4 Temmuz 2012 Çarşamba


         Burası Kuzey Kıbrıs tarihin her döneminde stratejik,politik ,ticari ve dini sebeplerden dolayı cazibesini hiçbir zaman yitirmeyen ada.
         Burası Kuzey Kıbrıs Haçlı seferlerinin sığınak yeri,Lüzinyenlerin ihtişamlı ülkesi,Venedikli tüccarların doğudaki en önemli limanı ve Osmanlı'nın Doğu Akdeniz'deki en güçlü kalesi....
          
     Bizim için ise;  Kuzey Kıbrıs'ın ne ifade ettiğini anlamak için; gitmenin vakti zamanı gelmiş olacak ki sevgili arkadaşım Gülen ve bendeniz  yollardayız işte.Sömestre tatili için aldığımız biletlerimizi yoğun kar yağışı sebebiyle nisan sonu mayıs başına erteleyerek çok güzel bir vakitte Kıbrıs'a gelmiş olduk.Yavru vatanı keşfetmek için oldukça geç kaldığımı düşünürüm her zaman.Zira çocukluğumdan beri evimizin bağlı olduğu sokak ve caddenin isimleri Kıbrıs'ta şehit olan askerlerin isimleri olduğu için ta o zamanlardan Kıbrıs nasıl bir yer diye hep merak ederdim.Nihayetinde biraz geç de olsa bu merakımı gidermek için yoldayım yine.
           Bir zamanlar bir çok kişinin olduğu gibi Ecevit hayranı bir aile ortamında büyümenin verdiği bir alt yapı ile Kıbrıs Barış Harekatı ,askerler,rumlar  bir şekilde anılarımda yer tutuyorlar.Uzun lafın kısası bir çocukluk merakını daha gidermek için plan yapıp yollara düştüm.
       1.GÜN: Ve yola çıkma zamanı gelip çattı.Bir cumartesi sabahı vakitlice Sabiha Gökçen Hava alanından kalktı uçağımız.Gülen'le tatlı tatlı ettiğimiz sohbetle vaktin nasıl geçtiğini anlamadan hatta bir cumartesi sabahı Kadıköy'e gidermiş gibi hissederekten Ercan Hava alanına indik.Nisan sonu olmasına rağmen insanı yoklayan bir sıcaklıkla Kıbrıs'a ayak bastık.Ercan Hava alanı küçük,bizim anadolu hava alanlarımız tadında bir yer.Fazla oyalanmadan bavullarımızı alıp Girne merkezdeki otelimize gitmek için hava alanından ayrılıyoruz.
         Hava alanından şehir merkezlerine gitmeniz için birkaç seçeneğiniz var.Biri taksiler.Eğer paranız cebinize batıyor ve fazla oyalanmayı da sevmiyorsanız taksiyi kullanabilirsiniz.Bir diğeri Çimenler denilen taksi-dolmuşlar.Açıkçası kaça götürür ne yapar uygulamasını bilmiyorum.Sonuncusu da bizim kullandığımız KIBHAS yani bizim havaş misali otobüsler.
KIBRIS'IN HAVAŞI KIBHAS
     Sizi hava alanından Girne merkeze 11 tl ye götürüyor.Bu arada Türk parasını çok rahat kullanabilirsiniz.Her yerde geçerli.Kıbrıs'a girişte pasaportunuzu kullanmak istemezseniz size girişte bir kağıt veriyorlar,giriş ve çıkışta onu onaylatıyorsunuz.Ve ada içinde gezerken de pasaport yerine kullanıyorsunuz.
  Evet işte ilk sağ sol şaşırtmacasıyla otobüsümüze binip ilk Kıbrıs izlenimlerine başlıyoruz.Ada deyince temiz sokakları,beyaz evleri,çiçekli duvarlarıyla bir şey düşünüyor insan.Ahh keşke her şey gönül gözümüzdeki gibi olsa.Kıbrıs sanki çorak bir toprakta kurulmuş;sarı bir toprağa bulanmış bir bahçe misali.Genel olarak Kıbrıs'ta kaldığımız süre boyunca gerçekten sokaklardaki kirlilik,şehirdeki düzenleme eksikliği görsel olarak beni rahatsız etti.Gözlerim bir çiçek,bir ot ne bileyim güzel bir ağaç aradı.Unutmadan o kadar da haksızlık etmeyelim,Kıbrıs'ın o güzel yasemin ağaçları ve etrafa saldığı güzel kokularına da doyamadık biz.Ama yine de onca zengin insanın vakit geçirdiği bir adanın daha şirin olması gerektiğini düşünüyor insan.
 Otobüsten etrafa bakına bakına ilerliyoruz.Meraktayım,nasıldır,ne neresidir;gözlerim araştıra araştıra bakınıyorum.İlerlerden Kıbrıs'ın o ünlü bayrağı hani futbol sahasından bile büyük denilen o bayrağı ,uzaklarda ,dağların üzerinde görülüyor.
KIBRIS'IN TEPELERİNDEKİ ÜNLÜ BAYRAĞI
     Biz Girne yolcusu olduğumuz için otobüs önce yol üzerindeki Lefkoşa'ya uğradı ve terminalde inecekleri indirdi.Gerçekten şaşkınım.Hayallerimdeki bir Lefkoşa değil bu.Bu güne kadar ada deyince aklımıza gelen eski Rum adalarından bize kalan o düzen ,itinadan burada eser yok.Dile gelen ,söylenecek çok şey var.Ama biz gerçekten görselliğe hiçbir şekilde önem vermeyen,zevksiz insanlarız sanırım.Yarım saatlik yolda zihnimi torba misali büzemedim.İçimden öttü öttü öttü.Dur be yahu.Dur.Ne yapalım işte ,böyleyiz diyemedim.
    Neyse sonunda biraz daha beyazımsı,hareketli,ehh biraz daha temiz gözüken Girne gözüktü mü ne?Vallahi gözüktü de ,biraz içim rahatladı.
Girne gerçekten daha farklı ,daha hareketliydi.Kıbhas otobüsü bizi tam merkezde bıraktı.Oradan otelimiz Life Otel'e gitmek için bir minibüse bindik.Oteli neredeyse altı ay önceden ayarlamıştık.Geceliği 52 Tl olan bizi idare edecek bir otel.Fakat merkeze bir 10-15 dakika yürüyerek ulaşıyorsunuz.Ama yürüdüğünüz yol üzerindeki mağaza çeşitliliği ve vaktimizin olması bizi otel konusunda pek endişelendirmedi.Bol bol yürüdük.
          Otele yerleşip bir aklanıp ,paklandık.Eşyalarımızı yerleştirip,benim daha önce gün gün hazırladığım gezi planına bir iki uyarlama yapıp kendimizi sokağa attık.Resepsiyondan ertesi gün bir tur olup olmayacağı hakkında bilgi alıp.Bazı acente rehberleri ile haberleştik.Akşama tekrar görüşmek üzere bir karara vardık.Burada her otelden bizim gibi turistleri toplayıp bir tur yaparlarmış.Eğer tur olmazsa kendi imkanlarımızla gezeceğiz.Ya araba kiralayacağız ya da taksi tutacağız.Hadi hayırlısı diyerek otelden çıktık.Bizi Girne merkeze götürecek yoldan yavaş yavaş yürüyerek,yasemin kokularıyla anın ve Girnenin yollarının tadını çıkartmaya çalıştık.
       Merkezde şansımıza bahara merhaba festivali sebebiyle stantlar ve konser hazırlıkları vardı.Stantlarda Kıbrıs'ın yöresel yemeklerini görmek bizi mutlu etti. Standlarda birçok yemek çeşidi var. Börekler, çörekler, macunlar, badem ezmeleri.Hemen birer kabaklı börek ve birer hellimli börek aldık.Kabaklı börek tatlı,tuzlu karışımı olması sebebiyle biraz ağız tadımıza uygun olmadı ama hellimli börek bir numaraydı diyebilirim.
HELLİMLİ BÖREK
Biraz hellim,kavrulmuş soğan ve nane.Leziz mi leziz.Mutlaka denemelisiniz.

KABAKLI BÖREK
PİLAVUNA
               Pilavuna ise bir çeşit meyveli kek.Ben ne kekten ne de meyvelisinden hoşlanmadığım için denemedim.Ama birkaç tane ceviz macunu almayı ihmal etmedim.Kıbrıslıların macun dedikleri aslında bizdeki reçel.Ama cidden macunlarının tadı bizimkine göre daha hoş ve güzeldi.
CEVİZ MACUNU
          Bunun dışında zeytinyağı,şarap da mevcut.Burası Akdeniz'in ortası ne beklersiniz ki başka.
FESTİVAL STANDINDA HÜNERLERİNİ SERGİLEYEN KIBRIS'LI KADINLAR
     Biz geze geze Girne'nin o güzelim limanına doğru yola koyulduk.Yol üzeri restoranlar,gezinti tekneleri ve otelleri görmeniz mümkün.
SAHİLDEKİ OTELLERDEN BİRİ CYPRUS OTEL
          Baharın bu güzel günlerinde bile insanı tatlı tatlı sıran güneş sanırım yaz aylarında çekilmez oluyordur.Bu arada Girne sahilinde yavaş yavaş yürüyerek eski liman bölgesine geldik.
GİRNE ESKİ LİMANDAN BİR GÖRÜNÜM
           Söylenene göre Girne adalılık ve Akdenizlilik özelliğini yansıtan en güzel şehir.Ve bu limanında Akdeniz'in en güzel limanı olduğu söyleniyor.Limanın hemen kıyısından ilerlerseniz yol sizi hemen liman bitiminde sağ taraftan merdivenlerle kaleye bağlayacaktır.Ve buradan Eski Liman'ın çok hoş görüntülerini alabilirsiniz.
TARİHİ GİRNE LİMANI'NIN KALEDEN GÖRÜNÜMÜ
       Girne Kalesi bölgede önemli bir yer.İçinde birkaç bölüm var.Batık gemi müzesi,Akdeniz Köyü Mezarı,Venedik Kulesi,Lüzinyan Zindanı.
GİRNE KALESİ'NİN İÇİ
           Kalenin içine 3 tl vererek giriyorsunuz.Kalenin içine girdik girdik te hala Kıbrıs'ın tarihinden size bahsetmemiş olmak biraz rahatsız ediyor beni.Ehh hadi biraz anlatalım.
KISA KISA BİRAZ TARİHÇEYE NE DERSİNİZ:Kıbrıs bulunduğu konum nedeniyle tarih boyunca hep istilalara uğramış ve bu nedenle hep ismi değişmiş.Kıbrıs'a hakim olan bir şekilde Akdeniz'e hakim olacaktır inanışı yaygınmış.Cyprus ismini adanın esas zenginlik kaynağı olan bakırın latince ismi olan Cyprumdan aldığı varsayılıyor.Bu arada Akdeniz'de Sardunya ve Sicilya'dan sonraki en büyük ada olma özelliğini de taşıyor.Tarih boyunca kimlerin eline geçmemiş ki bu şirin ada.Bilinen en eski tarihe göre önce Mısırlılar ele geçirmiş.Onlardan Hitililer almış ve sonra tekrar Mısırlılar ele geçirmiş.Daha sonra Akalar ,Dorlar ,Fenikeliler ,Asurlular ,Mısırlılar ,Persler ,Büyük İskender,Romalılar,Bizanslılar ve Osmanlılar adada hüküm sürmüş.Tabi bazı önemli olayları atlamamk lazım.Ada Bizanslılar hakimiyetindeyken Ortodoks kilisesi kurulmuş.Daha sonra Haçlı Seferleri sırasında I.Richard adayı önce tapınak şövalyelerine sonra da Lüzinyanlere satmış.İşte bu Lüzinyanlar döneminde ada sanatta çok ilerlemiş.Birçok önemli yapı onların zamanında yapılmış.
    Bu arada son dönemlerde adaya hakim olan Osmanlılar buraya Anadolu'dan Türk nüfusu getirerek adayı şenlendirmiş.İşte adadaki Büyük Han ,Mevlevi Tekkesi ve bazı camiler bu zaman yapılmış.Osmanlı 1878 de adayı İngiltere'ye kiralamış.Ve bu İngiliz egemenliği 1960 yılına kadar devam etmiş.Kıbrıs'ta Türk ve Rum eşit ortaklığına dayanan bir bağımsız devlet kurulmuş.Ve bu ortaklık 1963 de çarpışmaların başlamasıyla sona ermiş.20 Temmuz 1974 yılında gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekatı ile adanın kuzeyinde Tükler güneyinde Rumlar yaşamaya başlamış.
   23 Nisan 2003 de her iki ülkenin giriş çıkış kapıları açılarak karşılıklı geçişler başlamış.2004 yılında ise Annan Planı doğrultusunda yapılan adalıların birleşme referandumunda Türkler %65 evet oyu,Rumlar ise %76 hayır oyu kullanmışlar.
     Kısaca Kıbrıs tarihinden bahsettikten sonra Girne'nin ünlü kalesini gezmeye devam ediyoruz.
KULELERDEN İSKELENİN FAKLI BİR BÖLÜMÜ
       Aslında kalenin içinde gezilecek yerler açısından pek bir şey yok.Gözleriniz doymuyor yani.Belki yukarıda oturup manzarayı izlemek daha da iyi diyebilirim.
KALEDEKİ KULELERDEN BİR GÖRÜNÜM
KALEDEN DENİZE BİR BAKIŞ




            Kalenin içinde bir de batık gemi müzesi var.Camlı bir bölümde batık gemiden arta kalanları görmeniz mümkün.Camlı bölümün dış kısmında ise bir de orjinal halini canlandırmışlar.
BATIK GEMİ MÜZESİNDEKİ CANLANDIRMA
VE MÜZEDEKİ BATIK GEMİMİZ
GİRNE LİMANI'NIN ESKİ CANLANDIRMA HALİ
       Kalenin çıkışına doğru bir Osmanlı denizcisi olan Sadık Paşa'nın mezarıyla karşılaşıyorsunuz. 
SADIK PAŞA'NIN MEZARI
       Ve kaleden çıkış.Çıktığınız anda Kıbrıs'ın yakıcı öğle sıcağı ile karşı karşıya kalıyorsunuz.
GİRNE KALESİNİN KAPISI
           Geldiğimiz yerden eski Girne limanına geri döndük.Hareketli festival stantlarına biraz daha bakınıp yeni durağımıza doğru yollanmanın vakti geldi dedik.Hedefimiz BELLAPAIS MANASTIRI
ESKİ GİRNE LİMANINDA SAĞLI SOLLU RESTORANLAR
        Bellapais Manastırı merkezden biraz uzakta bulunuyor.Sanırım konum olarak Girne'nin doğusunda yer alıyor.Oraya nasıl gidebiliriz.Aklımıza ilk taksiler geldi ve ilk karşılaştığımız taksi durağıyla konuşup gidiş dönüş için 18 er liraya anlaştık.Bir tepeye doğru yöneldik.Temiz ,bakımlı sokakları ve girişiyle manastıra bir 10 dakika ya oldu ya olmadı geldik.Taksi şoförümüz bizi 1 saat sonra bıraktığı yerden alacağını söyledi.Aslında pek hoşuma gitmedi.Koşa koşa gezmeye gelmedik ki değil mi? Zaten bu bir saat de bize yetmedi sonunda.Biz de taksiciye gitmesini söyledik.Bunun üzerine bizden 20 tl istedi beklediği için.Biz de uğraşmamak için verdik.Burada çalışanların çoğu bizim güneydoğu ve doğu bölgemizden gelen insanlar.O sebeple biraz uyanık olmak gerekiyor.
        Biraz Bellapais'den bahsedersek daha önce söylediğimiz gibi Girne'nin doğusunda ve Beşparmak Dağlarının eteklerinde bulunuyor.Dibi hemen derin bir uçurum,dikkatli olmak lazım yani.
ARKADA BEŞPARMAK DAĞLARI VE BELLAPAIS'İN BAHÇESİ
               Manastırın mimarisi ünlü Gotlara ait.Fransızca "ABBAYE DE LA PAİX" yani "Barış Manastırı" isminin zaman içinde bozulması ile ismi günümüze Bellapais olarak gelmiş.
MANASTIRIN İÇİNDEN GÖRÜNÜM
               Kilise günümüzde çeşitli klasik müzik konserlerine ve Bellapais Müzik festivaline ev sahipliği yapıyormuş.
MANASTIRIN AVLUSUNDAN BİR GÖRÜNÜM
MANASTIRIN AVLUSUNDAN PARÇALAR   
SİZİ MANASTIRIN ÜST KATINA TAŞIYAN MERDİVENLER
            Ayrıca manastırın gece ışıklandırılmış hali de görülmeye değermiş.Ama biz bu seferlik buna şahit olamayacağız.Artık bir daha sefere diyoruz.Bu arada kiliseye de göz atmayı ihmal etmeyin.
MANASTIRIN İÇİNDEKİ KİLİSE
      Manastır için sanatsal işçiliğin en güzel örneklerinden biridir deniliyor.
KİLİSEDEN BİR GÖRÜNÜM DAHA
          Manastırın her tarafını gezdikten sonra girişin tam karşısında restoranın sağında bir balkon kısmı var.Mutlaka uğrayın.Ve fotoğraf çekmeyi ihmal etmeyin.
MANASTIRDAN GİRNE'NİN GÖRÜNÜMÜ
MANASTIRIN BALKON KISMI VE BEN
       Manastırdan çıktığımızda sabahtan beri yollarda olmamız sebebiyle bir yerlere oturma ihtiyacı hissettik.Manastırın çevresi birçok kafe ve restoranla dolu zaten.Birkaç süs eşyası satan yer var.Yol kenarında cam işçiliğiyle uğraşan biri bile vardı.Son zamanlarda bir cam atölyesi deneyimim olduğundan ustayı biraz izledik.
BELLAPAIS TEPESİNDE BİR CAM USTASI ÇALIŞIYOR
          Venedik,Bizans,Roma, Osmanlı derken bu topraklarda ilelebet cam işçiliği çekiciliğini koruyacaktır diye düşünüyorum.
CAMIN ATEŞLE DANSI SONUCU ÇIKANLAR
EL İŞİ GÖZ NURU CAMDAN KOLYELER
           Ve nihayet bizim için oturup dinlenme vaktidir.Birimiz limonata birimiz çayla kendimize gelmeye çalışıyoruz.Oturduğumuz cafede fiyatlar iyi idi.Sanırım çay 3 tl,limonata ise 5 tl idi.Otantik ,ferah en önemlisi serin bir mekanda dinlenmenin tadını çıkarttık.Günün geri kalan kısmında Girne merkeze dolanacağız.
MANASTIRIN TAM KARŞISINDA BİR CAFEDEN BAKIŞ
          Yaşadığın yerden çok uzakta olmak hem güzel hem de buruk.Mutlaka yeni şeyler bulacaksın ama bir de insanın bağlı olduğu o vazgeçilmez şeyler var ya.Oturup şu cafede onları geçirdim aklımdan.Yolda olma hali aldırmayın.
     Gelelim bize dinlen dinlen nereye kadar,yola düşme vakti.Şimdi bizi merkeze taşıyacak bir taksi bulmamız lazım.Taksi ararken de hellim satıcıları ile karşılaştık.Kilosu 13 tl den satmaya çalışıyorlardı.Bize buranın en iyi helim markasının Özlem olduğunu söylediler.Marketlere baktığımızdaysa fiyatı 15-17 arasında değişiyordu.Ama şimdi bu aldığımız fiyat hakkında bilgimiz olmadığından almamaya karar verip taksiciye yöneldik.
KIBRIS'IN ÖZLEM MARKA HELLİM PEYNİRİNİ TAVSİYE EDERİM
      Taksi bulmakta zorlanmazsınız.Her yer taksi dolu.Üstelik dönüş taksimiz limuzin gibi bir şeydi.Biz de şaşırdık.Ve gelirken 18 e anlaşıp 20 verdiğimiz taksiye dönüşte 15 verdik.Buna da şaşırdık.Çünkü gelirken bizi getiren taksici dönüşte pahalıya gelirsiniz demişti.Buradan ne anlıyoruz? Taksicilere güvenme.Dünyanın neresinde olursan ol!
          Merkeze geldiğimizde sahile paralel bir üst yolda indik.İyi de oldu.Burası dükkanların daha yoğun olduğu bir bölge.Biraz marketlere girip ürünlere baktık.Ve Kıbrıs'ın kendi imalatı Con marka kahveden bolca aldık.Şimdiki aklım olsa daha da fazla alırdım.O kadar hafif ve içimi kolay bir kahve ki geldiğimden beri evde Con kahve bir yana diğer kahveler bir yana diyorum.Söylediklerine göre nohuttan yapılıyor ya da nohut katılıyormuş.
KIBRIS'IN ÜNLÜ KAHVESİ CON KAHVE
      Sevgili annemin anlattıklarından hatırlıyorum.Bir zamanlar bizim ülkemizde de ekmeğin karneyle satıldığı zamanlarda kahveyi nohuttan çekip yaparlarmış.Bu söylenirken kötü bir şey gibi algılıyor insan ama bu kahve nohuttan olsa da ben çok beğendim.
          Bir iki magnet vesaire bakınması,diğer market ürünleri nedir merakı derken yürüye yürüye daha yoğun bir bölgeye geldik.Sanki insanlar daha bir kalabalıklaşmış.Bizdeki bütün markaları Kıbrıs'da bulmanız mümkün.Bu arada dükkanların arasında öyle bir dükkan vardı ki beni içine çekti çekti ve sonunda dayanamadım.
           Bu dükkan bir stone shop.Yani doğal taş satışı yapan bir dükkan.İçinden yok yok.Ve uzun zamandır aklımda olan iki taşı hemen kapıverdim.Sevgili yol göstericim Dilek'in önerdiği aragonit ve rengi dolayısıyla peşinden koştuğum kalsedondan bir kolye ucu ve küpe aldım.Böylelikle gittiğim yerlerden bana hatıra kalan takı alma uygulamamı da başarıyla gerçekleştirmiş oldum.
          Artık karnın zil çaldığı andır diyerekten ülkemizde bile pek gitmediğimiz simit sarayına kendimizi attık.Tabi fiyatlar bize göre biraz pahalı.Bir iki parça şey yedikten sonra meydandaki konseri izlemeye indik.
KONSER SEBEBİYLE AŞKA GELEN KIBRISLILAR
      Şarkılar bizden yabancı değil,bazen Haluk Levent bazen Bulutsuzluk Özlemi bazen Ezginin Günlüğü.Hani bizde şu fotoğraftaki adam gibi aşka gelmedik değil.Sevdiğimiz melodiler kulağa çarpınca kanda bir şeyler yükseliyor.Bitene kadar kah ayakta kah oturarak konseri izledik ve tıpış tıpış 15 dakikalık yürümeyle otelimize dönüp biraz rahatlamanın,üstümüzdeki yol tozunu atmanın şerefine erdik.
       Otel ihtiyaçlarımızı karşılayacak nitelikte bir otel.Duşlar alınıp,ferahlama işlemi gerçekleşince şöyle iki arkadaş karşı karşıya uzanıp ,dinlendik.Ne iyi ettikte geldik dercesine bakışlar birbirini yakaladı.Arada bir kaçış her zaman iyi geliyor bedene.Ama dinlenmede iyidir.1-2 saat otel odasında kaldıktan sonra.Aşağı indik ve yarın ki planımız için bir grup ayarlama işlemine giriştik.Sabah aradığımız rehber hala olumlu bir sonuçla bize dönmediğinden bekleyiş devam ediyordu.
        Lafı uzatmayacağım,jolly tur ,ets tur derken kimse bir grup kurup ta ertesi gün için bir grup oluşturamadı.Adada herkes kendi yeterli sayısını bulup yola çıkmaya çalışıyor.Halbuki bütün hepsi elindeki yolcuyu birleştirse hem turistler hem de acentalar zor durumda kalmayacak.Sonuçta biz en sonunda kendimize şoförlü özel bir araba kiraladık.Buna da adam başı 135 tl vererek ertesi sabah saat 9 için anlaştık.
        Bu uzun günü Kıbrıs'ın ünlü Şeftali Kebabı ile bitirmeye karar verdik.Aslında çok da bir özelliği olmayan bir yemek.Bildiğimiz köftenin üzerine koyun gömleği denilen yağ geçiriliyor ve pişirilince yağ eriyip ayrı bir tat veriyor.
KIBRIS'IN ÜNLÜ ŞEFTALİ KEBABI
             Kıbrıs'a gitme planı yapmaya başlayınca her zamanki gibi nerede gezilir, ne alınır,ne yenir araştırması yaparken devamlı gittiğim markette şeftali kebabına rastlamış; hemen almıştım.Ürünlerine her zaman güvendiğim bu marketten aldığım ve evde pişirdiğim kebabın tadı da görselliği de Kıbrıs'ta yediğimizden kat be kat güzeldi.Gitmeden farklı alternatifler denemenizi tavsiye ederim.Günün sonunu Kıbrıs'ın ünlü Casinolarından birinde getirdik.
'
KIBRIS'TAKİ GAZİNOLARDAN BİRİ
     Girerken çantanızı bırakıyor ve kimliğinizi verip kayıt yaptırıyorsunuz.Ama ertesi akşam aynı yere giderseniz sadece kimliğinizi göstermeniz yeterli.Biz içeri girip,üst kata çıktık.Her yer yaşlı başlı teyzelerle dolu.Öyle rahatlar ki ayaklarını makinelerin yanına uzatmış,bir yandan oynuyor, bir yandan da bir şeyler yiyorlar.Garip bir dünya anlayacağınız.Biz en uygun oynama haliyle 10 ar liralık jeton aldık ve oyuna başladık.Yaptığım şey gerçekten saçma gelse de denemek amaçlı bir yarım saat oynadık.Sonuç ben 25 tl kazandım.Arkadaşımsa hiçbir şey.Bu kadarı biz yetti.En azından paramızı boşa harcamamış olduk.Vee artık otele dönme vakti.Sabaha uzun bir tur bizi bekliyor,hadi hayırlısı.
2.GÜN: Kıbrıs'ta ilk sabahımız.Erkenden kalkıp kahvaltı için salona indik.Vasat bir kahvaltıyla Life Otelimizi biraz çekiştirdik.En sevmediğimiz ise çaylarının tadı oldu.Sanki 5 saat kaynamış da bize içmek için getirmişler gibiydi.Ama ertesi sabah neden böyle olduğunu öğrendik.Meğer bu çay kaçak çaymış.O sebeple biraz tuhaf ya da ağır geldi.Neyse acelemiz var.
      Saat 9 da merkezde özel arabamız ve rehberimizle buluşacağız.Girne merkezde rehberimizle buluşacağız.
REHBERİMİZİ BEKLERKEN CANIMIZ SIKILDI FOTO-FOTO
SIRA BENDE
         Rehberimiz aslında bizim gibi has be has Türk.Hatta Sirt'in bağrından kopup gelmiş.Burada hem öğrencilik yapıyor hem de tur şirketleri için çalışıyormuş.
             Gezimize önce St.Hilarion Kalesi ile başladık.Girne merkezden arabayla yaklaşık 10-15 dakikalık uzaklıkta bir dağın tepesinde bu kale.Yanlış hatırlamıyorsam 400 basamakla çıkılıyor tepesine.Kale Kıbrıs'ın en temel ,en bilindik kalelerinden.İsmi burada yaşayan bir azizden geliyormuş.
ST.HILARION'IN BİR PARÇASININ GÖRÜNÜMÜ
           Kalenin yapılma amacı ada halkını Araplar'ın akınlarına karşı uyarmak ve korumakmış.Öğrendiğimize göre Arslan Yürekli Richard'ın adayı 1191 de ele geçirdiğinde bu kale de mevcutmuş.Sonra 1489 da Venediklilerin ele geçmiş ve sonra da kaderine terkedilmiş.
KALE OLDUKÇA YÜKSEK BİR KONUMDA
   Kaleden günümüze kalan tek kötü hikaye Antakya Prensi John ile ilgili.Rivayete göre Prens ve ailesi adaya saldıran Cenevizlilerden korunmak için kalede yaşamaya başlamışlar.John kendine düşman olan Kraliçe Elenor'un yalanlarına kanarak , sadık korumaları olan Bulgar askerlerinin ona karşı kötü planlar yaptığına inanmış.Ve çok kızdığı için korumalarını yanına çağırarak tek tek kuleden aşağı atmış.Bunu da bugün Prens John Kulesi olarak bilinen kuleden yapmış.
PRENS JOHN'UN KORUMALARINI KULEDEN ATMASININ CANLANDIRILMASI
    Ha bir de unutmadan bu kalenin asıl ünlü olduğu bir konu var.Walt Disney'in Uyuyan Güzel ve Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler çizgi filmini yaratırken bu kaleden esinlendiği söylenmekte.
        Bu masalsı hikayelerle kaleyi yavaş yavaş terkediyoruz.Tabi kaleden şöyle bir Girne'ye bakmayı ihmal etmeden.Manzara çok güzel.Kim bilir buradan kimler geldi kimler geçti,kimler yaşadı.
ST.HILARION KALESİNDEN GİRNE'YE DOĞRU BİR BAKIŞ ATTIM
      Kaleden ayrılıp,yakın tarihin bizim için önemli bir yerine Boğaz Şehitliğine doğru yola koyulduk.Boğaz şehitliği ilk olarak 1974 te kurulmuş.20 Temmuz-16 Ağustos 1974 tarihleri arasında Kıbrıs Barış Harekatı sırasında şehit olan tüm subay,astsubay ve erler burada yatmaktaymış.
BOĞAZ ŞEHİTLİĞİ








            2001 yılında restore edilerek bugünkü halini almış.
ASKERLERİMİZİN ŞEHİTLİĞİ
    Şehitliğin en üst bölümünde daha önce var olan anıt yerine 15 metre yüksekliğinde Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin birlik ve beraberliğini simgeleyen bir anıt yapılmış.
ŞEHİTLİKTEKİ HEYKELLERDEN BİR BÖLÜMÜ
       
          Bu bölgede ayrıca bayrağa sarılı şehit asker,2 heykel kompozisyonu ve 2 aslan heykeli bulunuyor.
BAYRAĞA SARILI ŞEHİT ASKER HEYKELİ
    Boğaz Şehitliği'nden çıkarken hemen solda şehit bir onbaşının eşine yazdığı mektubun bir suretini göreceksiniz.Onbaşı bu mektubu yazdıktan 25 saat sonra ölmüş.Şehitlikten ayrılırken biraz canınız sıkılıyor.
   Biz yola devam ediyoruz.Şimdi Lefkoşa'ya doğru gideceğiz.İlk önce Rauf Denktaş'ın anıtına gidiyoruz.13 Ocak 2012 de ölen Rauf Denktaş'a yapılacak anıt için bir yarışma düzenlenmiş ve sonuçta resimdeki anıt yapılmış.
RAUF DENKTAŞ'IN ANIT MEZARI
        Lefkoşa'da şehri dört bir yandan saran surları mutlaka göreceksiniz.Surlar Lüzinyenler döneminde yapılmış.Ve diğer yerleşim yerlerine gitmek için kapılar yapılmış.İlk önce dört kapı varmış.Venedikliler zamanında bu kapıların sayısı üçe inmiş.Kuzeyde Girne Kapısı,doğuda Magusa Kapısı ve güneybatıda Baf Kapısı bulunuyor.
GİRNE KAPISI
      Girne Kapısı bugün Turizm Bürosu olarak,Magusa Kapısı ise sanat galerisi olarak kullanılıyor.Surlarsa bugün artık şehrin genişleyip taşmasıyla bayağı küçük bir alanda kalmış.Artık surlar içi tarihi kültür mirası olarak korunuyormuş.
         Lefkoşa'da uğradığımız en önemli yerlerden biri de Barbarlık Müzesiydi.Burası Lefkoşa'da 4 aralık 1963'te başlayan olayları takip eden,Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı'nda görevli olan Binbaşı Nihat İlhan'ın evinin EOKA'ya bağlı Rum çeteleri tarafından basılmasıyla gerçekleşen olaydan sonra müzeleştirilmiş.
BARBARLIK MÜZESİ VE GİRİŞİ
MÜZENİN GİRİŞİNDEKİ LEVHA
MÜZE GİRİŞİNDE BİR LEVHA
EVİN İÇERİSİNDEKİ KURŞUN İZLERİNDEN BAZILARI
TAVANDAKİ KURŞUN İZLERİ
                Müzede sizi en etkileyecek bölüm anne ve çocukların duydukları silah sesleri üzerine saklandıkları küvette öldürüldükleri banyo olacaktır.
MÜZEDEKİ BANYO VE KURŞUN İZLERİ
      Müzeden biraz hüzünlü ayrıldık.Ama mutlaka yolunuz düşerse,bir gidip görün.Bizim bugün yolumuz uzun.Yine arabada ilerliyoruz.Açıkçası  Lefkoşa'da pek iç açıcı bir görüntü yok.Sarı bir toz bulutu gibi insanın üstüne üstüne geliyor.Buradaki Büyük Han'ı gezmeye yarın geleceğiz.O sebeple arabamıza atlayıp Kıbrıs'ın  sır dolu başka bir mekanlarına ilerliyoruz.
       Sanırım bir saate yakın bir zaman arabada ilerleyerek Magusa'ya gelmeden St.Barnabas Manastırı'na geldik.Kısaca St.Barnabas'tan bahsedersek biraz.St.Barnabas Salamis'te doğmuş ve yahudi bir ailenin oğlu.Kudüs'te eğitim gördükten sonra Kıbrıs'a geri dönmüş ve St.Paul ile çalışmaya başlamış.İşte bu faaliyetlerinden sonra vatandaşlarca öldürülmüş ve cesedi denize atılmak üzere bir bataklığa saklanmış.Öğrencileri ise olayı izleyip cesedi bir mağaraya gömmüşler ve göğsüne de St.Mathews'in bir incilini koymuşlar.Cesedin yeri bilinmediğinden uzun süre gizli kalmış.432 yıl sonra bir piskopos cesedi rüyasında gördüğünü ve açılmasını söylemiş.Mezar söylendiği yerde açıldığında göğsünde incili görünce onun St.Barnabas olduğunu anlamışlar.Dönemin imparatoru mezarın olduğu yere bir manastır inşa edilmesi için çalışmalar başlatır.Manastır şu an çok zengin ikon koleksiyonuna sahip.
ST.BARNABAS MANASTIRI
MANASTIRIN GİRİŞİNDEN BİR GÖRÜNÜM
MANASTIRIN İKONLARINDAN BAZILARI
KIBRIS'TA BÜTÜN KİLİSELERDE GÖRDÜĞÜMÜZ İKİLİ
MANASTIRIN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
      Eskiden papazların yaşadığı odalar günümüzde restore edilerek bir Arkeoloji Müzesi haline gelmiş.Bölgenin en geniş müzesinde Kıbrıs'ın neolitik döneminden Roma dönemine kadar birçok parçayı bulabilirsiniz.
ARKEOLOJİ MÜZESİNDEN BİR PARÇA
       Kıbrıs'ta müzelerin en çok neyini sevdim biliyor musunuz ? Sizi soymaya kalkmıyorlar.Giriş fiyatları gayet uygun.Eğer manastırı gezdiyseniz giriş kapısından çıkın ve tam arkanıza dönün.Karşınızda St.Barnabas'ın bir zamanlar öğrencileri tarafından gömüldüğü yeri ve sonradan o mağaranın üzerine inşa edilen küçük yapıyı göreceksiniz.
ST.BARNABAS'IN YATTIĞI  YER
         Binanın içinden aşağı merdivenlerle indiğinizde acaip ruhani bir ortamla karşılaşacaksınız.Bir mağara burası ve mum yakmaktan sanki göz gözü görmeyecek derecede dumanlı.İlginç bir yer.Hemen karşı duvarın dibinde yatıyor azizimiz Barnabas.
ST.BARNABAS'IN MEZARI
       St.Barnabas'dan ayrılıp fazla uzakta olmayan Salamis Harabelerine doğru uzandık.Girişte para vermedik.Sebebi öğretmen olmamız.
        11.Yüzyılda kurulan Salamis Kenti o dönemlerde bayağı zengin bir kentmiş.Fenikelilerle sıkı ticaret ilişkileri varmış.Bir dönem Perslerin sonra da İskender'in egemenliği altına girmiş.İskender öldükten sonra Efes, Antakya gibi bir önemli merkez haline gelmiş.Daha sonraları limanın dolması ve Arap akınları ile önemini yitirmiş ve yok olup gitmiş.
SALAMİS HARABELERİNDEN BİR GÖRÜNÜM
         Maraş Bölgesine doğru yola çıkıyoruz.Maraş Bölgesi  Magusa Bölgesi'ne ait bir mahalleymiş aslında.1970 lerde Kıbrıs'ın en ünlü bölgesiymiş.Savaş zamanı apılan anlaşmalar gereği yerleşim ve iskana kapatılmış.
MARAŞ BÖLGESİNİN TERKEDİLMİŞ BİNALARINDAN BAZILARI
               O zamanlar 7 yıldızlı oteller bile varmış.İnsanlar birkaç yıl sonraya yer ayırttırıyorlarmış.Her türlü konfor,lüks mevcutmuş.Burası kapatılınca Rum bölgesinden gelip kuzeye yerleşen Türkler bu otellerin eşyalarını alıp evlerini oluşturmuşlar.
ESKİNİN BOL YILDIZLI OTELLERİNDEN BİRİ
         Bölge tellerle çevrilmiş.Bazı yerlerinde askerler nöbet tutuyor.Ve fotoğraf çekmek yasak.Bunlar kaçamak çekilenler.Öğrendiğimize göre çatışmalar bittikten sonra otel sahiplerine gelin işletin diye çağırıda bulunmuşlar ama sadece sahil kenarında bir otel açık ve kullanılır vaziyette.Kimse geri dönmemiş.Burayı uzaktan da olsa gezerken biraz içiniz burkuluyor hani.
      Maraş Bölgesini de geçip artık Magosa'ya doğru giriş yapıyoruz.Kıbrıs'ın liman kentlerinden biri burası.Ama önemli bir liman kentiymiş.Taki Rum yönetimi Kıbrıs'ı tanımayana kadar.Sonra önemini yitirmiş.
         Kenti çevreleyen suralar 1571 de Osmanlı'ya yenik düşse de Barış Harekatı sırasında Rumlara karşı şehri korumalarında Türklere bayağı yardımcı olmuş.Bu olaydan sonra Gazi ünvanını almış zaten.
SURLARDAN GAZİMAGOSA'YA BAKIŞ
            Rum ambargosu nedeniyle şehrin ticari kapasitesi oldukça düşmüş.Daha sonraları teknik eleman yetiştirmek için kurulup normal bir üniversiteye dönüşen Doğu Akdeniz Üniversitesi şehre biraz canlılık getirip,soluk kazandırmış.
DOĞU AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ'NİN GİRİŞ KAPISI
       Bu arada Kıbrıs'ın en büyük oteli Salamis Bay da Magosa'da bulunuyormuş.
SURLARIN HEMEN DİBİNDEN İLERLEYEN MAGOSA CADDESİ
   Buranın ünlü bir pastahanesi var,Petek Pastahanesi.Sabahtan beri dolaşmanın verdiği açlık ve yorgunlukla daldık içeriye.Birer bol yeşillikli salata yedik.Pastahane cidden kalabalıktı ama bizim pastahanelerimizle karşılaştırılınca vasat bir pastahaneydi.Aşağı inip ürünlere baktığınızda Kıbrıslıların sadece Türk Lokumu sattıklarını görüp güleceksiniz.Yahu hiç mi kendinize ait bir ürününüz olmaz.Ama dondurmasını deneyin diyen rehberimizi dinleyip dondurmasından tattığımızda hata etmediğimizi anladık.Gerçekten dondurma konusunda başarılılar.
     Yemeği yeyip kendimize geldik.Hadi yola düşelim dostlar.Magosa içinde önemli bir katedral var.Daha doğrusu eski adı St.Nicholas Katedrali şimdiki adı ise Lala Mustafa Paşa Cami.Tabi ki Lüzinyenler döneminde yapılmış.Gotik mimaride güzel bir bina.Lüzinyen Kralları önce Lefkoşa'da St.Sophia Katedralinde Kıbrıs Kralı olarak ;sonra da Magosa'da St.Nicholas'da Kudüs Kralı olarak taç giyerlermiş.1571 de Osmanlıların gelmesiyle ktedral camiye dönüştürülmüş.
ST.NİCHOLAS KATEDRALİ-LALA MUSTAFA PAŞA CAMİ
LALA MUSTAFA PAŞA CAMİ İÇİNDEN BİR KARE
      Katedralin girişinde sol tarafta görülen tarihi cümbez ağacı yani tropikal incir yaklaşık 700 yıllık geçmişiyle adadaki en eski canlıymış.Ağacın katedralin inşaatına başlandığı 1298 yılında ekildiği söyleniyor.Yılda 7 kez meyve verdiği söylenen ağacın gölgesi geçekten güzel.Kökleri Doğu Afrika'ya dayandığı için meyvesine halk arasında Firavun meyvesi denilirmiş.
KATEDRAL'İN GİRİŞİNDEKİ ÜNLÜ CÜMBEZ AĞACI
     Magosa denilince biz Türklerin aklına ilk gelen ise Namık Kemal olsa gerek.Namık Kemal Meydanında,Venedik Sarayı avlusundaki iki katlı yapı,vatan şairi Namık Kemal'in 38 ay sürgün kaldığı zindanıdır.
VENEDİK SARAYI AVLUSUNA GİRİŞ
NAMIK KEMAL'İN ZİNDANI
      Türk milliyetçiliğinin öncülerinden olan Namık Kemal,yazdığı Vatan Yahut Silistre adlı oyun sebebiyle arkadaşlarıyla buraya sürgüne gönderiliyor.Burada zor koşullar altında yaşadığı söyleniyor.
NAMIK KEMAL'İN KALDIĞI YER
       Rehberimizin anlattığına göre Namık Kemal oradayken komutan Namık Kemal'in kendi halinde ve iyi davranışlarından etkilenip bulunduğu zindanın üstüne ikinci bir kat yaptırtmış.Ve Namık Kemal sonra oraya taşınmış.Onun bulunduğu yerin tam sağında bugün Namık Kemal Müzesi olarak bilinen bir bina var.
NAMIK KEMAL MÜZESİ'NİN GİRİŞİ
    Namık Kemal bir kaçı dışında bütün eserlerini burada kaldığı sürede yazmış.
MÜZENİN GİRİŞİNDEKİ NAMIK KEMAL TABLOSU
MEYDANDA BULUNAN NAMIK KEMAL BÜSTÜ
       Namık Kemal Müzesi'nden çıktıktan sonra bu meydandaki açık dükkanlara şöyle bir baktık ve artık geri dönüşe geçmenin vaktidir diyerek yola düştük.Bugün gerçekten yerimizde duramadık.Adanın büyük bir bölümündeki önemli yerlerde gezdik,dolandık.Rehberimiz Malik bizi önce çalıştığı otele götürdü sonraysa bizim mütevazı otelimizi geri götürdü.Biraz dinlenip,temizlenip tekrar Girne merkeze gittik.Yöresel bir şeyler yemek ve buradaki son akşamımızı şehri keyifle seyrederek bitirmek istiyoruz.
 Biz hazırlanıp,merkeze yürüyene kadar hava kararmaya yüz tutmuş,parlament mavisi kendini göstermeye başlamıştı.
GÜN BİTERKEN GİRNE SAHİLİ
             Günün akşam yemeğini Girne Eski Limanı'nda yöresel yemekler sunan bir restoranda yiyeceğiz.Kıbrıs Evi 'nde.
YÖRESEL YEMEKLER YİYEBİLECEĞİNİZ KIBRIS EVİ  
       Nasıl gidelim derseniz?,liman yoluna girip,kaleye çıktığınız merdivenleri kullanarak yukarı çıkıyorsunuz.Kaleye değil de yani sola değil de sağa sapıyorsunuz.Hemen karşınızda.
   İçeri girdiğinizde hoş bir ev ortamıyla karşılaşıyorsunuz sanki.Biz gittiğimizde bütün balkon bölümleri doluydu.O yüzden yemeğimizi balkonun hemen yanındaki bölümde yedik.Daha sonra kahvemizi içmeye balkona çıktık.
       Ne mi yedik? Aslında istediğimiz yemeklerin bugün günü olmadığı için Kıbrıs usulü köfte ve haşlama et yedik.
İŞTE MÜTEVAZI KIBRIS YEMEKLERİMİZ
            Yemekler lezzetliydi.Özellikle köfteyi çok sevdik.Bu arada çok da sevimli bir garsonumuz var.Garsonla sohbet ettiğimizde öğrendik ki aslında Pakistanlıymış ve buraya okumaya gelmiş.Okulu bitince geri dönecekmiş.Dönme dedik,bize "Dönmeliyim "dedi.
       Kahvelerimizi restoranın şirin mi şirin balkon bölümünde Eski Girne Limanı manzarasına karşı içtik.
GECE ESKİ GİRNE LİMANI
            Çok uzun ve dolu bir gün geçirdik.Yavaş yavaş otelimize dönüp,yarın için bavulumuzu toplamanın zamanıdır.
3.GÜN:  Sabah vakitlice kalkıp bütün hazırlıklarımız yaptık.Acele etmeden kahvaltımızı edip saat 11'e doğru otelden ayrıldık.11 de Girne'den Lefkoşa'ya giden bir otobüse bindik.Lefkoşa ana terminale bavullarımızı bırakıp saat 15:oo için hava alanına biletlerimizi aldık.Ve doğruca Büyük Han'ın yolunu tuttuk.Yürüye yürüye terminalden çok rahat ulaşabilirsiniz.
             Büyük Han'a gelinceye kadar bizim Tahtakale misali birçok dükkancıkla karşılaşıyorsunuz.Her çeşit malzemeyi bulabilirsiniz.Dolaşırken Kıbrıs'ın ünlü sepetlerini yapan ve satan yerleri de görebilirsiniz.
KIBRIS İŞİ SEPETLER
   Ve Kıbrıs'ın ünlü  el işi Lefkaradan alabilirsiniz.Geçmişi en az 700 yıla dayanan iş Kıbrıs'ın gurur kaynağı.Değerini ilk keşfedenlerden biri Leonardo Da Vinci olmuş.Sanatçı Lefkara'nın dere adlı motifini öyle beğenmiş ki bunu "Son Akşam Yemeği" adlı tablosunda kullanarak ölümsüzleştirmiş.
KIBRIS'IN LEFKARA İŞİNDEN ÖRNEKLER
LEFKARA İŞİNİN DERE MOTİFİ
    Leonardo Da Vinci bu deseni dikkat ederseniz tablodaki örtünün her iki yanında kullanmış.Lefkara  işi adını ilk çıktığı köyden almış.Kadınlar yaptıkları örtüleri erkeklere vermişler.Erkeklerde Avrupa'ya ve hatta Amerika'ya kadar gitmesini sağlamışlar.Böylelikle ünü yayılmış da yayılmış.
     Bu dükkanları dolaşmayı bitirip kendimizi Büyük Han'a attık.Büyük Han 1572 yılında ilk Osmanlı valisi tarafından yaptırılmış.İki katlı dörtgen bir yapı ve ortasında da bir avlusu var.Avlunun ortasındaki kubbeli yapı bir mescitmiş.Anadolu'daki hanlardan tek farkı iki kapısının olmasıymış.
BÜYÜK HAN
      Hanın zemin katındaki odalar süs eşyası satan dükkanlara çevrilmiş.Bir de bir köşede bayağı işlek bir restoran var.Sedirhan.Aylar önce Vedat Milör'ün programında izlemiştim burayı.O gün o ne yediyse biz de aynından sipariş verdik.Bakalım neler yedik.
     Bulgur köftesi ve pirohu yedik.Bulgur dolması bir çeşit bizim içli köftemize benziyor.Pirohu ise içi hellimli mantı.Üzerine de peynir dökerek servis ediyorlar.
PİROHU
BULGUR KÖFTESİ
             Her ikisi de oldukça lezzetliydi.Yemekten sonra hanın dükkanlarına şöyle bir tur attık.Bilindik turist ıvır zıvırlarıyla doluydu.
BÜYÜK HAN'IN ALT KAT KISMINDAKİ SIRA SIRA DÜKKANLAR
          Biraz dolaşıp Sedirhan'da son Kıbrıs kahvemizi de içip kalktık.Son olarak Kıbrıs'ın ünlü Belça alışveriş merkezlerinden birine uğrayıp Kolakas aldık.Pişirmesi evde olacak artık.
KOLAKAS
    Kolakas patatesgillerden bir yumru sebze.Bu çeşit sebzelerden hoşlanırsanız mutlaka deneyin.Biz bu sefer bulamadık ama kökeni araplardan gelen bir de molahiya adlı bitki var.Bir daha ki sefere denemek üzere diyoruz.
MOLAHİYA OTUNDAN YAPILMIŞ YEMEK
            Belça'dan çıkarak doğru terminale gittik.Oradan da hava alanına.Ve bir kaç saat sonra ülkeye geri döneceğiz. 3 gün gayet güzel gezdik, kafamızı dinledik. İçimize, ruhumuza seslendik.Yolda olmanın tadını çıkarttık bir kere daha.Daha güzel mekanlara,anlara diyorum.


BU GEZİ İÇİN İZLENEN FİLM:GÖLGELER VE SURETLER
BU GEZİ İÇİN OKUNAN KİTAPLAR:Ne yazık ki yok.Yazılı doğru düzgün kitap bulmanız çok zor.Tüm araştırmalarımı gezi blog ve forumlardan yaptım.


YOLDA OLANLAR BİLİR
HER YOLCULUK 
BİR SONRAKİNİN ÖN SÖZÜDÜR......


TEŞEKKÜRLER

3 yorum:

Malik dedi ki...

Selamlar hocam.
Kişisel bolguğunuz, görenlerin gezme isteklerini kabartan
ve kısa öz bilgilendirmeleriyle çok harika.

Elif... dedi ki...

Dört yıl Kıbrıs'ta yaşamış ve Kıbrıs özlemi çeken biri olarak gezi yazınızı okurken çok duygulandım. Keşke herkes Kıbrıs'ı sizin bilincinizle gezse. Yüreğinize sağlık...

AZ GİTTİK UZ GİTTİK dedi ki...

Teşekkür ederim..:)