Ve bütün keşiflerimizin sonu
Başladığımız yere dönmek olacak
Ve orayı ilk kez göreceğiz..
Alışmış kudurmuştan beterdir lafı tam biz Kılıçlar'a göre diyorum. Ne yaparsak yapalım dağlar, heyecan ve adrenalin kanımızda bir şekilde akış yönünü buluyor. Sözde bu uzun Kurban Bayram'ı tatilinde bir Yunan Adası olan Samos'a gidip, sıcak kumsalda uzanıp dinlenecek, dalgaların akışına kendimizi bırakacaktık. Her ikimizde kendimizi böyle bir resmin parçası görememişiz besbelli, sonradan konuştuğumuzda birbirimize itiraf ettik.
Bayram tatili yaklaşmasına rağmen gezi programlarını uzun zaman önceden yapan benim elim bir türlü Samos için hazırlık yapmaya varmıyordu. Sonunda içimden düşüncelerimi iyice tartarak bir cumartesi sabahı kahvaltıda Ayhan'a "Neden Samos'a gitmek yerine İran'daki Savalan Dağı'na tırmanmıyoruz" dedim. İyi ki demişim, kahvaltı masasında anında Pisagor'un ünlü Samos Adası unutuldu.
Aynı gün İran'a gidiş-dönüş biletleri alındı, Samos için alınan biletler de açığa alındı. Hemen dağ ve gezi programı yapıldı ve heyecandan içimiz içimize sığmadı.
Aynı zaman diliminde İran'da olacak olan Mahmut Ergenç arkadaşımızla da ortak bir dağ-trans faaliyeti hazırlanınca da yeme de yanında yat bir etkinlik planımız oldu diyebilirim.
Tam bir hafta süren bu dolu dizgin faaliyette neler oldu , neler bitti ? İşte şimdi size anlatma zamanıdır diyorum.
Hadi bakalım o zaman! Bizimle İran'da dolaşmaya hevesliyseniz uzun kısa demeden yazımın başına çöreklenin derim.
Bizimle Savalan'a tırmanın, Tebriz'de gezin, Tebriz ormanlarından Ermenistan sınırına doğru Karadağ silsilesinde trans yapın.
GİTMEDEN YAPILAN HARCAMALAR
Uçak Bileti-1524 tl-2 kişi gidiş-dönüş uçak parası
İSTANBUL'DAN TEBRİZ'E- 11 EKİM CUMA
Tüm hazırlıklarımızı önceden yaparak, cuma akşamı 22:00 da taksi ile Atatürk Hava Alanı'na doğru yola çıkıyoruz. Tebriz'e Pegasus'un uçuşu olmadığından mecburen Avrupa yakasına gitmek zorunda kalıyoruz. Saat 23:00 civarı hava alanına varıyoruz ama uçağımız saat 03:25 de olduğundan beklemek için uzun bir zaman dilimimiz bulunuyor. Önce bir cafede oturup, çay içerek vakit geçirelim diyoruz ama uyku ağır basınca tüm işlemlerimizi bitirip, uçağa giriş yapacağımız kapıya doğru gidip, çareyi banklarda uyuklamakta buluyoruz.
|
GECE YARISI UYKUYA DAYANAMAYAN BEDENLERİN HALİ |
12-EKİM YAPILAN HARCAMALAR
- Taksi Ücreti-100 tl
- Cafe-30 tl-2 çay ve 2 sandviç
- Yurt Dışı Çıkış Harcı-30 tl-2 kişi için
TOPLAM: 160 tl
TEBRİZ'DEN SAVALAN'A-12 EKİM CUMARTESİ
İstanbul'dan saat 03:25 te kalkıyor uçağımız. Nedense İran'a giden uçakların çoğu bu ve benzeri saatlerde kalkıyor. İstanbul'la Tebriz arası 1524 km ve yaklaşık olarak 2 saat 20 dakika havada kalıyorsunuz.
Güzel ve sıkıntısız bir uçuş sonrası sabah 06:25 te Tebriz'e varıyoruz. Pasaport kontrolü ve bagaj alımı sonrası arkadaşlarımız Abbas ve Mahmut aracılığıyla, hava alanından çıkışta bizi Meşginşehre götürmek için Abbas'ın bir akrabası olan Tebrizli Ejder bizi karşılıyor. Hatırlatmakta fayda var. Abbas Ranjbari birlikte dağ çıkış yaptığımız ve daha önce İran'a geldiğimizde, evinde ziyaret ettiğimiz, sevdiğimiz bir İranlı arkadaşımız.
|
TEBRİZ ŞEHİT NEDENİ ULUSLARARASI HAVA ALANI |
Şoförümüz Ejder aslında üniversite mezunu ama son birkaç yıldır taksi şoförlüğü yapıyor. Türkçe konuşuyor yani aslında Tebriz'de herkes Türkçe konuşuyor. Bu yüzden Tebriz'de dil sorunu yaşamıyorsunuz. 18 milyon Azeri Türkü'nün bu şehirde yaşadığı söyleniyor. Bu sebeple İran'da Tebriz Azeri Türkleri için başkent gibi oluyor.
|
BİZİ MEŞGİNŞEHR'E GÖTÜREN EJDER |
Tebriz, Meşginşehr arası 195 km lik bir yol. Yani yaklaşık 3 saat sürecek bir yolculuğa çıkıyoruz.
İlk bir saat şoförümüzü tanıyalım etrafa bakınalım derken, uykuya direniyoruz ama sonunda gece doğru düzgün uyuyamamanın verdiği yorgunlukla ikimizde uykuya teslim oluyoruz.
Gözümüzü açtığımızda yaklaşık bir saatlik bir yolumuzun kaldığını görüyoruz. Uyandığımızda sağ olsun Ejder arabasında bulunan termostan çay ikram ediyor bize. Çayımızı içerken bir yandan da sohbete devam ediyoruz.
Meşginşehr İran'ın Erdebil Eyaleti'ne bağlı bir şehir. 150.000 nüfuslu, dağların dibinde bir şehir. Bu sebeple oldukça serin diyebiliriz. Meyveleri ile ünlü bir şehir ve tabi ki Savalan Dağı ile.
Saat 10:00 gibi Meşginşehr'de yine Abbas arkadaşımızın bir dağcı arkadaşı olan Babak Kheirjoo bizi karşılıyor. Babak müzik öğretmeni ve okulda tar eğitimi veriyor.
Aslında Babak bizim bir gün sonra dağa çıkacağımızı düşündüğünden bizimle dağa gelmeyi planlamış ama biz aynı gün dağa çıkmaya niyetli olduğumuzdan, onun da işi olduğundan bizimle Savalan'a gelemeyeceğini söylüyor bize. Ve bizi Savalan kamp alanına götürecek bir jeep ayarlıyor. Şoför bir iş sebebiyle bir saat sonra geleceğini söyleyince de Babak bizi beklememiz için Ejder'in arabasıyla evine götürüyor. Ejder'e parasını ödeyip, onu Tebriz'e geri yolluyoruz.
Sağ olsun Babek giderken kahvaltı yapalım diye sıcak sıcak ekmeğimizi alıyor ve bizi evine bırakıyor. Biraz şehrin dışında, yeni yapılmış bir site tarzı binada oturuyor. İran'da evler oturanlar birbirini görmesin diye dip dibe yapılıyor genelde. Bu sebeple bir ön, bir de arka yüzlerinde pencereleri var. Asansörlerin hepsi de müzikli. Müziğin yasak olduğu bir dönemde kalan hasretlik diyorum ben buna. Ne zaman bir asansöre binsem ne zaman bir taksiye binsem bağır çağır bir müzik sesi kulaklarını tırmalıyor insanın. Ve gerçekten dayanamıyorsunuz bu gürültüye.
Babek'in evi küçük ama sevimli bir ev. Evdeki dağınıklıktan bekar olduğunu sanıyoruz ama sonra yeni evli olduğunu öğreniyoruz . Ve haftanın üç günü Tebriz'de kaldıklarından bu evle fazla ilgilenemediklerini öğreniyoruz.
|
BABAK'İN EVİNDEN BİR GÖRÜNÜM |
Babak bize buzdolabından kahvaltılık bir şeyler çıkartıp, okuluna gidiyor. Çay da koyuyor ama bizim hiç kahvaltı yapasımız yok.
|
SALONDA AYHAN |
İkimizinde uykusu var. Salonda bir koltuğa ben , bir koltuğa Ayhan uzanıyoruz ve uyukluyoruz. Ta ki Babak eve gelip de bizi uyandırana kadar. O gelince masaya geçip, bir şeyler atıştırıyoruz.
Bir yarım saat sonra da bizi kamp alanına götürecek jeep geliyor ve aşağı inip önce eşyalarımızı araca yerleştiriyoruz, sonra da kendimiz biniyoruz. Bizi götürecek gencin adı Kemal.
|
BABAK ŞOFÖRÜMÜZ KEMAL'LE KONUŞUYOR |
Babak Kemal'e bugün ve yarın için talimatları veriyor ve Kemal'e ödeyeceğimiz para konusunda anlaşıyorlar.
|
EŞYALARIMIZ YÜKLENİYOR |
Eşyalardan sonra Babak'la vedalaşıp, biz de jeepe biniyoruz. Saat 12:00 gibi yola çıkıyoruz. Yaklaşık iki saatlik bir yolumuz var.
|
ARTIK BİZ DE JEEPİN İÇİNDEYİZ |
Meşginşehr ile kamp alanı arası 60 km. Ama yol üzerindeki Shabil'den sonra artık yol iyice bozuk olduğundan yol biraz fazla sürüyor.
Giderken yol üzeri bir bakkaldan su, meyve ve kibrit alıyoruz. Fakat yeterli ekmek almayıp, yine yemek konusunda hata yapıyoruz. Türkiye'den yemeklik malzemeleri ve enerji vericileri aldığımdan burada onlarla uğraşmıyoruz.
|
ALIŞVERİŞ YAPILDI VE TEKRAR JEEPE BİNİYORUZ |
Kemal de dahil herkes araca binince artık kamp alanında inmek üzere arabaya binmiş oluyoruz. Şoför Kemal deli dolu bir çocuk. Arabası ondan da deli. Yolda giderken arada bir altta bazı kabloları birbirine bağlayıp, aksak giden bir şeyleri düzeltiyor. Bir yandan da son sürat hız ve bas bas bağıran Türkçe, ülkede bile dinlemediğimiz acıklı arabesk parçalarla dağ yolunda ilerliyoruz. İçimizden "Acaba sağ salim gidecek miyiz?" diyoruz. Ayhan'la bakışlarımızla birbirimize tedirginliğimizi ifade ediyoruz.
Bir ara artık yavaş yavaş dağ gözüktüğünde; aracı durdurup, fotoğraf çekmek için inmek istiyorum. Aracımız o kadar antika ki, kapım içeriden açılmıyor. Kemal inip, kapımı açıyor ve öyle inebiliyorum.
Tam karşımda duran dağa baktığımda havanın pusundan dolayı fazla net bir fotoğraf olmayacağını anlıyorum. Ama duyduğuma göre Savalan'ın her zaman etrafında bulutlar olurmuş. Bu sebeple nasılsa daha net yakalayamam diye fotoğraf çekeyim diyorum.
|
SAVALAN 4811 mt |
Dağın eteklerine geldiğinizde termal suları ile ünlü Shabil denilen küçük bir yer görüyorsunuz. Burada prefabrik kalma yerleri ve geniş kamp alanları dışında bir bina göremiyorsunuz.
|
SHABİL'DEN GÖRÜNÜM |
Eğer buraya kadar gelmişseniz, buradan da jeep kiralayarak yukarı, kamp alanına gidebilirsiniz. Jeepe ödeyeceğiniz para kişi başı 10 tümenden 60 tümen oluyor. Kaç kişi binerseniz binin bu parayı ödüyorsunuz.
Shabil'i geçince jeeple iyice atlaya, zıplaya yukarılara, ana kampa doğru tırmanıyoruz. Yol gerçekten çok bozuk. Kemal bu kötü yolda jeepi gerçekten çok iyi kullanıyor. Kıvrıla kıvrıla yukarılara çıktıkça, bir süre sonra gideceğimiz yerin daha altlarında bir shelter daha görüyoruz. Ama onu geçince bizim asıl gideceğimiz kamp alanı geliyor. Burası önünde iki minaresiyle, bir mescide sahip olan bir yer. Bu kamp alanının adı bu mescitten dolayı" Hüseyniye" olarak biliniyormuş.
Kampın geniş orta bölümüne gelince jeepten iniyoruz. Bu geniş orta bölümün 3 yanı taş bina halinde, odacıklardan oluşuyor. Bir tane de sol kısımda bir konteyner odacık bulunuyor. Bu odaların kiminde kötü halde ranzalar, kiminin zemininde de tahta üstü, yer halıları bulunuyor. Ama kesin olan tek bir şey var; o da, burada Ayhan'la ikimizin yalnız olacağıdır. Zaten Babak bize "Bu mevsimde ayılardan başka kimse olmaz" demişti. Biz de bizimle dalga geçiyor diye gülmüştük. Sonra o da bize "Gülmeyin, ciddiyim" deyince Ayhan'la birbirimize bakışımız sanırım tarihi bir an oldu ikimiz için.
Ama Demavent'teki kalabalığı bilen bizler için burası da öyle olur gibi gelmişti. Ortalıktaki sükuneti görünce demek ki haklıymış diye düşündük. Ayı konusunda da ciddi olduğunu gördüğümüzden çadırda değilde, içeriden kilitlenen bu taş odalarda kalmaya karar vermiştik.
|
HÜSEYNİYE KAMP ALANI-SAVALAN |
Kemal eşyalarımızı indirip, geldiği gibi gidiyor. Yarın 14:00 da gelmesi için anlaşıyoruz onunla.
Ve hemen konteynerin arkasındaki bölüme geçip, bir odaya eşyalarımızı bırakıyoruz. Fakat bu oda pek hoşumuza gitmiyor. Bulunduğumuz yere göre ters taraftaki bir odayı beğenip, tüm eşyalarımızı oraya yerleştiriyoruz. Ve hemen dışarı çıkıp, etrafı bir kolaçan ediyoruz.
|
KAMP ALANINDAKİ TAŞ ODALARDAN BİR BÖLÜMÜ |
Kamp alanında su var diye duymuştuk. Dolaşırken suyun donmuş olduğunu görüyoruz ve iyi ki suyumuzu almışız diyoruz.
Dağa doğru bakınıyoruz. Hava açık ve sakin gözüktüğü için seviniyoruz.
|
KAMP ALANINDAN DAĞA DOĞRU GÖRÜNTÜ |
Etrafta oldukça üstü yazılı kaya görüyoruz. Sonradan öğrendiğimize göre bu yazılar oraya tırmananların isimleriymiş.
|
ÜSTÜ YAZILI KAYALARDAN BİRİ |
Kamp alanına sırtınızı verip, dağa bakarsanız hemen sağ tarafta birkaç odadan oluşan bir bölüm daha göreceksiniz.
|
DAĞ TARAFINDA OLAN ODACIKLAR |
Yani bu kamp alanında yoğun zamanda da gelseniz kalmak için yer çok diyebiliriz. Ama Demavent'le karşılaştırırsak bu kamp alanı çok ilkel kalacaktır şimdiden söylemeliyim.
Başladığım yere doğru yürüyünce yani kamp alanında bir tam tur atınca solumdaki renkli ve yazılı kayada bir fotoğraf çektiriyorum.
|
KOCAMAN SARILI, YEŞİLLİ BİR KAYA BU |
Ve tekrar dönüp, dolanıp kamp alanının ortasında, başladığım yerde buluyorum kendimi.
|
BAŞLADIĞIM YERDEYİM |
Artık taştan odamıza gidip, yerleşme ve hazırlık yapma zamanıdır. İçeri girip, odanın halini daha bir ayrıntılı inceliyoruz.
Odanın tabanında tahta ve onun üzerinde de halıfleks var. Bir de büro masası ve sandalye var. Belki burası herkes olduğunda yani yoğun kalabalık olduğunda yetkililerin odasıdır diye düşünüyoruz. Masaya ve sandalyeye çantalarımızı yerleştiriyoruz.
|
AYHAN EŞYALARI YERLEŞTİRİYOR |
Ayhan çalışırken ben de araştırmacı, gazetecilik yapıyorum. Ama birinin de bunu yapması gerekiyor değil mi? Bir ara Ayhan bana ne yapıyorsun der gibi bakıyor.
|
BAKMA BANA ÖYLE :) ÇALIŞIYORUZ İŞTE |
Çantalar boşaltıldıktan sonra çadır kurma işi başlıyor. Tam halıfleksli bölümü ortalayarak çadırımızı kurmaya çalışıyoruz.
|
ÇADIR KURULUYOR |
Biz çadır kurma işi üzerindeyken dışarıda bir araba sesini, hemen ardından da insan seslerini duyup, dışarı fırlıyoruz. Bir de görüyoruz ki iki dağcı daha gelmiş. İlk defa kalabalıklaştığımız için seviniyoruz. Hemen dışarı çıkıp, tanışıyoruz. Bunlar iki İspanyol dağcı. Birinin ismi Andre diğerinin ise Hernan. Hernan geçen hafta Demavent'e tırmanmış.
|
İSPANYOL DAĞCILAR GELİYOR |
İspanyollar şoföre 60 tümen ödüyorlar. Ve bu fiyat onlara çok geliyor. Ertesi gün şoförün gelmemesini ve bizim jeeple geri dönmeyi teklif ediyorlar. Tabi bunu duyan şoför bizim şoför Kemal'i eğer onları alırsa öldüreceğini söylüyor. Bir kavga, kargaşadır gidiyor. Bu arada Ayhan şoförün Türkçe söylediklerini, İngilizce İspanyollara çeviriyor.
Meğer bize saçma gelse de Shabil'den yolcuyu kim çıkardıysa o indirirmiş. Şoförlerin arasında böyle bir anlaşma varmış. İspanyollar bunu bir türlü kabul etmiyorlar ve şoföre yürüyerek ineceklerini söyleyip, gönderiyorlar. Biz de yarın çıkış saatimizi onlara bildirip, odamıza geri dönüyoruz. Yarım kalan çadır kurma işimizi bitiriyoruz.
|
ÇADIRIMIZ HAZIR |
Çadır kurma işinden kurtulduktan sonra pencere önü nişinde ocak kurma işlemlerimiz başlıyor.
|
AYHAN OCAĞI HAZIRLIYOR |
Sonunda ocak da hazırlanınca, ocağın üstüne çay için su koyup biraz dinlenmek için çadırımıza giriyoruz.
|
ÇAY SUYUMUZU KOYDUK |
Aslında bugünkü planımız yerleştikten sonra aklimatizasyon için 4000 metrelere tırmanmaktı. Ama dün geceden beri yollarda olmanın verdiği vücut yorgunluğu ile aklımız aklimatize olmakta da olsa yatmak çok tatlı geliyor bize ve saat 17:00 civarı tatlı bir uykunun kollarına kapılıyoruz.
Uyandığımızda saat 20:00 olmuş ve her taraf zifiri karanlıktı. Sabah kahvaltısı ve öğle yemeğinde de adam gibi bir şey yemediğimiz için karnımız zil üstüne zil çalarken hemen bir tarhana çorbası ve bulgur pilavı yapıyoruz. Çorba ikimize de çok iyi geliyor. Sabahtan beri doğru düzgün bir şey girmeyen midelerimizi adeta yalayıp, yutuyor. Ardından pilavımızı da yeyince, karnımız doydu diyoruz. Üzerine de bolca çay içiyoruz. Artan pilavımızı yarın dönüşte yemek üzere saklıyor ve yarınki çıkış için eşyalarımızı hazırlayıp yatıyoruz. Çıkış için heyecanlıyız.
Sabah 05:30 kalkış, 06:00 da hareket etmeyi planlayarak yatıyoruz. Tabi Savalan'a bizi zirvesine kabul etmesi için iyi dileklerimizi göndermeyi de ihmal etmiyoruz.
YAPILAN HARCAMALAR
Tebriz'den Meşginşehr'e taksi-25 dolar-yani 75 tümen-(50 tl)
HÜSEYNİYE KAMP ALANINDAN ZİRVE VE MEŞGİNŞEHRE DÖNÜŞ-13 EKİM PAZAR
Sabah saatlerinde derinden gelen bir ses duyuyorum. İçimden "Acaba bizim alarmımız mı?" diye sorsam da "Herhalde İspanyollarındır çünkü çok derin bir sesti" diyorum.
Fakat o sesten sonra havanın aydınlandığını pencereden görüyor ve bizim alarmın hala çalmamasına iyice odaklanıp, Ayhan'a "Saat kaç?" diye soruyorum. Aldığım 06:04 cevabını duyunca da çok kızıyorum. Sözde yola çıkacağız diye planladığımız saatte uyanmakla biraz panikliyoruz. Allah'tan eşyalarımızı akşamdan hazırlayan sorumlu tiplerdeniz de fazla vakit kaybetmiyoruz. Bu sebeple apar topar kahvaltımızı yapıp, kendimizi dışarı atıyoruz. Dışarı çıkınca çok güzel bir görüntüyle karşılaşıyoruz ama canımız da sıkılmıyor değil. Güneş doğmuş. Şimdi bunun neresi kötü diyeceksiniz? Kötü olan bütün çıkış boyunca güneş yememiz olacaktır.
|
GÜNEŞ ÇOKTAN YÜKSELMEYE GEÇİYOR |
Son hazırlıklarımızı yapıp, kendimize kızaraktan çıkışa 06:40 ta başlıyoruz. Dağın tırmanacağımız yüzüne baktığımızda güneşin orayı da yaladığını görüyoruz.
|
TIRMANACAĞIMIZ YÜZDEKİ GÜNEŞ IŞIKLARI |
Hemen rotaya giriyoruz ve hemen bir ilk çıkış anı fotoğrafı geliyor efendim.
|
HADİ BAKALIM BAŞLIYORUZ |
Yol üzerinde solda rota başlangıcını gösteren bir levhayı hemen görüyorsunuz zaten.
|
ROTA BAŞLANGICINI GÖSTEREN LEVHA |
Rotanın ilk giriş bölümü sanki şehrin dar bir yolu genişliğinde. Bu sebeple başlangıcı yan yana yürüyerek yapıyoruz.
|
GENİŞ BİR BAŞLANGIÇ YOLU |
Artık yol tek kişilik patika haline dönünce biz de "Tek sıra zamanıdır" diyerek peş peşe ilerlemeye başlıyoruz.
|
TEK SIRA KOMUTU GELİYOR |
Yükseldikçe arkamıza bakıp, manzaranın tadını çıkarıyoruz. Önümüzdeki vadi öyle güzel gülümsüyor ki bize, dönüp bakmamak imkansız.
|
YUKARILARDAN GERİYE BİR BAKIŞ |
Çok yavaş ilerliyoruz. Kazbek'te aklimatizasyon sorunu yaşadığımız için hiç zorlamadan çıkmaya çalışıyoruz. Bu sırada 07:10 gibi kamp alanından İspanyolların da yola çıktığını görüyoruz.
Biz yavaş yavaş çıkarken onlar hızlıca gelip, bizi geçiyorlar. Biz hiç hızımızı bozmuyoruz. Dağ 5000 metreler civarı olduğundan ve vaktimizde olduğundan ağır aksak ilerliyoruz.
Bu arada bir hafta önce yaptığımız çok soğuk Sultan Dağı çıkışı sonrası benim boğaz yollarımda bir takım rahatsızlıklar olduğundan kendimi hiç kasmıyorum. Burnum tıkalı ve sadece ağzımdan aldığım nefes beni biraz zorluyor. Sanki yeterli nefes alamıyormuşum gibi hissediyorum.
Verdiğimiz molalardan birinde kamp alanı binasını zoomlayıp çekiyorum. Bu halde minyatür bir maket gibi gözüküyor. Çok hoşuma gidiyor.
|
HÜSEYNİYE KAMP ALANININ ÜSTEN GÖRÜNÜMÜ |
Ve daha yükseklerden vadiye tekrar bir bakış atıyoruz. Tam önümüzde bir dağ seti olsa da genelde düzlük gibi gözüküyor.
|
DAHA YÜKSEKLERDEN VADİNİN HALİ |
Yürümeye devam ederken az az kar parçalarına denk geliyoruz. Ve bu kar parçalarından birinde dünden beri bizi düşündüren ayıcığımızın biraz bozulmuş ayak izini de görüyoruz.
|
SEVGİLİ AYIMIZIN AYAK İZİ |
Babak'ın dediği gibi gerçekten çok büyük olmayan bir iz bu. Karşılaşsak ne yaparız bilmiyorum ama izin büyüklüğü azıcık bizi rahatlatıyor sanki.
Bizim Gps'imiz var ama bu dağda hiç gerekmiyor diyebiliriz. Tabi eğer hava sisli değilse. Çünkü tüm rota bayraklarla işaretlenmiş ve o kadar çok patika var ki, biri mutlaka sizi zirveye götürecektir.
Bu arada biz hala ilk bölümde ilerliyoruz. Yani kamptan görünüp, patikanın devam ettiği, dik kayaların olduğu bölümün sonuna doğru ilerliyoruz.
|
KAMPTAN GÖZÜKEN BÖLÜMÜN SONU |
Fotoğraftaki kayalıkların dibine geldiğimizde iyice ısınan vücutlarımızı rahatlatmak için üstümüzdeki fazlalıkları çıkartıyoruz. O kadar çok şey çıkıyor ki onları zirveye taşımamak için bir çöp poşetine koyup, bir kayanın altına gizliyoruz. Gps'e de kaydedip, dönüşte almayı planlıyoruz.
Ve sonunda ilk bölümün sonuna doğru yaklaşıyoruz. Şu an başımızda ağrı yok ama çok yavaş ilerliyoruz. Ve yürürken ilk kez kalbimin gümbürtüsünden duramıyorum. Sanırım boğaz rahatsızlığım beni fiziksel açıdan bu şekilde etkiliyor. Böyle yoğun bir kalp gümbürtüm hiç bir zaman olmamıştır. Fakat kendimi dinliyorum. Durursam gümbürtü sesi kesiliyor başladığımda tekrar başlıyor. İlk defa yaşıyorum böyle bir şeyi. Hadi hayırlısı.
|
2. BÖLÜME DOĞRU |
Bir ara yükselirken solumuzda üzerinde resim olan bir levha görüyoruz. Burada ölmüş biri için yapıldığını hemen anlıyoruz. Ve fotoğrafını çekmek için yanına gidiyoruz.
|
ÖLMÜŞ BİRİ İÇİN KONULAN LEVHA |
|
NE YAZIYOR ? BİLEMİYORUM.. |
Artık 4000 metrelere oldukça yakınız. Yükselmeye devam ederken ben arkama bakmayı ihmal etmiyorum.
|
KARŞIMIZDA KOSKOCA BİR KIZ VAR, KOLLARINI AÇMIŞ GİBİ SANKİ |
Ara ara yine üstü yazılı taşlar görüyoruz. Bir İranlı arkadaşımdan bunlara genelde isimlerini yazdıklarını öğrenmiştim.
|
ÜSTÜ YAZILI BİR TAŞ DAHA |
Artık kamp alanından gözüken bölümü arkamızda bıraktık ama set set yine yükselmeye devam ediyoruz.
|
YÜKSELMEYE DEVAM |
Bir ara Ayhan'a isyan ediyorum. Neden hiç benim fotoğrafımı çekmiyor diye. Sadece kendisi poz verip, geçiyor. Zorla bir fotoğrafımı çektiriyorum.
|
ZORAKİ FOTOĞRAF ÇEKİMİ :) |
Bir ara hiç konuşmadan yürümekten sıkılıyorum. İşte dağa kalabalık çıkmanın faydaları. Sohbetle vakti bir şekilde geçiriyor. Şimdi sıkıntıdan gölgemin yerdeki şekliyle oynuyorum. Yanımızda gevezelik edecek biri yok. Ben de öyle bir konuşmak istiyorum ki sormayın. Partneriminse hiç konuşmaya merakı yok. Arkasını dönmüş ilerliyor sadece.
|
BİR DAĞDA SOHBET ETMEK İSTEYEN BEN VE GÖLGEM :) |
Bu arada rotada sürekli bayraklar karşınıza çıkıyor demiştim. İşte aşağıdaki fotoğrafta onlardan biri bulunuyor.
|
ROTAYI GÖSTEREN BAYRAKLAR |
Artık rotaya bakınca yükseklikten dolayı platoya geçiş yapabileceğimizi umuyoruz. Karşımıza bize öyle olduğunu gösteren bir bölüm geliyor.
|
ZİRVE PLATOSUNA DOĞRU |
Bu bölümde biraz mola veriyoruz. İkimizde çaktırmıyoruz ama ne kadar yavaş gitsek de artık başımızda bir ağrı bulunuyor. Bir şeyler çıkartıp, yiyoruz.
|
BİRAZ MOLA VE DİNLENME |
Nedense bugün çok yavaş ilerliyormuşuz gibi hissediyorum. Sanki hareket etmiyoruz. Bu kapıldığım his biraz beni sinirlendiriyor.
Kısa bir dinlenme sonrası yine yükselmeye devam ediyoruz. Başımızdaki ağrı artık yok diyemeyeceğimiz kadar ortada. Bu ağrıdan hoşlanmıyorum. Kendine has, tuhaf bir şey. Şehirde yaşamadığım bir ağrı tarzı bu. Tarif etmeye çalışsam, nasıl anlatırdım acaba. Bir deneyeyim en azından.
Bu kafatasınızda ağır bir şapkanın olması ve başınıza baskı yapması gibi bir durum. Bu sebeple hiç tadınız olmuyor ve bu yükseklikte sonuçlarını bildiğiniz için daha da tedirgin olmanıza sebep oluyor. Ve inişte de daha önce başımıza geldiği için uzun bir süre sürer mi diye düşünüyoruz. Sonuçta geçen sene bir dağ dönüşü üç hafta baş ağrısı çektiğim aklıma geliyor ve gerçekten hiç istemediğim bir şey bu.
|
ARTIK PLATOYA GİDER DİYE DÜŞÜNDÜĞÜMÜZ BÖLÜM |
Artık önümüzdeki bu uç bölümü geçince zirve platosunun geldiğinden o kadar eminiz ki çıkıp da bir setin olduğunu görünce canımız sıkılıyor. İnsanın bazen "Eee yeter artık " diyesi geliyor. Bu bölümden sonra bol dik kayalıklı bir bölüm geliyor. Biz burada cebelleşirken İspanyolların daha solumuzda inişe geçtiklerini görüyoruz. Bu durumu görmek bize yine çok yavaş çıktığımızı hatırlattığı için sıkılıyoruz. Adamlar bize "Yarım saatlik yolunuz var" diyorlar. Bu da demek oluyor ki bize 1 saatlik fark atmışlar. Onlara dönüp, aşağılara doğru bakıyorum. "Şu uzun boşluğa kuş olup, uçsam" diyorum kendi kendime.
|
ARTIK İYİCE YÜKSEKTEYİZ |
Ve bulunduğumuz kayalık bölümün sonunda 4700 mt de sivri bir kaya ile karşılaşıyoruz. Bu kaya MİHRAP TAŞI olarak anılıyor. Zerdüşt Peygamber için anılan bir taş bu. Tabi Azeriler Mehrap diye okuyorlar.
|
MİHRAP TAŞI-4700 mt |
Mihrap taşını geçince artık iş tamamdır bilginize arkadaşlar. Çünkü artık zirve platosundasınız.
|
ZİRVE PLATOSU |
Artık belki de yolumuz azaldığından biz de biraz daha rahatlıyoruz ama baş ağrımız bizi rahat bırakmıyor. Bu sebeple biraz dinlenip, açlığımızı gideriyoruz.
|
MOLA ZAMANI; SICAK ÇAY VE KURU EKMEK |
Yemekten sonra tekrar harekete geçip, rotaya asılıyoruz. Sona doğru iyice yaklaşınca kemer gibi bir doğal buzulla karşılaşıyoruz. Bu buzulun adının Talkeh Guli olduğu biliniyor.
|
ZİRVEYE DOĞRU KEMER ŞEKLİNDE BUZUL-TALKEH GULİ |
|
BUZUL'UN SOL KOLDAN GELİŞ HALİ |
Buzuldan karşıya geçince 30-40 metre yürüyüşle artık zirvedeki gölü görebiliyorsunuz.
|
ZİRVEDEKİ GÖL-4811 mt |
Gölü görünce şaşırıyoruz. Tamamen buz tutmuş. Onun fotoğraflardaki yeşil, mavi halini görmek isterdik doğrusu. Ama bu hali de çok hoş. Göl ve etrafındaki her yer buz tutmuş.
|
BUZ TUTMUŞ KAYALAR |
Bu zirvenin adının geldiği yeri anlatmanın zamanıdır artık diyorum. Tebriz dilinde Savalan, Fars dilinde Sabalan deniliyor. Tebrizliler Sabalan'ı kabul etmiyorlar.
Savalan ismi göl ve gölcük anlamına gelen -SUALAN- dan geliyormuş. Volkanik bir dağ olan Savalan Dağı patladıktan sonra ortasındaki çukur bölüm zamanla su almaya başlamış ve bir süre sonra bu zirve Su-Alan olarak isimlendirilmeye başlanmış. Bu isim zamanla Savalan olarak değişmiş. Bazı kültürlerde Savalan Dağı bir çok müridin kendini duaya ve inzivaya yüksek ve görkemli bir dağ olarak geçmekteymiş. Bu arada her yıl haziranın 20 lerinden sonraki ilk perşembe insanlar buraya gelip, kurbanlarını keserlermiş.
Bizse hakkında bu kadar çok şey duyduğumuz bu ulu dağın dibindeki gölün yanında çayımızın son damlasını bitirmek istiyoruz. Ve burada bir taşın dibinde oturuyoruz. Göle nazır biraz oyalanıyoruz. Göl yaklaşık 2 hektarlık alana sahipmiş. İçinde de balık bulunmuyormuş.
Bu buzu görünce birden okuduğum bir şey geliyor. Rivayete göre eskilerde şöyle bir inanış varmış; eğer Savalan'ın karı az olursa kıtlık olacağına inanılırmış. O zaman bu mevsimde buz tutmuş bir gölün karı da bol olur herhalde. Böylelikle bereketli bir zaman dilimi geliyor demektir. Umarım Savalan bereketini bize de bulaştırır.
Bu arada Savalan zirvesi Erdebil, Meşginşehr ve Sarab kentlerinin oluşturduğu bir üçgenin tam ortası konumunda bulunuyor.
Biraz bir şeyler atıştırınca İranlıların zirve kabul ettiği gölün dibinde fotoğraf çektiriyoruz.
|
SAVALAN GÖLÜ-4811 mt ve BEN |
|
SAVALAN GÖLÜ-4811 mt ve AYHAN |
Hemen sonra toparlanıp bulunduğumuz yerden doğru yani gölün sağ kıyısından ilerliyoruz.
|
GÖLÜN KIYISINDAN İLERLİYORUZ |
Bulunduğumuz yerin tam karşısından sağa devam ederseniz yukarı yani zirveye giden bir patika göreceksiniz. Biz de o patikaya sapıyoruz. Manzara muhteşem tabi ki.
|
YUKARILARDAN GÖLÜN HALİ |
Biraz daha yükselince tam karşımızda da zirveler olduğunu görüyoruz. Bu gölün etrafında bir kaç tane zirve bulunuyor.
|
KARŞI CEPHEDE BAŞKA ZİRVELER |
Karşıdaki zirvede bir bayrak göreceksiniz. Bu zirvenin adı Kesra, bizim şu an çıkmaya çalıştığımızsa Sultan Savalan Zirvesi oluyor. Ve işte zirveye ulaşıyoruz. Saat tam 12:30 da zirvede oluyoruz. Yani ağır ağır bir 6 saatlik çıkışla zirveye varıyoruz.
|
SAVALAN ZİRVE-4820 mt ve BEN |
|
SAVALAN ZİRVE-4820 mt ve AYHAN |
Zirvede fotoğraflarımızı çekip, etrafımızdaki güzelliğe bakınıyoruz. Uzaklara uzaklara uzanıyoruz.
|
ZİRVEDEN MANZARA |
Ve iniş başlıyor. Bu sefer inişi zirvenin tam sağından yapıyoruz. Bu sebeple gelirken geçtiğimiz buzulu geçmiyoruz.
|
İNİŞ ZAMANI |
Zirvenin sağının bizi platoya indirmesi çok iyi oluyor. Göle inip, buzulu geçmek için zaman kaybetmiyoruz.
|
GELİŞ VE İNİŞ ROTAMIZ |
|
MİHRAP TAŞINA DOĞRU |
Mihrap taşının altından kayalıklı bölümü geçiyoruz. Bu arada Ayhan'ın suyu bittiği için biraz halsizleşiyor.
|
MİHRAP TAŞININ ALT BÖLÜMÜ |
Bir ara bir boşlukta kayalıkların altında yarısı dolu bir kola şişesi buluyor ve alıp içiyor Ayhan. Önce itiraz etsem de ben de bir yudum alıyorum. Şimdi burada daha önce kim içmiş düşünmenin hiç zamanı değil. Yorgunuz ve cola da iyi enerji veriyor. Afiyetle içiyoruz.
Ara ara inişte de mola verip, önümüzdeki deryaya bakıyoruz. Öyle güzel ki. Bulutlar önümüz önümüz geçiyorlar.
|
MOLADAKİ GÜZELLİK TARİF EDİLEMEZ |
Çok acele inmiyoruz ama tabi ki çıkıştan oldukça hızlıyız. Kafamıza göre de inemiyoruz. Çünkü sabah bıraktığımız fazla eşyaları bulmak zorundayız. Gps teki kayıtlı yere doğru yavaş yavaş ilerliyoruz. Artık güneş bizim bulunduğumuz yeri yavaş yavaş terkediyor. Ve biz gerçekten bir zirveyi daha başarıyla gördüğümüz için mutluyuz.
|
KAMP ALANINA YAKLAŞIYORUZ |
Kamp alanına yaklaştıkça bizi almaya gelen Kemal'i yani jeepi görüyoruz. Kamp alanının ortasında bekleyen İspanyolları da görüyoruz.
|
KAMP ALANINA İYİCE YAKLAŞIYORUZ |
Kamp alanına saat tam 16:00 da varıyoruz. Yani faaliyetimiz 6 saat çıkış, 3,5 saat iniş olarak 9,5 saat sürüyor.
Tam kampa girerken de kamp alanının ortasında hareketli, koca kuyruklu , sevimli bir şey görüyoruz. Korkmayın ayı değil ama bir tilkicik görüyoruz.
|
KAMPTAKİ TİLKİ |
Zavallıcık belli ki aç. Ama ortada hiç bir şey yok ve o da çok korkuyor. Hemen kaçıyor zaten.
|
TİLKİMİZ ÇAREYİ KAÇMAKTA BULUYOR |
Koşup kampın karşısında bir kayaya sığınıyor. Oradan bizi gözetlemeyi tercih ediyor.
|
KAYALARIN ÜSTÜNDEN BAKIŞ ATIYOR |
Kampa girdiğimizde İspanyollarla birbirimizi tebrik ediyoruz. Öğreniyoruz ki onların da başları sıkı ağrımış. Hatta bir ara dönmeyi bile düşünmüşler. Biz "Dönmeyi asla düşünmek" diyoruz. "Ölmek var dönmek yok" diye espri yapıyoruz onlara ve gülümsüyoruz.
Bir an önce dönmek için ve onları da bekletmemek için odamızdaki tüm eşyayı dağ hurçlarımıza resmen tıkıştırır vaziyette dolduruyoruz. Nasıl olsa akşam Babak'da kalacağız, orada düzeltiriz diye düşünüyoruz. Eşyalarımız ve biz dört dağcı yani ben, Ayhan, Andre ve Hernan jeepe sıkışıyoruz. Bir gün önce çıktığımız yerleri hoplaya, zıplaya zirve yapmanın sarhoşluğu ile iniyoruz. Bir yandan da dağda yine acıktığımızdan Ayhan'la akşamdan kalan bulgur pilavımızı kaşıklıyoruz.
Sonunda Meşginşehr'e girdiğimizde uzaklarda güneşin kızıllığı ile çok güzel gözüken bir dağ görüyorum ve Ayhan'a gösteriyorum. O da Kemal'e "Şu dağ hangi dağ?" diye soruyor. Kemal bize dönüp "Savalan" deyince de ikimiz de kahkahayı basıyoruz. Az önce tepesinde olduğumuz dağı yorgunluktan tanıyamıyoruz, iyi mi?
Şehir merkezine vardığımızda Andre ve Hernan iniyorlar. Onlarla vedalaşıp, soluğu Babak'ın evinde alıyoruz. Babak ve genç eşi Zehra bizi karşılıyorlar. Duş alma, tebrikleri kabul etme derken Zehra'nın yaptığı güzel çorbadan içiyoruz ve içimiz ısınıyor.
Hemen ardından zar zor girdiğimiz facebook'a da bir zirve fotoğrafımızı koyarak bizi merak edenlere bilgilendirmemizi yapıyoruz.
Sonrası Babak'ın tar ezgileriyle yorgun bedenleri dinlendirmecedir diyoruz.
|
BABAK VE TARINDAN ÇIKAN NAĞMELER |
Unutulmayacak günlerden biri daha bitiyor işte. Akşamdan çantalarımızı hazırlayıp, saat 08:00 de yola çıkmak üzere bedenlerimizi dinlendirmeye gidiyoruz.
13-EKİM YAPILAN HARCAMALAR
Jeep Parası-190 tümen-(127 tl)
MEŞGİNŞEHR'DEN TEBRİZ'E-14 EKİM PAZARTESİ
Geceden oldukça yorgun olmamıza rağmen sabah yola çıkacağımız için erkenden uyanıyoruz. Hemen kalkıp yola çıkış için son hazırlıklarımızı yapıyoruz. Ve ev sahiplerimizle kahvaltı hazırlıklarına başlıyoruz. Sabah sütü ile kahvaltı açılışımızı yapıyoruz. Mis gibi bir bal ve kaymağı, sıcak pide tarzı ekmeğe katık edip, ev sahiplerimize bizi ağırladıkları için teşekkürlerimizi sunup, Babak'ın ayarladığı taksici ile Tebriz'in dağlık yollarında ilerlemeye başlıyoruz.
Saat 08:30 da yola çıkıyoruz ve saat 12:00 civarı Tebriz'in yoğun trafiğine takılarak şehre giriyoruz. Öğrendiğimize göre Tebriz'de metro yok. Daha doğrusu metro yapılmış ama daha şehrin içine girememiş. Bu sebeple ulaşım sadece kara yoluyla yapıldığından trafik rezalet.
Babak'in önerisiyle Ark Otel'e gidiyoruz. Fiyatı uygun ama gerçekten rezil bir otel diyebilirim. Görevlinin ısrarla "Odaları görmek ister misiniz ?" sorusunun sebebini, odaya girdikten sonra anlıyoruz.
Fazla bir şey beklemiyoruz otel odasından ama insan yine de bir tuhaf hissediyor böyle yerlerde.
Biraz yatağa uzanıp, dinleniyoruz. Arkasından da Tebriz'i tanımak için sokaklara çıkıyoruz. Biraz sizlere artık Tebriz'den bahsetsem iyi olur. Türkiye'den Gürbulak sınır kapısından geçerseniz, bu sınır kapısının İran'daki karşılığı Bazargan sınır kapısıdır. Ondan sonra da soluğu Tebriz'de alırsınız arkadaşlar. Bu şehrin tarihi hikayeleri çeşitliliğini korusa da en parlak dönemini İran'a İslam'ın gelişiyle yaşadığı söyleniyor. Geçmişinin yapılan arkeolojik kazılarla 5000 yıla dayandığı söyleniyor. Esen Moğol rüzgarında Tebriz zarar görmediği için oldukça şanslıymış. Safeviler döneminde ise bir süre başkentlik yapmış. Ta ki Kaçarlar başa ne zaman gelmiş, işte o zaman Tebriz yine başkent olmuş.
20. yüzyılda Tebriz devamlı Rus işgali altında kalmış. Bunun en güzel kanıtı da Azerbaycan sınırında bulunan demir yolu hattı olduğu söyleniyor.
Son yüzyılda Tebriz'in İran tarihindeki rolü oldukça önemliymiş. 1906 daki Anayasal Hareketlenme olaylarında, 1950 petrolün millileştirilmesi ve İslam Devrimi sırasında hep en önde yerini almış.
Bunun dışında Tebriz depremi bol bir şehir olduğundan birçok tarihi eser bugüne gelmekte zorlanmış. Gezerken bizim de en çok dikkatimizi çeken şey; yapılan inşaatlarda bu sebeple hep demir konstrüksiyon kullanılmasıydı.
Ve tabi Tebriz için en önemli şeylerden biri yetiştirdiği şairlerin sayısının çokluğudur herhalde. Dünyanın neresinde bir şairler mezarlığı vardır, bilmiyorum. Bir zaman şehrin kuzey yamacındaki bu mezarlığa şairler ve edebiyatçılar gömülürken kayıt tutulmaya başlanmış. Ve sonunda burası şairler mezarlığı olmuş. Bu mezarlık modern çizgilerin hakim olduğu yüksek beton bir anıt. İçinde ünlü şair Şehriyar da dahil 3000 şair bulunuyormuş.
|
ŞAİRLER MEZARLIĞI-ŞAİRLER ANITI-MEHVERET ÜL ŞÜERA |
Biz otelden çıkar çıkmaz önce kapalı çarşıya gidelim diyoruz ama sokaklarda çok da bilinçli yürüdüğümüz söylenemez. Şehrin İmam Humeyni caddesinde birçok dükkan var ve biraz daha ilerlerseniz önemli bir kaç yapısını görebilirsiniz. Biz Bu caddeden Firdevsi caddesine sapıyoruz. Bizi kapalı çarşıya götürecek. Ama bir yandan da öğle saati olduğundan yemek yiyecek bir yerler arıyoruz.
Ülkemin gözünün seveyim, dört bir yanda karnın doyar. Çeşit çeşit yemekle hem de. Burası sanki bir çöl. Bir yemek yiyebileceğimiz yer bulmak için Firdevsi caddesini boydan boya geçiyoruz. Yolun sonunda birçok fastfood dükkanı görüyoruz ama biz normal bir şeyler yemek istediğimizden biraz daha aranıyoruz. En sonunda Firdevsi caddesinin bittiği köşede bir restorana giriyoruz. Kurt gibi acıkmışız.
Önce çorba geliyor. Çorba dün akşam Babaklarda içtiğimizin aynısı. Bu çorba bizdeki mercimek çorbasının karşılığı sanırım her yerde karşınıza çıkıyor.
|
TEBRİZ'DE BUĞDAY ÇORBASI SÜREKLİ KARŞIMIZA ÇIKIYOR |
Çorbadan sonra da klasik kebabımız geliyor. Garson özellikle Adana'nın çok iyi olduğunu söylüyor. Biz de hadi gelsin bakalım diyoruz.
|
ADANA KEBAP-CHELLO KEBAP |
İkimizde kebabı silip süpürüyoruz. Sıkı acıkmışız anlayacağınız. Ayhan'ın yüzünde güller açıyor vallahi.
|
PEK BİR MUTLUYUM DİYOR :) |
Yemeğimizi yerken rotamız da değiştirmeye karar veriyoruz. Önce kapalı çarşıya uğrasak hurma, çay vesaire alıp, gezerken zorlanacağız. Bu sebeple önce diğer yerleri gezmeye karar veriyoruz.
Kalkıp geldiğimiz Firdevsi caddesinden gerisin geri yürüyoruz. Yolun bittiği yerde ilk göreceğimiz yer geliyor. Burası aslında bizim otelimiz de yanı oluyor. Ark-e Tebriz.
|
ARK-E TEBRİZ |
Bu yapı Tebriz'deki en önemli tarihi eserlerden biri. Nam-ı diğer Tebriz Kalesi'dir. Bu kale tamamı örülerek aslen, 500 yıl kadar önce yıkılmış olan bir caminin yerine yapılmış. Kalenin bir adı da eski caminin adına gönderme yapılarak Mescid-i Alişah'mış. Kalenin yüksek surları bir zamanlar idam cezalarının infazı için kullanılıyormuş.
|
ARK-E TEBRİZ |
Bu yapıyı görünce otelimizin adının nereden geldiğini daha iyi anlıyoruz. Ark Otel zaten bu yapının hemen yan tarafında bulunuyor. Yapı oldukça bakımsız gözüküyor. Önü arkası park halindeki araçlarla dolu bir halde bulunuyor.
Ark-e Tebriz'e giriş kapısı İmam Humeyni Caddesi'nde bulunuyor. Eğer bu yapının giriş kapısına baktığınızda sola doğru yürümeye başlarsanız ileride sol kolda iki önemli yeri de göreceksiniz.
Bunlardan biri Azerbaycan Müzesi'dir. Ahşap giriş kapısı ve giriş kapısının hemen iki yanındaki iki tane taştan koyun heykelini görünce doğru yerde olduğunuzu anlayacaksınız. Giriş ücreti 10 tümen.
|
AZERBAYCAN MÜZESİ |
Müze 1957 yılında açılmış ve 1962 yılında yenilenmiş. Müzede birçok eser bulunuyor. Çömlek kaplar, kolyeler, demir aletler, eski halılar. Bu eserlerin çoğu İran Azerbaycan'ındaki kazılarda bulunmuşlar. Öğrendiğimize göre İran'daki Ulusal Müzeler arasındaki en geniş koleksiyona sahipmiş.
|
MÜZEDEKİ ESERLERDEN BAZILARI |
Müzede ayrıca Sasani döneminden kalma gümüş işleri, Akamenid dönemden kalma su kapları, küçük Loristan bronzları ve Nişabur'dan gelen bazı toprak kaplar sergileniyor.
|
MÜZEDEKİ AKAMENİD DÖNEM TAKILARINDAN BİRİ |
Müzede bulunan etnolojik eserler bölümünde, bölgede yaşayan çeşitli göçebelerin ve kabilelerin giysilerinden eşyalarından örnekler vardır.
|
PERS İMPARATORLUĞU DÖNEMİNDEN BİR KABARTMA |
Anayasal Devrim dönemine ait bazı fotoğrafları da görmeniz mümkün. Ama bu müzede en ünlü köşe Hasanlu Bölgesi'ndeki kazılardan getirilen iki iskeletin sergilendiği yer olsa gerek. Bu iskeletler yüz yüze yatırılmış durumda bulunduğu için AŞIKLAR olarak isimlendirilmişler.
|
SERGİLENEN AŞIKLAR'IN İSKELETLERİ |
Müzenin en alt katında da İranlı bir heykeltıraşın çalışmalarını görebilirsiniz. Bu heykeller açlık, insan yaşamı, savaşlar gibi konuları anlatıyor. Sanatçının bunları yapması 5 yılını almış.
|
MÜZENİN ALT KATINDAKİ HEYKELLERDEN BİRİ |
Azerbaycan Müzesi'nden çıkar çıkmaz hemen yanındaki Mescid-i Kabud yani Mavi Cami'ye giriyoruz.
Girer girmez 12. yüzyılın ünlü Azeri şairi Bedel Khagani'nin heykeli ve güzel bir bahçesi olan bir Khagani Bahçesi sizi karşılıyor.
|
MAVİ CAMİ BAHÇESİ VE KHAGANİ HEYKELİ |
Khagani Bahçesi oldukça hoş gözüküyor. Sağda solda banklarda oturanlar, dinlenenler mevcut.
|
KHAGANİ BAHÇESİNDEN BİR GÖRÜNÜM |
Bahçenin hemen yanından Mavi Cami'ye giriş yapabilirsiniz. Mavi taşlarıyla ününü duyduğumuz caminin dış cephesini renksiz görünce biraz şaşırıyoruz ama yine de belki bir yerlerinde mavi taş vardır diye umudu elden bırakmıyoruz.
|
MAVİ CAMİ'NİN DIŞ CEPHESİ |
Bulunduğumuz yerin arkası ve sağında çok güzel, üstü kapalı bir yürüyüş alanı bulunuyor. Oradan ilerliyoruz. Tavan muhteşem gözüküyor.
|
YAVAŞ YAVAŞ İLERLİYORUZ |
Sonunda bu koridordan çıkarak caminin girişine geliyoruz. İşte girişte nihayet mavi çini taşlarını görebiliyoruz.
|
MAVİ CAMİ'NİN GİRİŞİ |
Cami 1465'te yaptırılmış. Geçirdiği birçok depremden sonra harabe haline gelmiş. Ancak son zamanlarda restore edilmiş. Caminin içinde ve dışında kalan çiniler hala güzelliğini koruyor ama tüm camiyi böyle çiniyle dolu görmek vardı diyorum ben. Çinileri yüzünden bu cami İslam'ın Turkuazı diye de anılırmış. Allah adı çinilere Arap harfleriyle yazılmış ve bu yazı çeşitli kereler tekrarlanmış. Bu tekrarın 1001 tane olduğu söyleniyor. Camiye 17 mt lik yüksek bir girişle giriyorsunuz. Bu kapı geniş bir alana açılıyor. Girişi 8 tümen. Giriş kapısının kolonlarında "Allah, Muhammed ve Ali" yazıyor.
|
CAMİNİN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM |
Caminin girişine göre ters tarafta bulunan küçük odayı, görmeden geçmeyin derim. Burası Karakoyunlu Şahları'nın özel namaz kılma mekanıymış. Bu mekanda duvarların alt bölümleri mermer, üst bölümleri ise altın ve lapis taşlarla işlemeliymiş. Ayrıca Karakoyunlulardan Cihan Şah'ın türbesi de birkaç basamakla inilen mahzen gibi bir yerdeymiş. Biz bunları görmeden tekrar camiden çıkıp bahçeye gidiyoruz.
|
BAHÇEYE SON BİR BAKIŞ |
Bahçeye son bir bakış atıp, çıkıyoruz. Bir çayhane bulursak hem çay içmeyi hem de dinlenmeyi hayal ediyoruz. Bulunduğumuz İmam Humeyni caddesinden Ark-e Tebriz'e doğru yürüyüp, elimizdeki kaynak kitapta yazan çay içebileceğimiz yeri bulmaya çalışıyoruz. Buluyoruz da ama burası aslen bir restoran olduğundan çay içilmediğini söylüyorlar bize. Zaten yerin altında olan mekan da bizim pek hoşumuza gitmiyor. Bu arada Tebriz'de dil sorunu hiç yok. Herkes Türkçe konuşuyor. En azından anlaşılacak düzeyde. Tabi bize göre değişik hitapları var ama yine de anlıyorsunuz. Mesela kendim yerine özüm diyorlar. Ben yerine men diyorlar. Doğru yerine düz diyorlar. Bunun gibi birçok örnek verilebilir. Bu sebeple birine bir şey sorduğunuzda sıkıntı çekmiyorsunuz. Bir de Türk olduğunuzu söylerseniz, her an evlerinde misafir olmaya hak kazanabilirsiniz.
Bu ilgiye rağmen bir çay içebileceğimiz yer bulabilmek adına ümitsiz bir şekilde Caharrah-e Şahnaz yani Şehnaz Dörtyolu'na kadar ilerliyoruz. Dörtyolda Şeriati caddesi üzerinde bir talibiciye girip, oturuyoruz. İçeri girdiğimizde satıcı bir müşteri için bir şey hazırlıyordu. "O ne?" diye sorduğumuzda satıcı bize "Süt ve Hurma karışımı" dedi. Yani taze hurmayı parçalayıp, süte karıştırıyor. Üzerinde tarçın döküyor. Biz de bir deneyelim deyip, içiyoruz.
|
SÜT+HURMA+TARÇIN |
Belki sevmeyiz diye bir tane alıyoruz ama çok hoşumuza gidiyor. Bayılıyoruz. Ne çok tatlı, ne de az. Tadı tam kıvamında bir içecek. Mutlaka deneyin derim. Ayhan'ın yüzünde yine mutluluk gülücüklerini görmek yetiyor zaten.
|
YENİ İÇECEĞİ VE MUTLU AYHAN |
Satıcıya "Nerede çay içebiliriz?" deyince bize "Pek bulamazsınız, bulduğunuza da hanımları almazlar." diyor. Biz de bunu duyunca üzülüyoruz. Ama satıcı bize "İsterseniz size ben çay yapayım"deyince dünyalar bizim oluyor desem yalan olmaz. Çok çay meraklısı değiliz ama gerçekten bazen bir yorgunluk çayı hele böyle gurbette ve bir gün önce koca bir dağı devirmişseniz iyi gidiyor be. Sonunda çaylarımızı içiyoruz. Hem de bir değil iki fincan. Yanında da kek. Mutluyuz. Şimdi kalkıp kapalı çarşının yolunu tutabiliriz herhalde. Tekrar ilk yürüdüğümüz cadde olan Firdevsi caddesinde ilerliyoruz. Yol bitince sağ tarafımızdaki uzun koridorlara sahip çarşıya giriyoruz.
Burası birçok bölümden oluşuyor. Her iki çarşı arasında da ara ara çeşitli meslek dallarını anlatan heykeller koymuşlar.
|
ÇARŞI SOKAĞINDA BİR FOTOĞRAFÇIYA POZ VEREN AYHAN |
Buranın o ünlü, büyük kapalı çarşı olmadığını anlıyoruz sonra ama fazla da zorlamıyoruz. Sonradan öğreniyoruz burası Şemsi Tebrizi Çarşısı'ymış. Buradan yeşil çay, siyah çay, ada çayı, kişniş ve zereşk alıyoruz. Ama istediğimiz hurmayı bulamıyoruz. Nasılsa bir gün daha buradayız diyerek asıl kapalı çarşıya ertesi gün görürüz diye elimizdeki yüklerle saat 16:00 gibi otelimize gidiyoruz.
Otele gittiğimizde bizi kötü bir sürpriz karşılıyor. Duşa girmek isteyen Ayhan'ı banyo kapısında uzun süre bekler görünce "Ne oldu?" diye soruyorum. "Tuvalet taşmış." diyor. Hiç şaşırmıyorum. Çünkü banyo o kadar kötü kokuyordu ki, bir şeylerin ters gittiği açıktı. Gidip bakıyorum. Gerçekten banyo berbat. Ayhan hemen resepsiyona gidiyor ve karşıda başka bir odaya gidiyoruz.
Bu odanın banyosu ve kokusu temiz. Sorun yok gibi. Dağdan kalan bir yorgunluk hala üzerimizde mevcut olduğundan odaya yerleşir yerleşmez biraz uyukluyoruz.
Uyandığımızda artık hava kararmış, akşam yemeği vakti gelmişti. Hemen elimizdeki kitaptan bir restoran buluyoruz, Modern Tabriz Restoran. İmam Humeyni Caddesi üzerinde bulunuyor restoran.
Elimizdeki Zafer Bozkaya'nın kitabında buranın uzun zamandır birçok kişinin favorisi olduğu yazıyor. Biz de bu sebeple gidip bir deneyelim diyoruz. Gittiğimizde buranın da birçok İran restoranı gibi bodrumda olduğunu görüyoruz. İsmindeki modern sıfatı da duvarlarındaki aynalardan geliyormuş.
Merdivenlerle indiğimiz restoranda kimse yok. Geç yemek yiyen İranlılar için tabi saat 20:00 erken bir saat oluyor. Kitapta okuduğumuz gibi restoranda bol bol ayna var.
Menüdeki yemekler paket halinde sunuluyor. Yani hangi kebabı seçtiysen önce çorban, salatan ve en son da ana yemeğin olan kebab geliyor. Önce koca bir salata kasesinde çorba geliyor. Biz bu koca kasedeki çorbayı kendi kaselerimize boşaltıyoruz. Gelen çorba yine Babaklar'da ve öğlen içtiğimizin aynısı. Sorun yok çünkü bu çorbayı biz çok sevdik.
|
BUĞDAY ÇORBASI |
Çorbamızı içince salata bardan salatamızı alıyoruz. Bu arada restorana Avrupalı bir çift geliyor. Selamlaşıyoruz.
Ana yemeğimizi beklerken de etrafı inceliyoruz. Bir ara garsonlarla sohbet ediyoruz. Güler yüzlü garsonların terlik giydiklerini görünce memleketimi anmadan edemiyorum yine. Bizdeki hizmet sektörü gerçekten iyi ama gerçekten.
Sonunda ana yemeğimiz geliyor. Ben Tebriz Köftesi isterken Ayhan yine chello kebab istiyor.
|
TEBRİZ KÖFTESİ |
Tebriz Köftesi'ni gelmeden çok merak ediyordum. Şimdi bu merakımı giderme zamanıdır. Bir parça alıp ağzıma atıyorum ama pek bir şey anlaşılmıyor. Sanki tadında bir ekşilik var gibi. Biraz daha devam edince ortasından bir yumurta parçası ve kuru erik çıkıyor. Ve ekşiliğin sebebini bulmuş oluyorum. Fazla sulu ve tadını da pek hoş bulmadığımdan Ayhan'a veriyorum yemesi için.
|
CHELLO KEBAB |
Yemeklerimiz önümüzdeyken bu bol aynalı restoranda bir fotoğraf çektirelim diyoruz.
|
MODERN TEBRİZ RESTORANI |
Biz yemeğimizi yerken restorana bu sefer iki Asyalı kız geliyor. Kitaptaki herkesin favorisi lafının gerçek olduğunu anlıyoruz. Bizim yemeğimizi bitirmemize yakın da İranlılar yavaş yavaş gelmeye başlıyorlar.
Bizim için yine uzun ve yorucu bir gün oluyor. Yemek sonrası öğleden sonra uğrayıp, çay içtiğimiz meyve suyu satıcısına gidiyoruz. Günün son çayını içip, otelimize dönüyoruz. Otele giderken de İran'ın o iri ve leziz fıstıklarından alıp, Şeriati Caddesi boyunca yürüyoruz. Bu cadde başlangıcında tamamen telefon satıcılarıyla dolu. Ama biraz ilerlediğinizde yemek yiyebileceğiniz yerlerde bulmanız mümkün. İnsan Tebriz sokaklarında kendini Doğu'da yani ülkemizin doğusunda, ne bileyim Erzurum, Maraş gibi yerlerde geziyormuş gibi hissediyor.
İlerlerken bir dükkanın önünde gözüme satılan zereşkin yanında aynı ona benzeyen, dalında bir şeyler görünce duruyorum. Hemen Babak'ın "Zereşk yabani bir bitkidir." sözleri aklıma geliyor. Zereşki dalında görmek hoşuma gidiyor.
|
DALINDA ZEREŞK |
Sonunda kısa bir yürüyüş sonrası oteldeki yatağımıza kendimizi atıyoruz. Yarın bizi Tebriz'den alıp, Meşginşehr'e götüren Ejder'le Tebriz'in diğer ücra köşelerini gezeceğiz. Görüşmek üzere.
14-EKİM YAPILAN HARCAMALAR
- Meşgin'den Tebriz'e Taksi-60 tümen
- Otel 1 gecelik-75 tümen
- Öğle Yemeği-30 tümen
- Azerbaycan Müzesi Girişi-20 tümen-2 kişi
- Talibici-12 tümen (bir süt-hurma, dört çay, iki kek)
- Alışveriş-70 tümen-ada çayı,yeşil çay, siyah çay, zereşk
- Akşam Yemeği-36 tümen
- Fıstık-10 tümen
- Market Alışverişi-8 tümen
TOPLAM: 321 tümen-(214 tl)
TEBRİZ-KENDOVAN-TEBRİZ-15 EKİM SALI
Sabah otelimizin muhteşem doyurucu kahvaltısıyla güne başlıyoruz. Bugün Tebriz'den biraz uzaklara doğru açılmak istiyoruz. Şoförümüz Ejder 10:30 da bizi almaya geliyor ve Tebriz'e bir saat uzaklıktaki Kendovan Köyü'ne gidiyoruz.
Kendovan Tebriz'den 65 km uzaklıkta bulunuyor. En önemli özelliği ise bizim Kapadokya benzeri bir yer olması. Biz günübirlik gidip döneceğimiz için kalacak yer araştırmıyoruz. Eğer isterseniz burada kalabilirsiniz. Geceliği 200 dolar olan bir kaya oteli bulunuyor ama köyün içinde ancak köylülerin pansiyonculuk yapanlarının evlerinde kalabilirsiniz.
Kendovan'a gelmeden cevizleriyle ünlü Osku kasabasını geçiyoruz. Osku da Kendovan 15 km kadar uzaklıkta bulunuyor. Köye girerken, eski Kendovan köyünün kalıntılarını yol üzerinde sol tarafta görebilirsiniz. Fazla bir şey kalmamış ama yine de olanlara bir göz atabilirsiniz.
|
KENDOVAN YOLU |
|
ESKİ KENDOVAN'DAN KALINTILAR |
|
ESKİ KENDOVAN KÖYÜ EVLERİNE BİR ÖRNEK |
Kendovan cuma günleri, yani tatil günü oldukça kalabalık olurmuş. Dört bir yandan turistler buraya gelirmiş. Biz yolda böyle bir kalabalık görmüyoruz. Ama eski Kendovan'ı geçer geçmez yine yolun sonunda geceliği 200 dolar olan Lale Kaya Oteli'ni görüyoruz.
|
LALE KAYA OTELİ-KENDOVAN |
Yerden ısıtmalı, kayalara oyulmuş, otantik bir otel burası. Öğrendiğimize göre 4 yıldızlıymış ama pek öyle görünmüyor. Bu oteli geçer geçmez de artık köye girmiş oluyorsunuz. Köye girmeden arabamızı yol kenarına bıraktığımız için, meydana kadar yürüyoruz.
Köyün girişinde sağlı sollu dükkanlar görüyoruz. Burada el dokuması ürünü çantalar, bitki çayları, ceviz gibi birçok ürün bulacaksınız.
|
KENDOVAN'IN EL DOKUMASI ÇANTALARI |
|
BAHARAT VE YEMİŞLER |
Yoğurt ve süt ürünleri satan dükkanların ürünlerinin organik olduğu söyleniyor.
|
GENİŞ KENDOVAN DÜKKANLARI |
Gelirken geçtiğimiz Osku şehri gibi Kendovan'da da bolca ceviz bulmanız mümkün. Öyle ki yol kenarları bile cevizlerle dolu, yerlere serilmiş durumda.
|
KENDOVAN'DA CEVİZLERLE DOLU |
|
YEMİŞ OLDUKÇA FAZLA |
Köy meydanına gelince de solumuzda, bir tepeye yaslanmış durumda konumlanmış köy evlerinin daracık sokaklarının arasına dalıyoruz.
|
KÖY EVLERİNİN İÇLERİNE DOĞRU |
Daracık sokaklara atıyoruz kendimizi. Buradaki yapıların bizim Kapadokya'dan farkı içinde hala yaşayanların olması. Yol üzerinde ilerlerken, sağlı sollu lego misali dizilmiş ve daracık merdivenlerle yükselen yapılar bulunuyor. Ve köylüler buldukları yere kapı, pencere uydurup evlerini yapmışlar.
|
YUKARILARA DOĞRU İLERLİYORUZ |
Evlerin birçoğunda, köylüler gelirken yol kenarında gördüğümüz ürünlerden satıyorlar.
|
BİR EVİN İÇİNDEKİ SATIŞ REYONU |
Bazı evlerde de müze misali köylülerin yaşamını canlandıran sahneler yapılmış.
|
EKMEK YAPAN BİR KÖYLÜ KADIN CANLANDIRMASI |
|
DOKUMA YAPAN KÖYLÜLERİN CANLANDIRMASI |
Evlerin geneli çok iyi durumda değil. Bu sebeple bazı evlerde restorasyon çalışmaları yapıldığını görüyoruz.
|
RESTORASYON ÇALIŞMALARI VAR |
Bir ara dolaşırken bir evin daracık merdivenlerinden dolanarak, terasına çıkıyorum. Merak ediyorum; "Acaba terastan aşağıya bakış nasıl olacak ?" diye. Sanki piramit şeklindeki bir pastanın üstündeymişim gibi hissediyorum.
|
YUKARIDAN AŞAĞILARA DOĞRU |
|
TERASTAN AŞAĞILARA DOĞRU |
Hemen çay sonrası köyü karşıdan görmek için yukarıya doğru tırmanıyoruz. Biraz yükselince fotoğraflarda gördüğümüz Kendovan görüntüsü az çok ortaya çıkmaya başlıyor. Köyün yeşili oldukça bol. Bu sebeple insanlar şu an kurumuş derenin etrafında piknik yapmaya gelirlermiş buraya.
|
İŞTE YUKARI VE TAM KARŞIDAN KENDOVAN |
Yukarıdan köyün inceliklerini görebiliyorsunuz. Karşıda bahçesinde öğrencilerin koşuştuğu bir okul gözüme çarpıyor.
|
KENDOVAN'DA BİR OKUL |
Bakınırken bir ara başka bir köşede de evlerinin üstüne ceviz seren bir çift görüyorum.
|
EVİN DAMINDA ÇALIŞMALAR DEVAM EDİYOR |
Artık aşağılara inip, köyün içinden geçen ve adını bir türlü öğrenemediğimiz kurumuş nehri geçiyoruz.
|
KENDOVAN'IN KURUYAN NEHRİ VE KÖPRÜLERİNDEN BİRİ |
Köprüyü geçerek, aracımıza dönüyoruz. Kendovan için ne söyleyebiliriz onu düşünüyorum. Belki özelliği sebebiyle ilgi çekici olabilir. Fakat bakımsızlığı ve kirli görüntüsüyle benim çok hoşuma gitmeyen bir yer oluyor. Bu kadar turist çeken bir yerin daha temiz ve doyurucu olması gerekir diye düşünüyorum.
Dünyanın bir başka köşesi hakkında gözlemlerimizi yaptıktan sonra Tebriz'e doğru ilerliyoruz tekrar. Bu sefer dün ziyaret edemediğimiz El Gölü'ne gideceğiz. El , halk demek. Ama gölün ismi bazı kaynaklarda da İl Gölü olarak yazılıyor. Ama aslında devrimden önce burası Şah'ın babası tarafından yaptırıldığı için Şah Gölü olarak biliniyormuş.
Burası gerçekten Tebriz'in keşmekeşinden kurtulmak için birebir, güzel bir yer. Yapay bir göl, içinde güzel bir restoran, parklar ve bir lunaparktan oluşuyor. Öğrendiğimize göre de etrafındaki yerleşim yeri oldukça pahalı apartman dairelerinden oluşuyormuş.
Parka giriş yaparken hemen yolun sağında oldukça pahalı olan İlgölü Park Oteli görüyorsunuz.
|
İLGÖLÜ PARK OTEL |
Bu otel için "Lüks arayanların tercihi " diyorlar. Geceliği 100 dolar civarında. Kaliteli ve güzel yemek yeme imkanınız da bulunuyormuş.
Oteli geçip, aracımızı otoparka bırakıyor ve parka dalıyoruz. Gölün ortasındaki restoran aç karnımıza pek bir hoş gözüküyor. Şaka bir yana bugün restoran olan yapı Kaçarlar dönemindeki saraylardan biriymiş. Devrimden sonra restore edilerek bu şekilde kullanılmaya başlanmış.
|
ŞAH GÖLÜ-İL GÖLÜ-EL GÖLÜ |
Bu parkı Şah Muhammed Rıza Pehlevi yaptırmış. Halk ülkede onun yaptığı iyileştirici devrimleri beğendiğinden Şah'ın kendisini de çok severlermiş. Bizi gezdiren Ejder şimdilerde İl Gölü diye anılan gölün gerçekte isminin Şah Gölü olduğunu söylemek için etrafa şöyle bir bakınıyor, acaba dinleyen var mı anlamında, sonra kulağımıza fısıldıyor. Bu davranışını hem anlıyor hem de yadırgıyoruz. Bir gün biz de bu durumlara düşer miyiz bilmiyorum.
Karnımız çok aç olduğundan parkı gezmeden hemen gölün ortasındaki restorana gidip, yemek yemek istiyoruz.
|
RESTORANA DOĞRU |
Restorana giden bu simetrik yolda Ejder ve Ayhan'ın da bir fotoğrafını çekmek istiyorum.
|
EJDER VE AYHAN |
Tebriz'in yemekleri çok güzel ve çeşitli deseler de yine aynı çorba ve kebap çeşitleri bizi yakalıyor.
Yemek siparişimizi verip beklerken biz de Ejder'den bu park hakkında bir takım şeyler öğreniyoruz. Bu park hiçbir sosyal paylaşım ortamı olmayan Tebrizli gençler için oldukça önemliymiş. Burada birbirlerini beğenen gençler telefon numaralarını birbirlerine verirlermiş. Eğer telefon numarası verilen kız numarayı alırsa, o genci beğeniyor anlamına gelirmiş. Bunu duyunca şaşırıyoruz ama burası İran her şey mümkün.
Sonunda bizim de yemeklerimiz geliyor. Önce üstü zereşkli klasik Tebriz çorbamız geliyor ve arkasından da Khubide Kebabımız. Yani chello kebap.
|
KHUBİDE KEBAP |
Tebriz'de salataları açık ya da kapalı pakette servis ediyorlar. Ve üzerine dökmeniz için bizdeki ketçaplar misali salata sosu dedikleri, küçük poşetlerdeki sosları döküyorlar. Bizim gibi mutfağında bol salata çeşidi olan tipler için pek keyifli olmuyor bu durum ama ortama da ayak uydurmak lazım.
Yemekten sonra canımız girişte fotoğrafını gördüğümüz baklavadan yemek istiyor ve restoranın cafe bölümü olan üst kata çıkıyoruz. Ama istediğimiz baklava diye geçen ve aslında baklava olmayan ilginç şerbetli tatlıdan pek de memnun kalmıyoruz.
Üst kattan manzara yine hoş gözüküyor. Burası gerçekten insanı dinlendiriyor. Tebriz'de böyle bir yer olması hoşumuza gidiyor. Çaylarımızı yudumlayıp, günün son durağına gitmek için restorandan ayrılıyoruz. Parkı fazla dolaşmıyoruz. Zira göreceğimiz manzara hep aynı gibi gözüküyor.
Tekrar Tebriz'in trafik keşmekeşine dalıyoruz. Gerçekten çok kötü bir trafiği var. Kapalı Çarşı'ya gitmek için arabamızı bir otoparka bırakıyoruz.
Tebriz'in kapalı Çarşı'sı gerçekten çok ünlü. Bizim Kapalı Çarşı'mızdan çok daha egzotik olduğu söyleniyor ama bakımı ve görkemiyle bizimki daha bir hoş geliyor gözüme.
Pazarın 1000 yıllık bir geçmişi bulunuyor. Günümüzdeki halini ise 15. yüzyıldan itibaren almış. Unesco Dünya Mirası Listesi'ndeki tarihi çarşılardan biriymiş.
|
TEBRİZ KAPALI ÇARSI'SI |
Pazarın içinde 7350 dükkan ve 24 kervansaray bulunuyormuş. Bütün çarşı da genel olarak 5 bölüme ayrılıyormuş. Bunlar halıcılar, baharatçılar, kuyumcular, ayakkabıcılar ve genel ev malzemecileridir.
Pazarın bir bölümü Tebriz'in ortasından geçen Kuru Çay nehrinin diğer tarafına geçmiş durumda bulunuyor. Burada da bakırcılar ve kuru gıda maddesi satıcıları bulabilirsiniz.
Bizse bu koca pazardan bir koli hurma almayı uygun buluyoruz. Faaliyetlerde yiyeceğimiz hurmanın stoğunu yaptık diyebilirim. Bugünü en son kapalı çarşıda gezinerek bitiriyoruz. Çarşıdan çıkıp da Ejder'i arabamızı getirmesi için beklerken, buradan yani Tebriz'deki bu koca çarşıdan çıkıp da çevre ülkelere dağılan malların kamyonlara istiflenmesini izliyoruz.
|
KAMYONLARA YÜKLENEN MALLAR |
Arabayı otoparktan alıp, gelen Ejder bizi otelimize bırakıyor. Ona teşekkür edip, bütün gün için yani bizi gezdirdiği için ne ödeyeceğimizi soruyoruz. O da "Siz menim konağımsız, olmaz" diyor. Yani "Siz benim misafirimsiniz" diyor. Ama bu uygulamaya İran'da "Tarif" diyorlar. Yani siz bir şey alıyorsunuz parasını ödemek istiyorsunuz ama İran'lı arkadaşımız ödemenizi kabul etmiyor. Siz ısrar ediyorsunuz, o ısrar ediyor; siz ısrar ediyorsunuz, o ısrar ediyor. Aman ha sakın beni misafir sayıyor ödemeyeyim bari demeyin. Bir arkadaşımızın başına gelmiş. O ödemeyeyim bari deyip, dükkandan çıkınca durdurup, parayı istemişler.
Biz de Ejder'in tarif yapmasına aldırmıyoruz. Hemen istediği parayı ödüyoruz. Ödediğimiz anda da hiç itiraz etmiyor zaten. Ejder'e veda edip, ayrılıyoruz. Bugün onun sayesinde hızlı bir şekilde aklımızda kalan yerleri gezmiş oluyoruz.
Otelde dinlendikten sonra, akşam dolaşmak için yola çıktığımızda fazla insan görmüyoruz. Çünkü bugün bizim ülkemizde bayramın birinci günü olmasına rağmen İran'da ise bugün arefe günü. Yani yarın bayram. Bu sebeple akşam dışarı çıktığımızda sokaklarda pek insan görmüyoruz. Gördüklerimiz de bayram alışverişi yapan birkaç kişi oluyor.
Şeriati Caddesi'ndeki bir pizzacıda yemek yedikten sonra, her zaman uğradığımız talibicide birer çay içip sokağın sıkıcı havasından kurtulmak için yine otelimize dönmeyi yeğliyoruz. Bu akşam Tahran'dan gelecek arkadaşlarımızın da haberlerini bekliyoruz. Yarın onlarla buluşmak için heyecanlıyız. Görüşmek üzere.
15-EKİM YAPILAN HARCAMALAR
- Gezi Ücreti-Ejder'e Ödenen Para-175 tümen
- Otel Bir Gecelik-75 tümen
- Hurma-66 Tümen
- Pizza-13 tümen
- Çay-4 tümen
TOPLAM: 333 Tümen-(222 tl)
TEBRİZ'DEN VERZEGAN HOYNERE KÖYÜ'NE-16 EKİM ÇARŞAMBA
Bugün İran'da Kurban Bayramı'nın ilk günü. Daha yataktan kalkmadan hemen dibimizdeki Ark-e Tebriz'in yan komşusu olan camiden dışarı yayılan bayram namazı çağrısıyla uyanıyoruz. Pencereye, camiye bakmak için gittiğimde camiye koşan kara çarşaflı kadınları görüyorum. İçim acayip sıkılıyor bu görüntüye. Kadınların şu görüntüsünü ülkemdeki din, iman diye direnen bazı kadınların görmesini öyle isterdim ki.
|
BAYRAM NAMAZI SONRASI CAMİDEN ÇIKAN KADINLAR |
O an aslında birkaç gündür Tebriz'de bu görüntülerden dolayı çok bunaldığımızı iyice anlıyorum. Bu görüntüden bir an önce kurtulmak için arkadaşlarımızın gelmesini ve dağlara özgürlüğe doğru gitmek istiyoruz. Tebriz'in Tahran'a göre daha iç sıkıcı bu halinden bir an önce kurtulmayı gerçekten çok istiyoruz.
Akşam arkadaşlarımızdan 10:30 gibi geleceklerine dair bir mesaj almıştık. O saate yakın odamızı terk ederek, lobide inerek, onları bekliyoruz.
Saat 11:00 a doğru Mahmut ve Abbas otelin kapısında gözüküyorlar. Eşyalarımızı alarak üç gün birlikte olacağımız arkadaşlarla tanışmaya gidiyoruz. Tanışacağımız kişiler Abbas'ın arkadaşları oluyor. Elham kimya mühendisi olan bir Azebaycan Türkü, Mina özel bir şirkette çalışan bir Farsi, Abbas ise bakır üzerine bir fabrikaları olan bir Farsi arkadaşımız. Hepimiz iki arabaya doluşuyoruz. Bir arabada ben, Ayhan ve Mahmut diğerinde ise Abbas ve arkadaşları Abbas Shabani, Mina Rostami Shahwari ve Elham Berenjian bulunuyor.
3 gün boyunca sürecek trans için Tebriz'in kuzey batısına doğru, Ermenistan sınırına doğru ilerliyoruz. Geçen sene büyük bir deprem geçiren Verzegan Kasabası'nda durup hem alışverişi tamamlamak istiyoruz hem de Ayhan ve ben dağ hurçlarımızdaki eşyalarımızı sırt çantalarımıza yerleştirmek istiyoruz.
Bu yürüyüş için Ayhan ve ben nasıl olsa ekip alışverişi yapılacak diye hiç bir yiyecek almamıştık yanımıza. Bunun cezasını da sonra çekiyoruz.
Bu arada alışveriş için durduğumuz esnada polis de biz yabancıların kim olduğumuza dair bir sorgulama yapıyor ve trans için bize izin vermiyor. Stresli bir bekleyiş bizim için başlarken Abbas'da polise laf anlatmaya başlıyor.
|
BEKLİYORUZ |
Sonunda polis onlarla birlikte karakola gelmemizi söylüyor. İzlediğimiz filmlerde gördüğümüz açık yeşil gömlekli, kara sakallı bu polislerle karakola girmek hepimizi daha çok da biz Türkleri biraz geriyor. Girişte herkesten cep telefonları isteniyor ve sonra gençten bir polis bizi içeride bir odaya götürüyor. Biz yabancılardan pasaportlarımız, İranlı arkadaşlardan da kimlik kartları isteniyor. Bilgilerimiz bir kağıda aktarıldıktan sonra bu uygulamaya geçen sene meydana gelen deprem sonrası alınan kararların sebep olduğunu söylüyorlar.
Karakoldan çıktığımızda herkes eminim ki içinden bir ohh çekiyor. En çok da sanırım kimsenin haberi olmadan arabanın arkasında Arak saklayan Mahmut ve Abbas derin bir ohh çekmiştir diye düşünüyorum.
Öyle böyle derken etlerimizi de bir kasaptan aldıktan sonra ve Ayhan'la ben alışveriş yapma fırsatı bulamadan Verzegan'dan ayrılıyoruz. Issız, renksiz ve tatsız deprem geçirmiş yerleşim yerlerinden geçerek tepelere tepelere tırmanıyoruz. Abbas bize heyecanla " Bu kel tepeler bir süre sonra meşe ormanlarına dönüşecek, bekleyin" diyor.
Bir süre sonra yükseldiğimiz yerden döne döne aşağılara inişe geçiyoruz. Bu geçiş esnasında da aşağıda yürüyüşe başlayacağımız 2270 metrelerdeki Hoynere Köyü gözüküyor.
|
HOYNERE KÖYÜ |
Köydeki evler bizdeki yayla evleri misali. Pek de insan bulunmuyor gibi gözüküyor. Oldukça fazla rüzgarı olan bu köyde insan bulunmaması da normal gibi gözüküyor. Köyün biraz ilerisinde, patikanın başladığı yerde yürüyüşe başlamak için hazırlanıyoruz. Bulunduğumuz bölge çok rüzgarlı olduğundan iyice sarınıyoruz ve yürüyüşe başlamadan bir hatıra fotoğrafı çektiriyoruz. Saatlerimiz 13:00 ü gösteriyor.
|
TRANS YÜRÜYÜŞÜMÜZ BAŞLIYOR EFENDİM |
Patika yol oldukça bariz bir şekilde ilerliyor. Ve tepeleri yatay bir şekilde size geçirtiyor. Yani yürüyüş zevkle ilerliyor.
|
PATİKADAN İLERLİYORUZ |
|
DÖNÜŞLERDE ARKADAKİ EKİBE BAKIŞ |
Biraz iniş yaptıktan sonra rüzgarın kesildiğini görüyoruz ve fazlalıkları çıkartmak için ilk molamızı veriyoruz.
|
İLK MOLA SONRASI RAHATLAMA |
Sırtımızda kamp yükü ile yürümek insanı biraz zorlasa da yürüyüş güzel ilerliyor. Bir süre sonra da yavaş yavaş meşe ormanı başlıyor.
|
MEŞELİKLERE DOĞRU İLERLİYORUZ |
Bu arada yeni tanıştığımız İranlı arkadaşlarımız çok neşeliler. Her şeye gülen bir halleri var.
|
ELHAM, ABBAS VE MİNA |
İlerlediğimiz meşelikler bir süre sonra öyle güzel bir hal alıyor ki adeta gökyüzünü kollarıyla kapatıyorlar. Burada yürümek gerçekten insana keyif veriyor.
|
GRUP İLERLİYOR |
Tabi biz hem dağ hem Tebriz gezisi derken çanta seçiminde biraz zorlandık. Bu sebeple Ayhan dağ için aldığımız hurçlardan birini kullanmak zorunda kalıyor. Bu sebeple de taşırken biraz zorlanıyor.
|
AYHAN VE KIRMIZI DAĞ HURCU |
Bu arada Mahmut da tavuk ve kırmızı etten oluşan iki günlük et stoğumuzu taşıyor.
|
MAHMUT VE BİR TORBA DOLUSU ET |
Yaklaşık iki saatlik yürüyüşle güzel bir açıklıkta bulunan Pir Davud'un türbesinin olduğu 1730 metredeki kamp alanına varıyoruz. Saat 15:00 i biraz geçiyor.
|
PİR DAVUD TÜRBESİ VE KAMP ALANI |
Geldiğimizde kamp yerinde bir grup İranlı dağcı bulunuyordu. Biraz dinlendikten sonra onlar yollarına devam ediyorlar. Bizse bu yapıya bir göz atıyoruz. Burası iki göz odası olan bir yer. Odalardan birinde Pir Davud'un türbesi bulunuyor. Diğerindeyse bir soba, kap kacak, bardak, çanak yani kamp yerinde ihtiyacınız olan her şey bulunuyor.
|
BİNANIN GENİŞ ODASI |
|
PİR DAVUD'UN ODASI |
Eşyalarımızı binanın içine koyup, gece içeride kalmayı planlıyoruz. Daha sonra bu kararımızın ne kadar yanlış olduğunu anlayacağız ama her şey deneyim, deneyimlemeden olmuyor işte.
Hemen işe girişiyoruz. Abbas ve Mahmut etlerle uğraşırken biz geriye kalanlar da ateş için odun toplama işine girişiyoruz. Kuru ve çok küçük olmayan odunları meşe ormanında arıyoruz.
|
ETLER PİŞMEK İÇİN ŞİŞLERE GEÇİRİLİYOR |
|
VE İLK ODUNLAR GELMEYE BAŞLIYOR |
|
PEK BİR HOŞUNA GİDİYOR AYHAN'IN BU İŞ |
Yeterli odun toplanınca Abbas hemen ateş yakma işine girişiyor. Abbas gerçekten bu işten iyi anlıyor. Ateş yanınca hemen üstüne sıcak su için çaydanlık konuluyor.
|
ATEŞ TAMAMDIR, SIRA ÇAYDA |
Ateş iyice kıvamını bulunca arkasından şişe geçirilmiş tavuklar ateşin üzerinde yerlerini alıyorlar.
|
ŞİŞTE TAVUK BEKLEMEZ |
Herkes bulduğu odunu getiriyor. Bir ara Mahmut tepelerden sırtladığı koca odunla kampa yaklaşınca herkes haline gülüyor.
|
KOCA BİR ODUNLA GELEN MAHMUT |
Tavuklar pişerken biz de kampa biraz daha yerleşme ve işlerin yapılması sonucu oyalanmak için fotoğraf çekimi yapıyoruz.
|
TREK BEŞBİN VE İRAN |
Matlarımız ateşin başına yerleştirip, tavuğun pişmesini beklerken sohbet ediyoruz.
|
ATEŞ BAŞI SOHBET |
Ortam oldukça iç açıcı ve rahatlatıcı. İranlı arkadaşlarımızın neşesine de diyecek yok. Her şeye gülebilme gibi bir özellikleri var. Öyle anlaşılıyor ki İran'da hayat ve yaşama koşulları onları oldukça bunaltıyor. Normalde bizim pek gülemeyeceğimiz şeyler bile onların katıla katıla gülmesine sebep oluyor.
Ateş başı sohbet sırasında tavuklar şişlerde çıtırdamaya başlayınca Abbas hepimize teker teker tavukları uzatıyor. Kendisi de yanında artık Arak'ın keyfine bakmaya başlıyor.
|
AYHAN TAVUĞA BAYILIYOR |
|
BURADA OLMANIN ŞEREFİNE BARDAKLAR KALKIYOR |
İçkileri içen bizim çocukların keyfine diyecek yok. Dağın ortasında, İran'da ellerinde içki, ateş başında muhabbet, daha ne olsun.
|
İRAN'DA BİR DAĞ BAŞINDA |
Bir yandan tavuk yenirken bir yandan da akşam yemeği için hazırlıklar yapılıyor. Elham Abbas'ın meşhur bakır kazanına patatesleri, soğanları, patlıcanları doğruyor sırayla. Odun ateşinde, bakır tencerede pişecek. Yemeği ve yemek yapmayı seven Abbas için bu bakır tencere dağda vazgeçilmez biz de bunu anlamış oluyoruz.
|
ELHAM AKŞAM YEMEĞİ HAZIRLIYOR |
Elham güzelce hazırladığı tencerenin üstünü bir de domateslerle kapatıyor. Mis gibi gözüküyor. Bakalım pişince tadı nasıl olacak.
|
BAKIR TENCEREDE YEMEK KEYFİ |
Ateş başındaki bu gece hem uzun sürüyor hem de zevkli geçiyor. Abbas'ın ve arkadaşlarının farsça ezgileri eşliğinde kimi sohbet ediyoruz kimi yemek yiyoruz. Ama İran'da bir dağın başında güzel vakit geçiriyoruz. Saat 23:00 a doğru biz Ayhan'la yatmayı tercih ediyoruz. Herhangi bir hayvan olasılığına karşı binanın içine çadırımızı kurup da öyle yatmak istiyoruz. Ve bu uzun ve güzel güne kendi noktamızı koyuyoruz.
PİR DAVUD KAMP ALANINDAN ÇAY KENDİ'NE-17 EKİM PERŞEMBE Gece gruptaki bazı arkadaşlarımızın horlaması sonucu pek iyi uyuyamıyoruz. Hemen kalkıp, kahvaltı yapıyoruz. Ben, Mina, Abbas ve Elham içeride kahvaltımızı ederken Abbas, Ayhan ve Mahmut da dışarıda kahvaltı yapıyor. Polisin bizi kontrol etmesi telaşıyla bizi getiren arabaların arkasında kahvaltılıkların unutulması sonucu elimizdekilerle idare ediyoruz. Daha doğrusu birlikte alışveriş yapacağız diye hiç bir şey almayan bizler arkadaşlarda ne varsa onu yemeye çalışıyoruz. Bu da bizi rahatsız ediyor ama bu dağ başında yapacak bir şey yok. Bugün 6 saatlik bir kamp yürüyüşüyle trans bizi bekliyor. Ne buluyorsak yemek zorundayız.
|
DIŞARIDA KAHVALTI YAPAN KAFİLE |
Kahvaltı sonrası küçük Abbas vücudunda bazı kızarıklıklar tespit ediyor. Ben de işkillenip hemen vücudumu kontrol ediyorum. Onun vücudunda bayağı kızarıklık varken ben sadece karnımda üç adet iz buluyorum. Çok kötü görünmedikleri için fazla endişelenmiyorum.
Eşyaları toparlayıp bugünün yoluna başlamak için son hazırlıklarımızı yapıyoruz. Bulaşıklar yıkanıyor, dün akşam ateş başında pişen etin suyu plastik şişeye konuluyor.
|
ET SUYU DAHA SONRA KULLANILMAK ÜZERE ŞİŞELENİYOR |
Suyu süzülmüş et bakır tencerede paketleniyor. Çöpler toplanıyor ve yakılabilecekler yakılıyor.
|
MİNA ÇÖPLERİ YAKMA PEŞİNDE |
Ateş söndürülüp, çantalar hazırlanıyor. Son bir kez etrafa bakılıp saat 08:40 da yola çıkıyoruz.
|
SON ROTÜŞLAR YAPILIYOR |
|
VE YOLA ÇIKIYORUZ |
Bugün plana göre altı saat yürüyüp, ikinci kampımızı atacağız. Kamp yüküyle yürümek insanı biraz zorladığından açıkçası "Bu kadar saat nasıl yürürüz?" diye düşünmeden edemiyoruz. Bu arada Abbas "Bakır tencereyi herkes 10 ar dakika taşıyacak " diyor ama Ayhan"Ben taşırım" deyip, yola koyuluyor bile.
Sabahın serinliği ile yine biraz üst üste giyiniyoruz ve kamp alanımızı görebileceğimiz yüksek bir yere gelince hem durup manzaraya bakıyoruz hem de üst baş değişimi yapıyoruz.
|
KAMP ALANIMIZ AŞAĞILARDA KALIYOR |
Bugün rotamızda hafif hafif yükseleceğiz. Sırtımızdaki yüklerin etkisiyle bu sebeple ara ara da mola veriyoruz. Bu molalar sırasında İranlı arkadaşlarımız illa ki birbirlerine sevgi gösterisinde bulunuyorlar.
|
HER İKİ ABBAS DA BİRBİRİNİ ÇOK SEVİYOR :) |
Yine meşeliklerin arasına dalıyoruz ama yol boyunca bol bol olgunlaşmış kuşburunlarının tadına bakıyoruz. Bu arada Azerice'de kuşburnunun karşılığının "İt Burnu" olduğunu öğreniyoruz.
|
MEŞELİKLERE DALIŞ |
Genelde bitki yapısı bizim ülkemizdekiyle aynı gibi gözüküyor. Ama bir ara bizim de onların da görmediği bir ağaç görüyoruz. Daha doğrusu ağacın çiçekleri oldukça ilginç ve güzel gözüküyor. Herkes fotoğraf makinesine saldırıyor fotoğraf çekmek için.
|
ÇOK HOŞ ÇİÇEKLER |
Patika yoldan ilerlerken kimi kimi önümüzdeki dağ silsilesini gösterecek açıklıklar ortaya çıkıyor. Dağların kıvrımlı görüntüleri öyle hoş gözüküyor ki.
|
KARADAĞLARDAN GÖRÜNÜM |
Saat 11:00 gibi uzaklardan bir köy gözüküyor. Ballıca köyü. Abbas "Belki bir köylüye çay yaptırırız. "diyor. Biz de seviniyoruz. Hem biraz dinlenip hem de çay içmek güzel olurdu. Köye girmeden koca bir saman yığını önünde oturup, bir şeyler atıştırıyoruz.
|
KÖYE DOĞRU İLERLİYORUZ |
Samanlıkta dinlendikten sonra 1660 metredeki Ballıca Köyü'ne doğru ilerliyoruz. Ben biraz gerilerde kalıp, grubun fotoğrafını karşı patikadan çekmek istiyorum.
|
EKİP KARŞI SIRTTA İLERLİYOR |
|
TEK SIRA İLERLİYORUZ |
Nihayet köye ulaşıyoruz. Ballıca Köyü'nün konumu çok güzel. Köy fazla dolu gibi de gözükmüyor.
|
KÖYE GİRİŞ YAPIYORUZ |
Köye girer girmez sağda bir evden bir amca çıkıveriyor. Onun hemen peşinden de köpeği aramıza dalmak istiyor. Normalde böyle dağ köylerini koruyan köpekler saldırgan olur ama bu köpeğin tek derdi kendini sevdirmek.
|
KÖPEĞİYLE BİR AMCA BİZİ KARŞILIYOR |
Bu arada bu köylerin hepsi Azeri Köyü olduğundan herkes Türkçe konuşuyor.
|
KÖY EVLERİNDEN BİR GÖRÜNÜM |
Köylülerin çay yapamayacağını öğrenip, biz de köyde fazla oyalanmadan ayrılıyoruz ama köpek bir türlü peşimizi bırakmıyor. Önümüze gelip, yerlere yatıp, karnını sevmemizi istiyor. Bir ara önden giden Mahmut'la Abbas'ın peşine takılıyor.
|
KÖYÜ TRANSİT GEÇİYORUZ |
Amca yine köpeğinin peşinden koşup, yakalamaya çalışıyor. Ama bu kaçma yakalamacalar bir iki kez daha gerçekleşiyor.
|
KÖPEK BİR KERE DAHA YAKALANIYOR |
Anlaşılan köpek oyun istiyor da oynayan yok. Bizi bulunca da peşimize takıldı. Köpeğin bu hali çok hoşumuza gidiyor. Köyü epeyi bir geçtikten sonra da arka tepelerde kalan bu şirin köye dönüp bir daha bakıyoruz.
|
BALLICA KÖYÜ'NE SON BİR BAKIŞ |
Sırtlarda yürürken yine bir yoğun meşelik alana giriyoruz. Bu dalların birbirine dolanmış hali cidden çok hoş oluyor.
|
TÜRK EKİBİNİN İRAN DAĞLARINDA HALİ |
Bu güzel ağaçların altında saat 13:00 te öğle yemeği molası veriyoruz. Yaklaşık 4,5 saattir yürüyoruz. Herkes hemen Abbas'ın ateşi yakması için odun topluyor.
|
ABBAS ATEŞ İÇİN UĞRAŞIYOR |
Bu arada biz de bir köşede dinlenmeyi tercih ediyoruz. Karınlar acıktı, sabırlar azaldı.
|
ORMAN İÇİ DİNLENME |
Abbas çok hızlı vallahi hemen ateşin başına geçmesiyle dumanı tüttürmesi bir oluyor.
|
DUMANLAR TÜTÜYOR |
Hemen Ayhan'ın sabahtan beri taşıdığı bakır tencere ocağa konuyor. Ve et suyu ile ısınması bekleniyor.
|
TENCEREMİZ ATEŞİN ÜSTÜNDE |
Abbas bir yandan da haşlanmış nohut eziyor. Bu işlemi görünce hangi yemeği pişireceğini hemen anlıyorum, Dizi. Yani et ve et suyu ile pişirilen ve ezilen nohut yemeği.
|
NOHUTLAR EZİLİYOR |
Bu yemeği daha önce yediğimde midemi bozmuş, bir koca gün istifra etmiştim. Yine de ön yargılı olmadan tadacağım. O sebeple yemeğin pişmesini bekliyorum. Bu arada Mina ile havadan sudan sohbet ediyoruz.
|
MİNA İLE SOHBET |
Yemek çok sürmeden pişiyor. Zaten et pişmişti, nohutlar da haşlanmıştı. Sadece ısınır gibi bir şey oldu. Hemen matlarımızı yerleştirip, yemek için hazırlanıyoruz.
|
YEMEK BEKLEYEN ÇOCUKLAR GİBİ DİZİ YEMEK İÇİN DİZİLDİK |
Yemeğimizi yeyip, çayımızı içip saat 14:00 da kalkıyoruz. Plana göre 2 ya da 3 saatlik bir yürüyüşümüz kaldı ama kısmet. Yürümeye başlıyoruz.
|
YEMEK SONRASI YÜRÜYÜŞ |
Yürüyüşe başlıyoruz. Ama yediğimiz yemekteki etin yağı içimizi kavuruyor. "Bu bize yakıt oldu" diye diye hem gülüyoruz hem yürüyoruz.
|
TEPELERİ TEPELERİ AŞIYORUZ |
Biraz yükseliyor biraz inişe geçip, meşelikler arasında yürüyoruz. Bu güzellikler arasında ben o anı dondurmak istiyorum.
|
BEN VE ARKAMDA UZAYAN O GÜZEL YOL |
Artık yürüye yürüye öyle bir yere geliyoruz ki takip ettiğimiz patika yol birden bire yok oluyor. Yol yok olunca da Abbas bizi bir vadiye indiriyor. Tabi bu indiğimiz vadiden bir süre sonra çıkmak zorunda kalıyoruz. Artık saatlerimizde 18:00 e doğru geliyor. Yani aslında bugünkü yolumuzun bitmiş olması gerekiyor.
|
İNDİĞİMİZ VADİDEN YUKARILARA DOĞRU |
Vadiden yükselmeye devam ediyoruz. O kadar yükseliyoruz ki sırtımızdaki çantalar ve günün getirdiği yorgunlukla bu çıkış oldukça sert oluyor. İranlı bayan arkadaşlarımız oldukça zorlanıyorlar. Abbas, Ayhan ve ben önden gidip, rotaya bakmaya çalışıyoruz. Ama ara ara geriye bakınca arkadakilerin durumu pek iç açıcı gözükmüyor.
|
AŞAĞILARDAN EKİP YÜKSELİYOR |
Abbas yükseldikçe bizim biraz beklememizi istiyor. Kendi kontrol edip, geri geliyor.
|
ÖNCÜ EKİP OLARAK YÜKSELİYORUZ |
Artık gün ışığı iyice dağların arkasında kaldığında, aşağıdaki arkadaşlarımız da yanımıza geldiğinde ve Abbas etrafta yol için aranmaya başladığında durumumuzun farkına iyice varıyoruz.
|
ABBAS TEPELERDEN YOL ARIYOR |
İranlı bayan arkadaşlarımızdan biri artık yürüyemeyecek halde ve oturmak istiyor. Onun çantasını erkek arkadaşlarımız alıyorlar. Hava karardığı için bir an önce yola devam etmemiz gerekiyor.
Günün bundan sonrası gerçekten çok zorlu geçiyor. Abbas "Kamp yerini geçtik." diyor. Yani altı saat yürüyüp, varacağımız kamp artık yok. Nereye gideceğimizi de bilmiyoruz. Hava karardığı için kafa lambalarını takıyoruz. Patika yoldan ilerlerken, karanlıktan dolayı görmediğimiz dikenler bir çok yerimizi kesiyorlar. Ve artık 10 saatlere varan faaliyet gerçekten bedenimizi zorluyor. Bizler Ayhan, Mahmut ve ben dirayetli olmaya çalışıyoruz.
Herkesin suyu da bittiğinden hem kamp atacak yer bulmak hem de su bulmak için vadiye inmeye çalışıyoruz. Yaklaşık bir saat inişten sonra aşağılardan bir su sesi gelmeye başlıyor. Bir ara da karşı dağlardan gözüken bir araba farıyla etrafta insan olması bize manevi bir destek gibi geliyor. Aç, susuz ve oldukça yorgun bir şekilde ilerlerken aşağılardan bir araba farı ışığı görüyoruz. Sanki bize işaret ediyor. Öyle seviniyoruz ki. Adımlarımızı daha bir hızlandırıyoruz. Ama arkada yavaş yürüyen ekip için bu son etaplar oldukça bezdirici oluyor.
Nihayet sabah yola çıktığımızdan tam 13 saat sonra ertesi gün ulaşacağımız köye, Çay Kendi'ne yani 730 metredeki Çay Köyü'ne varıyoruz. Köye girdiğimizde "Kimse yok mu?" diye bağırmamıza rağmen bir Allah'ın kulu kapısını, bacasını açmıyor. Bizden korkuyorlar mı? Yoksa yardım mı etmek istemiyorlar , anlamıyoruz.
Yorgun olduğumuz kadar mutluyuz da. Kampımızı atacak ve suyumuza kavuşacağız. Köye ismini veren çayın dibine bir evin kıyısına çadırlarımızı kuruyoruz. Ve hemen dinlenmek için yatıyoruz. Biz dinlenmeye geçtiğimizde sağ olsunlar Abbas ve Mahmut yemek hazırlıyorlar.
Yemek için bizi çağırdıklarında saat 23:00 tü. Bu saatte belki uzun zamandır ilk defa yemek yiyoruz ama gerçekten açlıktan ölüyoruz. Yemeğimizi yerken öğlen yediğimiz yemeği anmadan geçemiyoruz. Onu yemeseydik kim bilir ne haldeydik şimdi.
Eminim ki herkes tulumuna uzandığında "Ne gündü ama" demeden edememiştir. Uzun zaman unutulmayacak bir günün sonunun gelmesinin mutluluğu ile güzel bir uykuya dalıyoruz.
ÇAY KENDİ'DEN TEBRİZ'E-18 EKİM CUMA
Sabah 08:00 gibi kalkıyoruz. Bir gün önceden öyle yorulmuşuz ki düz betonda da yatsak, yatıp, uyumak çok iyi geliyor açıkçası. Dışarı çıkıp, gecenin karanlığında çadır kurduğumuz yeri görmek istiyorum.
|
ÇADIRLARIMIZIN YERİ |
Heyecanla çadırlarımızın yerine bakalım diye çadırdan dışarı çıkıyoruz, yerlerine de bakıyoruz ama o anda vücudumda bir şeylerin ters gittiğini hissediyorum. Dün karnımda olan yara izlerinin bugün boynum ve ellerimin her tarafına yayıldığını görüyorum. Ve bana devamlı " Kaşı beni "diyorlar. Bu durum pek hoşuma gitmiyor açıkçası. Dün hali benden beter olan Abbas'ın ise bugünkü yaralarının halini görünce ben halime şükrediyorum. Bütün yaraları 1-2 santimlik baloncuklar halinde şişmişler. O da kızgın ateşle patlatmaya çalışıyor. Sanırım dün bizi o kapalı ve tozlu binada bir şeyler yedi ama sadece ikimizi. Piyango bana ve Abbas'a vurdu sanırım.
Artık bu yaraların iyice bilincine varıp, bulunduğumuz yerin nasıl bir yer olduğuna bakmak, elimizi, yüzümüzü yıkamak için suyun başına gidiyoruz. Bulunduğumuz yer tam bir çayın dibi. Zaten bu köye de ismini bu çay vermiş.
|
KÖYE ADINI VEREN ÇAY |
Yüzümüzü yıkarken ileride, köyün dibinde sırtlarında bal tenekeleri taşıyan köylüler görüyoruz.
|
BAL TENEKESİ TAŞIYAN KÖYLÜLER |
Köyün her tarafında arı kovanları bulunuyor zaten. Biz de hem tanışmak hem de kahvaltıda bal yemek isteğimizi iletmek için köylülerin yanına gidiyoruz. Onlar da Azeri Türkü olduğundan Türkçe konuşuyorlar. Bize akşam ışık tutanların onlar olduğunu öğreniyoruz. Ama niye bizim o kadar bağırmamıza ses vermediklerini soramıyoruz tabi.
Kamp yerimize geri dönüyoruz, kahvaltı hazırlıkları başlıyor. Ayhan ateş yakmaya çalışıyor.
|
AYHAN ATEŞ BAŞINDA, PEK BİR SEVDİ BU İŞİ |
Biraz sonra köylü elinde koca bir tabaka balla geliyor. Bize çok olacağını söylüyoruz. İki gözden birini evine bırakıp, diğer teki ile geliyor. Balın kilosunun 40 tümen olduğunu söylüyor. Yani yaklaşık olarak 27 tl ye geliyor.
|
KÖYLÜ BAL GETİRİYOR |
|
BAL GÜZEL GÖZÜKÜYOR |
Bize verdiği balında yanında bir de ıslatarak yiyebileceğimiz incecik saç ekmeği ve köyde bolca olan cevizden getiriyor.
|
SAÇ EKMEĞİ |
Herkes bal ve cevizli güzel bir kahvaltı yapıyor. Sonra da transı noktalayacağımız son köye gitmek için eşyalar toplanmaya başlanıyor. Yola çıkmadan Çay Kendi'de son fotoğraflar çekiliyor.
|
TREK BEŞBİN İRAN'DA |
Ve Ayhan, Mahmut ve ben bir güzel etkinliğin daha son gününde ilerliyoruz.
|
ÜÇ KAFADAR ÇAY KENDİ'DEN YOLA ÇIKIYORUZ |
Çay kendi'den güzel geniş bir yolda ilerleyerek narlarıyla ünlü Mardana Gom köyüne doğru saat 10:30 gibi yola çıkıyoruz. Hemen köyün çıkışında köye adını veren güzel çayı geçerken bir ekip fotoğrafı çektiriyoruz.
|
EKİP ARKADAŞLARIMIZ |
Yol boyunca kimi ceviz yiyerek kimi böğürtlen yiyerek faaliyetin sonlanmasının verdiği rahatlıkla 530 metredeki Mardana Gom'a varıyoruz. Burası insanların daha bir piknik havasında ziyaret ettiği bir köye benziyor. Hatta yol kenarında Ahmet Kaya şarkıları eşliğinde çaylarını yudumlayıp, yemek yiyenler görünce gülümsemeden edemiyoruz.
Köye bir köprüyü geçerek giriş yapıyoruz. Bu köprüden de köyü en güzel şekilde görebilirsiniz herhalde.
|
MARDANA GOM KÖYÜ |
Köprüyü geçer geçmez sağ tarafta arı kovanlarını görünce burada da arıcılıkla uğraşıldığını anlıyoruz.
|
MARDANA GOM'DAKİ ARI KOVANLARI |
Köye girdiğimizde çay içebileceğimiz bir yer soruyoruz. Bunun üzerine bir köylü bizi evine davet ediyor. Biz de severek kabul ediyoruz. Evlerinin avlusuna tüm eşyalarımızla yayılıyoruz. Sanki kırk yıllık ahbabımız gibi elinde tepsi, dibimizde bize çay ikram ediyor ev sahibimiz.
|
MARDANA GOM'DA BİR KÖY EVİ |
Çaylarını içiyoruz. Öyle güzel geliyor ki biz de teşekkürlerimizi sunup, sattıkları narlardan alıyoruz.
|
NARLAR TORBALARA DOLUYOR |
Bundan sonrası tekrar arabalara doluşup 3 ya da 4 saat sürecek Tebriz yolculuğuna çıkmak. Yine geldiğimiz biçimde arabalara doluşuyoruz. Bütün yol boyunca İran-Ermenistan sınırına tanıklık eden Aras'ı izlerken Ermenistan bölgesinin sahip olduğu sivri, heybetli dağlara göz atıyoruz. Önümüzdeki yıllarda Ermenistan ziyareti yapacağız gibi gözüküyor. Bu dağlar insanı adeta kendine çekiyor.
Farklı bir ülkede, doğada dostlarla geçirilen üç gün çarçabuk geldi, geçti. Tebriz'e uğramadan Abbas'ın anne, babasının önce şehirdeki evlerine daha sonra da bağ evlerine gidiyoruz. Kardeşiyle ve anne-babasıyla tanışıyoruz. İkram ettikleri güzel acı badem kurabiyesi yanında beş çayımızı da içiyoruz. Onlar da biz düşüncelerde sıcak, cana yakın, dost insanlar. Şu bayram gününde dünyanın bir başka köşesinde, bir bağ evinde Abbas'ın babasını öyle çok babama benzetiyorum ki! İçimden "Babamı özledim galiba" demeden edemiyorum.
Abbas'ın ailesinden ayrılık vakti geldiğinde artık Tebriz'e karanlık hakimdi. Bizi Derya Otel'e bırakacaklar. Derya Otel'e geldiğimizde bütün ekip birbirimizle vedalaşıyoruz.
Ve büyük umutlarla Ayhan'la odamıza yerleşiyoruz. Ehh diğerlerinden biraz daha iyi sayılan bir otel odası buluyoruz. O kadar yorgunuz ki çantalarımızı sabah uçuş için baştan düzenleyip, kafamızı yastığa koyuyoruz.
18-EKİM YAPILAN HARCAMALAR
- Trans İçin Yapılan Ödeme-150 tümen
- Derya Otel 1 Geceliği-115 tümen
TOPLAM: 265 Tümen-177 tl
TEBRİZ'DEN İSTANBUL'A-19 EKİM CUMARTESİ
Sabah saat 05:00 de kalkıp hemen Tebriz Hava Alanı'nın yolunu tutuyoruz. Uçağımız saat 07:25 kalkacak. Her işlemimizi bitirip, uçağa binmek için beklerken ve bir İran macerasının daha bittiğini düşünürken, güzel ülkemize dönmenin sevinci de içimizi çoşturmuyor değil. Uçağımız İstanbul'a inerken biz de Ayhan'la biliyoruz ki bu bir haftalık zihinsel ve fiziksel yolculuğumuz bir sonraki yolculuğumuzun ön sözü olacak.
Görüşmek Üzere.
Şenay KILIÇ
19-EKİM YAPILAN HARCAMALAR
- Tebriz'de Taksi-10 Tümen-(yaklaşık olarak 6 tl)
- İstanbul'da Taksi-100 Tl
TOPLAM: 106 TL
1 yorum:
GARDAS SEN BENIM 35,SENE GORMEDIM MEMLEKETIMI, RESMLERLE BENE GÖSTERDIN ÜCE ALLAH SENEN RAZI OLSUN.
Yorum Gönder