-ü Sen olarak da anılıyor.
YEDİ KARDEŞ BURCU
BEN-Ü SEN HİKAYESİ: Surlar üzerindeki burçlar yapılırken Yedi Kardeş Burcu'nu yapan usta ile Evli Beden Burcu'nu yapan ve  diğer ustanın kalfası olan  usta  halkın huzurunda birbirleriyle iddiaya girmişler. Ustalar "Ben mi, sen mi?" diye sormuşlar.  Ancak usta kalfasının sanatının güzelliğini kabul edip, kendini burçtan aşağıya atmış. Ustasının ölümüne dayanamayan kalfa da kendini kendi burcundan aşağıya atmış. O günden bugüne de bu burç Ben-ü Sen olarak anılmaya başlanmış.

Biz yoldan geçerken görebildiğimiz burçları görüyoruz ve  Yedikardeş Burcu'na yakın bir yerde Çin Seddi'ne rakip olabilecek bu surlarda yer alan 2 adet kalbi görmek için arabadan iniyoruz.
DİYARBAKIR SURLARINDAKİ KALPLER
Bilindiği üzere bu tarihi surların ilk taşları M.Ö 3000-4000 yıllarında Huriler tarafından konuluyor. M.S. 349 yılında ise Roma İmparatoru II.Konstantin tarafından yapılıyor bu kalpler. Niye yapıldığını açıklayan bir belge ya da kabartma yok ama günümüzde bu iki kalbin "AŞK" ve " SEVGİ" yi temsil ettiği söyleniyor. Bu muhteşem görseli kaçırmayın derim size!! Temennimiz günümüz yöneticilerinin de böyle ince düşüncelere erişebilmesi.

Kalpler grubu çok mutlu ediyor. Fotoğraflar sonrası bu kez Dicle kıyısına doğru uzanıyoruz. 

Diyarbakırlılar Dicle'ye "Çay" diyorlar. Çok duyulan “Çay Karpuzu”, “Çay Yüzgeci” terimleri buradan geliyormuş meğer.

Arabayla ilerlerken sol tarafımız olduğu gibi Dicle'nin bereketli suyundan yararlanıp, gelişen bahçelerle dolu.

Dicle 50 milyonu aşan alüvyon taşımasıyla Nil Nehri'nden bile bu açıdan üstün bir nehirmiş. Bu sebeple Dicle'nin akış yönünü düzenlemek için zamanında setler ve su kanalları yapılmış. Zamanla tarım bu alüvyonu bol topraklarda yapılmaya başlanmış. Sonucunda da o çok ünlü bahçeler meydana gelmiş.

HEVSEL BAHÇELERİ
Hevsel Bahçeleri, Dicle Nehri kıyısında, Diyarbakır Kalesi ile nehir vadisi arasında yer alan yaklaşık yedi yüz hektarlık verimli arazinin adı.

Çok farklı türlerin ihtiyaçlarına cevap verebilecek alanlara sahip bahçeler, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin en büyük kuş cenneti de aynı zamanda. 180'den fazla kuş türünün yanı sıra su samuru, tilki, sansar, sincap ve kirpi gibi birçok memelinin de barınağı durumunda.
HEVSEL BAHÇELERİ
Göçmen kuşlar tarafından bir istasyon, dinlenme, barınma ve de bir korunma yeri olarak kullanılan vadide bölgeye has kuşlar olarak bilinen boz alameceklerle pembe göğüslü ötleğenlerin yanı sıra yabani şahin, kızıl şahin, arı şahini, yılan kartalı, gökçe delice, kukumav, kerkenez ve küçük kerkenez gibi yırtıcı kuşlara da yılın hemen her mevsiminde rastlanırmış.Ayrıca  nadir bulunan yaz atmacalarına da ev sahipliği yaptığı biliniyor.

Hevsel Bahçeleri, 2015'te  UNESCO tarafından Dünya Mirası ilan edilmiş. Bu arada Hevsel Bahçeleri'nde Hint keneviri yetiştirildiğini tespit eden güvenlik güçleri, Mayıs 2016'da düzenledikleri operasyonlarda 500.000 kök keneviri imha etmiş. Mayıs 2017'de gerçekleştirilen operasyonda ise 23.000 kök kenevir imha edilmiş. 

Gezimiz sırasında bir tabelada gördüğümüz "Esrar ve İçki" kullanmayın yazısının anlamını şimdi daha iyi anlıyoruz.

Hevsel Bahçeleri'nin bir ucunda o güzel köprü illa ki gözünüze çarpacak; Pira Dehderi.. Nam-ı diğer On Gözlü Köprü. Gerçi bu köprünün o kadar çok adı var ki!! Bazıları Dicle Köprüsü bazıları o zamanlar şehri Silvan'a bağladığı için Silvan Köprüsü derlermiş.
10 GÖZLÜ KÖPRÜ

Pira Dehderİ, Dicle Nehri’nin üstünde, Mardinkapı’nın 3 km aşağısında Eski Mardin Yolu üzerinde bulunuyor. Kırklar Dağı’nın da eteğinde yer  alıyor.

Bazı kaynaklarda 515 yılında 1. Anastasias döneminde köprünün yapıldığını, 742-743 tarihlerinde Emevi Halifesi Hişam’ın yıkılmış köprüyü onardığı belirtiliyor. Fransız Mimar ve Arkeolog Albert Gabriel ise köprünün antik çağ eseri olduğunu ileri sürüyor. Köprünün güney batı bölümünde ilk üç gözün arasında yer alan kitabeye göre, 1065-1067 yıllarında Mervaniler tarafından yapılmış. 
KÖPRÜNÜN ÜZERİNDEYİZ
Yapı bazalt taşlardan, düz bir şekilde inşa edilmiş ve on gözden oluşuyor. Köprünün ortasındaki üç gözün üstü dar, batı tarafındaki beş gözün döşemesi ise daha geniş. Köprünün uzunluğu 172 metreymiş. Batı kısmından başlayarak ilk beş gözü yaklaşık 10 metreyken beşinci gözden itibaren genişliği 4 metre azalarak 6 metre oluyor. Günümüzde köprü Büyükşehir Belediyesi tarafından tarihi önemi nedeniyle trafiğe kapatılmış. Köprünün iki yanında, Dicle'nin kıyısında  sağlı sollu kafeler bulunuyor. 
KÖPRÜNÜN DİBİNDEKİ KAFELER

Bu arada tam köprünün doğu tarafında yükselen ve türkülere konu olan  tarihi Kırklar Dağı'ndan da bahsetmeden geçmeyelim. Kırklar Dağı bir zamanlar kente dair politik tartışmaların yapıldığı bir tepelikmiş. Bir zamanlar da şehirliler tarafından adak ve piknik yeri olarak kullanılmış. Şimdi ise her şehirde olduğu gibi betona teslim olmuş durumda.
KIRKLAR DAĞI'NIN GÖRÜNÜMÜ

Tam on gözlü köprünün solunda yükselen bu çirkin binalar hangi açıdan fotoğraf çekerseniz çekin köprünün güzel görüntüsünü mahvediyorlar. Bu binaların yapımına 2011 yılında başlanmış. Daha sonra da usulsüz olduğu gerekçesiyle 725 adet lüks konutun yıkımına karar verilmiş.Bir kısmı da yıkılmış ama tam olarak temizlenmemiş görüldüğü üzere.

Demek ki ülkenin en batısı da en doğusu da aynı dertten muzdarib durumda. Tarihe, doğaya saygı duymadan bulduğun her boş yere betonu dik, rahatla. Yeni toplum mottomuz bu.

DİYARBAKIR'DA TATLI TATLI
Efendim bir günü daha tarihi Diyarbakır kentinde sonlandırırken yapmadığımız bir şeyi fark ettik. Diyarbakır'a gelip de kadayıf yemeden olmaz, değil mi? 

Şehrin her yeri adım başı tatlıcı zaten. Aynı ismi 2-3 dükkan arayla görmeniz mümkün. En ünlüleri Hacı Levent,  Saim ve Şeymus. Peki illa kadayıf mı yenir? Tabi ki hayır. Diyarbakır tatlıları arasında bulgur helvası, cimilik, sarığıburma, dut helvası, düz kadayıf, bohça tatlısı, güllaç, iri helva, lelengi, nazik, nuriye baklavası sayılabilir. Ama denenmesi gereken ilk etapta burma kadayıfı diyebiliriz. Kadayıfla cevizin sarmaş dolaş olmasından doğan bu lezzeti biz Şeyhmus'da tadıyoruz.
BURMA KADAYIF

Hem kaymaklı, fıstıklı hem de cevizliyi deniyoruz ama kaymaklı, fıstıklının daha hafif olduğunu görüyoruz. Mutlaka deneyin.

SONA YAKLAŞIRKEN
Gezimizin sonlarına gelirken Gazi Caddesi'ndeki renkli aktarlardan Diyarbakır'ın güzel ürünlerinden almadan dönmeyelim diyoruz.
ALIŞVERİŞ ZAMANI

Diyarbakır'ın havasıyla kurumuş sebzelerden almadan gelmeyin. Özellikle kuru domatesleri çok güzel. Ben gelmeden de çok merak ettiğim Karacadağ'ın o güzel pirincinden de aldım bolca. Ve tabi keşke yollarda bozulmayacağını bilsek de o ilginç otlardan da alabilseydik.
KARACADAĞ PİRİNCİ

KARACADAĞ PİRİNCİ
2025 metre yüksekliğindeki Karacadağ’ın eteklerinde yetişen Karacadağ pirinci, dünyanın en kaliteli pirinci kabul ediliyor. Diyarbakır-Siverek  ve Adıyaman yöresinde üretilen Karacadağ pirinci  yöredeki köylüler tarafından kendi mutfaklarında kullanmak için bölgede yaşayan insanların ihtiyacına göre yetiştiriliyormuş. Üretim az olduğundan ve bu cinsin sadece yörede yaşayanlar tarafından bilinmesi sebebi ile de üretimin sadece çok az kısmı sanayiye gidiyormuş. 

Alışık olduğumuz ince uzun pirinç yerine  çeltiğinin dış görünüm yönünden en dikkat çekici yönü ise küçük, toparlak mercimeği andırması ve saman sarısı ile açık kahve tonlarında olması.


Coğrafi işaret alınması için çalışmalarının da yapıldığı  Karacadağ pirincinin yetiştirildiği topraklarda bol miktarda mineral bulunuyor. Sönmüş bir volkan olan  Karacadağ'ın özel toprak yapısı ve sulama suyuna uyum göstermiş olması bu çeltik ürününü diğer çeşitlerden ayırıyor. 

Bu sebepten protein, vitamin ve enzim yönünden  Karacadağ pirinci diğer pirinçlere göre daha zenginmiş. Tane bünyesindeki yüksek protein ve yüksek nişasta ürünü bu pirinci lezzetli kılanlardan. Bu pirinç pişme esnasında içerdiği uçucu yağ asitleri nedeniyle de aromatik özellik taşıyormuş. Piyasada satılan ıslah çeşitleri pişme sonrasında kokusuz ya da pirince özgü samanımsı bir kokuya sahipken  Karacadağ pirinci nane, kekik karışımı kendine özgü hoş bir kokuya sahip. Karacadağ pirincinin ilk Ermeniler tarafından üretildiği de bilinenler arasında. O zaman ne yapıyoruz? Karacadağ pirinci almadan gelmiyoruz.

Diyarbakır gezimizi hava kararırken bir önceki gün gidemediğimiz Sülüklü Han'ın avlusunda sıcak çaylarımızı yudumlayarak, bitiriyoruz.
SÜLÜKLÜ HAN'DA ATEŞ BAŞI MUHABBETİ
Dönüşümüzü ertesi gün uçakla yaptık. Diyarbakır Hava alanı  merkeze 6 kilometre uzaklıkta. Dağkapı'dan bindiğimiz taksiye konuşup, anlaşıp 30 tl ödedik.

2 Gün dolu dolu süren gezimiz boyunca bu şehri az da olsa tanıma fırsatı bulup, meramımı giderdiğim için çok mutluyum. Tabi bunda katkısı büyük olan rehberimiz Doğan Şan'a teşekkür etmek borcumuz. 

Gelmeden Diyarbakır üzerine yaptığım okumaların çok faydasını gördüm. Bu okumalar sırasında çıkardığım bazı notlardan bu gezi sırasında gezmek isteyip de gezemediğim birkaç yer oldu. Onlar da girişi yasaklandığı için göremediğimiz; Kurşunlu Cami, Seman Köşkü, Surp Grigos Ermeni Kilisesi ve kapalı olduğu için göremediğimiz Ziya Gökalp Müzesi ile Ahmed Arif müzesi  oldu. Onları da inşallah başka bir gelişte şehre tam anlamıyla huzur hakimken görürüz. Halkının huzur istediği güzel bir şehirde 2 gün nefes aldık, mutlu olduk. Bu kadim şehri mutlaka ziyaret edin derim. 


Şenay KILIÇ

OKUNAN KİTAPLAR
  • Sırrını Surlarına Fısıldayan Şehir-Şeymus Diken
  • Ahım Var Diyarbakır-Şeymus Diken
  • Biletimiz İstanbul’a Kesildi-Mıgırdiç Margosyan
  • Gavur Mahallesi-Mıgırdiç Margosyan
  • Diyarbakır Müze Şehir-Şevket Boysanoğlu
  • Ezidiler: 73. Ferman-Nurcan Baysal
  • Edebiyat ve Felaket-Marc Nichanian      
  • Solgun Sarı-Sadık Aslan        
  • Gittiler İşte-Şeyhmus Diken 
  • Aram Derler Adıma-William Saroyan  
  • Mem-ü Zin-Ahmed-i Hani     
   
DİNLENİNENLER
  • Knar Ermeni Topluluğu.
  • On gözlü köprü ve Kırklar Dağı’nın da geçtiği Suzan Suzi’yi İncesaz’dan dinlemeyi unutmayın.
İZLENENLER
  • Mem-i Zin
  • Gelecek Uzun Sürer

       NOT: Yazdıklarım okuduklarımdan aldığım notlarla desteklenmiştir. Yoksa        Diyarbakır uzmanı olmadığımı dip-not belirtmek isterim. İyi okumalar olsun.


3 yorum:

Adsız dedi ki...

Senayla her yere giderim.arkafasim cok guzel anlatmıs herşeyi.anlattigi gibi çok guzel bir gezi oldu. benim ilk dogu gezimdi özeldi benim icin.herkes gidip rahatlikla gezebilir diyarbakir medeniyetlerin beşiği mutlaka görülmeli.tesekkurler senay,teşekkürler dogan bey.

WebKenti dedi ki...

Tren yolculukları sevdiğin insanlarla güzel :9

Unknown dedi ki...

Harikasın Şenay. Şimdiden gezmiş kadar oldum :)