13 Şubat 2014 Perşembe

AVRUPA'DA OSMANLI KOKAN ŞEHİR, SARAJEVO ŞUBAT 2014

























Çocukluğumdan beri sokakta oyun oynadığım arkadaşlarımın; okulda, sınıfta göz göze geldiğim yaşdaşlarımın ya da evimize gelen komşunun geçmişi saklıdır Yugoslavya'da. Yaşadığım yerde bir şekilde Boşnaklar ve Yugoslav göçmeni kavramı her zaman olmuştur. 
Güzel kızları, ince uzun boyları, etrafa kapalı duruşlarıyla bu kibar insanlar eminim ki sizin de ilginizi çeker, çekmişlerdir. Kendi adıma dünya denen ilginç yuvarlağı keşfetme arzusu peşindeyken, eskinin Yugoslavya'sı bugünün Bosna-Hersek'ine yolculuk şart olmuştu diyorum. Böylelikle tarihimizle iç içe ve birçok acılar çekmiş bu şirin ülke ve bahsi geçen kent Sarajevo, nam-ı diğer SarayBosna'da bizim de nefes almamızın vakti zamanı gelir ve bu sömestre tatilini fırsat bilip soluğu Bosna-Hersek'in başkenti Sarajevo'da almak üzere yola düşeriz .
Yola düşme kararı verilince her zaman ki gibi bir ülkeye gitme ritüelimizi bozmuyoruz tabi ki. Sınava girecek bir öğrenci misali o ülke ve şehri bize daha iyi tanıtacak kitapları yalayıp, yutuyor, ilgili filmleri izliyoruz. Her zaman ki gibi onlardan birçok şey öğrendiğimizi o topraklara ayak basınca daha bir iyi anlıyoruz. 
Bu yazımı da okuduklarımdan aldığım notlarla zenginleştirip, sizlere sunmak niyetimdir. Umarım gidecek olanlara faydam dokunur. Hadi başlayalım o zaman.

GİTMEDEN YAPILAN HARCAMALAR
2 Kişi Gidiş-Dönüş Uçak Parası-858 tl (Pegasus)
Garni Konak Hotel Ücreti-2 gece-2 Kişilik-100 euro-310 tl

1. GÜN-İSTANBUL'DAN SARAJEVO'YA-1 ŞUBAT 2014
Sabah erkenden kalkıp son hazırlıklarımızı yaparak E-9 otobüsü ile 08:00 de Sabiha Gökçen Hava Alanı'na doğru yeni bir şehri görmenin heyecanıyla yola çıktığımızda oldukça mutluyduk. Alana varır varmaz hemen yurt dışı çıkış harç pullarımızı alıp, gerekli tüm işlemlerimizi yaparak saat 10:40 da kalkacak uçağımıza binmek için beklemeye başlıyoruz.  Uçağımız tam vaktinde kalkış yaptığı için bekleme yapmadan uçağımıza biniyoruz. İstanbul Sarajevo arasında 670 km mesafe bulunuyor ve 1 saat 40 dakika sürüyor. Genel olarak fazla dolu olmayan uçakta yerlerimizi alır almaz elimde kendi çıkarttığım gerek tarihi gerek gezi programı ile ilgili bilgileri tekrara başlarken bunların sizin de bilmenizi istediğim bölümlerini aktarmak istiyorum. Zira yaşanılan savaşın köklerinin nerelere dayandığını irdelemek açısından bu tarihi bilgiler oldukça önemli diye düşünüyorum.

KISA KISA SARAJEVO TARİHİ

Bu hüzünlü kentin tarihi çok eskilere dayanıyor. Bu topraklardan kimler gelmiş kimler geçmiş bakalım. M.Ö.I. yüzyıldan itibaren sırasıyla Romalılar, Astrogotlar yani Cermenler, Bizanslılar, Macarlar, Sırplar, Osmanlılar ve Avusturyalılar yaşamışlar. 

Osmanlı hakimiyetinden önce Boşnaklar Hristiyanlığın Bogomil mezhebine mensuplarmış ve hem Katolik Hırvatlar hem de Ortodoks Sırplar tarafından pek sevilmezlermiş. Katolik kilisesine katılmaları için Papa önderliğinde Boşnaklar üzerine birçok sefelerler düzenlenmiş ve Sırplar tarafından çok hırpalanmışlar ama onlar ne Sırplar gibi “Ortodoksluğun aymaz kılıcı” olmayı ne de Katolikler gibi “Yüzlerini Roma’ya dönmeyi” tercih etmişler. Bulgar menşeili Bogomil Mezhebi 10. yy da Bogomil (Allah tarafından sevilen) adı verilen bir rahip tarafından kurulmuş. Zaman içinde Hristiyan dünyasında yayılmış ama Hristiyanlıktan farklı yönleri olduğundan sapkın bir akım olarak görülmüş. Hristiyanlığın en temel ritüellerinden biri olan ekmek-şarap ayinini, mukaddes resimleri, ikonaları ve azizler kültürünü benimsememişler. Papaz sınıfını reddetmişler. Tanrı ile insan arasına kimsenin girmesine taraftar değillermiş. İnançları arasında Kuran-ı Kerim’de de belirtildiği gibi Hz. İsa’nın gerçekte çarmıha gerilmediği düşüncesi bulunuyormuş. Yani Boşnaklar haç kültürüne itibar etmemişler ve Hz.İsa’yı Tanrı’nın oğlu olarak görmemişler. Bu sebeple Müslümanlığı kendilerine daha bir yakın bulmuşlardır.

28 Haziran 1389 yılında Vidovdan'da gerçekleşen 1.Kosova Savaşı sadece Osmanlı açısından değil, Balkan milletlerinin tarihi açısından da önemli bir dönüm noktası olmuş. Bu savaş Osmanlı’nın Balkanlardaki hakimiyetinin başlangıcı olurken, güçlü Sırp Krallığı’nın da sonunun başlangıcı olmuş ve Sırplar için 600 yıl süren bir kinin ve öç alma duygusunun da tohumları atılmış. Sırplar bu günü yani Sultan 1. Murat'ın komutasındaki Osmanlı ordusunun Sırp Kralı Lazar önderliğindeki Sırp ordusunu yenmesiyle Türklerin Balkanlardaki egemenliğinin kesinleştiği gün olan Vidovdan Günü'nü milli bayram gibi her sene kutlar ve bir efsane gibi kutsallaştırırlarmış.

Savaştan sonraki yıllarda yani 1400  lü yıllarda Osmanlı alperenleri ve gazileri Sarı Saltuklar, Ayvaz Dedeler buralara yerleşmişler. Bu ermiş kişiler halkın bütünleşip, insanların İslam’ı sevmesini sağlamışlar. Böylece Fatih gelmeden ona zemin hazırlamışlar. Daha sonra Bosna 1463’te Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedildikten sonra Rumeli eyaletine bağlı bir sancak olarak bağlanmış. Fatih Sultan Mehmet döneminde bu topraklar biraz huzur bulmuş.

Fatih'in fethinden sonra papazlar ve rahipler yaşadıkları yerden ayrılmak istememişler. Bunun üzerine hem Katolik Hırvatlara hem de Ortodoks  Sırplara Fatih’in fermanıyla din ve vicdan hürriyeti tanınmış. Fatih Sultan Mehmet’in Kiselyak’taki otağında Fransisken tarikatının kurucusuna 28 mayıs 1463’te verdiği bu fermanın orjinali bugün hala Saraybosna’ya 60 km uzaklıktaki Fonitsa Kasabası’nın Fransisken manastırında özel bir çantada muhafaza ediliyormuş. 

Rivayete göre Sarajevo'ya ismini Fatih'in verdiği söyleniyor. Şehir konum olarak Bosna Irmağı ile Miljecka Irmağının birleştiği yerde, Trebeviç ve Hum tepelerinin arasındaki vadilerde kurulduğu için Fatih'in bu güzel ovalara doyamayıp kente Sarayova adı verdiği söyleniyor.

Bosna fethedildikten sonra 30.000 Boşnak topluca Müslüman olmuşlar. Bu olay üzerine Fatih’in talimatıyla büyük bir merasim düzenlenmiş. O gün Fatih Müslüman Boşnaklara “Dileyin benden ne dilerseniz ?” deyince onlar iki dilekte bulunmuşlar. Bunlardan ilki çocuklarının eğitimlerini İstanbul’da almaları bir diğeri de Bosna’daki toprak düzeninin değiştirilmesi imiş.

Boşnaklar arasından Osmanlı'ya çok sayıda devlet adamı katılmış. Devşirme sistemiyle Osmanlı hizmetine giren Sırplar ve Hırvatlar arasından da önemli devlet adamları çıkmış. Hersek Zade Ahmet Paşa, Damat İbrahim Paşa, Sokollu Mehmet Paşa bunlardan bazılarıdır. Balkanlardaki devşirme olayı için Sırplar ve Hırvatlar kan hakkı değerlendirmesi yapıyorlarmış. Böylelikle Sırplar 600 yıllık kan intikamlarını 1990 ların ortalarında kadınları, erkekleri, çocukları öldürüp  almışlar sanırım.

Bosna toprakları Kanuni döneminde tamamen Osmanlı'ya ait olmuş ve en güzel yıllarını da Kanuni döneminde yaşamış. O dönemlerde Kanuni Sultan Süleyman’ın halasının oğlu olan Gazi Hüsrev Bey’in valiliği sırasında yapılan imar çalışmalarıyla Osmanlı mimarisini yansıtan bir şehir haline gelmiş. Bosna merkezde onun adına yapılan bir cami bulunmaktadır. Cami bir külliye içinde yer alıp içinde kütüphane, sebil, hamam, saat kulesi ve iki adet de han bulunuyor. Kısmetse biz de bugün onları gezeceğiz. 

Osmanlı'nın çöküş yılları başlayınca 1683 yılındaki 2. Viyana Kuşatması sonucu Osmanlı Devleti hem Orta Avrupa’daki hem de Bosna Hersek’teki topraklarını kaybetmeye başlıyor. Bundan sonra Boşnaklara karşı zulüm başlıyor. Rusların desteğini alan Sırplara karşı Osmanlı bazı tavizler vermek zorunda kalıyor. 

Bizim 93 Harbi diye bildiğimiz 1878 Osmanlı-Rus Savaşı ile imzalanan Berlin Antlaşmasıyla Sırplar bağımsızlık kazanıyor. Bu olayla birçok Boşnak Anadolu’ya göçüyor ama Bosnalıların Müslümanlığı da kabul ediliyor. Bu antlaşma sonrası artık şehre Avusturya mimarisi hakim olmaya başlıyor.

Tarih biraz daha ilerleyip 1912-1913 yıllarına geldiğinde bizim Balkan hikayemizin son noktası oluyor. Bulgaristan, Karadağ ve Yunanistan’ın Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na karşı kurduğu ortaklık amacından çıkarak Osmanlı İmparatorluğu'na karşı kayıyor. Böylelikle Osmanlıyı Balkanlardan çıkarma fikri güçleniyor ama toprak paylaşımı nedeniyle bu üçlü öyle bir birbirlerine giriyorlar ki 1 yıl sonra Yunanistan ve Karadağ Bulgaristan’a karşı birleşiyorlar. Osmanlı'nın Balkanlardaki topraklarının yitirmesiyle sonuçlanan bu savaş 8 ekim 1912 de  başlıyor ve Ekim 1913 de bitiyor. Taraflar Berlin antlaşmasıyla masaya oturuyor. 

Ve 1. Dünya Savaşı’nın fitilini ateşleyen cinayet Sırp milliyetçisi olan Gavrilo Princip tarafından burada işleniyor. Avusturya-Macaristan Veliahtı Franz Ferdinad ve hamile eşi Sofia Sarajevo'daki Latin Köprüsü'nde öldürülüyor.


1. Dünya Savaşı bitince 1918 de Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı yani Yugoslavya Devleti kuruluyor. 6 Ocak 1929 da Kral Aleksandr Sırp Karakterini güçlendiren bir karar alarak parlamentoyu feshediyor. Bütün partiler kapatılıyor. Ülkenin adı Yugoslavya (Güney Slavlar Ülkesi) olarak değişiyor. Yugoslavya Sosyalist Halk Cumhuriyeti 6 federe bölgeden oluşan 22 milyonluk bir devlet oluyor. Bunlar Sırbistan, Hırvatistan, Slovenya, Makedonya, Karadağ ve Bosna-Hersek.  

Zaman ilerleyip 20. yüzyılın en büyük savaşına gelince ülke 2. Dünya Savaşı sonrasında işgale uğruyor ve Bosna 1941 yılında Almanya tarafından ilan edilen Bağımsız Hırvat Devleti’nin idaresine giriyor.

Daha sonra çok uluslu, çok kültürlü bir sistemi oturtmaya çalışan Tito dönemi Yugoslavya’sında da Osmanlı'nın tutumunu yansıtan bir hava yaratılmış. Yani üç ayrı millet kardeşçe yaşamaya devam etmişler. 1980 de Tito’nun ölmesiyle her şey değişmiş ve 1990 larda Tito’ya ait her şey yok edilmeye çalışılmış. Fotoğrafları okullardan, tarih kitaplarından çıkartılmış ve devreye Slobodan Miloşeviç girmiş. 

28 Haziran 1989 da Türklerin Kosova Savaşı’nı kazanmasından 600 yıl sonra büyük bir törenle savaşı kaybeden kralları Lazar’ın kemiklerini Belgrad’dan Kosova’ya getirmişler. Ve Romaniça Manastırına gömdürürken şöyle bir nutuk atmışlar: "Sırplar yeni bir döneme adım attılar. Yeni mücadelelerini yılmadan göze almalılar.” 

Miloşeviç hem komünist hem de Bolşevik olarak bilinirmiş. Bir zamanlar Belgrad Üniversitesi’nde okurlarken 1968 olaylarında Tito Miloşeviç’i işaret ederek “Bu genci politikadan uzak tutun” demiş. Fakat önerisi dikkate alınmamış. Miloşeviç ülkede kötü uygulamalara başladığında her zaman gericiliğe karşı duran Belgrad Üniversitesi Miloşeviç’e karşı protesto gösterileri yapmış ve bu olaylarda bir Sırp genci ölmüş. Bu olaylar üzerine Sırpların en büyük yazarları, kent mimarları, ressamları "Gerçek demokrasi olmadan biz ülkemize geri dönmeyiz" demişler ve gitmişler.

Gelişen Doğu Bloku ülkelerinin çöküşlerinden de etkilenerek önce 1990 yılında Sırbistan sonra da Slovenya, Hırvatistan ve Makedonya 1991 de bağımsızlıklarını ilan etmişler ve Slobodan Miloşeviç 1990 yılında Sırbistan Cumhurbaşkanı seçilmiş. Aynı dönemde Bosna'da da  1990 Mayısında Bosna’da yapılan seçimleri Aliye İzzet Begoviç’in başındaki Demokratik Eylem Partisi kazanmış. Savaşın başladığı 1992 yılına kadar da dengeleri korumaya başlamış. Sırpların tüm boykotuna rağmen Bosna’da referandum yapılmış. Boşnak ve Hırvatlar 1 Mart 1992 de bağımsızlık kararı alırlar. 6 nisan 1992 de de Bosna Avrupa Birliği tarafından tanınır. İşte bu gelişme de 1992-1995 yılları arasında yaşanan savaşa zemin hazırlar.

Sırplar şehri ilk kuşattıklarında İzzet Begoviç İtalya’daymış. Ve olayları duyunca ülkesine geri dönmeye çalışan Begoviç Saraybosna Hava alanında Sırplar tarafından yakalanmış. Yanında kızı da varmış. Gözleri bağlanmış ve bir yere kapatılmış. Fakat tesadüf ki bulunduğu odayı bir Boşnak kadın aramış. O da kendini tanıtmadan kadına "Hemen devlet televizyonunu arayıp, İzzet Begoviç’in Sırplar tarafından kaçırılıp, bilinmeyen bir yere kapatıldıklarını söyle" demiş ve olay 15 dakika sonra tüm dünyada duyulmuş. Sırplar bu olayın bu kadar çabuk duyulmasına bir türlü anlam verememişler. Bunun üzerine Bosna Askeri komutanı Sırp Generali Kukakaç’ı kaçırmış ve Aliya İzzet Begoviç ile general takas edilmiş.

6 nisan 1992 de Ramazan Bayramı’nın 1. Günü ilk kurşunlar yağmaya başlamış bile. O gün yapılan mitingde Sırp nişancılar 24 yaşındaki Suada Dilber Oviç adında bir kızı öldürmüşler. İlerleyen günlerde durum daha da kötüleşmiş. Batılı devletlerin ikili oynaması ve İslam ülkelerinde acil yardım kanallarını zamanında aşamaması üzerine 200.000 Boşnak soykırıma uğramış. Binlercesi sakat kalmış, birçok insandan da haber alınamamış.  Savaş boyunca Bosnalı Sırpların siyasi liderliğini eski bir psikiyatri doktoru olan Radovan Karadjiç, askeri liderliğini de General Ratko Miladiç yapmış.

Saraybosna 1400 gün kuşatma altında kalarak Avrupa tarihinin en uzun kuşatmasını yaşamış. Savaş insanlardaki Saraybosnalı olma şuurunu derinleştirmiş. 14 aralık 1995 te Paris’te imzalanan Dayton Barış Antlaşması ile birlikte bugün şehirlerde günümüzde üç farklı toplum ayrı ayrı yerlerde yaşıyorlarmış. Eski Yugoslavya’nın Adriyatik Denizi kıyısında 700 km lik sınırı varken bugün Saraybosna’nın 20 km lik bir sınırı bulunuyormuş. Bu arada unutmadan 5 milyon nüfuslu bu ülkenin kuzey bölgesinin adı olan Bosna 'nın adı Sarayevo'dan geçen Bosna nehrinden geliyor, güney batı bölgesi Hersek bölümünün adı ise Orta Çağın sonlarına doğru kurulan Hersegova Dükalığı'ndan geliyormuş. 

Yazdıklarım oldukça geçmişten gelen uzun bir şehir hikayesi oldu ama bu şehre ve tam adı BOSNA-HERSEK olan bu mini mini ülkeye adım atmadan önce olan biteni bilmek lazım diye düşünüyorum. 

SARAJEVO
Şimdi 1 saat 40 dakika süren uçuş sonrası inişin ve izlenimlerimizin size aktarılma zamanıdır dostlar.
Pasaport geçiş sürecimizi çok kısa bir sürede ve gerilmeden yapıyoruz. Genelde buradaki görevliler hangi ülkede olursanız olun sizi gererler ama bu insanların sıcak kanlılığı sebebiyle ve Türkleri sevdiklerinden dolayı diye düşünüyorum bize gülümsüyorlar bile.
Hava alanı oldukça küçük. Aynı anda en fazla iki uçak gelebilir gibi gözüküyor. Bizim Anadolu'daki hava alanlarımız büyüklüğünde gözüküyor.Eşyalarımızı aldıktan sonra 200 euro bozdurarak 390 KM alıyoruz.Buranın para birimi olan Konvertebilna Marka yani KM dir.Uluslararası döviz piyasasında BAM olarak biliniyor. Bizim paramızın 1,6 katı gibi oluyor.
BOSNA-HERSEK PARABİRİMİ-KONVERTABILNA MARKA
Hava alanından çıktığınızda şehre gidebileceğiniz tek araç taksi olacak. Biz de saat 12:00 da bir taksiye binip ilk önce şehir merkezinde bulunan otelimize doğru ilerliyoruz. Gelmeden havanın yağmurlu olduğunu okumamıza rağmen hafif güneşli bir havanın bizi karşılaması hoşumuza gidiyor.
SARAJEVO HAVA ALANI
Hava alanından şehre doğru ilerlerken siz de göreceksiniz ki Sarajevo üç bölümden oluşuyor. Hava alanından şehre girerken görülen estetikten uzak ve insan ruhuna biraz daha soğuk gelen ince, yüksek apartmanlar Tito döneminde yapılmış. Sonra bunlara 1984 te İgman Dağı’ndaki Kış Olimpiyatları için gelen sporcular için yapılan ama sonradan halka satılan toplu konutlar eklenmiş. Burada Alipaşino Polye, Cengiç Vila ve Nova Sarayevo semtleri bulunuyor. 
Bu bölgeyi geçtikten sonra Avusturya- Macaristan Devleti zamanında yapılan eserler başlıyor. Bu dönemde Barok tarzda binalar yapılmış. Bunlar Baş Çarşı’nın devamındaki caddelerde sıra sıra dizilen heybetli binalar oluyor. Saraybosna'nın 3. ve asıl bölümü ise Eski Şehir olarak anılan Stari Grad. Bu bölüm Trebeviç Tepesi’nin eteklerine kadar kurulan mahalleler oluyor. Eski şehir Osmanlı’nın fethinden sonra kurulan cami, hamam, medrese, han gibi eserlerle doludur. Eskişehir’deki ilk yerleşim yeri Baş Çarşı’nın yukarısında kalan Kovaçi mahallesi şehri yukarıdan gözlüyor ve kuruluşundan beri Müslüman Boşnaklar yaşıyor. Biz Baş Çarşı'nın hemen arkasındaki otelimize geldiğimizde 15 dakika ancak geçmişti. Taksiciye 30 KM veriyoruz. Gelirken taksimetreyi göremediğimiz için bize çok gibi geliyor ama hemen şoför taksimetreyi gösteriyor. Fakat otel görevlisine hava alanından merkeze fix bir fiyat olduğunu söylüyor. Otelimiz Garni Hotel Konak. Booking.com dan ayarladık ve çok memnun kaldık. Yolunuz düşerse şiddetle tavsiye ederiz. Mula Mustafe caddesi üzerinde ve hemen Baş Çarşı'nın arkasında olmasıyla konumu oldukça iyi ve çalışanları oldukça ilgili ve güler yüzlülerdi. Hemen otele yerleşiyoruz. Odamızda tahmin ettiğimiz gibi şirin ve temiz. Ayrıca pencereden baktığımızda Baş Çarşı'nın Bursa'yı andıran karışık dükkan çatılarını görünce heyecanlanıyoruz. 
BAŞ ÇARŞI'DAKİ DÜKKANLARIN ÇATILARI
Hemen dışarı atıyoruz kendimizi. Mula Mustafe yolunda elimiz kolumuz kağıt, kitap  ilerliyoruz.
HADİ BAKALIM BAŞLIYORUZ
Bulunduğumuz yolun sol tarafında kalan ilk aradan doğaçlama  giriyoruz. Ve biraz yürür yürümez sol tarafımızda güzel bir giriş görüyoruz. Burası daha önce de bahsettiğimiz gibi bu kente imar anlamında çok emeği geçmiş Gazi Hüsrev Bey'in yaptırdığı yapılardan biri olan bir kütüphane.
GAZİ HÜSREV BEY KÜTÜPHANESİ
İçeri girmeden yolumuza devam ediyoruz. Hemen bu girişin köşesinde tanıdık bir bayrak gözümüze çarpıyor.
GALATASARAY BAYRAĞI MI O?
Evet ta kendisi valla! Burası ismi Galatasaray olan bir köfteci. Burada her yerde Cevabdzicina cıları göreceksiniz. Bizdeki inegöl köftesi gibi bir köfte diyebiliriz. Bugün biz de deneyeceğiz bakalım nasılmış?
GALATASARAY BAYRAĞI ÖNÜNDE BİR HATIRAMIZ OLSUN
Bizim üzerinde olduğumuz yol Parote Bakovica. Bu yol bizi Saraci caddesine çıkarıyor. Burası Kapalı Çarşının açık gezintili hali gibi bir yer ve çok ünlü. Bu cadde üzerinde birçok ünlü ve eski yapı bulunuyor. Bu arada bir şehir haritası paylaşsam iyi olacak gibi gözüküyor.
SARAJEVO ŞEHİR HARİTASI
Saraci caddesine girip sola dönüyoruz. Hemen sol tarafımızda Gazi Hüsrev Bey Kurşunlu Medresesini görüyoruz. Gazi Hüsrev Bey Medresesi ya da kurşun kubbeleri ile sebebiyle Kurşunlu Medrese tarihte önemli bir yeri olan bir okul aslında. Gazi Hüsrev Bey tarafından 1537 yılında kurulmuş. Günümüzde hala klasik usulle dini eğitim veriliyormuş. Normal lise düzeyinde 4 senelik eğitim veren okulun ders programı her sene okul tarafından hazırlanıp milli eğitimin onayına sunuluyormuş. Şehir de bir de İlahiyat Fakültesi bulunuyormuş. Burası biz turistler için bir gezi noktası olmasa Sarajevo için önemli yapılan arasında bulunan bu medreseye biz de dışarıdan bir göz atıyoruz.
GAZİ HÜSREV BEY KURŞUNLU MEDRESESİ
Medresenin girişinin sol bölümünde kitap satışı yapan küçük bir dükkan bulunuyor.
KİTAP SATIŞ BÖLÜMÜ
Bosna Savaşı'nda ölen bütün imamların ismi medresenin karşısında mermer bir duvarda bulunuyor. Medreseden çıktığınız an tam karşısında ise Gazi Hüsrev Bey Cami'ni göreceksiniz. Sarajevo'nun en önemli eserlerinden biri olan bu cami kentin en ünlü yöneticisi olan Gazi Hüsrev Bey tarafından 1531 yılında Mimar Sinan'a yaptırılmış. Begova Cami olarak da biliniyor.

Cami savaş sırasında Sırp saldırılarının başlıca hedefleri arasında yer almış. Oldukça hasar alan cami 1996 yılında Suudi Arabistan'ın gönderdiği yardımlarla tekrar aslında uygun bir şekilde restore edilmiş. Gazi Hüsrev Bey bu caminin aynısından 1531 yılında Suriye'nin Halep şehrinde de yaptırmış.
Camiye girerken insanların baktığı ilanlar dikkatimiz çekiyor. Burada kaldığımız süre boyunca da bu görüntüyle karşılaşıyoruz. Ölen biri için cami girişlerine ya da direklere ilan asıyorlar, insanlar da kim ölmüş bu şekilde öğreniyor.
ÖLÜM İLANLARINA BAKAN BOSNALILAR
Kapısından içeri giriyoruz. Girer girmez de bizi caminin ünlü sebili karşılıyor. Rivayete göre bu sebilden su içenler dönüp, dolaşıp tekrar Bosna'ya gelirlermiş.
GAZİ HÜSREV BEY CAMİ SEBİLİ
Bu arada namaz saatleri olduğunda camiyi gezmek yasak ve turist girişleri solda bulunan yan kapıdan yapılıyor. Fakat gezerken siz de görecesiniz insanlar içeri girmese de burada gelip, soluklanmayı, oturmayı tercih ediyorlar.
CAMİNİN ANA GİRİŞ KAPISI
Cumartesiden perşembeye saat 10:00-17:00 arasında camiyi gezme şansınız bulunuyor.
GAZİ HÜSREV BEY CAMİ AVLUSU
Cami avlusunda küçük bir mezarlık ve bir de vakıf binası bulunuyor. Vakıf binasının alt katında çeşitli kitaplar satılıyor.
VAKIF BİNASINA AİT KİTAPÇI
CAMİ AVLUSUNDAKİ MEZARLAR
Avluda sağ kapının karşısında dikilen 45 metrelik saat kulesini görmemeniz imkansız. Bu saat kulesini de Gazi Hüsrev Bey yaptırmış. Çıkan bir yangında büyük bir hasar almış ama 1762 yılında restore edilmiş . Bu restorasyon sırasında Saraybosnalı tüccarlar Haşimaga Gloco ve Mehaga Hacikapetanoviç'in Londra'dan getirdikleri 
altın kaplama akrep, yelkovan ve rakamlar takılmış. Bu saat kulesinin en büyük özelliği Ay Takvimi ile çalışan tek saat kulesi olmasıdır. Yani güneş tam battığında saat 12:00 ı gösteriyormuş. Bu da günün bittiğini ve ramazansa iftarın olduğunu gösteriyormuş.  Boşnaklar bu kuleye SAHAT KULA ya da A LA TURCA diyorlarmış.
SAAT KULESİ-SAHAT KULA
Caminin sol tarafına doğru ilerlediğimizde Gazi Hüsrev Bey'in de mezarının da olduğu türbeyi göreceksiniz.
GAZİ HÜSREV BEY'İN TÜRBESİ
Türbenin hemen yanında da turistler için yapılmış giriş kapısını görebilirsiniz.
TURİSTLERİN GİRDİĞİ KAPI
Avludan camiye son kez bir bakış atarak, Saraci Caddesi'ne çıkıyoruz.
GAZİ HÜSREV BEY CAMİ
Camiden çıkarak Saraci Caddesi'nde ilerliyoruz. Burası gerçekten canlı ve hareketli bir cadde. Bir sağa bir sola yürüyen insanlar günün her saatinde mevcut burada. Bu cadde Sarajevo'nun ilk yolu  ve şehrin başlıca yaya yolu olma özelliğini taşıyor. 16. yüzyılda ticaretlerini devam ettiren deri işçilerinden almışlar ve bu hale getirmişler.  Deri dükkanlarından sonra bu hali daha iyi olmuştur sanırım.
SARACİ CADDESİ
Alışveriş yapanlar, dükkan kenarlarında kahve içenler var. Bu arada aslında Sarayevo kahveler açısından oldukça zengin. Hava soğuk olmasa bütün sokaklar dışarıda oturan insanlarla dolacaktır eminim. Bu havada bile dışarıda oturup kahvelerini yudumlayan insanları görmeniz mümkün.
BİR KAHVE ARASI YAPANLAR
Yılın bu zamanı pek turist zamanı değil diyorlar ama tek tük bizim gibi Türkleri görüyoruz yollarda.
SARACİ CADDESİ
Sarajevo'da mutlaka yapmanız gereken buranın sunuş stili ile bir Boşnak Kahvesi içmenizdir diyorum. Aslında eskiden Türk Kahvesi olarak yazarlarmış ama gelen Türklerin kahve içmediğini gördükçe Boşnak Kahvesi olarak değiştirmişler. Kahve çok tüketildiği için de kendi sunumlarına uygun kahve seti satan dükkanları her yerde görebilirsiniz.

KAHVE SETİ SATAN DÜKKANLARDAN BİRİ
Boşnaklar hala bakır mutfak eşyalarını kullanıyorlar sanırım. Özellikle kahve setlerinin hesi bakırdan oluşuyor.
BİRBİRİNDEN GÜZEL BAKIR CEZVELER VAR
Saraci caddesinden Hüsrev Begova Caddesi'nin hemen dibinden Gazi Hüsrev Begova Bezistan'ına giriyoruz. Burası eskiden kumaşların satıldığı bir kapalı çarşıymış. Günümüzde ise hediyelik eşyaların ve taklit eşyaların satıldığı bir yer haline gelmiş. İçerisinde 79 dükkan bulunuyor ve 6 tane de giriş kapısı var bu yapının.
GAZİ HÜSREV BEY BEDESTENİ'NİN İÇİNDEN GÖRÜNÜM
GAZİ HÜSREV BEY BEDESTENİ'NİN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
Yeri gelmişken hatırlatmakta fayda var diye düşünüyorum bu küçük şehir şehirleşmenin getirilerine birçok Avrupa ülkesinden daha önce kavuşmuş. Örneğin su şebekesine Viyana'dan 378 yıl, Londra'dan 148 yıl önce kavuşmuş. Yani Osmanlı aslında birçok konuda Avrupa'nın önünde giderken birden nasıl bu kadar gerilerde kalmış bu işe akıl erdirmek çok zor.
BEDESTEN VE BEN
Bedesten'den çıkınca Hüsrev Begova Caddesi boyunca uzanmış yapıya şöyle bir bakıyoruz.
BEDESTEN'İN DIŞ CEPHESİ
Bedesten'den çıkınca Sarajevo Şehir Müzesi'ni elimizdeki haritanın gösterdiği yerde arıyoruz ama bir türlü bulamıyoruz. Sonra birine sorduğumuzda elimizdeki kitapta yanlış yerde olduğunu anlıyoruz. Tam nehrin yanında Latin Köprüsü'nün dibinde bulunuyor müze.
SARAJEVO ŞEHİR MÜZESİ
MUZEJ SARAJEVA
Müzeye giriş ücreti olarak kişi başı 3 KM veriyoruz. Pazartesiden cumaya kadar saat 10:00-16:00 ve cumartesi saat 10:00 ile 15:00 arası açık bulunuyor. 
Müze 1878 ve 1918 yılları arasında şehrin Avusturya-Macaristan döneminin anlatıyor ve öldürülen Veliaht Franz Ferdinand ile ilgili dış cephesinde fotoğraflar görebilirsiniz. 
İç kısmında ilk göze çarpan Veliaht ve eşinin canlandırılmış halleri. Hemen bir fotoğraf çektirmeyi ihmal etmiyoruz tabi ki. 
VELİAHT VE EŞİ
VE İKİLİYE EŞLİK EDEN AYHAN
Aslında müze o kadar da doyurucu değil. Artık savaş sonrası mı hiç birşey kalmadı bilmiyorum ama bomboş gibi gözüküyor. Olanları da sizlerle paylaşıyorum.
MÜZEDEKİLERDEN

MÜZEDEKİLERDEN
MÜZEDEKİLERDEN
MÜZEDEKİLERDEN
Müzeden çıkar çıkmaz saatin 14:40 olduğunu görüp, zil çalan midelerimizi artık Boşnak yemekleriyle buluşturalım diyoruz. Ve hemen Curciluk Mali Caddesi üzerindeki bir CEVAPDZINICA dükkanına gidiyoruz.
AYHAN HEMEN YERİNİ ALDI BİLE
Bu dükkanlar şehrin her bir tarafında bulunuyor. Bir çeşit köfteci diyebiliriz. Cevapi ya da Cevapcici diye anılıyor. Isıtılmış yağlı pidenin içine bizdeki inegöl köftesine benzer köfteler konuluyor. Yanında turşu, taze soğan ve onların yoğurt dediği ayranla sunuma hazırlanıyor.
CEVAPCİCİ-BOŞNAK USULÜ İNEGÖL KÖFTE
 Yemek istediğinizde size küçük, orta ya da büyük boyu soracaklar. Kendinize göre uygun siparişi verirsiniz. 
Biz orta boy yememize rağmen oldukça fazla geldi. 
AYHAN CEVAPCİCİ İLE MUTLU MESUT GÖZÜKÜYOR
Bir porsiyon köfte 6KM yani bizim paramıza göre 9 TL oluyor. Sarajevo'da yemek gerçekten uygun ve etin tadı çok hoş geliyor bize. et severlere duyurulur. Yemeğimize toplam 17 KM ödüyoruz ve soluğu Latin Köprüsü'nde alıyoruz.
LATINSKA CUPRIJA-LATİN KÖPRÜSÜ
İlkokuldan beri tarih derslerinde öğrendiğimizde geçen bir cümle vardır. 1. dünya Savaşı'nın başlamasına sebep olan şey bir Sırp gencinin Avusturya-Macaristan Veliahtı'nı öldürmesidir. İşte bu olayın gerçekleştiği köprüdür Latin Köprüsü. Yemekten önce gezdiğimiz Srajevo Müzesi'nin tam karşısında bulunuyor.
KÖPRÜNÜN KARŞI KÖŞESİNDEKİ MÜZE
Karşıya geçip köprüye göz atıyoruz. Gerçekten bir tarihe şahit olması sebebiyle bu köprüye bakmak insanı etkiliyor. Köprü 1565 yılında yapılmış. O dönemde karşı taraftaki Katolik Mahallesini bu yakadaki ticaret alanı ile birleştirirmiş. Köprü 1914 yılında Sırp Gavrilo Princip'in Avusturya-Macaristan Veliahtı Franz Ferdinand'ı ve hamile eşinin öldürene kadar pek ünlü bir değilmiş. Bu suikast hepimizin bildiği gibi 1. Dünya Savaşı'nın başlamasına sebep olmuş.Şanını bu suikasta borçlu olsa da Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerinden birini görmek güzel oluyor.
 LATİN KÖPRÜSÜ
Köprünün girişinde köprünün mimari yapısı ile ilgili bir bilgilendirme yapılıyor.
KÖPRÜNÜN MİMARİ ÇİZİMİ İLE İLGİLİ BİR TABELA
Köprüyü geçerken üzerinde olduğumuz Miljacka Nehri'ne de bir göz atıyoruz. Miljacka "Yavaş yavaş akan nehir" anlamına geliyormuş. Nehir şehri doğu-batı yönünde ikiye bölerek ilerliyor.
MILJACKA NEHRİ
Karşı tarafa ulaştığınızda hemen sağınızda ağaçlar arasında bir park ve parkın ortasında da Avusturya mimarisine uygun bir yapı göreceksiniz. Burası At Meydanı olarak biliniyor. Bu yapı da bir zamanlar şehirde var olan dört müzik köşkünden biriymiş. Kala kala sadece bu kalmış. 2. Dünya Savaşı'nda oldukça hasar görmüş ama eski çizimlerine sadık kalınarak tekrar yapılmış.
AT MEJDAN-AT MEYDANI PARKI
Şimdi güzel ağaçların içinde banklarda insanların oturduğu bu park bir zamanlar köle ticaretinin yapıldığı ve suçluların halkın önünde idam edildiği bir meydanmış. Daha sonra atların alıp, satıldığı ve yarışların yapıldığı bir alana dönüşmüş. 1878 de ismi Filipovic Meydanı olmuş. 1905 yılında ise Francis Joseph parkı alarak tekrar isimlendirmiş. Yugoslavya döneminde de ismi Park Cara Dusana Parkı yani İmparator Dusana Parkı olmuş. Günümüzde tekrar At Meydanı olarak anılmaya başlanmış.
Bugün burada konserler veriliyor, ağaçların arasında banklarda insanlar oturuyor, şık bir çardakta insanlar kahvelerini içip, arkadaşlarıyla buluşuyorlar.
PARKIN İÇİNDE KAHVE OLARAK KULLANILAN KÖŞK
Park yazın daha bir hoş olsa gerek diye düşünüyorum. Kışın ortasında yine de banklarda insanları görmeniz mümkün. Sessizlik hakim etrafa. Zaten şehir de genel olarak fazla gürültülü değil.
HUZURLU  PARKTA OTURANLAR
Bu şehir için Bükreş gibi diyebiliriz sanırım. Sizi yormayan kendi halinde bir şehir. Belki okuduğum şeylerin etkisiyle de burası bana hüznün şehri hissini verdi daha çok. Bunları düşünürken bir yandan da Ayhan'la parkın en dışından doğru dolaşıp, içine doğru yürüyoruz. Köşke doğru başka bir açıdan yürüyoruz. Tam köşkün olduğu bölüme gelince yerde Stari Grad yani Eski Şehir yazısını göreceksiniz.
ESKİ ŞEHİR-STARI GRAD LEVHASI
Bu köşkte çay, kahve içmek göze hoş geliyor ama daha sonraya bırakıp, parkı geçerek gezmeye devam ediyoruz. Parktan çıkıp, Miljecka Nehri boyunca ilerliyoruz.
MILJECKA NEHRİ BOYUNCA YÜRÜYORUZ
Nehir boyunca ilerlerken fazla suyu olmayan nehrin ara ara setlerle alçaltılarak aktığını fark ediyoruz. Zaten çok fazla ilerlemeden de sağ kolda İmparator Cami'ni yani Careva Dzamija'yı görüyoruz. Bazı kaynaklarda Hünkar Cami olarak da geçiyor.
İMPARATOR CAMİ-CAREVA DZAMIJA
Bu cami aslında 1477 yılında ahşaptan Fatih Sultan Mehmet'e hediye olarak yaptırılmış. Fakat daha sonra bir yangında yanan cami Kanuni Sultan Süleyman'ın emriyle 1566 yılında tekrar düzenlenerek bugünkü haline gelmiş ve betonarme olmuş. Bugün Sarajevo için İslami değeri fazla olan bir cami olma özelliğini taşıyor.
İMPARATOR CAMİ
Eski kentteki çoğu cami gibi bu caminin de avlusu güzel ve içinde bir şekilde dinlenen, oyalanan insanları görmek mümkün.
AVLUDA OYUN OYNAYAN ÇOCUKLAR
Bazı özel durumlar dışında caminin içine girmek yasakmış aslında. Biz de sadece avlusuna ve arka tarafında bulunan eski mezarlığına bakıyoruz.
OLDUKÇA ESKİ BİR MEZARLIK
Bu hüzünlü şehrin her bir tarafı mezarlık dolu ama yeni yeni parıldayan taşlardan oluşuyor. Buranın onlara göre oldukça eski olduğu anlaşılıyor.
ESKİ MEZAR BAŞLIKLARI
Avluda bir bank dikkatimi çekiyor gezinirken. Üzerinde Bursa ile ilgili bir şeyler yazıyor. Sanırım Bursa-Osmangazi Belediyesi ile bir münasebetleri olmuş. Bu da banka yansımış
BURSA'DAN SARAJEVO'YA SELAM
Caminin dışına çıktığımızda bu caminin de şehirdeki birçok cami ve ev gibi  savaş sırasında kurşunlandığını görüyoruz.
CAMİNİN DIŞ CEPHESİ
ATEŞ EDİLMİŞ YERLER
Caminin hemen yanındaki Konak sokağından yukarı doğru yürürseniz zaten koca, heybetli, bordo renkli binayı göreceksiniz. Bu bölge Birstik semti olarak geçiyormuş. Burası Aziz Ante Fransisken Manastırı ve Kilisesi'dir. Ya da Franjecacki Samostan Svetoga Anta olarak da anılıyor.
AZİZ ANTE FRANSISKEN MANASTIRI VE KİLİSESİ
MANASTIR'IN GİRİŞİ
Manastır Avusturya döneminin ilk yıllarında Karlo Panek tarafından gotik tarzda inşa edilmiş. Kilise ise 1914 yılında ünlü mimar Josip Vancas tarafından tasarlanmış.
MANASTIRIN GİRİŞİNDE SİZİ KARŞILAYAN SUNAK
 Manastırda çok sayıda el yazması kitap bulunuyormuş. Girişte hemen sağda hediyelik eşya ve kitap satışı yapan dükkan bulunuyor. 
KİLİSENİN GİRİŞ BÖLÜMÜ
Şehirde gördüğümüz birçok caminin aksine bu kilisede hiçbir kurşunlanma izi görmüyoruz. Bu da tabi tuhaf geliyor bize.
KİLİSENİN İÇİNDEN GÖRÜNÜM

KİLİSENİN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
Kiliseden çıktığınızda aynı onun renginde olan bir bira fabrikası göreceksiniz.

Bu bira fabrikasının birçok Sarajevolu için oldukça büyük bir değeri varmış. Fabrika temiz bir su kaynağı üzerinde kurulduğu için 1992-1995 kuşatması sırasında şehir insanlarına temiz suya ulaşma konusunda  yardımda bulunmuş.
Fabrika Avusturya-Macaristan egemenliği döneminde Viyanalı zengin bir sanayici olan Heinrich Levi tarafından yaptırılmış. O gün bugündür hem iyi bira ürettiği için hem de insanlara yardım ettiği için insanların gönlünde farklı bir yeri varmış bu işletmenin.
Fabrika pazardan cumaya saat 10:00-16:00 arası gezmeniz için açık bulunuyor. Bünyesindeki restoran ve barında lezzetli yemeklerin yanı sıra ülkenin tek siyah birasını da üretmekteymiş.
SARAYBOSNA BİRA FABRİKASI-SARAJEVSKA PIVARA
Bu fabrikadan sonra geldiğimiz yoldan yani Konak caddesinden aşağı yürürken sağ kolda, caminin karşısına gelen bir binanın okul olduğunu anlıyoruz. Duvarlarında tahminimizce savaşta ölenler için asılmış tabelalar dikkatimizi çekiyor.
OKUL BİNASI DUVARINDA ÖLENLERİN İSİMLERİ
Şehrin her yeri bu tarz savaşta ölenler için asılan şeylerle dolu. Kaç bin kişi öldü bilmiyorum ama bunları görmek insanı gerçekten üzüyor.
Okul binasını geçerek tekrar nehir kıyısına gelip ilerlemeye devam ediyoruz. Karşı yakada heybetli eski belediye  ve milli kütüphane binası göze çarpıyor hemen.
ESKİ BELEDİYE BİNASI-MİLLİ KÜTÜPHANE-VIJECNICA
Savaşın başlangıcına kadar burası Bosna-Hersek Milli Kütüphanesi'ymiş. Daha önce de Avusturya-Macaristan döneminde Belediye Binasıymış. Franz Ferdinand 1914 yılında Latin Köprüsü'nde vurulmadan önce burada bir resepsiyona katılmış ve bu binadan köprüye kadar olan geçit töreninde yürümüş ve sonrada köprüde vurulmuş.  19. yüzyıldan kalma yapı Avusturya-Macaristan döneminde Türk stili diye Emevi tarzında yapılmış. 1951 den sonra da kütüphane olarak kullanılmaya başlanmış. Avrupa’nın en geniş el yazma koleksiyonu bu kütüphanedeymiş. Fakat yapı savaş sırasında Radovan Karaciç’in emriyle Sırplar tarafından 1992 yılında fosfor kullanılarak bombalanmış. İçinde üç milyon kitabın, 200 binden fazla eski Osmanlı arşivinin, Bosna’daki toprak tapu kayıtlarının ve 300 adet mikrofilmin yok olduğu söyleniyor. Sonuçta 5300 el yazması, 20 bin tarihi belge ve 30 bin kitap yanmış.
Kütüphanenin kapısında şimdi “25-26 ağustos 1992 de Bosna-Hersek Ulusal Kütüphanesi, Sırp suçlular tarafından ateşe verildi. İki milyonu aşkın kitap, dergi ve belge alevlerle birlikte yok oldu. Unutmayın, Hatırlayın, Hatırlatın..” yazısı var.
Sanırım bu kütüphanenin yakılmasındaki amaç Boşnakların geçmişleri ile bağlantılarını kesmeye çalışmaktı. Tabi Sırplar bu arada kendilerine ait bir takım şeyleri de yok etmişler. Kütüphane binasının dışında 1. Yugoslavya Devleti'nin kuruluşundan sonra Türkiye’ye göç etmeye başlayan Boşnaklar için “Burada kalın” diye şiir yazan Sırp Şair Aleksa Santiç’in kişisel arşivi de savaşta yok olmuş. 
Sırpların Bosna’da yaptığı bu yağmanın tarihte birkaç örneği daha var sanırım. Mesela Moğollar Bağdat’ta, Haçlılar Endülüs’te ve Kudüs’te yapmış. Olanların bu kadar yakın bir tarihte olması belki de sokaktaki insanların bunları yaşadıkları bilmek bizim gibi insanlar için gerçekten tuhaf bir duygu. İçimizden "Ne kadar şanslıyız" demeden edemiyorum. Bu görkemli yapıyı Novi Most'dan yani yeni köprüden izleyerek hikayesini hatırladık. 
NOVI MOST-YENİ KÖPRÜ
Bu şehirde daha doğrusu Avrupa'nın birçok şehrinde olduğu gibi içinden nehir geçen şehirlerde köprülerin havası gerçekten güzel oluyor, Hoş geliyor göze. Köprünün üzerinde biraz etrafı inceliyoruz. Biraz ilerden suyun daha yüksek bir setle düşerek bize doğru geldiğini görüyoruz.
NOVI MOST'A DOĞRU GELEN SU
Köprünün hemen dibinde ünlü bir yapı daha var, İnat Kuca diye bilinen İnat Evi.
INAT KUCA-İNAT EVİ-SPITE HOUSE
Bu evin ilginç bir hikayesi var. Avusturyalılar 20. yüzyılın başında Miljecka Nehrini temizlerken birkaç evi yıkmak istemişler. Ev sahiplerinden biri kuzey yakasındaki yani karşı taraftaki evini tek taşı toplanıncaya kadar güney yakasına yani bugünkü bulunduğu yere taşırlarsa kabul edeceğini söylemiş.
INAT KUCA-İNAT EVİ
Ve bu gördüğünüz bina nehrin karşı kıyısından olduğu gibi bu tarafa taşınmış. Bugün bu bina restoran olarak faaliyet gösteriyor.
Bu yaka Alifakovac diye geçiyor. Tepede bulunan eski kenti yukarıdan gören mezarlığı ile ünlüymüş. Biz de zaten birazdan o mezarlığa doğru yürümeye başlayacağız.
ALIFAKOVAC BÖLGESİ
İnat Evi'nden yukarıya doğru giden bir yokuş var. Burası Bursa'nın eski sokakları havasında bir yaşam alnı gibi gözüküyor.
SANKİ BURSA'DAYIZ
Biz de bu sevimli sokaktan yavaş yavaş yukarılara doğru tırmanıyoruz. 
YUKARILARA DOĞRU
Arnavut kaldırımlı yolda ilerlerken bir 100 metre sonra geniş bir alana geliyoruz. Ve koca bir mezarlık karşımıza çıkıyor.
TEPEDEKİ MEZARLIĞIN BİR BÖLÜMÜ
Buradaki mezarlık iki setten oluşuyor. Bu alttaki bölüm, bir de üstte bir bölüm var. Biraz daha o bölüme doğru yükseliyoruz.
ÜSTTEKİ BÖLÜME DOĞRU
Üst bölümden Eski Şehir çok güzel gözüküyor da burada insan şehrin güzel görüntüsünden çok ölen insanların yaşlarına ve ölüm tarihlerine takılı kalıyor. Zira ya 1992, 1993 ya da 1995 gibi savaş tarihlerini görünce insan gerçekten üzülüyor. 
ÖNDE MEZARLARLA ŞEHRE DOĞRU BİR BAKIŞ
ÜST BÖLÜMDEKİ MEZARLIKLARDAN
ÜST BÖLÜMDEN GÖRÜNÜM
Bu şehirde mezarlıklar konusunda en çok dikkatimi çeken şey mezarlıkları göz önüne sokacak şekilde konumlandırmaları oldu. Tabi bunun da sebebi daima zihinlerde kalması amacıyla olsa gerek. Bu mezarlık da çoğu turistin aslında gezdiği bir yer. Belki Paris'teki Pere Lachaise değil ama burayı gezmek daha anlamlı sanırım.
ŞEHRİN BÜTÜN GENÇLERİ BURADA YATIYOR
Bu tepenin tam karşı tepesinde de Beyaz Tabya denilen bir kale bulunuyor.
BIJELA TABIJA-BEYAZ TABYA
Restorasyonu 2006 yılında tamamlanan bu burç şehre başka bir tepeden bakıyor. Karşı tepeler Vratnik muhitine ait oluyor. Bosna Krallığı'ndan bu yana kale olarak kullanıldığı düşünülüyormuş. Bugünkü görüntüsü tamamen Avusturya dönemine aitmiş.
BEYAZ TABYA
Cephane depolamakta kullanılan yapı birçok savaşta şehri korumak için oldukça yardımcı olmuş insanlara. Buradan oldukça iyi gördüğümüz yapıya bir daha tırmanmama kararı alıp biz de aşağılara doğru iniyoruz.
Artık şehrin ana bölümü olan Baş Çarşı'ya uzanmanın ve keşfetmenin zamanıdır. Kütüphane binasının arkasından önce restoranların hakim olduğu Bravadzıluk caddesini geçiyoruz.
TATLILAR HEMEN DİKKATİ ÇEKİYOR TABİ
Sonra da turistik eşyaların hakim olduğu Kazandzıluk caddesini geçiyoruz. Bu caddede 16. yüzyıldan beri bakırcılar faaliyet gösteriyormuş. Göründüğü üzere bugün de aynı şekilde devam ediyor. Her taraf bakır malzemeleri satan dükkanlarla dolu. Burada adet işin babadan oğula geçmesiymiş. Buradan geleneksel bakı kahve setlerini ve şehir silüetli kabartmalı süs eşyalarını alabilirsiniz.
KAZANDZILUK CADDESİ
 Bu caddelerle Baş Çarşı'ya giriş yapmış oluyoruz. Burası Eski Kent'in hem yaşam hem de ticaret merkezi gibi bir yer. Belirgin bir şekilde Osmanlı mimarisine sahip ve Sarajevo'nun en turistik yeri diyebiliriz. Çarşıdaki birçok eser zamanın valisi Gazi Hüsrev Bey tarafından yapılmış. Burada camiler, medreseler, kiliseler dışında turistik eşyalar satan dükkanlar ve  yeme-içme mekanları da bulacaksınız. Tabi meydana girişte önce güzel bir sebil göreceksiniz.
SEBİL ÇEŞMESİ-SEBILJI
Bu sebil için kentin en eski sembolü denilebilir sanırım. Güvercin meydanı olarak da adlandırılıyor. 16. yüzyıldan beri doğu ve batıdan gelen tüccarların buluşma yeriymiş. Savaş sırasında hafif de olsa zarar gördüğü için yenilenmiş. Bu meydana bakan kahvelerde oturup kahve içmek çok güzel oluyor tavsiye ederim. Sebile bakan dükkanalarda burekçiler, cevapciciciler bulabilirsiniz.
BUREKGDZINICA-BÖREKÇİ
CEVABDZINICA-KÖFTECİ
Biz bu meydandayken hafiften yağmur çişelemeye başladığından soluğu bir tatlıcıda alıyoruz. Artık Boşnak kahvesinin tadına bakmanın ve tatlılarını tatmanın zamanıdır değil mi?
TATLICININ VİTRİNİNDEN BİR GÖRÜNÜM
Bu ülkede en sevmediğim şey restoran, kahve gibi yerlerde sigara içiminin serbest oluşu oldu. Siz yemeğinizi yerken yoğun bir sigara kokusu ve bulutu bütün mekanı kaplıyor. İçerideyken nefes alamıyorsunuz. Çıktığınızda da saçınız, üstünüz başınız sigara kokuyor. Bu sebeple üç gün boyunca keyifle bir yerde oturamadık desem yalan olmaz.

BİZDEKİ TATLILARDAN MI GÖRÜYORUM NE?
Gelelim tatlıcımıza. Kahve ve çok ününü duyduğumuz Tufahije'nin tadına bakmak için siparişimizi verdik. Tufahije haşlanmış, şerbetlenmiş elmanın üstüne krema dökülmesiyle oluşan hafif bir tatlı.
TUFAHIJE-ELMA TATLISI
Burada kahve Boşnak Kahvesi diye geçiyor. Eskiden Türk kahvesi diye yazarlarmış ama gelen Türkler kahve içmedikleri için Boşnak kahvesi yazmaya başlamışlar. Kahve bakır bir tepside, kulpsuz bir fincanla geliyor. Çünkü kulpu tuttukları zaman Sırp Milliyetçisi Çetniklerin işaretini canlandırıyorlarmış gibi oluyormuş. Kulpsuz fincan baş ve işaret parmağı ile tutulduğundan ortaya hilal ve yıldız çıktığına inanılıyor. Hatta bazı fincanların dibinde yıldız ve hilali görmeniz mümkün. Fincanın dibine konan şekerin üzerine kahveyi döküyorsunuz ve karıştırmıyorsunuz, usulü böyle.
BOŞNAK USULÜ KAHVE SUNUMU
Tatlılarımızı yeyip, kahvemizi içince biraz da çisenti kesilmiş olduğundan dışarı çıkıyoruz. Hemen karşımızda Baş Çarşı Cami çıkıyor. Sebil'in biraz daha altında bulunan cami burada Havadze Duraka Dzamija diye anılıyor.
BAŞ ÇARŞI CAMİ
1500 lü yıllarda inşa edildiği düşünülen cami gül bahçesiyle ünlüdür. Ve ezanın canlı olarak okunduğu nadide camilerden biriymiş bu cami. Bu caminin girişinde de ölenlerle ilgili duyurular görüyoruz. Ama kapı kilitli olduğu için içeri giremiyoruz.
BAŞ ÇARŞI CAMİDEKİ ÖLÜM İLANLARI
Bulunduğumuz yerden tam geriye dönerek Saraci Caddesi'ne giriyoruz yeniden. Biz de gezinti halindeki kalabalığa karışıp, ilerliyoruz. Yan sokaklardan biri ola Prote Bakovica'yı geçince sağ kol üzerindeki Morica Han'a giriyoruz. 1551 yılında yapılan han 1697 yılında çıkan yangında oldukça hasar görmüş ve sonra restore edilmiş. Bugün Gazi Hüsrev Bey Vakfı'na aitmiş.
MORICA HAN GİRİŞİ

HANIN GİRİŞİNDE BİR LEVHA
Eski kentte mutlaka ziyaret etmeniz gereken yerlerden biri de bu handır. Bu han Osmanlı dönemi boyunca Dubrovnik ve Doğu'dan gelen tüccarları ağırlarmış. Gelen tüccarların at ve kervanlarını ücretsiz olarak ağırlayacakları bir yer olarak inşa edilmiş.
MORICA HAN'IN İÇİ
Bugün içinde bir İran halıları satış yeri, bir restoran ve cafe bulunuyor. Üst katları ise tamamen avukatlık büroları halinde gözüküyor.

MORICA HANDAKİ RESTORAN
İçeri girdiğimizde pek bir özelliğini görmüyoruz ama yine de ziyaret etmek isterseniz han sabah 07:00 den akşam 22:00 a kadar açık bulunuyormuş. Çıkarken kapıdaki afiş gözümüze takılıyor. Bugün yani 1 şubat burada hicap günü olarak kutlanıyormuş.
1 ŞUBAT DÜNYA HİCAP GÜNÜ
Bu yaşamda dinin gerçekten olması gerektiği gibi yaşandığını görecek miyiz bilmiyorum. 
Biz yolumuza Saraci Caddesinden devam ederek bu yolun devamı olan Ferhadije yani Ferhadiye caddesine geçiş yaparak devam ediyoruz. Ferhadiye Caddesi Avusturya-Macaristan Dönemi yapıların hafif hafif başladığı bir yer diyebiliriz. Miljecka Nehri'ne paralel olarak ilerleyen bu caddeyi yön bulmakta kullanabilirsiniz. İstanbul'un İstiklal Caddesi Sarajevo'nun Ferhadije'si diyebiliriz. Ünlü markaları, cafeleri, restoranlarıyla oldukça hareketli. Hatta bu dükkanların arasında Ziraat Bankası da görmeniz mümkün.
FERHADİYE CADDESİ ÜZERİNDE ZİRAAT BANKASI
Her daim caddede gidişli-dönüşlü yürüyenleri görmeniz mümkün. Biz de bu yoldan ilerleyerek Katolik Katedrali'ne kadar geliyoruz.
KATEDRAL
1889 yılında yapılan Katedral İsa'nın Yüce Kalbi Katedrali diye de anılıyor. Kilisenin mimari esin kaynağı Paris'teki  Notre Dame Kilisesi'ymiş. Katedral ünlü bir buluşma yeri olarak biliniyor. Bizdeki Kadıköy İskelesi'nin yerini tutuyor sanırım. Kilisede vaaz olmadığı sürece ziyarete açık bulunuyor. Biz de içeri giriyoruz ama fotoğraf çekmek yasak olduğundan, gezip çıkıyoruz.
Katedral'den çıkarak Ferhadiye Caddesi'nde devam ederseniz biraz ileride solda Kurtuluş Meydanı olarak bilinen Trg Oslobodenja bulunuyor. Burası da her yaştan insan için bir buluşma yeri olarak kullanılıyormuş. Parka girdiğinizde çimlik bölümde tanınmış kişilerin büstlerini göreceksiniz. Mesela girişte hemen solda ünlü yazar Ivo Andriç'in büstü bulunuyor.
IVO ANDRIÇ VE BEN

ÜNLÜ YAZAR MEŞA (MEHMET) SELİMOVİÇ
Biraz ileride parkın ortasında bir topluluk görüyoruz. Meydana çizilmiş bir satranç tahtası etrafında oyun oynuyorlar.
MEYDANDA SATRANÇ OYNAYANLAR
Burada günün her saatinde satranç oynayan birileri görürsünüz diye okumuştum. Gerçekten de öyle oldu. Buradan ne zaman geçsek hep bir kalabalık ardı.
KOCA KOCA SATRANÇ TAŞLARI
ÇEKİŞMELİ BİR OYUN İZLİYORUZ
Bu meydanın etrafı önemli yapılarla dolu. Girişte sol üst tarafındaki komşusu Ekonomi Fakültesi oluyor. Önünde mutlaka öğrencileri göreceksiniz.
EKONOMİ FAKÜLTESİ
Meydanın nehir tarafındaki sağ köşesinde ise Kutsal Ana Cemaat Kilisesi olarak bilinen bir kilise bulunuyor. Buradaki adı Saborna Crkva.
SABORNA CRKVA
Bu kilise Sarajevo'nun en büyük Ortodoks kilisesidir. Osmanlının son zamanlarında 1868 yılında inşa edilmiş. Binanın içi biraz loş ortamıyla mistik bir tarzdadır. Ayrıca içinde ayrıntılı süslemeler görebilirsiniz.  
Meydana dönerseniz, tam orta kısımda da bir Barış Heykeli göreceksiniz.
MEYDANIN ORTA BÖLÜMÜ
BARIŞ HEYKELİ
Bu heykel savaş bittikten sonra 1997 yılının 14 temmuzunda buraya dikilmiş.

BARIŞ HEYKELİ
Parktan çıkarken yine birkaç büst görüyoruz. Büstlerin hemen hemen hepsi yazarların büstleri gibi gözüküyor.
ÜNLÜ YAZAR ISKENDER KULENOVİC
ÜNLÜ YAZAR BRANKO KOPIC
Artık meydandan çıkıyoruz ve Ferhadiye boyunca yürümeye devam ediyoruz. Ferhadiye bizim otelimizin önündeki yolla yani Mule Mustafe ile birleşerek Marsala Tita oluyor. Bu da bir gezinti caddesi gibi üzerinde AVM leri ve farklı dükkanları barındırıyor. Tam Ferhadiye ile Mule Mustafe'nin birleştiği yerde bir sonsuz ateş bulunuyor. Fakat etrafında çingeneler dolu olduğundan daha sonra uğrarız diyoruz. 
Yol boyunca yürümeye devam edince karşımıza bir alış-veriş merkezi çıkıyor. Önünde de paten yapan küçük kızlar.
PATEN YAPAN ÇOCUKLAR
Bu cadde itibariyle daha yüksek yapılar başlıyor ve şehrin havası da farklılaşıyor.
ALIŞVERİŞ MERKEZİ
CADDEDEKİ BANKALARDAN BİRİ
Bu alışveriş merkezinin tam karşısında önemli bir park var, Veliki Park. Sarajevo'nun savaştan sonra ayakta kalan az sayıda parkından birisi diyebiliriz. Buradaki ağaçların büyük bir bölümü savaş sırasında yemek yapmak ve ısınmak için kesilmişler. Ve girişinde ölen çocuklar için büyük bir anıt bulunuyor.


ÇOCUKLAR İÇİN YAPILAN ANIT
Parkta savaş sırasında ölenler için dua çarkı şeklinde bir anıt yapılmış. Çoğunun ölüm tarihi savaşın başladığı yıl olan 1992 yi gösteriyor.
ÖLENLERİN İSİMLERİNİN YAZILDIĞI ÇARKLAR
HAYAT 1992 DE DURMUŞ
AYHAN ÇARKLARI İNCELİYOR
Parkın her tarafında eski zamanlardan kalma mezar başlıkları bulunuyor. Yani burası belki de bir zamanlar bir Osmanlı Mezarlığı mıydı acaba demeden edemiyoruz.
PARKTA ESKİ MEZAR BAŞLIKLARI
Bugünkü gezi planımızı bu parkla birlikte bitirirken biraz dinlenmek için otelimize doğru geldiğimiz yerden ilerliyoruz. Dönüşte kaçırdığımız ayrıntılara dikkat etmeyi ihmal etmiyoruz. Örneğin şehrin tramvayları o kadar eski ki görmek ama binmemek lazım.
TRAMVAYLARDAN BİRİ
Ya da Marsala Tita üzerinde gördüğümüz şehrin birkaç  noktasında daha olan kuru yemişçi Badem.
BADEM KURU YEMİŞÇİ
Ya da Ferhadiye üzerindeki Türk acentacı dikkatimizden kaçanlar diyebiliriz.
TÜRK ACENTACI
 Ve artık hava kararırken dükkanlardaki her şey ışıklanmış bir halde pırıl pırıl parlayarak bizi selamlıyorlar.
KARANLIKTA SARACİ'DE BİR DÜKKAN
Artık bu şehrin ışıklı halini görmek güzel olacak. Yemek yemeyi planladığımız İnat Kuca'ya giderken gündüz gezdiğimiz yerleri de tekrar bir gözde geçirmeyi ihmal etmiyoruz. 
SEBİL VE BULUNDUĞU MEYDANIN GECE HALİ
BAŞ ÇARŞI CAMİ
MİLLİ KÜTÜPHANE BİNASI
VE INAT KUCA
Inat Kuca geleneksel Boşnak yemeklerini sunan çok güzel bir restoran içeri girince akşam yemeği için doğru kararı verdiğimizi anlıyoruz.
RESTORANIN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
İÇERİDEN BİR GÖRÜNÜM
İÇERİDEN BİR GÖRÜNÜM
INAT KUCA MASALARINDAN BİR GÖRÜNÜM
Bu restoran için gidilmesi gerekirliği hakkında çok şey okuduk bakalım bizi memnun edecek mi demeden edemiyoruz. İç dekorasyonu hoşumuza gitmesine rağmen içeri girince aldığımız sigara kokusu birden canımızı sıkmıyor değil. Bu ülkede sanırım kapalı bir mekanda oturduğumuz her yerde bu sorunu yaşayacağız. Gelmeden araştırdığımız yemeklerin siparişini cana yakın  garsonumuz gelince veriyoruz. Burada insanlar gerçekten çok samimi ve yardımseverler. Garson hemen bizim isteğimiz üzerine restoranın müziğini değiştiriyor ve Sevdalinka parçaları çalmaya başlıyor.
YEMEĞİMİZİ BEKLERKEN BOŞ DURMAYALIM
MILJECKA NEHRİ'NE DOĞRU
İlk önce Begova çorbamız geliyor. Bu bazı menülerde Beyin Çorbası diye de geçiyor.
BEGOVA ÇORBAMIZ GELDİ
Begova Çorba gerçekten çok lezzetli. Parçalanmış tavuk etleri ve sebzeyle hafif kremamsı bir kıvam oluşturulmuş. Üzerinde nanesı ve bakır tabağıyla sunum yapılıyor. Bu çorba burada 5KM ama birçok yerde 3 KM ye içebilirsiniz. Yani bizim paramızla 7,5 TL civarında ve oldukça uygun. 
OLDUKÇA LEZZETLİ BİR ÇORBA
Çorbamızdan sonra bu menüde Sarajevska Sahan diye geçen bir tabağı alıyoruz. Bu 
yöresel tabağın ortasında pilavı ve yoğurt, etrafında ise etli lahana sarma, biber dolma, soğan dolma bulunuyor.
SARAJEVOSKI SAHAN
Yemekler oldukça leziz ve bizim ülkemize göre bu şehirde yemekler gerçekten ucuz. Ayrıca etin tadı da oldukça lezzetli. Mutlaka etli yemekler yiyin derim. Yemek sonrası Miljecka Nehri boyunca yürüyüp, şehrin ışıklı haline bakmak istiyoruz.
LATİN KÖPRÜSÜ ÇOK GÜZEL GÖZÜKÜYOR
AYHAN HEMEN POZ VERMEYİ İHMAL ETMİYOR
Latin Köprüsü'nün ilerisindeki ışıklandırılmış köprüye kadar yürüyoruz. Gerçekten ışıklar bir şehre güzel bir armoni katıyor.
SARAJEVO VE GECE HALİ
Buradan geri dönüp yol kenarından ilerleyerek At Meydanı içerisindeki Müzik Köşkü'ne ilerliyoruz. Yol üzerinde kentin her yanında olan sebillerden birini daha görüyoruz. Bizim ülkemizde de sebil, çeşme çoktur ama hiçbiri akmaz. Bu şehirdekilerin hepsi öyle güzel akıyor ki insan üzülüyor. İnsanlar tarihlerine öyle bir sahip çıkmışlar ki burada sırf bunun için bu şehrin gezilip, görülmesi gerekir diye düşünüyorum.
GECENİN İÇİNDE BİR ÇEŞME
Köşk iki kattan oluşuyor. Altı da üstü de kahve halinde. Üst kata çıkmak için dışarıdan merdivenleri kullanıyorsunuz. Üst katın kapısından girerken sigara içilmez çıkartmasını görünce çok seviniyoruz ama kapıyı açıp da içeri girince birbirimize bakışmamız yetiyor. Artık bir kere girdik diyoruz ve havası kötü koltukları rahat eski müzik köşküne yayılıyoruz.
MÜZİK KÖŞKÜNDE KAHVE SEANSI
Kahvelerimizi içiyoruz ama burada fazla kalmadan çıkıyoruz. Elimizdeki kitaplardan birinde yer olan ve Sevdalinka parçalarını dinleyebileceğimiz Sevda Kahve'ye gitmek istiyoruz. Sevda Kahve Sebil'in olduğu meydandan aşağı yürüdüğünüzde soldaki Halaci caddesinin üzerinde bulunuyor.
SEVDA KAHVE EVİ
SEVDA KAHVE'NİN GİRİŞİ
BİNA HAKKINDA BİLGİLENDİRME TABLOLARI
Söylenene göre burada geleneksel müzikler eşliğinde kahvenizi, çayınızı içebilirsiniz, kitap okuyabilirsiniz. Tabi nefes almayı başarabilirseniz.
KAHVENİN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
İçeri girer girmez bir duman sarıyor etrafınızı. Emin olun Amsterdam2ın ot cafeleri bile daha havadar. Bu dumanı görünce ortada kapalı olan cam kabinin etrafını dönüp, dışarı çıkıyoruz.
SEVDA KAHVE'DEN GÖRÜNÜM
Sanırım hava sıcaklığı yüksek olmayan böyle aylarda yapılacak en güzel şey tabi bizim gibiler için ya nehir kenarında yürüyüş yapmak ya da alacaklarını alıp, otel odanda takılmak. Biz de denemek istediğimiz Sarajevo birasını alıp, otel odamıza dönüyoruz. Yol üstü tüm gece çalışan ve üzerinde bizden reklam taşıyan tramvayı da sizlere göstermeden bugünü bitirmeyelim diyorum
REKLAMLAARR
Ve bu uzun ve güzel gün soğuk biramız ve fıstığımız eşliğinde biter. Birayı deneyin derim. İçimi kolay ve hafif bir bira.
SARAJEVO BİRASI
İlk gün izlenimlerimiz yoğun sigara kokusu dışında oldukça iyiydi. Bakalım yarın nasıl geçecek ?

1.GÜN YAPILAN HARCAMALAR
  1. 2 Kişi Yurt Dışı Çıkış Pulu-30 TL
  2. 2 Kişi Otobüs Ücreti-8 TL
  3. Kahvaltı-13 TL
  4. Uçakta Kahve-15 TL
  5. Hava Alanından Taksi-30 KM=50 TL
  6. Şehir Müzesi Girişi İki Kişi-6 KM=10 TL
  7. Öğle Yemeği-17 KM=28 TL
  8. Alışveriş-11 KM=18 TL
  9. Pastane-7 KM=12 TL
  10. Akşam Yemeği-25 KM=40 TL
  11. Köşkte Kave-4 KM=7 TL
  12. Alışveriş-10 KM=16 TL
TOPLAM:247 TL

2.GÜN-SARAJEVO'DAN MOSTAR'A
Bugün Mostar yolcusuyuz. O sebeple sabah 07:00 da kalkarak hazırlıklarımızı  bitirip, kahvaltımızı yapıyoruz. Otelimizin kahvaltısı bizi memnun ediyor. Kahvaltı sonrası 08:30 da bir taksiyle otelden ayrılıyoruz.
SABAH KAHVALTISINDA AYHAN
Otobüs terminaline taksiyle 7-8 dakikada varıyoruz. Hemen Mostar için gidiş-dönüş biletimizi alıyoruz. Yoğun turist dönemi olmadığından bilet bulmakta zorlanmıyoruz. İlk otobüs saat 09:00 da olduğundan hemen otobüsümüze doğru ilerliyoruz.
OTOBÜS TERMİNALİNDEN GÖRÜNÜM
Dışarıda beklemektense içeri geçip, oturalım diyoruz. Otobüse adımımızı atar atmaz aldığımız sigara kokusu sebebiyle hemen Ayhan'la göz göze geliyoruz. İkimiz de konuşmuyoruz ama içimizden geçen cümle şu oluyor:" Yoksa otobüste de mi herkes sigara içiyor?" .Moralimiz bozuluyor biraz çünkü otobüs felaket şekilde sigara kokuyor. Ve iki saat 15 dakika sürecek bu yolculuk nasıl geçecek diye düşünmeden edemiyoruz. Yine de biletimiz numarasız olduğundan bir yere geçip, oturuyor ve yola çıkınca sigara konusunda nasıl bir uygulama olacak diye bekliyoruz.

OTOBÜSÜMÜZÜN KALKMASINI BEKLİYORUZ
Otobüs tam 09:00 da kalkıyor. Şehrin içinden çıkmadan yoldan da yolcular toplayarak ilerliyoruz. Yol kenarında bekleyen yolculardan biri bizi oldukça sevindiriyor. O da bizim her azar yaptığımız gibi trek pantolonu, tozlukları, montu, beresiy ve dolu çantasıyla bir doğa yürüyüşçüsüydü.
BOSNA'DA BİR DOĞA YÜRÜYÜŞÇÜSÜ
Otobüs şehir içinden alınan yolcularla birlikte ülkenin Hersek bölgesine doğru ilerlemeye başlıyor. Bir süre şehir içinden gittikten sonra solumuza İgman Dağı'nı alarak şehrin dağlık bölümlerini aşmaya başlıyoruz.
IGMAN DAĞI
Ülkenin 4. büyük şehri olan ve başkentten 120 km uzaklıkta bulunan Mostar'a ilerlerken sisli ve bulutlu dağlar arasından ve bize eşlik eden Neretva nehri kenarından ilerliyoruz.
Şehir merkezinden ayrıldıktan sonra yerleşim yerleri oldukça azalıyor. Önce dağlık bir bölge geçiyoruz. Dağların üzerinde kar yok denecek kadar az.
YOL GÜZERGAHINDAKİ DAĞLAR
Mostar'a gelmeden iki ayrı küçük şehirden geçiyorsunuz. Bunlardan ilki ahşap işçiliği ile ünlü  Konyitz şehri. Kon Boşnakçada at anlamına geldiğinden burası atlılar şehri olarak anılıyor. Osmanlılar zamanında atların değiştirildiği yer olarak biliniyor. Burada da Osmanlılardan kalma ünlü bir köprü bulunuyor. Fakat biz araçtan inmediğimiz için ancak otobüs ilerlerken görüyoruz bu güzel köprüyü. Savaş sırasında Sırp bombardımanı ile bu köprü de hasar görmüş. Fakat kısa adı TİKA olan Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı tarafından restore edilmiş.
KONYITZ KÖPRÜSÜ
Zamanın bu atlılar şehrinden yolcular alarak, sağ tarafımızda muhteşem nehir görüntüleri ile ilerlemeye devam ediyoruz. Yol nehrin kıvrımlarına eşlik ederek bize de ayrı bir heyecan veriyor.
NEHRİN YANSIMALARINA DOYAMIYORUZ
Nehrin bir sağına bir soluna geçerek, ilerlerken gördüğümüz görüntüler karşısında Ayhan ve ben oldukça mutlu oluyor ve heyecanlanıyoruz. Bir de fotoğraf çekmeye çalıştıkça otobüs içinde bize bakan insanların garip bakışları ile karşılaştığımızı itiraf etsem iyi olacak.
YANSIMA GÖRÜNTÜLERİNDEN BİRİ DAHA
Yanından ilerleyerek takip ettiğimiz Neretva Nehri Dinar Alpleri'nden doğup, 225 km yol alıp, Adriyatik Denizi'ne dökülüyor. Muhteşem bir renge sahip. Alabalığı ile meşhur olan nehrin üzerinde 5 adet hidroelektrik santrali bulunuyormuş. Savaş sırasında Sırplar bu santralleri de ele geçirerek şehirlerin elektriğini kesmişler. 
NEHİR KENARINDA İLERLEYEN YOLLAR
Neretva nehri  üzerinde birçok balık çiftliği de var. Bir yanda nehir üzerindeki balık çiftlikleri yanında yol üzerinde de kuzu çevirme tabelalarını görebilirsiniz. Sirke ve bal satıcıları da sık sık karşınıza çıkacak.
Konyitz'den sonra gelecek küçük yerleşim yeri Jablanica oluyor. Bu küçük kent de köprüsü ile ünlü. 2. Dünya Savaşı sırasında Almanların önemli bir ikmal yolu olarak kullandığı Neretva Köprüsü Partizanlarca yıkılmış. Bu demir yolu köprüsü bugünde o günkü halini koruduğu gibi çevresi de savaş müze haline getirilmiş. Konu üzerine Neretva Köprüsü adında bir de film çevrilmiş.
NERETVA KÖPRÜSÜ
Jablanica'yı geçerken yıkılan Neretva Köprüsü haricinde bazılarının oldukça uzun olduğu birçok köprü görüyoruz.
METRELERCE UZUNLUĞUNDAKİ KÖPRÜLERDEN BİRİ
Biz Mostar'a yaklaşırken gökyüzündeki sisler aralanıyor ve biraz güneş yükseliyor. Mostar girişinde bir köy, kasaba halinde görüntü veriyor. Bu şirin kentten de biraz bahsetmenin zamanı geldi sanırım. 
Mostar'a girişimiz sabah  09:00 da yola çıkışımızın üstünden 2 saat 15 dakika geçip, saatler 11:15 i gösterdiğinde şehrin dışındaki otobüs terminalinde sonlanIyor. Hemen terminalden ayrılıp Mareşal Tito Caddesi üzerinden Stari Grad'a doğru yürümeye başlıyoruz. Kente doğru yürürken, Mostar’da Hırvatların yaşadığı bölgede, şehre hakim bir tepede 36 mt lik bir haç görüyoruz. Hırvatlar savaş sırasında bir topçu bataryasının olduğu bu tepeye haçı dikmişler. Bu haçı dikerken de kendileri gibi Katolik olan İspanyollardan yardım almışlar. Haçın ana kaidesi helikopterle taşınmış. Geceleri bu haçı ışıklandırıyorlarmış. Aslında savaş sonrası yapılan Dayton antlaşmasına göre dini sembolleri şehirlerde kullanmak yasaklanmış ama yine de bu haçı dikmişler. Bu haçın bir benzeri de Makedonya'nın başkenti Üsküp de de bulunuyormuş. Şehrin en yüksek yerinde haç olduğundan bu şehrin Hristiyanlara ait olduğunu ima etmeye çalışıyorlarmış. Tabi savaş sonrası bu haçın insanların üzerinde olumsuz bir etki bırakmış. Özellikle gençler ve çocuklar çok korkmuşlar. Bununla ilgili Mostar'da anlatılan bir hikaye var ben de sizlere aktarmak isterim.
Bir gün küçük bir Boşnak kız babasına haçı gösterip, "Korkuyorum" demiş. 
-Onu bizim tepemize neden koydular? Yine bize saldıracaklar mı? Seni, dedemi, annemi ve beni öldürecekler mi?
Babası kızına, "Olur mu öyle şey demiş?". Ama küçük kızın korkusu geçmemiş. Akşam olduğunda babası küçük kızı pencerenin önüne getirmiş ve birlikte haça bakmışlar. Haçın üzerinden ay ve yıldızlar duruyormuş. Babası kızına, "Ben sana boşuna korktuğunu söylemiştim." demiş. "Bak bizim ay ve hilalimiz, onların haçının çok üstlerinde duruyor. Korkma artık ay ve yıldız hep orada durup, bizi koruyacaklar" demiş. Küçük kızla babası arasındaki bu dialog ertesi gün bütün kente yayılmış ve günümüze kadar söylenegelmiş. Gerçekten de birine haç ile ilgili birşey sorduğunuzda size hemen bu hikaye anlatılıyor.
TEPELERDEN BİRİNDE BULUNAN DEV HAÇ
Burası "Hristiyan şehridir." der gibi  tepeden kibirli bir şekilde kente doğru bakıyor. Öğrendiğime göre savaş sonrası yapılan Dayton Antlaşması'na göre şehirlerde dini sembol içerikli hiçbir şey olmayacakmış. Ama Hırvatlar inadına devasa bir haç dikivermişler. Kimse de sesini çıkarmıyor gibi.
Haça baka baka kente doğru ilerlerken sokaklardaki çöpler dikkatimizi çekiyor. Sanırım çöpçüler burada şu sıralar grevde gibi.
MOSTAR SOKAKLARINDAKİ BİRİKMİŞ ÇÖPLER
Mostar kelimesinin kökeni Most (köprü) den geliyor. Mostari de "Köprü Bekçileri" anlamına geliyor. Bu küçük kentte ilk yerleşim Roma dönemine rastlamaktaymış. 1468 de Osmanlı hakimiyetine geçince gelişimi hızlanmış. Aynı Sarajevo'da olduğu gibi burada da Osmanlı dönemini yansıtacak birçok yapı var.
ESKİ OSMANLI YAPILARI-NASUH PAŞA CAMİ
Tabi hemen evlerin önündeki savaş sonrası 92-93 şehitlikleri de göze hemen çarpıyor.
ŞEHİTLİKLİKLER
Eski şehre girerken ilk gözünüze çarpacak olan dip dibe olan eski evlerin çatıları ve zeminde bulunan betona gömülü yuvarlak taş döşemesi olacaktır. Mostar’da çatı şekli sadece Arnavutluk ve Dalmaçya kıyılarında görebileceğiniz Kayagan denilen yassı taşlarla yapılan çok özel bir çatı kaplama sistemi.
ÇATILARDA ÖZEL KAPLAMA SİSTEMİ

Yol sizi alıp, kendiliğinden köprüye giden yola çekiyor sanki.  Hemen karşınıza çıkıveriyor.
KÖPRÜYE GİDEN YOL
MOSTAR'DA ZEMİN TAŞLARININ GÖRÜNTÜSÜ

Bu ülkede beni en çok etkileyecek yerin bu köprü ve Mostar olacağını düşünürdüm hep. Sanırım düşüncelerim de haklı çıktım. Karşımızda o muhteşem köprüyü görünce ikimizde çok mutlu oluyoruz. Gündüz Vassaf'ın 2,5 ay burada kalıp, kaleme aldığı Mostar kitabını okuduktan sonra daha bir heyecanlandım bu köprüyü görmek ve buradaki ahengi hissetmek için.
MOSTAR KÖPRÜSÜ
Nehrin o güzel rengi ile bu hilal şeklinde tasarlanmış köprü oldukça hoş gözüküyor. Köprü 1566 yılında Kanuni Sultan Süleyman'ın emriyle Mimar Hayrettin tarafından yaptırılmış. 

Rivayete göre Kanuni şöyle demiş: “Ey koca mimar! Batı’da gittiğimiz uç vilayetimiz Mostar’da öyle bir köprü yaptırasın ki bugüne kadar eşi benzeri görülmeye, bakan gözü, gönlü fethede, Türk’ün adını hatırlata, yaşata."
Bu güzel köprü Neretva'dan 24 mt yükseklikte bulunuyor. 28,6 mt ayak açıklığı ve 4 mt genişliği ile Avrupa'nın açıklığı en uzun köprüsüymüş. Erkek çocukları erkek olduklarını kanıtlamak için bu köprüden atlarlarmış. Böylelikle kız arkadaşları ve nişanlıları için güç gösterisi yaparlarmış. Günümüzdeyse bu gösteriler şehri ziyaret eden turistler için yapılıyor.
Mostar Köprüsü 2. Dünya Savaşı'nda bile Nazi tanklarına dayanmış ama 9 Kasım 1993 yılında Sırpların bombalamalarına dayanamamış. Halk köprü yıkılmasın diye köprüyü lastiklerle sarmış ama köprü Sırplar tarafından 30 kez bombalanmış. Sırplar Mostar köprüsünü önce ortasından hedefleyerek vurmuşlar. Ardından güzel, geniş bir yay gibi gerilen uyumlu bükümü ve yüksekten ayakları nişan almışlar. 9 kasım günü saat 15:25 te son olarak fosfor bombasıyla ateş etmişler ve köprü Neretva Nehri'nin sularına gömülmüş. 427 yıllık bu eserin sulara gömüldüğü haberi anında tüm dünyaya yayılmış.
KÖPRÜNÜN SAVAŞTAKİ HALİ

Savaş bittikten sonra ise Türkiye, Hırvatistan, Fransa, İtalya, Holanda, Almanya, Avrupa Konseyi ve Dünya Bankası'nın katkılarıyla köprü aslına uygun bir şekilde yapılmış. İnşa edilirken önce temel güçlendirme çalışmaları yapılmış. Daha sonra başlatılan kemer çalışmalarında 65 kişisi Türkiye’den olan 100 kişi çalışmış. Nehre dökülen taşlar tek tek toplanmış. Ama yapılan testler sonucunda tekrar kullanılamayacakları anlaşılmış. Çok az bir kısmı kullanılmış. Ve diğer gerekli taşlar da asırlar önce taş alınan ocaktan getirilmiş. Yeni kemerin yapımında yine 456 tane taş kullanılmış. Eski köprüde 99 basamak olmasına rağmen yeni köprüde 93 basamak yapılmış ve yeni köprü 25 temmuz 2004 te Prens Charles'in de katıldığı bir törenle açılmış. Bu töreni tüm dünya aynı anda izlemiş. Daha sonra köprü 2005 te tekrar dünya mirası listesine konmuş.
UNESCO TARAFINDAN KORUMA ALTINDA

Hemen dibinizde akan Neretva Nehri şehri kuzey-güney doğrultusunda bölüyor. Hırvatlar şehre Stari Grad, Boşnaklarsa Mostar diyorlar. Köprünün sağ ucunda yani şehrin Hırvatların yaşadığı bölümünde gördüğünüz kule Tara Kulesi, sol tarafta gördüğünüz ise Halebiye Kulesi. Tara üç katlı bir kule ve içinde müze binası bulunuyor. Köprünün Halebiye Kulesi'nin altında hediyelik eşya satan bir dükkan bulunuyor. Ve köprünün yıkılması ile ilgili bir de video izleyebilirsiniz. Ama önce köprü manzaralı birer fotoğraf çektirin derim. 
MOSTAR KÖPRÜSÜ VE AYHAN

MOSTAR KÖPRÜSÜ VE BEN
Hemen bu hizada sol tarafta "don't forget" yazılı bir unutma taşı bulunuyor.
DON'T FORGET TAŞINI MUTLAKA GÖRÜN
Özel yer taş döşemeli yoldan kaymamaya çalışarak, ilerliyoruz. Yolun sol bölümü sıra sıra hediyelik eşya satan dükkanlarla dolu.
HEDİYELİK EŞYA DÜKKANLARI
Mostar sokaklarında kuyumcuları ve bakırcıları görebilirsiniz. Sanırım günümüzde kuyumcular eskiye göre iyice azalmışlar.


MOSTAR SOKAKLARI
Bu küçük dükkanları geçip nihayet yürüye yürüye Mostar Köprü'süne ulaşıyoruz.
KÖPRÜNÜN KAYGAN TAŞLARI
MOSTAR KÖPRÜSÜ VE BİZ
Eğimi oldukça fazla olan bu köprüde yürümek oldukça zor ama yine de yürümekten keyif alıyorsunuz. Köprünün ortasına kadar gelip, dört bir yanımıza göz atıyoruz. 
KOSKİ MEHMET PAŞA CAMİ VE GELDİĞİMİZ YOL
HIRVAT TARAFINDA OLAN BÖLÜM
LUCKI KÖPRÜSÜ
Bu arada Mostar'da bu ünlü köprü haricinde 4 köprü bulunuyor. Bunlardan ilki yukarıdaki fotoğrafta görülen ve Avusturya yönetimi zamanında, 1913 yılında yapılan Lucki Köprüsü. Diğerleri sırasıyla 1917 de inşa edilen Carinski Köprüsü, 1558 yılında inşa edilip şu an en eski köprü ünvanını taşıyan Crooked Köprüsü, 1882 yılında Avusturya İmparatoru Franz Joseph tarafından yaptırılan ve Mostar'ın 2. en eski köprüsü olan Musala Köprüsü ki bu köprü Tito zamanında Tito Köprüsü diye de anılıyormuş. Sonuncusu ise en yeni olanı Bunur Köprüsü.

KÖPRÜDEN BOŞNAK TARAFI MANZARASI
KÖPRÜNÜN HIRVAT TARAFI VE TARA KULESİ
Tara Kulesi'nin dibinde fotoğrafta da görülen, dış cephesinde cezve amblemi olan yani kahve içilmek için olan küçük beyaz bir odacık var. Burası sanatçıların, yazarların toplandığı bir mekanmış.
TARA KULESİ DİBİNDE BİR KAHVE ODASI

Köprünün her iki tarafındaki kulelerin dibinde yine "DON'T FORGET" yazan taşlar bulunuyor.
DON'T FORGET 93 TAŞI
Bu taşı geçince artık Hırvatların yaşadığı bölgeye giriyoruz. Yine diğer tarafta olduğu gibi hediyelik eşya satıcıları, restoranlar, kafeler burada da göze çarpıyor. Tabi kış olması sebebiyle dışarıda oturanların sayısı oldukça az gibi.
HIRVAT TARAFININ GÖRÜNTÜSÜ
Bu tarafta ilerlediğimizde Neretva'ya daha yakın olmak istiyoruz. Nehre doğru inen patikalar bulunuyor. Biz de bunlardan birine dalarak kaygan yer taşlarında düşmemeye çalışarak ilerliyoruz. Biraz inince karşımıza Mimar Hayrettin'in Mostar Köprüsü'nü  yaparken esinlendiği burada Crooked denilen köprü bulunuyor.
CROOKED KÖPRÜSÜ
Bu köprü 1558 yılında Mimar Seyan Kethuda tarafından yaptırılmış. Köprünün yüksekliği 4,15 mt, kemeri 8,56 mt uzunluğundaymış. Üzerinden yürüyerek karşı tarafa geçiyoruz. Altımızda köpük köpük akan dere Velez Dağı'ndan doğup, Neretva'ya doğru akıyor. İsmi Rodoboljo imiş.
RODOBOLJO NERETVA'YA DOĞRU AKIYOR
RODOBOLJO DERESİNDEN GÖRÜNÜM
CROOKED KÖPRÜSÜ BAŞKA BİR AÇIDAN
Bu köprü de UNESCO tarafından koruma altına alınmış. Köprüyü geçince hemen küçük bir tabela göreceksiniz. Neretva'nın dibine kadar inebileceğiniz birçok küçük patika yol var ama biz yemekten sonra inmeyi tercih ederek yukarıda bulunan restoranlardan birine gidiyoruz. Önce güzel bir çorba siparişi veriyoruz. Çorbamız çok güzel bir sunumla geliyor önümüze.
ÇORBALARIMIZ GELDİ
Çorbamız yine zerdeçalla renklendirilmiş, şehriye çorbası gibiydi. Daha önce içtiğimiz  Begova çorbasını daha bir fazla beğendik sanırım.
GÜNÜN ÇORBASI
HADİ BİZE AFİYET OLSUN
Ana yemek olarak da Sarajevski Sahan istiyoruz. Yani bir tabakta tüm Boşnak yemekleri bulunuyor.
SARAJEVSKI SAHAN
Ayhan pek bir heyecanlanıyor bu yemeği görünce. Tabağa saldırmadan zor durduruyorum.
HEYECAN DORUKTA
Yemek sonrası Hırvatların yaşadığı ve büyük haçın bulunduğu tepenin dibine doğru ilerliyoruz. Ön yargımızdan mı bilmiyorum ama şehrin bu bölümü çok kötü gözüküyor bana. Zaten karşımıza tüm heybetiyle Eski Katolik Kilisesi dikiliveriyor hemen.
ESKİ KATOLİK KİLİSESİ

Bu tarafta da tüm binalarda silahların açtığı delikler bulunuyor. Virane halinde olan bazı binalar görüyoruz.
DELİK DEŞİK BİNALAR

Bu yakada fazla ilerlemeden geri dönüyoruz. Artık Neretva Nehri'nin o güzel yeşiline daha bir yaklaşmanın vaktidir diyerek 1 saat önce inmeye çalıştığımız patikalara geri dönüyoruz. Ve nihayet o güzel yeşille buluşuyoruz.
NERETVA'NIN DİBİNDEN MOSTAR KÖPRÜSÜ
BİRAZ DA OYUN OYNAYALIM

Burada olmak insanı iyi hissettiriyor, mutlu ediyor. Ayrılmak istemiyorsunuz. Bir süre sonra Mostar'ı güzel bir kahve içerek izleyelim istiyoruz. Boşnak tarafına geçerek Mostar'ı tam karşıdan görecek şekilde bir kahveye oturuyoruz. Kahvemiz ve Hurmacije spariş veriyoruz.
HURMACİJE
AY,YILDIZLI KAHVE SUNUMU
Saat 15:00 de otobüse binip geri dönmeden önce eski şehrin sokaklarında gezinmeyi ihmal etmiyoruz. Çarşının tam ortasında Türk Büyük Elçiliği'ni görüyoruz.
MOSTAR'DA TÜRK BÜYÜK ELÇİLİĞİ
Hemen sonrasında da Koski Mehmet Paşa Cami geliyor. Cami Sokollu Mehmet Paşa'nın ruznamecisi ve defterdarlarından olan Koski Mehmet Paşa tarafından 1618 yılında yaptırılmış. Camiye kemerli bir kapıdan giriliyor. Hemen karşınıza ortadaki şadırvan çıkıyor.
KOSKİ MEHMET PAŞA CAMİ ŞADIRVANI
Savaşta minaresi yıkılan caminin minaresi ülkemizin yardımları sonucunda onarılmış ve  2001 yılında tekrar ibadete açılmış.
KOSKİ MEHMET PAŞA CAMİ
Artık bu hüzünlü şehri geride bırakmanın zamanı geliyor. Bir gün bu güzel şehre yaz mevsiminde gelmeyi çok isterim. Cıvıl cıvıl olması büyük olasıdır herhalde. 

Gönlümüzde görmeyi hedeflediğimiz bir yeri daha görmenin mutluluğu ile geldiğimiz gibi otogara dönüyoruz. Sarajevo otogarına saat 17:30 gibi varıyoruz. Hemen bir taksiye atlayıp, otele yöneliyoruz. Otel yolunda Amerika'ya sövüp, sayan taksici asla unutamayacaklarım arasında olacaktır. Öyle içten bela okuyordu ki anlayın artık. 
Otelde iki  saate yakın dinlenip, akşam yemeği ve bazı görmediğimiz yerleri görmek için tekrar dışarı çıkıyoruz. Bütün gün otobüste oturmak zorunda olduğumdan biraz yürüyelim diyoruz. Otelimizin önündeki Mula Mustafe caddesini takip ederek, Marsala Tita'ya doğru ilerliyoruz. Karşımıza solda ışıklarıyla önce Büyük Katedral çıkıyor.
BÜYÜK KATEDRAL
Gece ışıklarıyla çok güzel gözüken katedrali geçip, Marsala Tita ile Ferhadiye'nin kesiştiği noktadaki Sonsuz Ateş'i görüyoruz.
VIJECKNA VATRA-SONSUZ ATEŞ
Bu anıt ateş 2. Dünya Savaşı sırasında Sarajevo'nun kurtuluşu anısına yapılmış. Bu tören de hemen kurtuluşun ertesi günü 6 Nisan 1945 te düzenlenmiş.
SONSUZ ATEŞ VE AYHAN
Bu ateşin başından gündüzleri çingeneler ayrılmıyorlar. Bu sebeple biz de gündüz önünden geçsek de uğrayamamıştık.
SONSUZ ATEŞ VE BEN
Ateşin başından ayrılıp tekrar Ferhadiye caddesine sapıp, ilerliyoruz. Katedrali bir de bu taraftan görmek güzel oluyor.
BÜYÜK KATEDRALİN ÖN YÜZÜ
Katedralin hemen yanındaki binada Srebrenica ile ilgili bir sergi var ve biz o sergiye ertesi gün katılacağız. İlanını görünce fotoğraf çekilelim diyoruz.
SREBRENICA SERGİSİ
Ferhadiye caddesi gece pek hareketli değil ama yine de sağınıza solunuza dikkat edin derim. Gündüz ateşin başında gördüğümüz çocukların bir süre bizi takip ettiklerini fark ettim. Biz duruyoruz, onlar duruyor; biz ilerliyoruz, onlar ilerliyor. Bu böyle Baş Çarşı'ya kadar devam etti. Sonra bir yerde bizi takip ettiklerini anladığımız bakışlarla gereken imayı yapıp, bekleyince çekip gidiyorlar. Ve işte nihayet beklenen an Boşnak yemeği yemenin zamanı geldi. Bravadzıluk caddesi üzerindeki bu börekçiye mutlaka uğrayın derim.
BUREKÇİ

Burada burek yeyip, yan taraftan çay isteyin derim. Burekler yanında Pavlaka denilen bir sos ile geliyor.
BOŞNAK BUREĞİ VE PAVLAKA SOSU
Biz tüm börekleri denemek adına karışık istedik. Ama bizim favorimiz kıymalı oldu.
BUREKÇİMİZİN İÇİNDEN GÖRÜNÜM
BUREKÇİMİZİN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
Karışık tabağı bitirince bir tane daha kıymalı porsiyon aldık. Tadına doyamadık vallahi.
BURADA MUTLUYUZ GALİBA
Yan masadakilere yan taraftaki pastahaneden bir tatlı getiriyorlar. Biz de deneyelim diyoruz. 
TRELECE
Sizi ağzınızda dolaşan tatla bayıltacak kadar güzel bir tatlı bu. Mutlaka deneyin derim. Sütlü bir tatlı ama hem hafif hem de çok leziz.

Güzel tatlarla dolduğumuz bu burekçiden ayrılıyoruz. Nehir boyunca yürüyerek şehri son akşamımızda ışıklı bir şekilde görelim istiyoruz.
Yürüyüşümüz sırasında ilk karşımıza çıkan ilk önemli bina MAK olarak bilinen, edebiyat müzesi. Burada sık sık sergiler, kitap tanıtımları ve tiyatro gösterileri düzenleniyormuş.
MAK-EDEBİYAT MÜZESİ
Yürümeye devam ediyoruz. Bulunduğumuz yerin karşı tarafında yine ışıklandırılmış Aşkenazi Sinagogu'nu görüyoruz. 1902 yılında Karl Parzik tarafından yaptırılan bu sinogogu yapıldığı dönemde Mağribi tarzda inşa edilen ilk dini bina olmuş. Avrupa'nın 3. en büyük, Sarajevo'nun ise tek işlevsel sinagogudur.
AŞKENAZİ SİNAGOGU

Biraz daha yürüyünce ilginç yapısıyla, adını öğrenemediğimiz, modern bir köprüyü görüyoruz.
ORİJİNAL BİR KÖPRÜ
Köprü Srajevo Güzel Sanatlar Fakültesi'nin hemen önünde bulunduğu için biçimi hakkında fazla kafa yormamak lazım. Bu köprünün taksiyle geçerken gündüz halini de görmüştük. O zaman da hoşumuza gitmişti. Bu yürüdüğümüz caddenin ismi Obala Kulina Bana. Bu cddeyi Eyfel Köprsü olarak bilinen köprüye kadar yürüyerek sağ dönüp, Marsala Tita caddesine kadar yürüyoruz. Artık yürüdüğümüz yolun aksine otelimize doğru yürümeye başlıyoruz. Geri dönüş yolunda bizi takip eden çingene çocuklarla karşılaşıyor ve göz göze geliyoruz. Birinin sırtında bir televizyon görüyoruz ve Ayhan'la hemen göz göze geliyoruz. Sanırım bizi takip etmeye devam etseler, kollarında bizim eşyalarımız olabilirdi diyoruz.

Bugün uzun bir gün oldu. Güzel Mostar'a gittik, gördük, geldik, mutlu olduk. Yarın buradaki son günümüz olacak. Programımızda hala birkaç yer bulunuyor. Yarın ola, hayrola.

2.GÜN HARCAMALARI:
  1. Taksi-5 KM-8 TL
  2. Mostar Otobüs Bileti-Gidiş-Dönüş-60 KM-96 TL
  3. Öğle Yemeği-45 KM-72 TL
  4. Kahve-Tatlı-10 KM-16 TL
  5. Otogardan Otele Taksi-7 KM-12 TL
  6. Alışveriş-5KM-8 TL
  7. Akşam Yemeği-17 KM-27 TL
TOPLAM:239 TL

3. GÜN-SARAJEVO'DAN İSTANBUL'A-3 ŞUBAT 2014
Bugün İstanbul'a dönüş zamanıdır. Erkenden kalarak bavulumuzu hazırlıyoruz. Kahvaltı sonrası eşyalarımızı lobiye bırakarak gezmek istediğimiz birkaç noktaya doğru ilerliyoruz.
Otelimiz tam karşısında bulunan Eski Ortodoks Kilisesi ve Müzesi'ni ziyaret etme vaktimiz olmadı. Bu sebeple sadece fotoğrafını çekiyoruz.
ESKİ ORTODOKS KİLİSESİ VE MÜZESİ

Otelden sebilin olduğu tarafa doğru ilerliyoruz. Bu sefer Baş Çarşı tarafına değil de sol tarafa, yukarı çıkma niyetimiz var. Köşede bulunan Konzum Marketler zincirini görünce sola, yukarı doğru yürüyoruz.
KONZUM MARKETLER ZİNCİRİ HER YERDE VAR

Sagrdzije caddesi boyunca yokuş yukarı yürürken solda İlahiyat Fakültesi'ni görüyoruz.
SARAJEVO İLAHİYAT FAKÜLTESİ

İlahiyat Fakültesi binası köşede bulunuyor. Bu binanın hemen yanındaki sokaktan sola dönüyoruz. Sokaklar artık bize tam olarak Bursa'da yürüdüğümüz hissini veriyor.
SANKİ BURSA'DA YÜRÜYORUZ

Biraz ilerleyince yine bir köşede bahçesinde birçok mezarın olduğu, bembeyaz bir cami görüyoruz.
YİNE BİR CAMİ, YİNE ŞEHİTLİK

Caminin köşesinden, Glodina caddesine sapıp, yürüyoruz. Önce fark etmiyoruz aradığımız yeri. O sebeple sokağı boydan boya yürüyoruz. Bu arada biz nereyi mi arıyoruz? Svrzo'nun Evi'ni arıyoruz.
EVİN OLDUĞU SOKAK

Bu ev 18. yüzyıldan kalma iyi korunmuş bir Osmanlı evidir.Burada Svrzina Kuca diye biliniyor.
EVİN DIŞARIDAN GÖRÜNÜMÜ
İÇERİ GİRİYORUZ

Oldukça büyük bir ev. Girişi ücretli. Açılış saatinden önce gidiyoruz ama görevli bizi içeriye alıyor. Fotoğraf çekmememizi de sıkı sıkı tembih ediyor ama biz çekmeden duramıyoruz.
EVİN GİRİŞİNDEN BİR GÖRÜNÜM
EVİN FARKLI BİR BÖLÜMÜ
EVİN İLGİNÇ TUVALETİ
EVİN ODALARINDAN BİRİ
EVİN BAŞKA BİR AVLUSU
ODALARDAKİ GÜZEL SOBALARDAN BİRİ
YEMEK TAŞIMA DOLABI

Svrzo'nun evi oldukça hoşumuza gitti. Mutlaka görün diyoruz. Biz bu noktadan sonra geldiğimiz yoldan geri dönerek, Sebil'in olduğu yere yürüyoruz.
TEKRAR SEBİL'İN DİBİNDEYİZ

Baş Çarşı'da Abadzıluk caddesi üzerinde bulunan Brusa Bedesteni'ni görmek istiyoruz. Fakat bir türlü girişini bulamıyoruz. Bulunduğu yeri bir tam tur dönüyoruz ve kapalı gözüken otomatik kapının dibine gelince açıldığını görüp, halimize gülüyoruz. İçeri giriyoruz. Burası 2 katlı bir yapı. Bursa'dan gelen ipeğin satış yeri olduğu için Brusa olarak anılmaya başlanmış. Şehrin tam merkezinde, altı kubbeli bir Osmanlı yapısının içinde bulunuyor. Kostümlerden, madeni paralardan, mezar taşlarından oluşan koleksiyonu barındıran bu müze 2004 yılında tamamlanmış.Müzenin girişinde şehrin bir maketi bulunuyor.
ŞEHRİN MAKETİ
BEDESTENİN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM

MÜZEDEN BİR GÖRÜNÜM
MÜZEDEN BİR GÖRÜNÜM
MÜZEDEN BİR GÖRÜNÜM

MÜZENİN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
Brusa Bedesten'inden çıkıp, dün akşam tatlısını çok beğendiğimiz pastahaneye gidiyoruz. Sıcak çaylar eşliğinde yeni tatlılar deniyoruz.
MEDENA KOCKA
KADAIF

Kadayıfları bizimkine göre biraz farklı. Zerdeçallı ve katlarından birinde böğürtlen parçacıkları bulunuyor. Oldukça farklı.
Ağzımızda güzel tatlarla yine yürümeye başlıyoruz. Artık bir magnet almanın zamanı geldi sanırım. Bir iki hediyelik aldıktan sonra Ferhadiye caddesinde ilerliyoruz. Dün akşam ilanını gördüğümüz Srebrenica Sergisi'ne gireceğiz. Sergi her gün saat 10:00 dan 18:00 a kadar açık bulunuyor.
SREBRENICA SERGİSİNİN AFİŞİ

Bu sergi TİKA tarafından desteklenerek açılmış. Girişte, kapının yanında amblemlerini görebilirsiniz.


Bu sergi gerçekten insanı hem üzüyor hem de etkiliyor. Asansörden iner inmez hemen karşınıza ölen insanların isimlerinin yazıldığı bir koridor çıkıyor.
SERGİNİN KORİDORU
İçeri girer girmez de genç, yaşlı, çocuk ölenlerin fotoğraflarını ile karşılaşıyoruz.
SERGİDEN GÖRÜNÜM
SERGİDEN GÖRÜNÜM
Sergide bir de yarım saatlik bir video var. Onu da mutlaka izleyin derim. Srebrenica katliamına maruz kalmış kişilerin ailelerinin konuşmalarının da yer aldığı video oldukça etkileyici.
Sergi sonrası Katedralin arkasında bulunan Markale Meyve ve Sebze Pazarı'na uğruyoruz. Bu pazar 5 Şubat 1994 ve 28 Nisan 1995 tarihlerinde Sırpların saldırıları sonucu yerle bir olmuş. 1994 yılındaki saldırıda 68 kişi ölmüş. Bu saldırı televizyonlara da taşınmış. 1995 teki saldırıda da 37 kişi ölmüş, 97 kişi yaralanmış.
MARKALE PAZAR YERİ
Pazar yerinin arka tarafında ölenlerin adının yazılı olduğu bir levha bulunuyor.
PAZARDA ÖLENLERİN ADININ YAZILI OLDUĞU LEVHA
Pazarda gezmek ve organik sebze-meyveleri görmek oldukça keyifli. Bir göz atın derim. Artık bizim için zaman iyice daralıyorken, tekrar Baş Çarşı tarafına yürüyerek tatmadığımız tek şeyi tatmaya gidiyoruz. Boşnak mantısı.
BOŞNAK MANTISI
Bizim mantılara göre et oranı daha fazla olan, lezzetli bir mantı yiyoruz. Fakat asıl mantı çeşitlerinin daha farklı olduğunu da öğreniyoruz. Boşnak mantısı ülkenin Saray ilçesinde bulunuyormuş. 
Yemek sonrası otelimize dönmek için son kez sebilin yanından geçiyoruz.
SON KEZ MEYDANA BİR BAKIŞ ATIYORUZ
Zaman gerçekten çabuk geçiyor. Otelimizden eşyalarımızı alıp, hava alanına gitmeden önce uğrayacağımız son yer Tünel Müzesi olacak. Bir taksiye binip, hava alanına komşu olan Tünel Müzesine gidiyoruz.
TÜNEL MÜZESİ'NİN GİRİŞİ
Savaş sırasında Sırplar şehri tamamen kuşatıp gıda ve ilaç sıkıntısı iyice artınca Bosna topraklarıyla Saraybosna arasındaki bağıntı bu tünelle sağlanmış. Boşnaklara gönderilen yardımların hava alanından kente ulaştırılamaması sonucu Bosna-Hersek devlet başkanı İzzet Begoviç başkanlığındaki bir heyet bir tünel kazılması yönünde karar almış. Hava alanı ve Butmir bölgesi arasındaki 800 metrelik alana tünel kazılmaya başlanmış. 3 adet tünel kazılmış.
ALTINDA TÜNEL KAZILAN BİNA
 1993 Yılının temmuz ayında başlatılan çalışma 4 ay, 4 gün sürmüş. Askerlerin halkla birlikte kazdığı bu tünellerden en büyüğü 1 metre genişliğinde, 1,6 metre yüksekliğinde ve 800 metre uzunluğundaymış. Tünele hava alanından gelen yardımı taşımak için ray döşenmiş, vagonlar yerleştirilmiş.
O ZAMAN ŞEHRİN İÇİNDE OLDUĞU KUŞATMA

Şehrin 3 yıl kuşatmaya dayanabilmesi için gereken benzin ve elektrik bu tünel aracılığıyla taşınmış. Tünel bugün bir müze olarak kullanılıyor. O zamanlar evin sahibi olan ve herkese yardım eden yaşlı teyze bugün çok yaşlı olduğundan görünmüyor. Biz onun yerine müzenin hemen yanındaki binada oturan ve bize çok şey anlatan, savaşta da bir kamyon kullanarak insanlara yardım eden Abid'le konuşuyoruz uzun uzun. Sonra da müzeye giriyoruz.
TÜNELDE KULLANILAN MALZEMELER
SİLAHLAR
İZZET BEGOVİÇ'İN TÜNELDE KULLANDIĞI SANDALYE
MÜZENİN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
MÜZENİN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
MÜZENİN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
Müzeden bir kapı ile tünel giriş bölümüne iniyoruz. Giriş tabi ki dışarıdan fark edilmiyor. Zaten Sırplar da uzun zaman tünelin varlığını anlayamamışlar.
TÜNELDEYİZ
Bu tünel uzun tünel olmadığı için çok fazla yürümeden hemen çıkışa geliyoruz.
ÇIKIŞ IŞIĞI GÖZÜKTÜ BİLE
Çıkışta duvarın birine asılmış ve tünelin nerede olduğunu gösteren bir harita görüyoruz.
TÜNELİN KAZILDIĞI YERİN HARİTADAKİ YERİ
Tünelden çıktığımızda taksi bulamayacağımız için Abid bizi arabasıyla hava alanına götürüyor. Götürürken de olan biteni kendince anlatmaya çalışıyor. Biz de bir kere daha bu insanların gerçekten çok fazla acı çekmiş olduğunu anlıyoruz. Teşekkür edip, Abid'den ayrılıyoruz.

Hava alanına dönüş, uçağa biniş hazırlıkları, güzel bir uçuş ve güzel şehir İstanbul'a varış. Yol boyunca tek düşündüğüm bulunduğumuz coğrafya gereği içine düşeceğimiz herhangi bir savaşın içinde asla olmama isteğiydi diyebilirim. Bu hüzünlü ülke hakkında okunan şeylerden, izlenen filmlerden etkilenmemek imkansız. Ama yine de sokaklarında dolaşırken yurdun bir köşesinde yürüdüğünü hissetmek de oldukça güzeldi diyebilirim.

Umarım  bu güzel ülkeye bir gün yolunuz düşer. Ne de olsa hayat gezince güzel. 

Görüşmek üzere.

Şenay KILIÇ

3.GÜN HARCAMALARI
  1. Svrzo'nun Evi Girişi-2 Kişi-6KM-10 TL
  2. Brusa Bezistan-2 Kişi-6 KM-10 tl
  3. Pastane-9 KM-15 TL
  4. Srebrenica Sergisi-2 Kişi-20 KM-32 TL
  5. Nar suyu-4 KM-6 TL
  6. Öğle Yemeği-5 KM- 8 TL
  7. Taksi-20 KM-32 TL
  8. Tünel Müzesi-2 Kişi-20 KM-32 TL
  9. Taksi-10 KM-16 TL
  10. Hava alanı yemek-15 KM-24 TL
TOPLAM:185 TL


GEZİ İÇİN OKUDUĞUMUZ KİTAPLAR
  1. MOSTAR-Gündüz VASSAF
  2. SARAYBOSNA YAZILARI-Juan GOYTISOLO
  3. DRINA KÖPRÜSÜ-Ivo ANDRIÇ
  4. BAŞKALARININ ACISINA BAKMAK-Susan SONTAG
  5. BOSNA GEZİ REHBERİ-Murat DUMAN
  6. SARAYBOSNA ŞEHİR REHBERİ-Thomas COOK

GEZİ İÇİN İZLEDİĞİMİZ FİLMLER
  1. TARAFSIZ BÖLGE
  2. YERALTI
  3. NERETVA KÖPRÜSÜ
  4. KUSURSUZ ÇEMBER
  5. SEN DÜNYAYA GELMEDEN
  6. BARUT FIÇISI
  7. IRINA PALM
  8. UMUT ALFABESİ
  9. SINIR KARAKOLU
  10. GRBAVICA-ESMA'NIN SIRRI
  11. KAR-SNIJEG
  12. BİR HURDACININ HAYATI
  13. ÇOCUKLAR
  14. BELVEDERE
  15. BATIYA HÜCUM
  16. AV PARTİSİ
  17. SARAJEVO'YA HOŞGELDİNİZ
  18. YANAN ATEŞ-GORI VATRA
  19. KARAR 819
  20. BİR BALKAN KOMEDİSİ
  21. GÜNLER VE SAATLER
  22. KAN VE AŞK
  23. GÜZEL BİR HAYAT DÜŞLERKEN
  24. DÖRT DUVAR SARAYBOSNA
  25. KOCA DÜNYADA KURTULUŞ PUSUDA

3 yorum:

Ugur YILMAZ dedi ki...

Çok beğendim. Bir yeri gezmeden bu kadar emek sarfedince sonuçta böyle doyurucu bir gezi yazısı çıkıyor demek ki. Bir gezinin gezgin tarafından kazancı ancak bu kadar yüksek olabilirdi. Bizde gezmiş gibi olduk. Üstelik bir gün oralara gidecek olursak neler yapılabileceğine bu yazınızdan hazıra konarız. Selamlar.

Unknown dedi ki...

TEŞEKKÜR EDİYORUZ BU GÜZEL ANILARINIZI PAYLAŞTIĞINIZ VE REHBERLİK ETTİĞİNİZ İÇİN.

Selahattin Özder dedi ki...

Çok güzel bir gezi yazısı olmuş. Özellikle harcama ve fiyatları belirtmeniz gezi planı yapanlar için çok yol gösterici. Teşekkürler.