6 Eylül 2013 Cuma


P
A
R
I
S

J
E

T
A
I
M
E







20-28
Temmuz
2013


  
   
     Paris deyince aklınıza ilk ne gelir? Aşk, romantizm, sanat mı? Yoksa şehrin göbeğini delip göğe yükselen güzel Eyfel mi? Yoksa, yoksa hoş rayihalı şaraplar ya da güzel kokulu parfümler mi? Durun durun belki de komün zamanı veya Fransız Devrimidir aklınıza gelen. Belki de güzel köprüler, Sein nehriyle romantik Fransız filmleri ya da tüm albenileriyle güzel Can Can dansçıları.
    Tamam anlaşıldı. Paris deyince aklımıza çok ama çok şey geliyor. Bu da onun ne kadar dolu ve doyurucu bir şehir olduğunu bize gösteriyor. Biz de tüm bunları düşünerek oraya gitmedik mi zaten. Hatta Paris konusunda çalışmalara başladığımızda kendi kendimize “Neden bu şehre daha önce gelmeye niyet etmedik” diye kızar olduk.  Burası tam da aradığımız gibi bir şehir çıktı. Sanat alabildiğine sizinle, huzur da bu şehirde her hücrenizde, kolay ulaşım ağı ve görgülü, bilgili, kimine göre de biraz ukala Fransız insanı ile ileride belki yaşamayı bile düşünebiliriz dedik nihayetinde. Ama Paris’in düşlenebilen bir kent olduğunu, kendini öyle kolay kolay vermediğini de gelmeden öğrenmiştik. Kışın ortasından gelene kadar okuduğumuz kitaplardan bu sihirli şehrin yalnız Fransız edebiyatında değil tüm dünya yazınında hatta bizim yazınımızda bile etkili olduğunu gördük ve içimize sindirdik. 28 Mehmet Çelebi'den Yahya Kemal'e, Atilla İlhan'dan Fikret Mualla'ya, Nedim Gürsel'den Enis Batur'a kadar bizim de uzun süreler etkisi altında kaldığımız bir şehir burası. Yalnız bizim sanatçılarımızı büyülemekle kalmamış Güney Amerika'dan Afrika'ya, Rusya'dan Amerika'ya kadar birçok  dünya insanını kendine çekmeyi başaran bir şehir Paris.
  Dostoyevski bir gün Paris'e doğru trende ilerlerken kendi kendine soruyor "Ne arıyoruz biz Ruslar devamlı burada " diye. Aynı şeyi ben de düşündüm oradayken "Ne ararız biz Türkler bu şehirde" diye. Sorumun cevabını çoklukla buldum gibi ama ben de kalsın. Siz de bir gün kendi Paris deneyiminizi yaşayın ve sorunuzun cevabını bulun derim.
    Tüm bunlardan anlıyoruz ki Paris bir Roma, bir Amsterdam gibi dünya şehri olalı epeyi bir zaman geçmiş dostlar. Öyle ki dolaştığınız her yerde ellerinde fotoğraf makineleri ile Uzakdoğulular, ıvır zıvır satan Afrikalılar, Avrupa Birliği sayesinde Paris'e gelip güzel akordeon ezgileri çalan Romenler, Avrupa'nın diğer ülkelerinden gelen donuk suratlı, iri yarı gençler ve binlercesi. Burası tüm güzellikleriyle çoktan bir dünya şehri olmuş.
   Efendim lafı uzatmayalım kıştan biletlerimizi alıp, kitap okumaya ve  filmlerimizi izlemeye başladık. Tam sıkı bir gezi programı oluşturduk ki gitme vakti zamanı geldi. Yine yazımda harcamalarımızı günü gününe size aktarmaya çalışacağım. Ve Paris 14 bölgeye ayrıldığından gezi günlerinin başında hangi bölgeyi gezdiğimizi sizlere belirteceğim.
  Hadi bakalım, başlıyoruz. Bakalım biz bu güzel şehirde nereleri dolaşmış, neler yapmış, neler yemişiz. Umarım gitmek isteyenlere bir nebze yardımcı oluruz.

GİTMEDEN YAPILAN HARCAMALAR
  1. 1260 tl-gidiş-dönüş uçak parası
  2. 712 euro-otel parası (1820 tl)
  3. 25 euro-seyahat sigortası (64 tl)
TOPLAM: 1260+1820+64=3144 TL

1.GÜN:20-Temmuz -Quartier Chaillot-Eifell Tour:
     Uçağımız 10:30 da kalkıp oranın saatiyle 12:30 da Paris'e inecek. 2180 km lik yolumuz ve 3 saat süren uçak yolculuğumuz var. İki güzel şehir arasında da 1 saat zaman farkı bulunuyor. Bu üç saati ben biraz Paris'in tarihine ayırmayı tercih ediyorum. Bazı şeyleri de sizlere aktarmak istiyorum.
    Paris hayatına Sein nehrindeki küçük bir adada bugün Ile de la Cite denen yerde M.Ö. 225 lerde bir balıkçı köyü olarak başlamış. Civardaki Galya kabilesi Parisilerden dolayı buraya Paris denilmiş.
   Daha sonra Romalıların istilasına uğramış ve Romalıların uzak bir karakolu olarak kullanılmış.
   Paris'i kendine getiren 470'te Clovis de Frank isimli kişi olmuş. Bir süre sonra Paris Hristiyanlığın merkezi olmuş. Ortaçağ başlarına kadar vebaya teslim olana kadar oldukça iyiymiş. 16. yy. da tekrar toparlanan şehir XIV. Louise yani Güneş Kral'ın gelmesiyle tamamen yükselişe geçmiş. Daha sonra gelen Louiseler iktidarın tadını Fransız İhtilaline kadar oldukça çıkartmışlar.
    19. yy da devrimden sonra III.Napolyon ile şehir bugünkü görünümüne kavuşmaya başlıyor aslında. Bu döneme Fransızlar Belle Epoque yani altın çağ diyorlar.
      19. ve 20. yy. larda Paris kendisini sanatsal başarı merkezi haline getirirken bir yandan da savaşlarla uğraşıyor. Bu dönemler Parisliler için oldukça zor dönemlermiş. Öyle ki Prusya  Savaşı Kuşatması sonucunda aç kalan Parisliler hayvanat bahçesindeki hayvanları bile yemişler. Bundan daha da zoru Alman birliklerinin şehri işgal ettikleri zamandı herhalde.
    2. Dünya Savaşı'nda Charles de Gaulle Fransa'nın en hakim kişisiyken 1968 olaylarında ayaklanan öğrenciler onun gitmesini kolaylaştırmış. Ve onun yerine gelen Mitterand arkasında Louvre Piramidini ve Opera Bastille gibi binaları bırakarak iktidardan ayrılmış.
   Ve günümüze  Sarkozy'li Chirac'lı dönemine gelindiğinde Fransa biraz daha durağanlığını koruyor gibi gözüküyor.
   Kısa ve öz bir şekilde tarihten bahsetmeden de olmuyor dostlar. Çünkü dolaştığınız şehirde tarihin kalıntıları ve izleri üzerinde yürüyeceğinizi unutmayın derim.
    3 saatlik uçak yolculuğu sonuna doğru inişe geçerken Paris'in etrafının  ekili ve nadasa bırakılmış tarlalarla dolu olduğunu görünce, ülkemin tarımının giderek dış ülkelere bağlı olmaya başladığını düşünüp içimin acıdığını itiraf etmek zorundayım. Avrupa'nın ortasında bir şehir ve merkezi dışında her taraf tarla düşünebiliyor musunuz? Bizim onlardan neyimiz fazla da her tarafımız beton, beton ve beton..
 Nihayet iniyoruz. Biz Pegasusla Orly-Sud için bilet almıştık. Gidecek arkadaşlara da bu hava alanını tavsiye ederiz. Charles de Gaulle Hava Alanı şehre biraz daha uzak olduğundan merkeze ulaşmanız biraz daha vakit alacaktır  bilmenizi isterim.
 İnişi yapıp, pasaport kontrolünü geçtikten sonra hava alanındaki  L kapısındaki informationdan 4 günlük Paris Museum Pass ve 5 günlük Paris Visite Pass ı bölgemize uygun olarak aldık. Ve oldukça da faydasını gördük. Hava alanı 5. bölgede olduğundan zaten hemen kullanmaya başladık bile. 
PARIS MUSEUM PASS
MUTLAKA ALMANIZ GEREKEN PARIS VISITE
     Paris Visite'nin içinde tek bir bilet var.  Kaç günlük aldıysanız biletin üzerinde yazıyor. Ve biletin üstüne hemen adınızı ve biletin bitiş tarihini de yazıyorsunuz. 
PARIS VISITE BİLETİ
     Bu bileti biz 5 gün her metroya binişte kullandık. Oldukça işimize yaradığını söyleyebiliriz. Bu arada Hava Alanından çıkıp 3 nolu pembe otobüs durağına ulaşacak ve Denfert Rechereau metro istasyonundan şehir metrosuna aktarma yapacaksınız. Eğer Paris Visite almazsanız bu otobüsle aktarma yapmak için 7,2 euro para ödersiniz bilginiz olsun. Ve tek metro bileti almak isterseniz 1, 3 euro ödeyeceksiniz. Bu arada bu aldığımız biletlerin ücretlerini bu gün yazısının sonunda size bildireceğim.
   Paris metro açısından oldukça gelişmiş. Tam 14 normal metro hattı ve Rer-A, Rer-B, Rer-C olmak üzere daha uzak yerlere giden çift katlı trenleri ve otobüsleri var. Yani ulaşım oldukça kolay. Gelmeden biraz metro haritasıyla mesai yaparsanız çok kolay olduğunu göreceksiniz.
   Biz hava alanından çıkıp önce Denfert Rechereau ya vardık. Ordan da iki aktarmayla Sein nehrine yakın otelimize vardık.
   Odamıza yerleşip, biraz nefes alıp tekrar şehre attık kendimizi. Artık gezi başlıyor efendim. Bugün gezeceğimiz bölge Quartier Chaillot diye adlandırılıyor. Bu bölge 19. yy da Paris'e dahil olmuş ve büyük 2. İmparatorluk caddeleri, gösterişli köşkler ve müzelerle dolu bir bölge haline gelmiş. Bölgedeki lüks malikanelerin çoğunda büyük elçiler ikamet ediyor.

    Bugün gezmek için yarım günümüz olduğundan otelimize yakın bölgeleri dolaşacağız.  O sebeple gezimize yolumuz üzerinde olan Granelle Köprüsüne yakın olan  Masion de Radio France'yi dışarıdan görmekle başladık.
MASION DE RADIO-FRANCE
    1963 yılında kurulan bu bina Fransa'nın radyo ağının merkezi kabul ediliyor. Ve Fransa'daki tek başına duran yapıların en büyüğü olma gibi de bir ünvanı var. Üç dairesel yapı ve bir dikdörtgen kuleden oluşuyor. Bünyesindeki  70 adet stüdyoda radyo programları hazırlanırken bir çok konsere de bu kurum sponsor oluyormuş.
    Bu devasa binayı arkamızda bırakıp Sein nehrine paralel bir şekilde yürümeye devam ederek Türk Büyük Elçiliğinin arkasında bulunan, Balzac'ın bir zamanlar yaşadığı eve varıyoruz. Ana kapıdan sonra merdivenlerle bu şirin eve giriyoruz.
BALZAC'IN BİR ZAMANLAR YAŞADIĞI EV
    Ünlü yazar Honere de Balzac 1840-1847 yılları arasında, alacaklılarından kaçmak için Monsieur de Brugnol takma adıyla burada yaşamış. 
ANA KAPIDAN GİRİŞTE YUKARIDAN BALZAC'IN EVİ
   Balzac bu evde aralarında La Cousıne Bette'nin de yer aldığı pek çok ünlü romanı yazmış. Günümüzde ise bu evde yazarın bazı eserlerinin bulunduğu kütüphane ile hayatına adanmış bir müze var.
BALZAC'IN İÇERİDEKİ HEYKELİ
  Odaların çoğunda Balzac'ın ailesinin ve dostlarının resimlerini göreceksiniz.  Ve tabi yazı yazdığı odayı da görmeniz mümkün.
BALZAC'IN YAZI YAZDIĞI MASA
MÜZENİN İÇİNDEN BAŞKA BİR GÖRÜNÜM
     Bu müze evin çok güzel bir bahçesi var. Tam kafa dinlemek için. Hatta bir kaç masa da gençler oturmuş bir şeyler içiyor, yazılarını yazıyorlardı. Bir de bahçede, tam köşede Balzac'ın bir büstünü görmeniz mümkün.
MÜZE EVİN BAHÇESİ
     Evin arka sokağa açılan ve istenmeyen misafirler geldiğinde kaçmak için kullanılan bir de arka kapısı varmış. Tam onu ararken bir Türk bayrağı görünce oldukça sevindik. Çünkü bu şirin ev tam Türk Büyük Elçiliğinin arkasında kalıyor.
BALZAC'IN EVİNİN ARKASINDA TÜRK BÜYÜKELÇİLİĞİ
    Müzeden ayrılıp, yolumuza devam ediyoruz. Evin bulunduğu cadde üzerinde nehre paralel yürüyerek ilerlerken etraftaki binalardaki güzel mimari de gözümüzden kaçmıyor hani.
SOKAKLARDA ORİJİNAL BİNA GİRİŞLERİ
    Biraz sonra Chaillot Tepesine varıyoruz. Burası Sein Nehri'nin ve Eyfel'in en güzel manzaralarına hakim olan bir yer. Napolyon burayı oğlu için saray yaptırmak için seçmiş ama saray birkaç duvarı tamamlanmadan yıkılmış. 
   Biz manzaralı bölüme gelmeden hemen solumuzda kalan Cimtiere de Passy yani Passy Mezarlığına uğruyoruz. Burada da dışarıda olduğu gibi gezen bir çok gezgin var. Niye gezilmesin ki zaten. Mezarlıklar öyle bakımlı ve güzel ki. Bizimkiler gibi ürkütücü hiç bir tarafları yok.
CIMETIERE DE PASSY DEN BİR GÖRÜNÜM
   1820 yılında açılan bu küçük mezarlık seçkin bir bölgede yer alıyor. Tanınmış bir çok Parislinin mezarı burada bulunuyormuş. Bunların arasında besteci Debussy, ünlü ressam Manet, Monaco Prensesi ve pek çok siyasetçi ile aristokrat bulunuyor. 
ÜNLÜ BESTECİ CLAUDE DEBUSSY'NİN MEZARI
  Biz gözümüze çarpan Debussy'nin mezarını görüp mezarlıkta bir tur atıp dışarı çıktık. Zaten dışarı çıktığınızda karşınızdaki kalabalıktan ve görkemli Palais Chaillot'un devasa iki kol sarmalından nerede olduğunuzu anlamanız fazla uzun sürmez. Nihayet Chaillot Tepesi'ne başlıyoruz.
   Karşınızda iki koca kanadıyla sizi Palais de Chaillot karşılayacaktır. Bu devasa bina 1937 yılında Paris Fuarı için yapılmış. Sonra da heykeller ve rölyeflerle donatılmış. Dış cephesinde bile meydana girmeden orijinal kabartmalar gördük. He iki kanatta da günümüzde bir çok müze bulunuyor. Bunlar arasında Musee de la Marine yani Denizcilik Müzesi, Musee de l'Homme bulunuyor. Ve girişe göre sol kanatta 1200 koltuk kapasiteli çok amaçlı bir kültür merkezi bulunuyor.
PALAIS DE CHAILLOT'DAN KABARTMALAR
PALAIS DE CHAILLOT'DAN KABARTMALAR
   İki kanat arasında kalan meydan o kadar kalabalık ki bunun tek bir sebebi var; o da Eyfel..İşte o güzel kız karşınızda  süzülüyor. Bir kitapta okumuştum. Paris'te her şey dişidir diye. Bunu söylemekle Parisli erkekleri gücendirir miyiz  ? Bilmiyorum ama gökyüzünü deli gibi yararak yükselen Eyfel Kulesi bile "La Dam de Fer" diye anıldığına göre gücenmezler herhalde.
CHAILLOT TERASI VE KALABALIK
    Bu meydan yukarıdan Sein kıyısına kadar bronz heykeller, dekoratif havuzlarla donatılmış. Yukarıdan aşağılara uzanmadan biraz bu terasta biz de Eyfel manzaralı fotoğraflar çektirelim istedik. Çünkü insanlar alabildiğine çılgın pozlarla fotoğraf çektiriyorlardı.
ÖNCE BEN :)
SONRA DA AYHAN
    O kadar çok poz çekildik ki burası insanı etraftaki sinerjiden dolayı fotoğraf çekilmek zorunda bırakıyor. Bulunduğumuz terasın her iki yanındaki heykelleri de fotoğrafladık ve alt bölümlere inmeye başladık.
CHAILLOT'TA HEYKELLER 
VE BU MEYDANDA OLDUKÇA MUTLU BEN
   Merdivenlerden indiğinizde büyük bir havuz ve ilginç fıskiye tasarımlarını göreceksiniz. Bu bölüm artık Trocadero olarak anılıyor. Ve burada sağlı sollu parklar, muhteşem fıskiyeler göreceksiniz. Bu fıskiyeler geceleri aydınlatılıyor ve oturup onları izlemek bile sizi alıp başka yerlere götürüyor. Sağ ve solda bulunan bahçelerin bugünkü hali de 1937 deki fuar sırasında yapılmış. Sol bölümde eğer girmek isterseniz büyük bir akvaryumda mevcut, Cineaqua olarak geçiyor. 
CINEAQUA-PARIS
   Bu akvaryum eski bir taş ocağının yerine Chaillot Tepesi'nin eğimine uygun olarak yapılmış. Akvaryumların arasına serpiştirilmiş perdelerle çizgi film ve hayvanlarla ilgili belgesel filmler gösteriliyormuş. 
CINEAQUA-PARIS
   Ayrıca ana duvarlardan birini akvaryumla paylaşan Japon Restoranı Ozu da dikkate değer diyorum.
OZU RESTORAN'IN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
    Trocadero bahçeleri 10 hektarlık alanı kapsıyormuş. Tam ortada geceleyin fıskiyeler ışıklandırıldığında muhteşem görünen taşlar ve altın yaldızlı heykellerle sarılmış, uzun, dikdörtgen bir havuz bulunuyor.
ARKAMIZDA TROCADERO ALANI VE HAVUZ
     Top şeklindeki fıskiyeler yönünü Eyfel'e doğru belirlemiş, su fışkırtmaya başladıkların oldukça güzel bir görünüm alıyorlar.
TROCADERO FISKİYELERİ
   Bölgedeki heykeller arasında Erkek, Kadın, Boğa ve At olarak adlandırılan heykeller bulunuyor.
TROCADERO'DAKİ HEYKELLERDEN ERKEK-HEYKELTRAŞI İSE P.TRAVERSE
KADIN-G.BRAQUE
TROCADERO'DAKİ HEYKELLERDEN AT- HEYKELTRAŞI G.GUYOT
TROCADERO'DAKİ HEYKELLERDEN BOĞA-HEYKELTRAŞI P.JOUVE
     Bu bölgeyi size daha iyi anlatmak için bir gün sonra Eyfel'den çektiğim fotoğrafı göstermek istiyorum.
CHAILLOT TEPESİ VE TROCADERO BAHÇELERİ'NİN EYFEL'DEN GÖRÜNÜMÜ
   Etrafa baktığınızda  havuzun içine serinlemek için girenleri mi ararsınız yoksa güneşlenenleri mi? Herkes çimenlere yayılmış, sıcağın etkisinden bir şekilde kurtulmaya çalışıyor.
FISKİYELERE KARŞI GÜNEŞLENENLER
HAVUZ KENARINDA OTURANLAR
   Ve artık tam bu havuzlu bölümün yola bakan ucundayız. Bir adım atsak Napolyon'un 1806 da Prusya'da kazandığı zafer anısına yaptırdığı Jena (l'ena) Köprüsüne varacağız.
JENA KÖPRÜSÜNÜN UCUNDAKİ EYFEL
    Bize çok çekici gelse de bulunduğumuz yerin solundan yola devam ediyoruz. Burada görmek istediğimiz bir iki müze daha var. Gerçi saat geç olsa da muhteşem müze binalarını dışarıdan görmek istiyoruz. İlki Palais de Tokyo.
PALAIS DE TOKYO'NUN MUHTEŞEM GİRİŞİ
 Burası bir modern sanat müzesi ve ne tesadüf ki burası da 1937 yılında yapılmış. Müze modern sanat sergileri, defilelerle ve avangart gösterilerle sanatseverlerin oldukça ilgisini çekiyormuş.
PALAIS DE TOKYO'NUN GİRİŞİNDEKİ HEYKELLERDEN BİRİ
    Palais de Tokyo Avrupa'daki en alışılmadık sanat mekanlarından biri olarak anılsa da biz saatin geç olması sebebiyle onu ziyaret edemiyoruz. Ve hemen yan binasında bulunan Musee d'art Moderne de la Ville de Paris'i de kapısından bakmak zorunda kalıyoruz.
MUSEE D'ART MODERNE DE LA VİLLE DE PARİS
  Belki zamanında müzeye girişi yakalayacaklar için belirtmek isterim bu müze Palais de Tokyo ile komşu ve 1961 yılında yapılmış. Paris'in en meşhur sanat koleksiyonları burada sergileniyormuş. En dikkat çekici eser de Raoul Duffy'nin devasa duvar resmi La Fee Electricite'dir. Bu eserde elektriğin yıllar içindeki gelişimi anlatılmıştır.
LA FEE ELECTRİCİTE
     600 metre karelik alan ile dünyanın en büyük resimlerinden biri olan bu kıvrımlı eser tek başına müzenin bir odasını dolduruyormuş. Ayrıca kübistlerin ve avangard sanatçılar arasında öne çıkan Henri Matisse'nin de ünlü duvar resmi La Danse'nin bir iki versiyonu burada bulunuyormuş.
LA DANSE-HENRI MATISSE
LA DANSE'NİN BAŞKA BİR VERSİYONU-HENRI MATISSE
     Gönül ister ki bütün sanat müzelerini görelim ama olmuyor. Buna can ve zaman dayanmıyor. Müzeleri bırakıp Sein'in kıyısına geçiyoruz ve Eyfel yine bize güzel güzel selam vermeye başlıyor.
SEIN NEHRİ VE EYFEL
     Nehrin kenarından bir süre onu izliyoruz. Ortam öyle hoş ki! Gezinti tekneleriyle gezenler, köprülerden geçenler, çevreyi izleyenler, akordeon çalanlar, kıyıda nikahlananlar. Kendimizi burada çok mutlu hissediyoruz.Ve Eyfel'e artık ulaşmak için L'alma Köprüsünden karşıya geçiyoruz.
L'ALMA KÖPRÜSÜ
   Köprüyü geçer geçmez toprak bir yürüyüş yolu ile karşılaşacaksınız ve sağ kolda ilerlerseniz Eyfel'e doğru yürüyeceksiniz. Artık iyice dibine dibine geldikçe de bu koca demir yığını daha da gözümüzde büyümeye başlıyor.
EYFEL'İN ETEKLERİNDEN BİR GÖRÜNÜM
     Eyfel'e çıkabilirsek bugün çıkarız diye düşünmüştük ama ne mümkün! O kadar uzun bir sıra ve insan kalabalığı var ki bu akşam sabaha kadar beklesek yine de giremeyiz diye düşünüp, vazgeçiyoruz. O sebeple burada fazla oyalanmadan yorgun bedenlerimizi daha fazla zorlamamak için ehh biraz da bu insan hengamesinden yorulan gözlerimizi rahatlatmak için bu bölgeden ayrılıp yine Sein Nehri boyunca yürümeye başlıyoruz.
   Yürüyüş kolu üzerinde bir çok hediyelik eşya satıcısı ve büfe bulmanız mümkün. Ve bir de insanları kandırmak için "Bul beyazı al parayı " misali yan yana küçük  Romen kumarbazları görmeniz mümkün.
ROMENLER İŞ BAŞINDA
  3 topun hangisinin altında beyaz olduğunu bulmaya çalışıyorsunuz. Bilirseniz para sizin oluyor ama tabi ki zor. Bu sebeple yol kenarında kavga eden çiftleri çok gördük. Benim de bu fotoğrafı çekmeme çok kızıyorlar. 
   Biraz bu görüntüleri izleyip yola devam edince muhteşem görüntülü, ünlü bir köprü karşımıza çıkıyor. Bir-Hakeim Köprüsü. Bu köprü Eyfel manzarasını en iyi yakalayacağınız köprüdür unutmayın.
BİR-HAKEİM KÖPRÜSÜ
    Ayrıca Paris'te son Tango filminde kahramanlarımız Jeanne ve Paul'un filmin 1-2 sahnesinde üzerinde yürüdükleri köprüdür.  
PAUL VE JEANNE'NİN YÜRÜDÜKLERİ YER
      Köprünün ayaklarındaki heykeller de oldukça hoş gözüküyorlar. Mutlaka dikkat edin derim.
BİR-HAKEİM KÖPRÜSÜNÜN AYAKLARINDAKİ HEYKELLER
BİR-HAKEİM KÖPRÜSÜ'NDE AYHAN
        Köprünün ortasına geldiğinizde balkon gibi bir bölüm var oradan mutlaka bir Eyfel fotoğrafı çemelisiniz.
KÖPRÜNÜN ORTASINDAKİ BÖLÜM
VE BİR-HAKEİM KÖPRÜSÜNDEN EYFEL MANZARASI
      Buradan bizi otelimizin olduğu bölgeye götürecek metroya biniyoruz. Ve otelimiz yakınlarında bizim için önemli olan bu günü anmak için güzel bir cafeye gidiyoruz.
     Bugün bizim birlikteliğimizin 5. yıl dönümü ve bu anı Paris'te kutluyor olmak bizim için gerçekten çok güzel.
      Oturduğumuz cafede kurtlar gibi acıkmamıza rağmen hafif olur diyerekten ikimiz de birer salata ve bira söylüyoruz. 
AKŞAM YEMEĞİ VAKTİ
VE BENİM SALATAM
    Yemekten sonra bir de Fransız tatlısı yiyelim deyip, ünlü Cream Brule'nin tadına bakıyoruz. Hııımmm enfes gerçekten. Ağzınızda bir şeyler çıtırdayıp, dağılıyor sanki.
FRANSIZLARIN ÜNLÜ TATLISI CREAM BRULE
     Ve memleketimizde başlayan ve  Paris'e kadar uzanan bu uzun günü cafe creamlerimizle güzel bir sohbet eşliğinde noktalıyoruz. 
KAHVE-TATLI VE GEÇEN KOCA BİR 5 YILIN KRİTİĞİ
      Ertesi gün için dinlenmek üzere otelimizin yolunu tutuyoruz. Görüşmek üzere diyoruz.

1.GÜN YAPILAN HARCAMALAR:
  1. 15 tl-iki kişinin hava alanına ulaşımı
  2. 10 tl-hava alanında 4 adet çay
  3. 114 eoro-2x57 museum pass ücreti
  4. 110 euro-2x 55 paris visite ücreti
  5. 3,6 euro-2x 1,8- metrodan alınan su
  6. 2,5 euro-2x 1.25- iki adet sandviç
  7. 1,5 euro-2x  0,75-  iki adet su
  8. 2,5 euro- ice tea
  9. 2 euro-su
  10. 43 euro-akşam yemeği
TOPLAM:25 TL+279,1 euro (712 tl)= 737 tl


2.GÜN-21 Temmuz-Eyfel-Invalides-Champs  Elysees:
    Gece kaliteli bir uyku uyuyamadan sabahı ediyoruz. Otel odamız oldukça sıcak ve havasızdı. İlk defa Booking.com dan ayarladığım bir otelden hoşnut kalmıyorum. İnternet sitesindeki fotoğraflarıyla bizim gördüğümüzün alakası yoktu. Güzel bir bahçeye ve odalara kanıp, başvurumuzu yaptık ama pek umduğumuzu bulamadık sanki. Exelmans otel bizi hayal kırıklığına uğrattın.
OTELİMİZİN MUHTEŞEM BAHÇE AVLUSU :)
     Fransızların kahvaltı anlayışı bizimkine pek uymuyor biliyorsunuz. Onlara bir kruvasan ve kahve yetiyor, o da bize pek uymuyor. Artık biz de bulduğumuzla yetiniyoruz.
KRUVASAN
    Yani kahvaltıda genel olarak tatlı şeyler bulmanız büyük olasılık. Bir de otel ayarlarken kahvaltı veren otel bulmakta oldukça zorlandığımız söyleyebilirim. Halbuki kahvaltılık için çok güzel ve ünlü peynirleri var Fransızların. Camembert bunlardan biridir. Kahvaltıda hiç görmedik ama dükkanlarda yaygın ve eve dönerken bir paket almayı unutmadık. Size de almanızı tavsiye ederim.
CAMEMBERT PEYNİRİ
OTELİMİZİN KAHVALTI SALONU
   Kahvaltıdan sonra doğru bugün için planladığımız rotayı gerçekleştirmek için yola düşüyoruz. Yol üzerinde hemen sağda bir parkmatikle karşılaşıyoruz. Burada herkes arabasını park edip, parkmatikten biletini kendi alıyor bizim  ülkedeki gibi görevlilerle uğraşmıyor.
PARKMATİK
      Otelimiz metroya çok yakın olduğundan hemen istasyona varıyoruz. Size bilet kullanımını da göstermek istiyorum. Biletimizi dün tanıtmıştım o bileti istasyona girdikten sonra aşağıdaki fotoğraftaki makinenin ön bölümünden içeri sokuyorsunuz.
BİLETİ BURAYA YERLEŞTİRİYORSUNUZ
    Bilet siz turnikeyi geçerken makinenin diğer ucundan çıkıyor ve alıp geçiyorsunuz.
BİLETİNİZİ ALIP, GEÇİN
    Biletlerinizi saklamayı unutmayın. Kontrol edebilirler. Bizim hiç başımıza gelmedi ama cezaları oldukça yüksekmiş.
   Geçişi tamamlayınca sakin, rahat oturma yerleri olan metro istasyonuna ulaşıyorsunuz. Bu arada gideceğiniz yöne binmeden dikkat etmenizde fayda var diye düşünüyorum.
FRANSA'DA BİR METRO TRENİ
  Metrolar çok yeni değil ama bizimkine göre daha kullanışlı. Hareketli koltukları var. Böylelikle daha çok insanın oturma imkanı var. Bu arada metronun önündeki numaralardan ilki yani 6 olan metronun numarasını gösteriyor.
    Metronuz geldi ve içeri girdiniz. Sonrası canlı müzik. Paris'te metrolarda mutlaka bir canlı müzik oluyor. Özellikle akordeon olunca mest oluyorsunuz. Yolculuğunuz bitip de inme vaktiniz gelince aşağıdaki fotoğraftaki kolu yukarı kaldırıyorsunuz ve iniyorsunuz.
METRO KAPISINDAKİ KOL
  İndikten sonra da "Sortie" yazısını takip ederek size uygun olan çıkışa ilerliyorsunuz.
    Bizim bugünkü rotamız kalabalık artmadan sabahtan Eyfel ile yola devam etmek olacak.
     Bulunduğumuz yerden Eyfel'e en yakın yerde inip, ona kavuşma heyecanıyla yürürken Paris'te önemli bir şeyi, seyyar tuvaletleri de sizlere göstermek istiyorum. 
GENEL TUVALETLER
     Kendi kendini temizleyen ücretsiz tuvaletler oldukça sık karşınıza çıkıyor. Fakat yoğun olan bölgelerde tabi ki kuyruk oluşuyor. Tuvaletin önündeki butonda dolu ise kırmızı, boşsa yeşil ışık bulunuyor. Yeşilse butona basıp, içeri giriyorsunuz.
TUVALETTEN İÇERİ GİRİŞ
     Bu tuvaletler engellilerin kullanması için de oldukça uygun. 10 yaşından küçük çocukların bu tuvaletleri kullanmaları, otomatik temizleme sistemi sebebiyle sakıncalıymış bilginiz olsun. Tuvaletlerin içi oldukça ferah ve temiz.
TUVALETLERİN İÇİNDEN GÖRÜNÜM
        Yürüyerek sonunda Eyfel'in olduğu bölüme giriyoruz. Fazla olmasa da yine dönen, dolanan bir kuyruk var gibi  gözüküyor.
KUYRUĞA GİRDİK, HADİ HAYIRLISI
      Bu arada bulunduğumuz bölge Invalides bölgesi olarak geçiyor. Şehrin zengin bölgelerinden biri diyebiliriz. Ayrıca birçok park ve müze de görmeniz mümkün burada.
KUYRUĞUMUZUN HALİ, DÖNE DÖNE İLERLİYORUZ
     Saat 09:00 gibi sıraya girmemize rağmen yine de felaket ötesi bir kalabalık var. Ama bugün kararlıyız, gireceğiz.
    Yaklaşık bir saat içinde bilet alma yerine varıyoruz. Burada, hemen alt kısımda Gustave Eiffel'in de büstünü göreceksiniz.
GUSTAVE EIFFEL'İN BÜSTÜ
  Kule 1889 Evrensel Sergisi'ne gelen ziyaretçilerin ilgisini çekmek için yapılmış ve Paris'in manzarasına geçici olarak eklenmiş. Tabi yapıldığında bir çok kesim tarafından  eleştirilere maruz kalmış. Hatta yazar Guy de Maupassant Paris'in en sevdiği yerinin Eyfel Kulesi'nin içi olduğunu söylermiş. Çünkü oradan onu göremezmiş. Tüm bu eleştiriler olurken işin komiği 1889 yılında Gustave Eiffel bu eserinden dolayı Legion d'honneur nişanıyla ödüllendirilmiş.
   New York'taki Empire State Building binası yapılana kadar dünyanın en yüksek yapısı Eyfel'miş. 7 yılda bir boyanan 10.100 tonluk kule için 60 ton boya kullanılıyormuş. Ne kadar az değil mi?
    Bu arada biz de girişe geliyoruz. Yetişkinler için eğer her yerini gezecekseniz giriş 14,5 euro. Yani 29 euroyu verip, biletimizi alıyoruz. Son kontrol kapısında kafanızı kaldırırsanız Paris'in amblemi olan yelkenliyi görmeniz mümkün. Hemen girişin üstünde bulunuyor.
PARİS'İN AMBLEMİ-YELKENLİ GEMİ
   Paris'in simgesi eski zamanların tek ulaşım aracı olan Latin yelkenlisidir. Son grafik düzenlemesi 1942 de yapılan armanın aslı Hotel de Ville'de saklanmaktaymış. Armanın altında "Sallanır ama batmaz " yazmaktaymış.
   Bu kapıdan girdiğinizde görevli sizi içerideki kalabalığa göre bekletiyor. Çünkü bir üst katta asansör için bekleyenler var.
ASANSÖR İÇİN BEKLEYENLER
      Asansör oldukça büyük ama bu sıcaklıkta havasız kalıyor. Bir 5 dakika beklemeyle biz de asansöre biniyoruz.
ASANSÖR'ÜN İÇİ
     Asansöre dip dibe biniyoruz. 2. Katta inip tekrar aktarma yapacağız. 2. Kattaki kuyruk daha da uzun gibi. Bir 15 dakika bekliyoruz. Bu sırada bulunduğumuz katta bulunan asansörün hidrolik sistemlerine bakıyoruz.
ASANSÖRÜN HİDROLİK SİSTEMİ-1.KAT
ASANSÖRÜN HİDROLİK SİSTEMİ-2.KAT
    Bu bölümler yani asansörün hidrolik sistemleri 1900 yılında kurulmuş. Eiffel asansör seçerken hızlı değil de güvenli olmasına önem vermiş. 1986 da da otomatik bir sistemle çalışmaya başlamış.
 Tekrar asansöre binip, yükselmeye başlıyoruz. Bulunduğumuz kabinin üstünde bir pencere bulunuyor ve yükselirken bu koca demir yığınının da bölümleri gözünüzden akıp gidiyor.
EYFEL'İN TEPELERİNE DOĞRU, ASANSÖRDE İLERLİYORUZ
     Nihayet zeminden bir 45 dakika sonra zirveye varıyoruz. Ve oldukça heyecanlıyız. Bulunduğumuz yer en üstte bulunan gözlem platformu oluyor. Yerden yüksekliği 324 mt olan Eyfel'in 276. mt sindeyiz yani. Eğer merdivenle çıksaydık 1665 basamak çıkacakmışız. Bu sıcakta kimse istemez herhalde. Bu arada sıcak havalarda ısının etkisiyle kulemiz biraz eğimle sallanabilirmiş bilginize.
GÖZLEM PLATFORMUNDAN AŞAĞILARA BAKIŞ
  Herkes arkasına Paris'in güzel manzaralarını alıp fotoğraf çektirme derdinde. İnsanlar o kadar sabırsız ki kimse kimsenin fotoğrafına saygı duymuyor. Biz de aradan çekebildiğimiz kadar fotoğraf çekiliyoruz.
GÖZETLEME KULESİ AYHAN ve BEN
SADECE BEN :)
VE AYHAN :)
  Gözetleme kulesini tamamen dönüyoruz ve Paris'in manzarasını izliyoruz. Burada olmak insanı gerçekten mutlu ediyor. Heyecanlanıyorsun. Belki de uzun yıllar zihninde olan merak duygusunun gitmesidir diye düşünüyorum.
KULEDEN SEIN NEHRİ GÖRÜNTÜSÜ
KULEDEN MONTPARNASSE BÖLGESİ
   Daha sonra  merdivenle bir alt bölüme geçip, orada kule için önemli kişilerin fotoğraflarının olduğu bir sergi geziyoruz.
KULENİN İÇİNDEKİ SERGİ
KULEDEKİ SERGİ VE BEN
    Tekrar asansör kuyruğuna girip 2. kata iniyoruz. 2.kat 115 mt yüksekliğinde bulunuyor. Paris'in en iyi restoranlarından biri olan Le Jules Verne Restaurant burada bulunuyor. Burada hediyelik eşya alabileceğiniz küçük dükkanlarda bulunuyor.
HEDİYELİK EŞYA SATAN DÜKKANLAR
        Burası da yine iki katlı bir bölüm. Hatta bir ara Ayhan alt bölümde ben üst bölümde kaldık da birbirimizi fotoğraflamayı başardık.
2.KATIN ALT KATINDA AYHAN
2.KATTAN AŞAĞIYA BAKIŞ
  Burada da dolaştıktan sonra artık 1. kata iniyoruz. 1. kat 57 mt de bulunuyor. Yerden 360 mt yükseklikte bulunuyor. Burada yine bir restoran ve Cineiffel adında bir sinema salonu bulunuyor.
1. KATTAKİ RESTAURANT TOUR EIFFEL'İN GİRİŞİ
    1. Katın oldukça geniş bir oturma platformu var. Masa ve sandalyelerle rahat bir şekilde oturabilirsiniz. Biz de biraz dinlenmeyi tercih edip, aşağıdaki manzarayı izliyoruz.
1.KATTA NEFESLENEBİLİRSİNİZ
    Bulunduğunuz yerden yukarılara doğru Eyfel'in bacakları oldukça devasa gözüküyor mutlaka fotoğraflayın derim.
1.KATTAN YUKARILARA DOĞRU BİR BAKIŞ
    İnişe geçmeden asansörün solunda Eyfel'in çizimleri ve maketlerinden oluşan küçük bir sergi var. Onu da görün derim.
SERGİDEN BİR PARÇA
SERGİDEN BAŞKA BİR PARÇA
    Artık inişe geçtiğimizde sanırım çıkmak için sıraya girdiğimizden itibaren 3 saat geçmişti. Yani fazla oyalanmadığımız halde bu kadar saati sizin de gözden çıkartmanız gerek diye düşünüyorum. 
   Çıkarken gözüme takılan Eyfel'in bacaklarındaki betonların şekli ilginç . Yakından geçerken daha ilginç geliyor gözüme. Hemen fotoğraflamayı ihmal etmiyorum. Romalıların kaymamak için yollara yaptıkları tırtıkları bunlarda bu taşlara yapmışlar.
EYFEL'İN TABANINDAKİ BETON AYAKLAR
    Bir rivayete göre Eyfel Kulesi'nin alt  kaidesini mimarın kadın jartiyerinden esinlenerek yaptığı söyleniyor. Ne kadar doğrudur ? Bilmiyorum. 
  Eyfel'in arka bölümündeki Champ-de-Mars diye adlandırılan bahçelere geçiyoruz artık. Burası Eyfel Kulesi'nden Ecole Militaire'ye yani Askeri Akademi'ye kadar uzanan bölümdür. Oldukça güzel dizayn edilmiş ağaçlarla upuzun yeşillik bir bölge. İnsanlar bu yeşilliğe yayılıp Eyfel'in tadını çıkartıp, fotoğraf çektiriyorlar. Biz de indikten sonra bir gölgelikte hem dinlenip hem de fotoğraf çektirmeyi ihmal etmiyoruz.
CHAMP-DE MARS BAHÇELERİ
    Eskiden bu bahçeler subay adaylarının tören alanı olarak kullanılırmış. Ama artık 14 Temmuz'da Devrim'in yıl dönümünü kutlamak için düzenlenen at yarışları, balon gösterileri ve halk kutlamalarında kullanılmaya başlanmış.
CAHMP-DE -MARS'DAN EYFEL
    Burada düzenlenen ilk tören 1790 yılında olmuş. 1889 Dünya Fuarı da burada yapılmış.
EYFEL'LE OYUN ZAMANI
AYHAN EKSİK KALIR MI?
      Parkta çocuklar için de oyun alanları mevcut. Ve upuzun yeşillik bölümler arasında bir de güzel havuz bulunuyor. Genelde tur otobüsleri bu havuzun kenarında konuşlanıp, yolcularını bekliyorlar.
CHAMP-DE-MARS'DA ÇOCUK PARKI
KOCA PARKIN ORTASINDAKİ HAVUZ
     Bu yeşillik bölümün ucunda kocaman Ecole Militaire'yi göreceksiniz. Tüm heybetiyle sizi karşılıyor olacak.  Ama yeşillik alanın bittiği yerde üzeri yazılarla dolmuş bir cam alan var, neden yapıldığını bir türü anlamış değiliz.
ECOLE MILITAIRE'NİN KARŞISINDAKİ CAMLI BÖLÜM
ECOLE MILITAIRE-ASKERİ AKADEMİ
    Bu akademi 1751 yılında XV.Louise tarafından yoksul subayların oğulların 500 tanesini eğitmek için kurulmuş. Akademi'nin ilk öğrencileri arasında Napolyon da varmış. Hatta okulu bitirirken aldığı karnede şöyle yazıyormuş: "Şartlar elverirse çok ilerleyecektir." 
     Akademi'nin önündeki caddeden sağa doğru yürürsek eski bir İsviçre Köuü olarak geçen Suisse Village'yi bulacağımızı düşünmüştük ama burası artık tamamen antikacıların çarşısı gibi bir şey olmuş.
SUISSE VILLAGE'DEN GÖRÜNÜM
     Burası 1900 Evrensel Sergisi için İsviçre Hükümeti tarafından yapılmış. Amaç yapay bir Alp Dağ köyü yaratmakmış. Şimdi ise ikinci el antikacı çarşısına dönmüş.
       Geldiğimiz yere dönüp Askeri Akademi'nin yan kolu boyunca yürüyoruz.  Bu arada yol boyunca kiralık bisiklet stantları görüyoruz. Bisiklet kiralamak Fransa'da oldukça yaygın. Ama biz devamlı gezi hali ve metro kullanımı yaptığımız için hiç kiralamayı düşünmedik.
BİSİKLET KİRALAMA STANDLARI
    Aslında Paris bisiklet için oldukça uygun bir kent. Alabildiğine düzlüğü ve arabanın girmediği bir çok yolu var. Üstelik bisiklet yolları da her yerde mevcut. Bu standları her 300 mt de bir bulmanız mümkün. Ödemeyi kredi kartınızla yapıyorsunuz. Sekiz ayrı dilde çalışıyor. 
      Bu kadar bilgilendirmeden sonra kaldığımız yerden devam edersek biz şu an Askeri Akademi'nin tam arkasında Unesco Binası'nın önünde duruyoruz. 
UNESCO BİNASI-PARİS
    Aslında kapısı açık olan binaya girip orijinal yapısını ve bahçesini görmek istiyoruz ama içeri girmek yasak olduğundan ana bahçenin kıyısından, köşesinden dışarı kibarca çıkartılıyoruz.
UNESCO BAHÇESİNDEN ALABİLDİĞİM TEK KARE
       Burası Unesco'nun merkeziymiş. Amacı uluslararası barış, eğitim, bilim ve kültüre destek vermekmiş.
UNESCO BİNASI-PARİS
      Binanın mimarisi oldukça ilginç.  Fotoğrafta gördüğünüz gibi üç adet eğimli, bumerang tipli binanın ortadan birleştirildiğini düşünün işte öyle bir yapı burası. İçinde metalden koca bir dünya var ve birçok da modern sanat eserine sahip. Bunların içinde Pablo Picasso'nun duvar resmi, Miro'nun seramikleri ve Henri Moore'nin heykelleri sayılabilir.
    Unesco tam olarak Askeri Akademi'nin arka bölümünde olduğundan artık Askeri Akademi'nin arka hizzası boyunca yürüyerek Dome Kilisesi'ne doğru ilerliyoruz.
ECOLE MILITAIRE'NİN ARKADAN GÖRÜNÜMÜ
     Hava öyle sıcak ki yine de bir yerleri görme telaşımız ve merakımız var ya..Günde kaç km yürüyoruz bilmiyorum. Ama uzaklardan Dome Kilisesi'nin o parıltılı çatısı gözükünce içime bir su serpiliyor doğrusu. Devasa ve sizi uzaklardan kendine çeken  bir yapı bu. 
DOME KİLİSESİ'NE DOĞRU
      Güneş Kral XIV. Louise 1676 yılında , Jules Hardouin-Mansart'tan Invalides askeri barınaklarının bulunduğu bu bölgeye Dome Kilisesi'ni yapmasını ister. Askerler için bir kilise zaten olmasına rağmen burası kraliyet mezarları için ayrılır. Fakat Güneş Kral ölünce buraya gömülme planı gerçekleşmemiş. Bina onun yerine Bourbon Hanedanı'nın şanına dikilmiş bir anıt haline gelmiş. Louise-Philippe 1840 yılında Napolyon, Vauban ve Mareşal Foch gibi birçok askeri dehanın mezarlarını da buraya getirtip buranın Fransız askeri anıt mezarı haline gelmesini sağlamış.
    Bu kadar tarihten sonra şu yapıya biraz daha yaklaşsak iyi olur değil mi?
ÖN CEPHEDEN  DOME KİLİSESİ
      Bu yapı 17. yüzyıl Fransız mimarisinin en güzel örneklerinden biridir.  Giriş kapısının sütunlarında bile ince detaylar görmeniz mümkün.
DOME KİLİSESİ GİRİŞ SÜTUNLARI
     Bahçesine girdiğinizde her zamanki gibi bakımlı Fransız bahçeleri örneğine tanık oluyorsunuz.
DOME KİLİSESİ BAHÇESİ
   Ve bahçenin hemen dibinde de binayı yapan mimar Mansart'ın bir heykelini görüyorsunuz.
MİMAR MANSART'IN HEYKELİ
   Dome Kilisesi'ne girmek için bilet almanız gerekiyor. Bizim Museum Pass'ımız olduğu için para ödemiyoruz ama bilet alırsanız 9 euro ödüyorsunuz.
      Kiliseye girmeden cafesinde bir şeyler atıştırıyoruz. Fiyatlar uygun , bizim müze cafelerdeki gibi uçuk değil merak etmeyin. Öğle yemeğimizi yeyip, kendimize gelip, tuvalet ihtiyaçlarımızı karşıladıktan sonra kilisenin içine giriyoruz. İçeri girince, muhteşem bir havaya da giriyoruz. Yapı oldukça hoşumuza gidiyor.
       Yapının ortasında koca bir boşluk var.  Ve sağda üç, solda üç, karşıda bir  olmak üzere yedi bölüm; bir de alt kat var. Karşı bölüm hariç bu bölümlerin hepsinde ünlü askerlerin mezarları bulunuyor. 
        Girişte hemen sağınızda Napolyon'un önce Napoli daha sonra da İspanya Kralı olan ağabeyi Joseph Bonaparte'nin lahitini göreceksiniz.
JOSEPH BONAPARTE'NİN MEZARI
   Ortadaki boşluğa yukarıdan baktığınızda Napolyon'un  anıt mezarını göreceksiniz.
NAPOLYON BONAPARTE'NİN ANIT MEZARI
    1861 yılında dönemin kralı Louise-Philippe rejime karşı çıkan Cumhuriyetçi ve Bonapartçı partilerle arasını iyi tutmak için İmparator Napolyon'un naaşını St-Helena'dan getirmeyi uygun görmüş. Yukarıda gördüğünüz naaşın altı tane tabuta konulmuş halidir. 
  Sağ kanattaki odalara devam ederseniz sağdan ikinci boşlukta Vauban Anıtını göreceksiniz. I.Napolyon'un 1808'de yaptırttığı anıtın içinde eski bir mareşal olan Sebastien le Prestre'nin kalbi bulunur.
VAUBAN ANITI
    Bir ara yapının muhteşem tavanına bakmayı ihmal etmeyin. Başınız dönecektir emin olun.
DOME KİLİSESİ'NİN TAVANI
    Tavanda Charles de la Fosse'nin dairesel tablosu bulunuyor. 1692 yılında yapmış. Resimde Cennetin ihtişamı ve Aziz Louis'nin İsa'ya kılıcını sunuşu anlatılmaya çalışılmış.
CHARLES DE LA FOSSE'NİN TAVAN RESMİ
     Biz yine sağ koldan devam edersek son odacıkta Mareşal Foch'un mezarı bulunuyor. 
FOCH'UN BÖLÜMÜNE GİRİŞTE, YERDEKİ YAZI
MAREŞAL FOCH'UN MEZARI
   Mareşal Foch'un şehir içinde birçok yerde de heykellerini görmeniz mümkün. Fransa'da oldukça değer verilen bir asker.
   Ve artık binanın girişinin tam karşısında da altar ve onun arkasında cam galeri bulunuyor.
DOME KİLİSESİ'NİN ALTARI
ALTER'IN HER İKİ YANINDAKİ HEYKELLER
    Altar'dan geri dönüp girişe bakarsanız, oldukça güzel bir görüntü ile karşılaşırsınız.
ALTAR'DAN GİRİŞE DOĞRU
   Hemen altarın yanından, merdivenlerden aşağıya inin. Bir giriş kapısı göreceksiniz. Kapının her iki yanında zebella gibi iki heykelin arasından geçip merdivenlere ulaşacaksınız tekrar.
GİRİŞTEKİ HEYKELLER
    Merdivenlerden inişiniz bittiğinde yerdeki yazılardan  nereye gittiğinizi anlayacaksınız.
NAPOLYON'UN ANITINA DOĞRU
      Burası yukarıdan gördüğümüz anıtla aynı hizaya geldiğimiz kat. Yani kripta bölümü oluyor. Ortadaki anıt dairesel sütunlarla çevrilmiş. Ve sütunlarda oldukça hoş heykeller bulunuyor.
NAPOLYON'UN ANIT MEZARINI ÇEVRELEYEN SÜTUNLAR
SÜTUNLARDAKİ HEYKELLERDEN BİRİ
BİR BAŞKA HEYKEL
BİR BAŞKA HEYKEL
     Tabi bu sütunlu bölümün yürüdüğünüz kısmında duvarlarda da bir takım önemli olaylar heykellerle anlatılmaya çalışılmış. Görüntü oldukça güzel.
İÇ KISMIN DUVARINDAN BİR GÖRÜNÜM
İÇ DUVARLARDAKİ ANLATIMLARDAN BİRİ DAHA
 Dairenin tam giriş bölümünün altına gelen yerinde bir anıt heykel göreceksiniz. Temsili Napolyon II heykeli bu.
NAPOLYON II İÇİN ANIT HEYKEL
     Daireyi dönüp geldiğiniz yere doğru yürüdüğünüzde solunuzda mahzen gibi bir giriş var. Oraya da bir bakın derim. Pek bir şey yok ama yine de bir dolaşmış olursunuz.
ALT KATTAKİ MAHZEN GİBİ BÖLÜM
     Nihayet tekrar üst bölüme çıkınca bu sefer yapının sol bölümündeki anıtları görmeye başlıyoruz. Merdivenlerden çıkınca soldaki ilk iki bölüm yine anıt mezar ama son bölüm  St-Jerome Şapeli oluyor.
   Dome Kilisesi'nden çıktığınızda içiniz bir hoş oluyor desem yalan olmaz. Yapı aslında bir anıt mezar olsa da gözünüze oldukça hoş geliyor. Mistik bir hava var içeride. Kilisenin çıkışında sağa döndüğünüzde uzun yürüyüş yolundan arkaya doğru yürürseniz Dome Kilisesi'ne bitişik olan St-Louis des Invalides'i göreceksiniz. Burası askerlerin kilisesi olarak biliniyor. İç mekanı savaşlarda elde edilen sancaklarla dekore edilmiş.
   Bulunduğunuz yerde hemen karşınızda bulunan geçitten geçerseniz, güzel ve büyükçe bir alan sizi bekliyor olacak efendim, o da  Hotel des Invalides'in güzel binası.
BU GEÇİTTEN GEÇİNİZ BAKALIM
    Geçtiğiniz bu bölüm aslında solda bulunan müzeler için bir geçiş yeri. Burada dünyadaki en geniş 3. silah koleksiyonuyla Musee de l'Armee ve 2.Dünya Savaşı'nda gösterilen kahramanlık anısına kurulan Musee de l'Ordre de la Liberation var. Ama her ikisine de uğramadan devam ediyoruz.
       Yol sizi geniş bir avluya getiriyor. Güneş Kral'ın yaptırdığı bu bina 2. Dünya Savaşı'ndan sonra gazilerin hastanesi olarak kullanılmaya başlanmış.
HOTEL DES INVALİDES
       Bu koca bina Fransız gazileri ve o güne kadar dilenerek geçinmek zorunda kalan kimsesiz ve sakat askerler için yapılmış ilk hastaneymiş. Binanın dış görünüşü oldukça çekici ve Sein Nehri'ne kadar uzanan bakımlı bahçeleri de oldukça göz dolduruyor.
       Avluda binanın altında dört tarafını yürürseniz, her tarafının toplarla dolu olduğunu göreceksiniz.
AVLUDAKİ TOPLAR
      Ve köşede de bir tank bulunuyor. Ayhan hemen oyuncağını bulmuş çocuklar gibi tankın dibi dibine yerleşince bana da yapılacak tek bir şey kalıyor tabi ki.
AVLUDAKİ TANK
      Bu görkemli yapının karşı tarafındaki girişine doğru yürüyüp, geldiğiniz yöne bakarsanız Dome Kilisesi'nin o muhteşem kubbesini son bir kez görme imkanınız olur.
DOME KİLİSESİ'NE SON BAKIŞ
     Çıktığınız kapı aslında Hotel des Invalides'in giriş kapısıdır. Ve binanın bu girişine oldukça emek harcandığı her haliden bellidir.
HOTEL DES INVALİDES'İN ANA GİRİŞİ
GİRİŞ KAPISI'NIN ÜSTÜNDEKİ İŞLEMELER
HOTEL DES INVALİDES'E GENEL BİR BAKIŞ
     Buradan çıkışa doğru ilerliyoruz ve içinde ara ara toplarında olduğu muhteşem bahçeden geçiyoruz.
INVALIDES'IN BAHÇESİ
       Bahçeden çıktığımızda sağa dönüyoruz. Ve dışarıdan bir zamanlar hastane olan bu yapının sınırının toplarla dolu olduğunu ve hendeklerle dış bölümden ayrıldığını görüyoruz.
INVALIDES'IN DIŞI
      Bulunduğumuz yerden yani Invalides'in köşesinden sağa yani Dome Kilisesi'nin bir paraleli olan yolda ilerliyoruz. Yol üzerinde küçük bir benzin istasyonu görüp, fotoğraflamayı ihmal etmiyoruz. Bizim ülkemizdeki gibi bir istasyon şehir içinde asla görmedik. Zaten burada insanlar genelde toplu taşımayı kullanıyorlar.
YOL ÜSTÜ BENZİN İSTASYONU
    Buradan hedefimiz Rodin Müzesi'ne gitmek. Zaten ilk soldan dönünce hemen karşımıza çıkıyor. Müze kartımızla içeri ücretsiz olarak giriyoruz.
MUSEE RODIN
   Rodin 1908 yılından, öldüğü yıl olan 1917 yılına kadar burada yani Hotel Biron'da çalışmış ve yaşamış. Rodin'in devlete ait bir daire ve stüdyo karşılığında devlete bıraktığı eserler burada sergileniyor.
     İç bölümdeki sergide Rodin'in kendine ait küçük eserleri bulunuyor. Bunlar arasında "ÖPÜŞME" ve "HAVVA" gibi ünlü eserleri de var.
RODIN'İN ÖPÜŞME HEYKELİ
İÇ BÖLÜMDEKİ HEYKELLERDEN
İÇ BÖLÜM HEYKELLERİNDEN
    Aslında içeride muhteşem heykeller var ama fotoğraf çekmek yasak olduğu için ancak 1-2 tane ile yetinebildik.
 Bu iç bölümden binanın bahçesine çıktığınızda hemen sağınızda gül bahçesinin ortasında çok yakından tanıdığınız "DÜŞÜNEN ADAM" la göz göze gelebilirsiniz. Rodin Düşünen Adamı insana özgü tüm duygu ve düşünceleri yansıtması için yapmış.
  Ve heykelin olduğu bölüme girerken bir konuşma sesi duyuyorsunuz. Önce biri mi yapıyor diye düşünüyorsunuz ama yok biri etrafınızda iç çekiyor, bağırıyor, söyleniyor. Durumu anlayınca kendi kendinize gülüyorsunuz. Çalıların içinde bir hoparlör, sizi şaşırtmak için elinden geleni yapıyor.
ÜNLÜ DÜŞÜNEN ADAM HEYKELİ
    Bahçeye sağ koldan devam ederseniz ana binanın yanından aşağılara doğru ilerlersiniz. Ve hemen hemen her tarafınızda heykelleri göreceksiniz.
BAHÇEDEKİ HEYKELLERDEN BİRİ
BAHÇEDEKİ HEYKELLERDEN BİRİ
     Bahçelerin dağınık köşelerinde tek başlarına dikilen bu heykellerin bir köşesinde Rodin'in imzasını görmeniz mümkün. 
RODIN'İN İMZASI
         Müzenin ana binasının arkasında alabildiğine bir yeşillik ve onun ucunda da bir havuz var. Burada olup bu eserleri yapmak doğal bir insan hareketi gibi geliyor bana. Bu kadar güzelliğin karşısında bir şeyler üretmeye mecbursun gibi geliyor.
MÜZENİN ARKA BAHÇESİ
HAVUZLU BÖLÜMDEN ANA BİNAYA DOĞRU
     Sıcakta biraz nefeslenmek için bahçenin sağındaki müze cafede oturup, bir şeyler içiyor, biraz da dinleniyoruz. Soğuk içeceğimizin yanına Fransa'da çok tüketilen hafif bir tatlıyı da eklemeyi ihmal etmiyoruz.
HAFİF Mİ HAFİF BİR TATLI
  Aslında dibi reçel olan bir yoğurt bu, hani annelerimizin evde tatlı olmadığında tatlı yaratmaya çalıştığı zamanlardan kalan eski bir stil. 
     Rodin müze içerik olarak hoşumuza gidiyor. Daha önce koleksiyonunun bir parçası Sabancı Müzesi'ne geldiğinde ziyaret etmiştim ama burada kendi yerinde görmek çok daha iyi oluyor.
    Biraz dinlenceden sonra bahçedeki diğer parçalar için kalkıyoruz. Gezerken sanat tarihçisi olduğunu anladığım bir kaç kişi sanırım öğrencilerine heykeller hakkında bilgilendirme yapıyordu. İçimde geçmedi değil, bir kere daha kendi kendime "Neden sanatla uğraşacak bir iş yapmadın ki" diye söylenmeden edemedim.
VICTOR HUGO ANITI
    Bahçedeki en önemli eserlerden biri CEHENNEM KAPILARI adındaki eserdir.  Rodin'in Dante'nin İlahi Komedya'sından esinlenerek yaptığı bir eser bu. 1880 yılında devlet Rodin'e Dekoratif Sanatlar Müzesi için bir kapı siparişi vermiş. Rodin de bunun üzerine tutku, şiddet ve umutsuzluğu en iyi şekilde anlatacak ve İlahi Komedya'nın cehennem tasvirlerini içeren bu çalışmayı yapmaya başlamış. Fakat 10 yıl gibi bir zaman çalışsa da yapıtı hiç bir zaman tamamlayamamış. Öldükten sonra bronzları dökülüp, Musee de Orsay'da sergilenmiş. 
CEHENNEM KAPISI
     Bu muhteşem esere dikkatlice bakarsanız içinde Rodin'in diğer eserlerinden de parçalar görmeniz mümkündür. Birçok müzede veya hediyelik eşya satıcılarında bu eserin minyatür halini satın alabilirsiniz.
     Ve bu kapıya arkanızı verip hemen sağınıza bakarsanız bir ünlü eseri daha CALAISLİLERİ görebilirsiniz.
CALAISLİLER
      Bu eser Calais kenti yöneticilerinin 14. yy da kentlerini yıkımdan kurtarmak için uğraşan altı kahramanın anısını yaşatmak için sipariş edilmiş. Rodin insanların verdikleri kararın ciddiyetini olduğu gibi yüzlerine yansıtmayı başarmış.
     Elimdeki kitapta bahçede olduğu söylense de benim göremediğim bir ünlü eser daha var. O da ÇIPLAK BALZAC heykeli. Bayağı olay yaratan bir eser bu. Ben de internetten araştırıp sizinle paylaşmak istedim.
ÇIPLAK BALZAC HEYKELİ
    Rodin bu heykeli yapınca Fransızlar şoka uğramışlar. Sanat çevreleri bu heykel sebebiyle ikiye ayrılmışlar. Ama olaylar bir süre sonra Dreyfusçular ve karşıt taraf olmak üzere politikaya kayınca Rodin bu heykeli sergilemekten vazgeçmiş.
    Son olarak müzenin butik bölümünü de gezip bu güzel müzeden ayrılıyoruz. Geldiğimiz yolun soluna sapıp, şehrin başka bilinmeyen yerlerini keşfe doğru ilerliyoruz.  
   Yol boyu yürürken binaların üzerinde bir şey dikkatimi çekiyor. O binayı yapan mimarın binanın doğal taşına yazılan ismi. 
BİNADA MİMARIN ADI
   Ne kadar kibar bir bilgilendirme şekli olduğunu görün. Bir de günümüz sözde müeahhitlerinin binalara yerleştirdikleri kaba ötesi yazıları düşünün. Bu şehri her açıdan sevdim ben gerçekten. Her şeyde ince düşüncenin dibi bu Fransızlar. 
  Bu ilerlediğimiz yol üzerinde önemli bir kaç bina var. Bunlardan birisi günümüzde başbakanlık konutu olarak kullanılan HOTEL MATİGNON. Başbakanlık konutu olduğu için binaya yaklaştığınız an korumaları sokağın her iki ucunda da görmeniz mümkün.
HOTEL MATIGNON-BAŞBAKANLIK KONUTU
    Bu bina bu bölgedeki en güzel yapılardan biri. Bina efsanevi partileri ve şölenleriyle anılıyor. Paris'teki en büyük özel bahçeye sahip bina, başbakanlığa 1958 den bu yana ev sahipliği yapıyormuş.
    Aynı yol üzerinde biraz ilerleyip sola saparak devam ederseniz tasarım harikası dükkanların içine dalacaksınız. Özellikle bayıldığım şu gözlükçü dükkanında müthiş modeller vardı.
PARIS SOKAKLARINDA BİR GÖZLÜKÇÜ TABELASI
VE İLGİNÇ GÖZLÜKLER
      Grenelle sokağına ulaşınca sağa döndüğünüzde bir zamanlar ünlü yazar Alfred de Musset'nin de yaşadığı ve bugün müze olan bir binayı göreceksiniz. Burası Musee Maillol.
MUSEE MAILLO'LUN ANA GİRİŞİ
MÜZENİN AVLU GİRİŞİ
    Burası özel bir müze olduğundan sadece görüp, çıkıyoruz. İçini gezmiyoruz. Bundan sonrası için  metroya binip yolumuzu kısaltalım istiyoruz. Rue de Bac dan metroya binip Ecole Militaire'de iniyoruz. Biraz yürüyünce de  Rue Cler caddesine yani Paris'in ünlü pazarlarından birinin bulunduğu hareketli caddeye geldik. Bugün pazar olduğu için pazarımız kapalı ama hafta içi buraya uğrarsanız bin bir çeşit sebze ve meyvenin satıldığı bu renkli pazarı görüp de bir şeyler almamanız mümkün değil.
RUE CLER
RUE CLER PAZARI
RUE CLER PAZARI
RUE CLER PAZARI
      Rue Cler'i geçip yavaş yavaş Sein'e doğru ilerlerken Avenue Rapp üzerinde No:29 da Art Nouveau tarzda yapılmış ve bu haliyle mimarına ödül getiren bir bina göreceksiniz.
AVENUE RAPP NO:29
         Binada tuğla, seramik gibi malzemeler, hayvan, çiçek, kadın motiflerinin bir arada kullanıldığı bir tasarım kullanılmış.
BİR BAŞKA AÇIDAN BİNA
     Yapıldığı dönemi düşününce aşırı sayılabilecek bu figürler bizim oldukça hoşumuza gidiyor.
AVENUE RAPP NO:29
        Avenue Rapp'tan dümdüz devam edince Sein Nehrine, kanalizasyonları ziyaret edebileceğiniz girişe geliyorsunuz,  Les Egouts'a.
LES EGOUTS
    Burası L'Alma köprüsüne girmeden hemen sağda bulunuyor. Müze kartımız geçtiği için para vermiyoruz ama normalde giriş 4 euro. Dar merdivenlerden aşağıya inerken burnunuza gelen kokular hele de bu sıcakta pek iyi değil ama merak işte insanı kanalizasyona bile sokturuyor.
KANALİZASYONUN İÇİ
     19.yy ın en önemli adamlarından Baron Haussmann'ın en büyük işlerinden biri de Paris kanalizasyonları olmuş. 2100 km lik kanalizasyon sistemi neredeyse Paris'ten İstanbul'a uzanacak kadar.
DEHLİZLERDE FARECİKLER
    Kimi yerlerde canlandırma ve bilgilendirmek için afişler olsa da burası bir zamanlar Sefiller'inin kahramanı Jean Valjean'ın dolaştığı dehlizler olduğundan insan ürküyor.
DEHLİZLERDE BAZI CANLANDIRMALAR
DEHLİZLERDE BAZI BİLGİLENDİRMELER
    Bu panolarda kanalizasyonların geçmişten günümüze hikayesini aktarmaya çalışmışlar. 
 Dolaştığınız yer gerçekten gezmek için bir yer olduğu gibi ayağınızın altınızdaki kafes demirlerin altından geçen pis suyun görüntüsünü görüyor ve kokusunu  alıyorsunuz.
DEHLİZLERDE KAYBOLABİLİRSİNİZ
YÜRÜRKEN DİKKATLİ OLUN DERİM
    Yürüyüş rotası bitince size bu sularla neler yapıldığına dair bilgilendirici kısa bir film gösteriyorlar. 
BİLGİLENDİRME VİDEOSU
   Okuduğum kitaplardan Paris kanalizasyonlarındaki suyun temizlenip, arıtılıp tekrar musluklardan geldiğini öğrenmiştim. Ne kadar doğru  artık bilemiyorum?
  Daracık bir çıkıştan çıkıp, yolun karşısına geçiyoruz. Hedefimiz Rer-C aktarmayla Arc  de Triomphe'ye varmak. Ama daha önce Rer treni kullanmadığımız için biraz tereddütlüyüz. Acaba elimizdeki bilet Rer de geçer mi diye düşünceliyiz. Biletimizi kullanınca geçtiğini anladık. Bu arada Rer treni, çift katlı tren ve metroya göre daha uzak mesafelere gidiyor. Bizse bir durak gidip aktarma yapmayı planlıyoruz.
RER METROSUNUN İÇİ
    Bu metro trenlerinin işleyişi biraz farklı, bu sebeple gelecek trenlerin son duraklarına bakın derim. Başlarında VICK gibi kısaltmalar oluyor ve diğer trenlere göre daha az yani iki sefer arası 5-10 dakika arasında değişiyor.
ÇİFT KATLI TRENİN GÖRÜNTÜSÜ
    İçine bindiğinizde tren oldukça temiz ve rahat. Bu çift katlı trenlere daha önce İsviçre'de binmiştim. Sizi hiç sarsmadan getirir, götürür. 
TRENİN İÇİ
     Aktarmalarımızı yapıp Charles de Gaulle metro istasyonunda inerek Arc de Triomphe'yi görme planıyla merdivenlerden yukarı çıktık ki ne görelim ? Her taraf ana baba günü gibiydi.
CHAMPS-ELYSEES
   Sebebi her yıl düzenlenen Tour de France Bisiklet Turnuvasıydı. Binlerce insan ünlü Champs-Elysees'in kenarına birikmiş, bisikletçilerin geçmesinin bekliyorlardı. Tabi bu durumda bugünkü Arc de Triomphe planımızda suya düşüyordu. Çünkü polis bütün geçişleri kapamış gözüküyor.
CHAMPS-ELYSEES DE YOL KENARINDA BEKLEŞENLER
   Hiç değilse giremiyoruz bari şu devasa yapıyı görelim diyoruz biz de, yolun karşısından şöyle bir göz atıyoruz.
ARC DE TRIOMPHE
   Arc de Triomphe'yi görünce ünlü cadde boyunca aşağılara doğru yürümeye başlıyoruz. Bu arada bisikletçiler ara ara geçtikçe insanlar hep birlikte bağırıp, coşuyorlar.
TOUR DE FRANCE BİSİKLETÇİLERİ
     Bütün dünyanın gözü bu turnuvada olduğundan oldukça şatafatlı bir görsel şölen var burada. Her yerde Tour de France amblemlerini, afişlerini görmeniz mümkün.
HER YERDE TOUR DE FRANCE
     Büyük firmalar kendi ürünlerinin koca koca maketleriyle bu topluluğun önünden geçerek şov yapıyorlar, dans ediyorlar.
FRANSIZ SU MARKASI VITTEL'İN GÖSTERİSİ
    Biz bu şöleni görebileceğimiz bir restorana oturup, acıkan karınlarımızı doyurmayı tercih ediyoruz. Bugün bu turnuva sonuçlanacağı için insanlar oldukça coşkulu. Bizim için ise oldukça yoğun bir program sonrası Tour de France denk gelmek güzel oluyor. 
    Yemeğimizi yeyip, yarın için ne yapabiliriz diye çalışmaya başladık bile, durmak yok!
BİRAZ YEMEK SONRA ÇALIŞMAYA DEVAM
   Bu bölgede bulunan Grand Palais ve Petit Palais'i polis yüzünden göremiyoruz. O sebeple günü Invalides Meydanı'ndaki III.Alexandre Köprüsü ile bitiriyoruz. 
    Köprü Ar Nouveau tarzında yapılmış. Lambalar, melekler, periler ve kanatlı atlardan oluşan süsleriyle Paris'in en güzel köprüsüdür.
III. ALEXANDRE KÖPRÜSÜ
     Bu köprü de Evrensel Sergi için yapılmış ve adını 1896 yılında temelini atan Çar III. Alexandre'den almış.
KÖPRÜNÜN ORTA KISMINDA BULUNAN BİR BÖLÜM
    Bu köprü için müthiş bir mühendislik harikası diyorlar.  Çünkü Sein nehri üzerinde 6 metre yüksekliğinde tek aralıklı çelik bir kemerden oluşuyor. Tasarım çalışmaları her iki bölgenin de görselliğini bozmayacak şekilde olması için çok sıkı denetlenmiş.
KÖPRÜNÜN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
      Köprüden Grand Palais'i görebiliyorsunuz. Diğer tarafında da Invalides Meydanı bulunuyor.
III. ALEXANDRE KÖPRÜSÜ'NDEN GRAND PALAIS
  Köprüden aktarmalarla otelimize varıyoruz. Otele gittiğimizde artık turnuvanın da birincisi belli olmuştu. Kenya doğumlu, bir süre Güney Afrika'da yaşamış ve şu an Birleşik Krallık pasaportu taşıyan Chris Fromome 2013 dünya şampiyonu olmuş. Tebrikler diyoruz.
2013 FRANSIZ BİSİKLET TURNUVASI ŞAMPİYONU
    Biz de bu güzel haberle günü sonlandırıp yarın ola hayrola diyoruz. Görüşmek üzere.

2.GÜN HARCAMALARI:
  1. 29 euro-2x 14,5-Eyfel girişi
  2. 17 euro-Öğle yemeği
  3. 5 euro-Kahve
  4. 15 euro-hediyelik eşya
  5. 27 euro-akşam yemeği
  6. 10 euro-atıştırmalıklar
TOPLAM: 96 euro=245 tl


3.GÜN-Quartier Tuileries-Quartier Opera:
   Yepyeni bir güne, dingin bir Paris sabahında başlamak için çok şanslı olduğumuzu düşünüyorum. Hayallerim gerçek olsa lafı vardır ya tam içinde bulunduğumuz durum için olsa gerek.
     Yeni güne önce muhteşem Paris kahvaltımızla sonra da bugünkü rotanın heyecanıyla başlıyoruz. Bugün dünyanın sayılı sanat koleksiyonlarından birine sahip müzelerinden birini ziyaret etmekle başlayacağız,  Louvre Müzesi.
    Bu sebeple kahvaltıdan sonra çantalarımızı sırtımıza takıp, metro ağının içine dalıyoruz. Her gün 1 ya da 2 aktarmayla gideceğimiz yere yerin altından rahat rahat ulaşmak bu şehrin en büyük artısı diye düşünüyorum.
      Metrodan iner inmez  karşımıza hemen Perault sıra sütunlarıyla Louvre'nin muhteşem binası çıkıyor.
PERRAULT SIRA SÜTUNLARI
    Bu sıra sütunlar 17. yy ortasında  Lous Le Vau ile Louvre için çalışan Claude Perrault'un eseri olduğu için bu adı almış.
  Bu sütunlu ön cepheyi geçerken dikkat edin Fransa'daki bir çok tarihi binada olduğu gibi burası da dışarıdan hendek bölümüyle ayrılmış.
LOUVRE'NİN GİRİŞİNDEKİ HENDEK BÖLÜMÜ
GİRİŞ KAPISI
      Kapıdan içeri girdiğinizde kocaman dikdörtgen bir avlu sizi karşılıyor.
KAPIDAN GİRDİKTEN SONRAKİ İLK AVLU
  Louvre 1190 yılında Kral Philippe-Auguste tarafından Paris'i Viking akınlarına karşı korumak için bir kale olarak yapılmış bir bina aslında. Zindan ve burçları da I.François zamanında yerini Rönesans bir binaya bırakıyor. İzleyen 400 yıl boyunca Fransız Krallar ve imparatorlar binayı durmaksızın genişletiyorlar ve bu hale geliyor.
   İlk girdiğiniz  dikdörtgen avludan da yine bir kapıdan geçerek nihayet piramitli bölüme giriyorsunuz.
PİRAMİTLİ AVLUYA GİRİŞ
       Piramitli bölüm ana avluya 1989 yılında eklenmiş. Ve buradan da bütün galerilere ulaşmanız mümkün. 
ANA AVLU-PİRAMİTLİ BÖLÜM
     İnsanlar burada saat 09.00 olmasına rağmen sıraya girmişler bile. Ama bu koca müzeyi gezmek için de insanın başka çaresi yok sanırım.
PİRAMİT HEYECANI
     Bizim Museum Pass ımız olduğundan yine beklemeden içeri giriyoruz. Giriş normalde 16 euro ve girişler piramidin önünden, aşağı merdivenle inilerek yapılıyor.
     Merdivenle indiğiniz anda zaten bir hengame karşılıyor sizi. Alt kata inince ilk yapacağınız şey hemen bir broşür almak olsun. Bu broşür size en önemli eserlerin nerede olduğunu şemalar ve katlarla gösteriyor. Ararken oda numaralarını takip etmeniz faydanıza diyorum.
PİRAMİTİN ALTI-MÜZENİN ANA BÖLÜMÜ
    Alt katta müze üç bölüme ayrılıyor. Bu üç bölüm sizi dışarıdaki büyük binanın içlerinde 4 kat boyunca dolaştırıyor. Bu sebeple gezinti yeriniz oldukça büyük. Bina Richelieu, Denon ve Sully olmak üzere üç ana bölümde eserleri sergiliyor.
RICHELIEU BÖLÜMÜ
SULLY BÖLÜMÜ
DENON BÖLÜMÜ
    Şunu hatırlatmakta fayda var, her bölümü gezip yine ana bölüme giriyor ve tekrar biletinizi ya da bizim gibi müze kartınızı gösteriyorsunuz. Sonra tekrar içeri giriyorsunuz.
      Müze daha önce de söylediğim gibi oldukça büyük ve üç ayrı kanatta fakat sekiz ayrı konu ile gezginleri bekliyor. Bunlar; resim ve  heykel, ki bunlar ait oldukları ülkelere göre düzenlenmişlerdir. Bunun dışında Yakın doğu eserleri; Mısır eserleri; Yunan eserleri; Etrüsk ve Roma eserleri; İslami eserler,;dekoratif eserler; resimler, baskılar ve desen çalışmaları gibi bölümlere ayrılmış.
     Biz öncelikle hem elimizdeki kitapta mutlaka görün denilenleri hem de bize verilen broşürdeki en önemli parçaları görmeye karar verdik. Yoksa bu müzeyi belki 3 belki 4 günde ancak bitirirsiniz.
   O sebeple önce herkes gibi biz de Denon kanadına yönelip, Mona Lisa'yı görelim dedik.
   Önemli eserler için size ilerlediğiniz yol üzerinde duvarlarda levhalarla yardımcı olmaya çalışmışlar.
BEN MONA LISA, HADİ BENİ BULSANA :)
    İlk girdiğiniz bölümde sizi bir heykel koridoru karşılıyor. Bu bölümde bizim en çok ilgimizi çeken ise bu utangaç bayan oluyor.
LOUVRE'DA UTANGAÇ BİR BAYAN
    Bu bayanı geçip de merdivenlere yönelirseniz merdivenin başında sizi Yunanistan'a ait önemli bir parça olan Samothraki Nike'ı yani Semadirek Kanatlı Zaferi karşılıyor.
SAMOTHRAKİ NİKE'ı-SEMADEİREK KANATLI ZAFERİ
   Louvre'nin Yunan heykellerinin en ünlülerinden biridir bu heykel. Daha doğal görünümlü insan heykellerinin üretilmeye başlandığı Helenistik dönemden yani M.Ö. 3. yy sonundan kalma bir heykel. Başı oldukça kalabalık şimdiden söylemesi.
  Nike'ı geçip sağa merdivenlere dönerseniz tam köşede müthiş tavan kabartmalarıyla bir salon sizi karşılıyor olacak.
TAVANIN ÜST BÖLÜMÜ
TAVANDAN GÖRÜNTÜLER
    Bu köşe odayı geçince resimlerle dolu güzel bir koridora giriyorsunuz. İsterseniz koridordaki oturma bölümlerinde oturup, dinlenirken bu güzel ortamın tadını da çıkartabilirsiniz.
KORİDORDA KISA BİR MOLA VE ETRAFTAKİLERİ İZLEME KEYFİ
    Efendim bu koridordaki Uzak Doğuluları takip ettiğiniz anda Mona Lisa'yı buldunuz demektir. Biz öyle yapıyoruz ve Mona Lisa'nın bulunduğu odaya yani Salle des Etats'a girince kalabalıktan ve gürültüden  zaten burada bir şeyler olduğunu anlıyorsunuz.
KALABALIKTAN MONA LISA'NIN BAŞI BELADA
   Sanki hiç görmediğimiz, bilmediğimiz bir şey mi ama insan cidden heyecanlanıyor böyle önemli parçalarla gerçek yaşamda karşılaşırken. Etrafı gözlemlediğinizde herkes çocuklar gibi şen. Herkes bu yaşamda bir kere dahi olsa Mona Lisa'yla bir fotoğraf karesini paylaşma derdinde. Bu ritüele biz de ekleniveriyoruz hemen.
AYHAN VE MONA LISA
BEN VE MONA LISAM
VE ASİL KIZIMIZIN TA KENDİSİ, MONA LISA
  Leonardo da Vinci'nin 1504 yılında yaptığı Floransalı bir soylu kadının La Gioconda olarak bilinen bu resim Rönesans portre sanatının en güzel örneği kabul edilmiş.
  Bu ünlü resme arkanızı verin tam karşınızda yine ünlü bir resmi göreceksiniz. Paolo Caliari'nin "Cana'da evlenme tablosu" da görülmesi gerekenler içinde bulunuyor. Bulunduğu duvarı olduğu gibi kaplayan kocaman bir resim. 
CANA'DA EVLENME-PAOLO CALIARI
     Bir de kendimi resmin önüne ekleyip size öyle göstermek istiyorum  resmin büyüklüğünü, ebatlarını bu şekilde daha iyi anlarsınız.
İŞTE BEN VE RESMİN KARŞILAŞTIRMALI HALİ :)
     Bu bölümde göreceklerimizi gördükten sonra bulunduğumuz bölümün bir paraleline Semadirek Kanatlı Zaferi'nin solundaki merdivenlerden çıkarak ulaşıyoruz ve sağ duvarda Napolyon'un karısı Josephine'ye taç giydirdiğini gösteren muhteşem bir resmi görüyoruz.
NAPOLYONUN EŞİ JOSEPHİNE'YE TAÇ TAKMASI
     Bu resim Fransa'nın bir dönem tarihini yansıtması açısından önemli. Ayrıca karşısına geçip oturduğunuzda özellikle Napolyon ve Josephine'nin duruşları nedense çok hoşuma gidiyor.
     Bu arada  Louis David'in bu tablosu hakkında kısa bir dedikodu da vereyim size. Napolyon, Notre Dame Katedrali'nde düzenlenen bu taç törenine Papa'yı da çağırmış ama bundan önceki törenlerde tacı takan Papa'ya bu görevi vermemiş. Yani bir anlamda çağırarak Papa'ya olan saygısını gösterirken, bir yandan da tacı kendisi takarak meydan okumayı tercih etmiş. Papa'nın Napolyon'un arkasında durduğunu görebilirsiniz. Ama asıl dedikodu şimdi geliyor, sıkı durun: Annesi Josephine'i eş olarak kabul etmeyip de sözünü dinletemeyince taç törenine katılmayı da kabul etmemiş. Napolyon bu duruma da şöyle bir çözüm bulmuş. Tabloyu yapan Louis David'e annesini de baş köşeye çizivermesini sipariş etmiş. Yani Josephine'in arkasında aynı hizada ortada oturan kadın Napolyon'un annesi oluyor. Törende yok, ama tabloda var! 
RESMİN EN CAN ALICI YERİ BENCE BU BÖLÜMÜ
   Bu kadar dedikodudan sonra yola devam derim. Bu salonda bu büyüklükte sağlı sollu birçok devasa, muhteşem resim göreceksiniz. Keşke daha fazla vaktimiz olsa da doyasıya bu havayı solusak, her bir ayrıntıyı inceleyebilsek. Ama başka bölümler, başka orijinal eserler görmek için istemesek de ayrılıyoruz.
SALONLARA DOYAMIYORUZ
      Yine aynı katta  Mısır eserlerinin olduğu bölüme geçiyoruz. Mısır bölümüne  geçerken ara ara başka salonlara rastlayıp, dolaştığımız oluyor.
DİĞER SALONLARDAN GÖRÜNÜM
    Mısır bölümüne geldiğimizde burada  elimizdeki broşürde önemliler arasında yer alan M.Ö.2500 yılına ait olan OTURAN KATİP heykelini göreceğiz.
OTURAN KATİP
      Oturan Katip heykeli kalker taşından yontulmuş ve üzeri boya ile renklendirilmiş. Eski Mısır'da katipler hayatlarını yazıyla kazanan kişiler ve mevkileri son derece önemliymiş. Bu heykelde de zaten genç adam yazmaya hazır bir şekilde,  papirüsü elinde tutmuş, bekliyor.
OTURAN KATİBE YAKIN ÇEKİM YAPALIM DEDİK
   Mısır bölümünde Oturan Katip gibi günlük hayatın parçalarından kesitlerin olduğu bir çok heykel göreceksiniz. Bu bölümü hızlıca geçerek, Richelieu kanadında Napolyon Odaları olarak bilinen daireleri görmeye gidiyoruz.
NAPOLYON ODALARI'NA DOĞRU-2. KAT-RICHELIEU
   Merdivenleri çıktıkça uzaktan şatafatlı odaların bize göz kırpması ile içeri dalmaya hevesimiz iyice artıyor.
ADIM ADIM NAPOLYON ODALARI
ADIM ADIM NAPOLYON ODALARI
ADIM ADIM NAPOLYON ODALARI
ADIM ADIM NAPOLYON ODALARI
ADIM ADIM NAPOLYON ODALARI
    Bu ayrı ayrı salonlarda o zamanın şatafatına, yaşayışına tanık oluyorsunuz ama insan böyle yerlerde ne kadar rahat eder düşünmeden de edemiyorsunuz.
    Odalardan fazla oyalanmadan çıkıyoruz ama bu kanadı bitirip öyle diğer kanatlara geçelim diyoruz. Tam olarak nereyi dolaşalım sıkıntısı içerisindeyiz. O kadar gezilecek yer ve önemli eser var ki ! Artık görebildiğimiz kadar deyip bir başka sefere diyeceğiz.
    Soluğu yine bu kanatta ünlü resimlerin olduğu bölümlerde alıyoruz. 




RESİMLERİN POZLARINA ÖZENENLER DE YOK DEĞİL HANİ :)
    Daha sonra Ian Vermeer'in 1665 yılında yaptığı Dantelci Kız resmini görüyoruz. Vermeer bu resimde Hollanda'daki günlük hayatı resmetmeye çalışmış. Eser Louvre'ye 1870 yılında gelmiş. 
DANTELCİ KIZ-IAN VERMEER
   Bu bölümden sonra Richelieu Kanadından çıkıp Sully bölümüne girerek Asurlulara ait parçaları görmeye gidiyoruz.
ASURLULARIN ESERLERİNDEN BİRİ
ASURLULARIN ESERLERİNDEN BİRİ
İNSAN BAŞLI, KANATLI BOĞA-ASUR 
         Müzede sona doğru yaklaşırken baktığımız şeylerden biri Sully kanadının en alt katında olan Orta Çağ Hendekleri oldu.
ORTAÇAĞ HENDEKLERİ-SULLY KANADI
   Philippe Auguste'nin kalesine ait olan ikiz kulelerin tabanı ve açılır kapanır desteğini burada görebilirsiniz. İzlediğimiz platformda bir eğlencelik bir kamere çekimi vardı. Önünden geçtiğimiz yer hem bizi çekiyor hem de görüntüde başka insanlar yürüyordu. Bunu anlayıp görüntüden geçen insanların kenarından fotoğraf çekmek biraz zor oldu ama kıyısından, köşesinden kendimizi yakalayabildik.
GÖRÜNTÜ VE BİZİM ÇEKTİĞİMİZ GÖRÜNTÜ :)
   Louvre'de son durağımız ünlü bir parça oluyor, Milo Venüsü. M.Ö 2. yy da yapılan ve güzellik tanrıçası Afrodit'i simgeleyen bir eser bu. Yunanistan'daki Milo Adası'nda bulunmuş. Normal hali boyalı olmasına rağmen bugün boyaları kalmamış. Ayrıca mevcut olan kolye, küpe ve bileziklerden geriye sadece onları bağladıkları izler kalmış.
MİLO'NUN VENÜSÜ
  Aslında bulunduğu bölümde birçok iyi eser olmasına rağmen heykelin başı oldukça kalabalıktı. Çünkü bu heykelin bir başka önemi daha var.
    1815'te Fransa, Napolyon Bonaparte tarafından ganimet olarak ele geçirilen günümüzde heykellerin en güzeli olarak tanımlanan Medici'nin Venüs'ünü İtalya'ya geri vermek zorunda kalmış. İşte Milo'nun Venüs'ünün İtalyan hükümetine geri verilen Medici'nin yerini doldurması istendiği için heykel önemli bir kültürel hazine olarak sunuluyor.
   Bu büyüleyici heykeli ve Louvre'u artık geride bırakıp yorulan bedenimizi dinlendirmeye ve acıkan karnımızı da doyurmaya karar veriyoruz. Geldiğimiz yoldan çıkıp karşıdaki metro durağının hizasındaki ışıklarla karşıya geçtiğimizde, köşede bir cafeye giriyoruz.
CAFE DU MUSEE
     Siparişimizi verirken cafe çalışanlarının türkçe konuştuğunu duyunca seviniyoruz. Ve hemen barın arkasında duran sahibi Ahmet Görür ile tanışıp sohbet ediyoruz.
CAFE DU MUSEE İŞLETMECİSİ AHMET GÖRÜR NAMI DİĞER DANIEL
   Yaklaşık 20 yıldır Fransa'da yaşayan Ahmet Bey bir çok iş yapmış ve cafe işletiminde karar kılmış. Ahmet Bey ile memleketin son halinden, Fransa'da ülkemizdeki olaylar hakkında neler düşünüldüğünden konuştuk. Burada yaşamalarına rağmen her şeyi takip ettiklerini söyledi. Biz de bu duruma sevindik.
    Sohbet sırasında siparişimizi vermeyi ihmal etmedik. Gelmeden ününü çok duyduğumuz Fransız crepini denemeye karar veriyoruz. Birimiz keçi peynirli crep, birimiz de salata söyleyerek öğle yemeğimizi beklemeye başlıyoruz.
BENİM KEÇİ PEYNİRLİ CREBİM
VE AYHAN'IN SALATASI
    Öğle sıcağında bu cafe bize çok iyi geldi. Louvre için gezmeye ara verdiyseniz mutlaka buraya uğrayın derim. Hem memleketten birileri görür, sohbet de edersiniz.
   Hala Louvre çevresindeyiz ve gezilecek daha çok yer var bu bölgede.İlk iş tekrar Louvre'un içinden geçip alt ucunda göreceğimiz şeyleri tamamlayalım dedik. Ama hazır karınlar doymuşken Louvre'un sevimli piramidiyle de görsel bir şeyler yakalasak mı düşüncesiyle yine biraz fotoğraf çekimi yapıyoruz.
LOUVRE'DA SON FOTOĞRAF DENEMELERİ :)
   Piramiti geçip alt bölümdeki kapıdan çıkmak için yürüyoruz. Ama dönüp de son bir kez o koca cama bakmadan edemiyoruz.
LOUVRE'YE SON BAKIŞ
    Fransızların bir bölümü bu piramidi bu binalara hiç yakıştıramıyormuş ama nedense benim hoşuma gidiyor.
    Piramidin ön kısmında  çıkışa doğru şahlanmış XIV. Louise'nin bir heykelini görüyorsunuz.
XIV. LOUISE'NİN HEYKELİ
     Heykelin tam karşısında da artık bu bölgenin çıkış kapısı olan Arc de Triomphe du Carrousel bulunuyor.
ARC DE TRIOMPHE DU CARROUSEL
   Napolyon bu kemeri eski Tuileries saray bahçelerinin girişi için 1805 yılındaki zaferleri anısına dikmiş. Mermer sütunların üstünde Grande Armee askerleri bulunuyor. Daha önce burada bulunan Venedik'teki St- Marco Meydanı'nına ait olan atlar 1815 te geri iade edilmiş. O zamandan beri de bu halini koruyor.
    Biz kemerin altından geçmeden Rivoli caddesine doğru saparak orada gezeceğimiz yerler için artık bu müze alanınından çıkışa geçiyoruz. 
LOUVRE MÜZE KOMPLEKSİ
      Yine kemerli bir geçişle tam Louvre müze kompleksinin sağında kalan ve hediyelik eşya mağazalarıyla dolu olan Rivoli caddesine geçip oradan da bir paraleldeki St-Honore'ye geçiyoruz. Bu sokaklar Paris'in en hareketli alışveriş noktalarından ikisidir. Pasajlar, butikler, hediyelik eşyacılar, kitabevleri..
       Bizimse ilk durağımız Fransa'nın Ulusal Tiyatrosu olan Comedie Française olacak. Tiyatronun geçmişi 17. yy a, Moliere oyuncularına dek uzanıyor.
COMEDIE FRANÇAISE
    Fuayede Moliere'nin HASTALIK HASTASI oyunu sahnelenirken üzerine yığılarak can verdiği koltukta bulunuyormuş ama kapalı olduğu için içeri giremiyoruz. 
     Tiyatronun önündeki metro istasyonunun  girişi oldukça gösterişli, mutlaka dikkat edin derim.
TİYATRONUN ÖNÜNDEKİ GEÇİT
    Tiyatronun hemen sağından Palais Royal'a geçiyoruz. Burası çalkantılı bir tarihi olan bir Kraliyet Sarayı imiş. XIV. Louise'nin çocukluğu burada geçmiş.
Saray 18. yy. da Orleans Düklerininelinde kumar ve fuhuş yuvasına dönüşmüş. Devrimden sonra da bu özelliğini sürdürmüş.
  Sonunda 1815 yılında kütüphanecilerden biri Alexandre Dumas olan müstakbel kral Louise-Philippe tarafından eski saygınlığına kavuşturulmuş. Palais Royal'ın avlusunda Daniel Buren'e ait taş sütunları görün derim. Bu sütunlar tüm tepkilere rağmen 1986 yılında buraya yerleştirilmişler. Bugünse çocukların ve kaykaycıların oyun alanı gibi bir şey olmuş.
PALAIS ROYAL AVLUSUNDA TAŞ SÜTUNLAR
  Bu arada saray şu an Anayasal Meclis'e ev sahipliği yapıyormuş. Bu avlunun sağından ve ya solunda ileri doğru yürürseniz sizi güzel bir bahçe karşılıyor, Palais Royal'ın huzur dolu bahçesi.
AVLUDAN ÇIKARKEN SANATA TAKILDIK
PALAIS ROYAL BAHÇESİ
        Bahçenin bugünkü hali 1630 lardaki halinden oldukça küçükmüş. Bunun sebebi ise bahçenin üç tarafına 1781-1784 yılları arasında birbirinin aynısı olan 60 tane evin inşa edilmesiymiş.
     Sıcak havada biz de bahçede bu dikdörtgen formda ağaçların arasında yürümeyi tercih ediyoruz.
PALAIS ROYAL BAHÇELERİNDE YÜRÜYÜŞ
  Bu evlerin altındaki restoranlar o zamanlar edebiyatçıların uğrak yerlerindenmiş.
    Parkın sonuna doğru karşınıza güzel bir havuz çıkıyor. Belki banklarda oturup kuş seslerini dinlemek, bu dikdörtgen formlu ağaçları izlemek istersiniz.
PARKIN SONUNDAKİ HAVUZ
PARKTAKİ HEYKELLERDEN BİRİ
    Parkı çevreleyen binaların altlarındaki geçitlerin birinden geçip, dışarı çıkıyoruz. Yani aslında Comedie Française i başlangıç noktası alırsak, şu an çıktığımız yolla tekrar ona doğru yürüme pozisyonundayız diyebiliriz. Ama yolumuzun üzerinde Moliere için yapılmış güzel bir çeşme var.
     Aslında çeşmenin de tam karşısındaki ev Moliere'in yaşadığı evmiş. Onun anısına bu çeşmeyi de aynı sokağa yapmışlar.
BİR ZAMANLAR MOLIERE'NİN YAŞADIĞI EV
MOLIERE'NİN EVİNDEKİ TABELA
MOLIERE İÇİN YAPILAN ÇEŞME
   Biz yine yürümeye devam ederken yerde gelmeden kitaplarda var olduğunu okuduğum bir işareti görüyoruz. Bu Fransız sokaklarının bir çoğunda bulunan ve yönü gösteren metal bir plaka.
KALDIRIMDA YÖN GÖSTEREN PLAKALARDAN BİRİ
   Comedie Française binasıyla birleşince,üzerinde olduğumuz St-Honore yolundan Sein Nehrine paralel yürürseniz sağ kolda St-Roch Kilisesini görürsünüz.
ST-ROCH KİLİSESİ
    Louvre'un mimarı Lemercier tarafından tasarlayan bu kilisenin temeli 1653'te XIV. Louise tarafından atılmış. Yüksekliği 126 mt olan bu devasa kilisenin ön cephesinde 1795 yılında kilisenin basamaklarını savunan kraliyet askerlerine saldıran Napolyon'un askerlerinin açtığı ateşin izlerini görebilirsiniz.
      Kilisenin içini kapalı olduğu için göremedik ama bulunduğunuz yolda aynı doğrultuda ilerlerseniz karşınıza yine sağ tarafta çok güzel bir meydan çıkıyor. Bu meydanın adı Vendome. Burası da 18. yy. da ünlü mimar Mansart  tarafından 1698 yılında yapımına başlanan bir kraliyet meydanı aslında. Meydanın tam ortasında bir sütun üzerinde Napolyon'un heykelini görebilirsiniz.
VENDOME MEYDANI'NDA NAPOLYON SÜTUNU
   Bu meydan normalde akademi ve elçilikler için tasarlanmış ama bankerler zamanla bölgeye taşınıp şatafatlı evler yaratmışlar. Günümüzde meydan hala doğal dokusunu korusa da bugün hala bankerlerin ve kuyumcuların yuvası gibi. Bu arada bilginize Frederic Chopin 1848 yılında No:12 de ölmüş.
FREDERIC CHOPEN'İN ÖLDÜĞÜ EV
     Bu meydanda ayrılıp tekrar Louvre'un yanındaki Rivoli caddesine ulaşıp, artık yavaş yavaş Tuileries Bahçelerine doğru giriş yapmayı planlıyoruz. Ama yol üzerinde Piramit Meydanı (place des pyramids) dedikleri yeri görüyoruz. Tam ortada yaldızlı Jean D'arc heykeli kraliyet yanlılarının gözde yeriymiş.
JEAN D'ARC HEYKELİ
   Biliyorsunuz Jean D'arc 1429 yılında İngilizlere karşı savaşırken esir düşmüştür. Ve daha sonra bir kafir olduğu öne sürülerek daha 19 yaşındayken diri diri yakılarak ölmüştür.
EFSANEVİ KAHRAMAN JEAN D'ARC
    Anıtı geçip yolun karşısına geçerseniz, parkın kocaman dönme dolabı zaten gözünüzün önünde sizi içeri çağıracaktır. Artık parka girmenin ve dinlenmenin vaktidir sanırım.
TUILERIES PARKI VE DÖNME DOLABI
     Biz dinlenmeyi tercih ettiğimiz için bu şirin dönme dolaba binmedik ama isteyenler 10 euro verip binebilirler. Kendimizi bir süreliğine parkın yeşilliklerine atma vaktidir.
TUILERIES PARKI
    Fransa'da bir alışkanlık var. Yetkililer parklara teker teker sandalyeler yerleştirmişler ve siz de sandalyelerle kafanıza göre takılıyorsunuz.
DİNLENME ZAMANI
UÇMA ZAMANI :)
     Bu bahçeler bir zamanlar Tuileries Sarayı'nın bahçeleriymiş. Şimdi Louvre'dan Champ-Elysses'e kadar uzanan bir yeşil manzaranın ta kendisi. Bahçelerde genellikle heykel, havuz  ve fıskiyeler vazgeçilmez.
      Bir yarım saat dinlenip bahçenin Concorde çıkışına doğru yürümeye başlıyoruz. Tam ortada yine güzel bir havuz sizi selamlıyor. İnsanlar havuz kenarında sandalyeleriyle güneşleniyorlar.
TUILERIES BAHÇELERİNDEN BİR GÖRÜNÜM
      Bahçede ilerledikçe göreceksiniz, bölüm bölüm yeşillikler ayrılmış ve hepsinin ortasında değişik formlarda heykeller bulunuyor.
YEŞİLLİK VE HEYKEL GRUPLARINDAN BİRİ
VE BU GÜZELLİĞE DALAN İNSANLAR
   Paris parklarının en sevmediğim yanı yerde toz halindeki toprakları oldu. Bir rüzgarda uçuşan garip bir toprak çeşidi. Sırf toprak olsun diye mi böyle bir şey yapmışlar anlayamadık ama alışamadık da.
   Parkın bahçıvanının bu bahçeleri düzenleyişinin 400. yılı olduğundan anmak için  parkın bir çok yerine aşağıdaki tabelayı yerleştirmişlerdi.
XIV.LOUISE'NİN BAHÇIVANI
    Ve çıkışa geliyoruz. Çıkışta yine kocaman bir havuz bizi uğurluyor ama çok tarihi bir meydan da bizi karşılıyor olacak.
TUILERIES BAHÇELERİNİN ÇIKIŞI
      Efendim Fransız tarihinin önemli olaylarında çok rol oynamış önemli bir meydana, Concorde Meydanı tam karşımızda göründü.
    Concorde Meydanı Paris'in göbeğinde sekiz hektarlık bir alana yayılmış Avrupa'nın en görkemli meydanlarından biridir. 18. yy. da yapılan ve ilk başlarda kralın heykeli burada olduğu için XV. Louis Meydanı olarak bilinen alanın sadece kuzey kısmında malikaneler bulunuyor ve bu alan sekizgen biçiminde bir forma sahip.
CONCORDE MEYDANI'NDAN GÖRÜNÜM
       Meydandaki XV. Louise heykelinin yerini daha sonra bir giyotin almış ve burada iki buçuk yıl içinde 1119 kişi idam edilmiş. Bunların içinde XVI. Louise, Marie-Antoinette, devrim liderlerinden Danton, ve Robespierre gibi ünlüler bulunuyor.
        Meydanın adı daha sonra bir uzlaşma yaratmak amacıyla Concorde olarak değiştirilmiş. Ve 19. yy. da yerleştirilen 3200 yıllık Luksor dikilitaşı, iki çeşme ve Fransız şehirlerini simgeleyen çeşitli heykellerle albenisini artırmış.
LUKSOR'DAN GETİRİLEN 3200 YILLIK DİKİLİTAŞ
DİKİLİTAŞTAN BİR KESİT
    Her 14 temmuz günü Champs-Elysees boyunca düzenlenen geçit törenlerinin son bulduğu ve zirveye ulaştığı yer burasıymış. Bu yürüyüşlerin en gösterişlisi Devrim'in 200. yılı olan 1989 yılında Bastille Günü'ne  1 milyondan fazla kişi ve pek çok dünya lideri katılmış. Kısmetse Paris'e bir daha bu gösterilerin olduğu zaman gideriz. Bu sefer Tour de France ile idare ettik. 
 Meydandaki Dikilitaş şu an restorasyon görüyor. Meydandaki heykeller, çeşmeler  ve özellikle sokak lambaları ise çok hoşumuza gitti.
MEYDANDAKİ ÇEŞMELERDEN BİRİ
ÜZERİNDE PARİS'İN AMBLEMİ  YELKENLİ OLAN BİR SOKAK LAMBASI
       Birçok kişinin son nefesini verdiği bu meydandan ayrılarak Quartier Opera bölgesinde bulunan La Madeliene Kilisesine doğru yürümeye başlıyoruz. Kilisenin ön cephesi aslında Concorde meydanını dik kesen yolların birinin sonunda yer alıyor. 
      Kilise Maria Magdalena' ya adanmış, oldukça büyük ve ihtişamlı bir kilise. Daha içine girmeden görüntüsüyle sizi büyülüyor desem yalan olmaz.          Napolyon askeri başarılarını adamak için bir kilise yaptırmak istiyor ve 1806 yılında Jena Çarpışmasından sonra Pierre Vignon'a bu binanın siparişini veriyor. 20 metre yükseliğindeki sıra sütunlar binayı çevreliyor ve siz gözünüzü bu ihtişamdan alamıyorsunuz.
LA MADELEINE KİLİSESİ
LA MADELIENE KİLİSESİ
        Kilisenin bronz kapılarında On Emir'in yansıtıldığı rölyefler ve iç mekanda mermer ve yaldızlarla süslemeler yapılmış.
    Kilisenin içine girdik ve ayin olduğu için  bu huzurlu ortamda oturup biz de kilisenin  pederini dinledik. 
KİLİSE'NİN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
      Ayin bitince dışarı çıkıp hemen kilisenin tam arkasında bulunan Madeliene Meydanı'na geçtik. Bu meydan trüf, şampanya, çikolata ve havyarlarıyla ağzının tadını bilenler için cennet diyebiliriz. 
MADELEINE MEYDANI
MADEILENE MEYDANI
   Meydanda bir çok ünlü mağaza var. Mutlaka milyonerlerin süpermarketi diye adlandırılan ve No:26 da yer alan Fauchon'a uğrayın derim. Burada 20 bin çeşidin üzerinde ürün bulunuyormuş. Biz de ilk önce onu ziyaret etmeye karar veriyoruz. Ama içeri girer girmez sanki bir markete değil de ünlü bir markanın butiğine girmiş hissine kapılıyorsunuz.
FAUCHON'UN İÇİNDEN GÖRÜNÜM
     İçeride gerçekten 20 binden fazla mı bilmiyorum ama oldukça fazla ürün çeşidi var. Ben fotoğrafını çektiklerimden bazılarını paylaşmak istiyorum.
RENGARENK ŞEKERLER
KURU MEYVELER
ŞAMPANYA VE ŞARAPLAR
RENGARENK MACORONİLER
ÇEŞİT ÇEŞİT ÇİKOLATALAR
DANTELALAR
BİR TANE BİLE MACORONI ALMADAN ÇIKMAYIN
İŞTE BENİM MACORONİM HAZIR BİLE
   Bu pembe mi pembe ve oldukça pahalı olan mağazadan çıkar çıkmaz aldığımız 1 adet macoroninin tadına bakıyoruz efendim.
MIIMMMM..DENEYİN DERİM :)
    Meydanda Fauchon'un tam karşı çaprazında bir ünlü market daha var, Hediard. Ona da bakmadan geçmeleyelim diyor ve içeri dalıyoruz.
HEDIARD-MADELIENE MEYDANI
     Hediard Fauchon'a göre biraz daha market havasında. Ama o da oldukça albenili sayılır. İçerideki ürünleri tatmanız için küçük ikramları var mutlaka deneyin derim. Hediard'da dünya ürünleri bulabilirsiniz. Örneğin Çin'de yediğimiz Uzak Doğu meyvelerinin bir kısmını burada gördük. Ve bir çok Uzak Doğu çayı da vardı.
BİNBİR ÇEŞİT MEYVE
ŞARAP VE ŞAMPANYA ÇEŞİTLERİ
DÜNYA ÇAYLARI
PEYNİR ÇEŞİTLERİ
     Hediard'tan çıkarak Opera bölgesini gezmeye devam ediyoruz. Ana caddeye çıkıp, Capucines Caddesi boyunca yürüyoruz. Aslında bu yürüdüğümüz yol Boulevards diye adlandırılıyor. Yani Boulevards Capucines. 17. yy. da kullanılmayan eski alanları gösterişli gezinti yollarına dönüştürmek için bir çok Boulevards yani bulvar yapılmış. Bu bölgede ise La Madeilene Kilisesi'nden ayrılan 8 bulvar var.
   Bu bulvarlarda şık cafeler ve restoranlar oldukça bol ve kalabalıkları kendine çekmeyi hala başarıyor sanırım. Ama biz Capucines'de yürürken hemen solumuzda olan Edouard VII sokağından içeri sapıyoruz. Buradaki bir geçit sayesinde Opera Binasının olduğu bölgeye kısadan çıkıp bu geçidi de görmüş olacağız.
KULLANDIĞIMIZ GEÇİT
    Geçiti geçtiğimizde artık Opera Binası'na doğru iyice yaklaşıyoruz ama size burada gezeceğiniz iki yerden bahsetmek istiyorum. Bunlardan biri bir bal mumu müzesi Grevin diğeri de Paris'in tarihsel geçmişini anlatan Paris Story adında bir müzedir.
   Paris Story'nin özellikle bu şehre ilk gelenler için çok faydalı olduğunu okuduk. Tanıtım için 1 saat süren ve Victor Hugo'nun bir hologram figürü tarafından anlatılan bir de film varmış ama 3 aydır Paris hakkında yeterli derecede kitap okuduğumuzdan biz bu tanıtım yapan müzeye girmeyi tercih etmiyoruz.
PARIS STORY
VICTOR HUGO İLE FİLME NE DERSİNİZ?
 Ve Grevin de bize Madame Tussauds'u gördüğümüz için çok çekici gelmediğinden girmiyoruz.  
MUSEE GREVİN
MUSEE GREVİN
    Bilgilendirmelerden sonra biz yine yolumuza devam mı etsek diyorum. Bulunduğumuz yerden Paris'in o muhteşem opera binasına ulaşıyoruz işte. Ama ilk gördüğümüz yan görüntüsü oluyor.
PARİS ULUSAL OPERA BİNASI
   Bu bina da Paris'teki birçok bina gibi III.Napolyon istediği için tasarlanıp, yapılmış. Biraz daha çıkıntılı görünen bölüm suikasta uğrayan imparator için özel olarak sonradan yapılmış.
PARİS ULUSAL OPERA BİNASI
   Opera binası çok işlek bir caddenin köşesinde olduğundan hem araba hem yaya trafiği oldukça yoğun.
OPERA BİNASININ ÇATISINDAN AYRINTI
   Bugün sadece bale gösterimi yapan binayı bir bilet alarak gezmeniz mümkün.
Mutlaka görmeniz gerekenler binanın beyaz mermerden yapılmış merdivenleri, mozaiklerle kaplı kubbeli tavanı ve sahnesidir derim.
OPERA BİNASININ TAVANI VE SAHNESİ
OPERA BİNASININ MUHTEŞEM MERDİVENLERİ
   Eğer opera binasını görüp, bakakaldıysanız ve biraz da dinlenmek istiyorsanız hemen köşedeki Cafe de la Paix'e uğrayın derim. 19. yy. dekorasyonu ve kibar garsonlarıyla cafe biraz tuzlu da olsa oturup, bu meydanı gözlemlemek için çok iyi bir konuma sahip.
CAFE DE LA PAIX
    Soğuk bir şeyler içerken bölge hakkında da araştırma yapmayı ihmal etmiyoruz. Bulunduğumuz bölge aslında bir ticaret ve turizm merkezi olarak anılıyor Paris'te. Şık ve pahalı mağazalar, popüler alışveriş merkezleri mevcut. Akşam olunca da tiyatrolar, sinemalarla farklı bir kalabalığa bürünüyormuş.
CAFE DE LA PAIX'DE MOLA
   Unutmadan eğer Cafe de la Paix'te oturuyorsanız ünlü vanilyalı kekinin bir tadına bakın derim.
CAFE DE LA PAIX'İN VANİLYALI KEKİ
     Cafede dinlendikten sonra cafenin iki paralel sokağında bulunan bir bara gidiyoruz. Burası ünlü bir bar, Harry's Bar. Adını 1913 yılında burayı satın alan barmenden alıyor ama bizim için önemi Ernest Hemingway ve F.Scott Fitzgerald'ın bu barın müdavimlerinden olması.
HARRY'S BAR
    Günün bu saatinde kimse olmayacağından sadece barı merak ettiğimiz için içine girdik. Ve kahramanlarımızı bir kenarda oturup, edebiyat tartışırken hayal ediyoruz.
HARRY'S BARIN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
     Bardan çıkıp aynı sokakta yürürseniz aynı kolda bir de orijinal görünümlü bir gece kulübüyle karşılaşacaksınız.
SHOW-BAR-RESTAURANT
    Günün ilerleyen saatlerinde biz de sona yaklaşırken buradan, Opera Meydanı'ndan metroya binip Madeleine durağında iniyoruz. Hedefimiz 19. yy. da Paris'in alışveriş merkezleri olan pasajları görmek.
         Biraz aradıktan sonra ilk pasajımızı PANORAMA'yı buluyoruz. Bu pasajlar yapıldığı dönemde ticarethaneler, atölyeler ve apartmanlar için yaşayan kapalı bir alan oluşturmuşlar ama bir süre sonra gözden düşmüşler.
PASAGES DES PANORAMAS
    Fakat bu pasajın gözden düştüğü her halinden belliydi. Birçoğu kapalı dükkanlar ve olanlar da oldukça bakımsız, anlamsız dükkanlardı. Elimizdeki kitapta mutlaka görün dedikleri Pasges Vivienne'yi bulmak için geldiğimiz yola dönüp yani Madeleine metro durağın karşısına geçip, dümdüz yürüyoruz. Ve hemen sağda girişini buluyoruz.
PASAGES VIVIENNE
  Bu pasajın yer mozaikleri oldukça hoştu. İçinde cafeler, takı satan dükkanlar, kitapçılar ve tasarım dükkanları görmeniz mümkün.
PASAGES VIVIENNE'NİN MOZAİKLERİ
PASAGES DES VIVIENNE'DEKİ KİTAPÇILARDAN
   Bu güzel pasajda oturmak ve de oturup, biraz kitap okumak istiyoruz. Nasılsa gün programımız artık ha bitti ha bitecek.
KEYFİMİZ YERİNDE :)
  Keyfimiz yerinde be dostlar. Paris'te mutluyuz. Bu ülkeyi çok sevdik ve burada kendimizi nedense hiç yabancı istemedik. 
MUTLUYUZ
    Birer GLAÇE içiyoruz. Bir yandan Paris için getirdiğimiz kitapları çıkıp okumak istiyoruz. Bu arada glaçe burada çok yaygın. Yani buzlu içecek. Biz çaylı istedik ve buzlu çayımızı içerken biraz da bu güzel ortamın tadını çıkarttık.
MUTLUYUM :)
PARİS CAFELERİNDE ARAGON
   Sana büyük bir sır söyleyeceğim.
    Zaman sensin 
    Zaman kadındır
    İster ki 
    Hep okşansın diz çökülsün hep 
    Dökülmesi gereken bir giysi gibi ayaklarına 
    ARAGON

   Bugünün son durağı için gerekli metro aktarmalarını yaparak  Charles de Gaull durağında iniyoruz. Dün görüp de çıkamadığımız Arc de Triomphe'ye gidiyoruz.
ARC DE TRIOPMHE
ALT GEÇİTLE ARC DE TRIOPMHE'YE GİDİYORUZ
   Metrodan çıktığımızda dünkü yoğun Tour de France kalabalığından eser yoktu. Yol kenarına gelip bu devasa anıta nasıl geçeriz diye bakınırken hemen solumuzda bir alt geçit olduğunu gördük. Zaten araba yolundan geçmeniz imkansız. Sakın denemeyin derim.
  Eğer müze kartınız varsa bizim gibi kartınızı gösterip girebilirsiniz ama yoksa 10 euro ödeyeceksiniz.
  Napolyon en büyük zaferi olan 1805 yılındaki Austerlitz Savaşı'ndan  sonra askerlerine "Eve döndüğünüzde zafer takı altından geçeceksiniz "diye bir söz vermiş. Ertesi yılda bu devasa yapının temeli atılmış. Fakat Napolyon tak bitmeden ölmüş. 50 mt yüksekliğindeki bu bina artık birçok önemli törenin başladığı yer olmuş.
ANITIN ALTINDAN BİR GÖRÜNÜM
  Bu takın olduğu meydan zafer takını merkez alarak on iki caddeye ayrılıyor. Bu caddelere isim olarak ünlü generaller isimleri verilmiş.
 Takın altında tam merkezde 1. Dünya Savaşı'nda ölen insanlar için bir askerin de yattığı meçhul asker anıtı ve ateşi bulunuyor.
MEÇHUL ASKER ATEŞİ
MEÇHUL ASKER ANITI
    Anıtın iki bacağında ve iki yüzünde çeşitli kabartmalar bulunuyor. Bunların hepsinin anlattığı bir takım şeyler var.
NAPOLYON'UN ZAFERİ
   Yukarıdaki kabartmada 1810 tarihli Viyana Barış Antlaşması anlatılmaya çalışılmış.
1792'DE GÖNÜLLÜLERİN SEFERE ÇIKIŞI
 Bu arada takın tabanında da çeşitli plakalar var. Hepsi de bir tarihi olay anlatıyor.
TABANDAKİ METAL PLAKALAR
  Yukarıya yani binanın gözetleme platformuna 284 basamakla çıkmadan nedense ikimizin de tabanda biraz uzanası var. Ve tatlı bir akşam esintisiyle Arc de Triopmhe'nin gölgesinde dinleniyoruz.
TAKIN ALTINDA ŞEKERLEME
   Bir 20 dakikalık dinlenmeden sonra artık yukarıya çıkmanın, Paris'in en güzel manzaralarına bakınmanın zamanıdır. Döne dolana 284 basamak çıkmaya başlıyoruz.
ARC DE TRIOMPHE'NİN BASAMAKLARI
   Basamaklar bitince geniş bir salon sizi karşılayacak. Burada çeşitli bilgilendirmeler, heykeller var.
ANITIN ÜSTÜNDEKİ SALONDAN GÖRÜNÜMLER
ANITIN SALONUNDAN GÖRÜNÜMLER
ANITIN SALONUNDAN GÖRÜNÜMLER
     Ve bu salondan da yine kısa bir çıkışla nihayet en tepeye varıyorsunuz. Buraya böyle gün batımına yakın gelirseniz oldukça keyifli oluyor. Başınızın üstünde hafif hafif esen rüzgar eşliğinde, 12 koca yola bakmanız mümkün.
BULVARDA AYRILAN YOLLARDAN BAZILARI
DAHA AYRINTILI BAKMAK İSTİYORSANIZ, DURMAYIN 
UZAKLARDAN EYFEL BİLE GÖZÜNÜZE TAKILIYOR BU YÜKSEKLİKTEN
HANGİ YÖNDE NE VAR? BAKMAK İSTER MİSİNİZ?
 Ve hava karardığında bizim de inişe geçme ve dinlenmek için otele dönme vaktimiz geliyor. Bugün uzun mu uzun bir gün oldu. Yarına görüşmek üzere.

3. GÜN HARCAMALARI:
  1. 30 euro-öğle yemeği
  2. 1,5 euro-meyve
  3. 1.7 euro-maceroni
  4. 16 euro-Cafe de La Paix
  5. 22 euro-hediyelik eşya
  6. 10 euro-cd
  7. 6,5 euro-cafe
  8. 15 euro-akşam yemeği
TOPLAM: 102,7 euro=262 tl

4.GÜN-Montmarte-Quartier Latin-St-Germain:
     Bugün güne Paris'e yukarılardan bakan ve sanata doyacağımız şirin bir bölgeye, Montmarte'ye gidiyoruz. Burası 19. yy ın sonlarına doğru geenelevleri, kabareleri ve revüleri gezmeye gelen ressamlar, yazarlar, şairler ve öğrenciler için bir buluşma yeri olarak kullanılıyormuş. Bu yüzden de muhafazakar Paris sakinleri gözünde bir sefahat yuvası olarak anılmasına sebep olmuş. Bugün gece hayatı eski cazibesini kaybetmiş, eskisi kadar yazar, çizer de olmasa da sanat o günkü kadar olmasa da yine devam ediyor. 
  Bulunduğumuz yerden 2 aktarma yaparak yaklaşık yarım saatte Montmarte'ye varıyoruz. Tabi burası yüksek bir yer olduğundan istasyonda indiğinizde  yukarıya ya epeyi basamakla ya da  asansörle çıkıyorsunuz.
    İstasyondan çıktığınızda yandaki basamakları çıkarak yine tırmanmaya devam ediyoruz. Çünkü önce bu tepeye kondurulmuş o muhteşem kiliseyi göreceğiz.
      Artık Montmarte bölgesine  giriş yapacağınız son merdivenleri de çıkınca hemen sağınızda  Dalida'nın bir büstünü göreceksiniz. İtalyan şarkıcının büstünün buraya niye konduğunu anlamadık ama hoşumuza da gitti. 
    Sabah erken bir saat olduğundan sokaklar oldukça boş. Ve şehre göre yüksekte olduğumuzdan çok güzel bir hava ve esinti var.
YAVAŞ YAVAŞ YOKUŞU ÇIKIYORUZ
NEŞEMİZ YERİNDE
    Günün ilk saatlerinde cafeler, hediyelik eşyacılar bile yeni yeni hazırlıklarını yapıyor.
CAFELER AÇILIYOR
BU TATLI YOKUŞLA YUKARI ÇIKIYORSUNUZ
ATÖLYELER AÇILIYOR
      Burası aslında Fransızcada Butte yani tepe olarak anılan  havasında şirin mi şirin küçük bir köy havasında ve olağanüstü bir sinerjisi var.
    Çok sevdiğim Fransız kartpostalları ve metal levhaları burada her yerde , belki sizinde hoşunuza gidecektir.
MONMARTE DÜKKANLARI
HER YERDE SÜSLÜ PÜSLÜ DÜKKANLAR
HER ŞEY NOSTALJİK
   Eski hali nasıl bilmiyorum ama Montmarte Tepesi hala büyülü bir yer ve köy havasında ve insanı mest ediyor.
 Sabahın ilk saatleri olmasına rağmen insanlar biz gibi akın akın buraya gelmeye başlamış bile. 
  Yukarıya doğru yürürken sağlı sollu hediyelik eşyacıları, cafeleri, fırınları görebilirsiniz. Sonunda da Place de Tertre  denilen ve ressamlarla dolu o güzel meydana varıyorsunuz.
PLACE DE TERTRE'DE RESSAMLAR İŞE BAŞLADI
    Meydan ve ressamlar tam anlamıyla canlanmadığı için biz önce diğer gezecekğimiz yerleri gezelim istiyoruz ve tam karşımızdaki St-Pierre de Montmarte Kilisesi'ni görmek için ilerliyoruz.
St-PIERRE DE MONTMARTE KİLİSESİ
  Hemen arkasındaki Sacre Coeur'un gölgesinde kalan bu kendi halinde kilise Paris'in en eski kiliselerinden biriymiş. 1133 yılında yapılmış ve aslında Monmarte Benedikten Manastırının kalıntısıymış. Ve bu manastırın baş rahibesinin mezarı da hala buradaymış. Kilise'de eskiden burada olan Roma tapınağına ait dört sütunu da görebilirsiniz. 
KİLİSE'NİN GİRİŞİNDEKİ TABELA
     Bu küçük kilise devrim sırasında  Aklın Tapınağı adıyla bilinirmiş.Ve baş 
 rahibesi giyotinle idam edildikten sonra kilise kullanılmaz olmuş ta ki 1908 yılında takdis edilene kadar.
KİLİSENİN İÇİNDEN GÖRÜNÜM
KİLİSENİN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
   2. Dünya Savaşı sırasında atılan bir bombanın yıktığı vitraylar yerine Gotik tarzda yapılmış vitraylar yapılmış.
KİLİSE'NİN YENİ VİTRAYLARI
   Bu arada kilisenin küçük mezarlığı sadece 1 kasımda ziyarete açılırmış bilginiz olsun.
KİLİSE'NİN BAHÇE DUVARI
KİLİSE'NİN KAPISI
KİLİSE KAPISI OYMALARINDAN BİRİSİ
  Kilisenin tam arkasında Sacre Coeur var ama oraya ulaşmak için önümüzdeki yoldan arka tarafa doğru bir daire çizip, yoldan ilerliyoruz.
   Ve karşımıza Paris'in tüm kulelerinden gözüken  bembeyaz melek gibi bir yapı çıkıyor, Sacre Coeur. 
  1870 yılında Fransa-Prusya Savaşı başladığında iki Katolik girişimci, Fransa'nın yaklaşmakta olan Prusya saldırında kurtulması durumunda İsa'nın Kutsal Yüreği'ne adanmış bir kilise yaptırmaya and içmişler. Prusya kuşatması da hatırlarsanız daha önce bahsetmiştim Parislilerin açlıktan hayvanat bahçesindeki hayvanları bile yedikleri kuşatma.
SACRE COEUR KİLİSESİ
   Prusya kuşatmasından kurtulunca projeyi Paris Başpiskoposu Guilbert üstlenmiş. Yapım çalışmaları, Perigueux'daki Roma-Bizans Kilisesi St-Front'tan esinlenenen Paul Abaide'nin tasarımlarıyla 1875 yılında başlamış ve 1914 yılında tamamlanmış. Fakat Fransa'nın 1919 yılındaki başarısına kadar takdis edilmemiş.
    Kilise'ye girişe bronz kapılarını geçerek başlıyoruz. Kapıların üstü rölyeflerle donatılmış ve İsa'nın hayatından ve Son Yemek gibi ayrıntılar işlenmiş. 
SACRE COEUR KAPISI
SACRE COEUR KAPI TOKMAĞI
     İçeri girdiğinizde Paris'in en ünlü merkezlerinden biri olan bir yer için gerektiği kadar kalabalık olduğunu göreceksiniz. Burada oturup, vitrayları, Büyük İsa Mozaiğini izleyin derim. Koro mahalli tonozunu saran bu büyük İsa Mozaiği 1912 yılında yapılmış.
BÜYÜK İSA MOZAİĞİ-SACRE COEUR
SACRE COEUR VİTRAYLARI
SACRE COEUR VİTRAYLARI
SACRE COEUR İÇİNDEKİ HEYKELLERDEN BİRİ
   Kilise'de yeterli vakti geçirince dışarıda inceleyeceğimiz parçalar için tekrar kilisenin önüne geçiyoruz.
  Kilisenin giriş bölümünün hemen üstünde iki adet süvari heykeli göreceksiniz bunlardan biri  sağdaki Jeanne D'arc, soldaki Aziz Louis heykelidir.
KİLİSENİN GİRİŞİNDEKİ AZİZ LOUIS HEYKELİ
    Bu iki süvarinin ortasında da Bazilikanın en önemli heykelini, İsa Heykelini göreceksiniz. 
İSA HEYKELİ-SACRE COEUR
   Kilisenin alt kısmında biletle gireceğiniz bir de kripta bölümü bulunuyor. Ama biz oradayken açık olmadığı için giremedik. Kriptadaki şapelde taştan bir urnanın içinde burayı yaptıranlardan Legentil'in kalbi bulunuyormuş. Bu arada kripta ve kubbe bölümüne girmek ücretlidir bilginize.
   Burada göreceğimiz son bölüm 83 metre yüksekliğindeki çan kulesi oluyor. Kilisenin arka tarafını dolaşırsanız, görebilirsiniz. Dünyanın en ağır çanlarından birini taşıyormuş. Çan 18,5 ton ve tokmağı da 850 kg mış.
SACRE COEUR ÇAN KULESİ
    Artık bu büyüleyici mekandan ayrılma vaktidir. Kilise'nin alt bölümünde aşağılara kadar uzanan bir bahçe bölümü var ve en iyi fotoğraflar buradan alınıyor bilginiz olsun. 
    Biz de Paris'in bu ilginç tepesinde başka neler var bakınmaya devam ediyoruz.  Buradaki ressamların eserlerinin bulunduğu bir müzeye doğru gidiyoruz. Musee de Montmarte.
MUSEE DE MONTMARTE
  Bu sevimli ev 17. yy da Moliere'nin tiyatro topluluğunun bir oyuncusu olan Roze de Rosimond'a aitmiş. Bu tepenin en güzel evlerinden biri olan bu evde bir çok sanatçı ağırlanmış. Bohem hayatın tanığı olarak müzede andaçlar, resimler, fotoğraflar bulmanız mümkün. İçeride bir de güzel bahçesi bulunuyor.
MÜZENİN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
MÜZENİN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
MÜZENİN BAHÇESİNDEN BİR GÖRÜNÜM
   Bu müze dahil bir çok yerde hem kartpostalını hem de ayracını görüp aldığım bir iki  afiş var. Onu da sizinle paylaşmak isterim ne de olsa sizinde gözünüze Paris'te her yerde çarpacak.
      Bunlardan biri CHAT NOİR. Aşağıdaki afiş Art Nouveau simgelerinden biri haline gelmiş bir kabare afişidir. Çok ünlü şimdiden söyleyelim. Sanatseverler bu afişteki kedi için "Sanattan anlayan hınzır bir kedi" derlermiş. 1986 yılında kabare oynanmış ve oldukça beğeni toplamış.
CHAT NOİR KABARESİ AFİŞİ
 Chat Noir gibi ünlü afişlerden biri de aşağıdaki afiş. Benim oldukça hoşuma gidiyor.
BAYILIYORUM BU AFİŞE-MONTMARTE
   Efendim bu güzel müzeden çıkıp yokuş aşağı bırakın, atın Montmarte sokaklarına kendinizi. Bir zamanlar bastığınız bu taşlarda ünlü mü ünlü sanatçılar, yazarlar yürürmüş, durmayın derim.
    Müzenin alt yoluna indiğinizde bir zamanlar bağların dolu olduğu bu tepede kala kala tek kalan bağı görme şansınız olacak.
MONTMARTE'DE KALAN TEK ÜZÜM BAĞI
    Bu bağın da tam karşı köşesinde bir zamanlar çok revaçta olan eski bir kabare var, Au Lapin Agile.
      Daha önceki adı Cabaret des Assassins olan kabare bugünkü adını Andre Gill'in yaptığı bir tabeladan almış.
ANDRE GILL'İN KABAREYE ADINI VEREN TABLOSU 
   Bir tavşanın tavadan kaçışını gösteren resim "Çelik Tavşan" olarak tanınıyor. 20. yy. başlarında entelektüeller ve ressamlar sayesinde popüler olmuş kulüp. 
ÇELİK TAVŞANIN BİNADAKİ HALİ
  1911 de romancı Roland Dolgeres  ve kafenin bir grup müdavimi bir eşek şakası yapmışlar. Kafe sahibinin eşeğinin kuyruğuna bir resim fırçası bağlayıp resmetmişler ve ortaya çıkan resmi Adriya'da Gün Batımı adıyla sergilemişler. Bu sebeple de hakkında oldukça bahsedilen bir kulüp olmuş. Kulüp bizim için bir soluklanma yeri oldu. Kapısının önünde bir bank var ve gerçekten bundan 100 yıl önce ne şekildeyse öylece kalmış burası.
ÇELİK TAVŞAN'IN GÖLGESİNDE DİNLENİYORUZ
  Pablo Picasso buranın resmini yapmış fakat bu resim kabare sahibi tarafından 1912 yılında 20 dolara satılmış. Daha sonra 1989 yılında aynı tablo açık artırmayla 67,5 milyon dolara alıcı bulmuş.
PICASSO'NUN FIRÇASINDAN AU LAPIN AGILE
   Gölgeli güzel, minyatür bahçesinde biraz oturduktan sonra Çelik Tavşan'dan ayrılıyoruz.
LAPIN AGILE'NİN DIŞARIDAN GÖRÜNÜMÜ
  Burayı görmek için biraz aşağılara indiğimiz için şimdi yine sabah geldiğimiz yokuşu etraftaki binaların tadını çıkararak tırmanıyoruz.
BİRBİRİNDEN GÜZEL, BAKIMLI PARİS DÜKKANLARI
  Meydana varmadan görmemiz gerek bir yer daha var o da Espace Dali Monmarte diye geçen Dali Müzesi.
    Monmarte'nin tam ortasında, meydana gelmeden Dali'nin 330 eserine ev sahipliği yapan sürekli sergiyi ziyaret edebilirsiniz.
MONMARTE'DEKİ DALİ MÜZESİ'NİN GİRİŞİ
   Müzeye giriş 10 euro ve özel bir sergi olduğundan müze kartımız geçmiyor. İçeride daha önce de Sabancı Müzesi'nden aşina olduğumuz bazı parçaların farklı sunumlarıyla ve daha pek çok eserle karşılaşıyoruz.
DALİ MÜZESİ'NDEN GÖRÜNTÜLER
DALİ MÜZESİ'NDEN GÖRÜNTÜLER
DALİ MÜZESİ'NDEN GÖRÜNTÜLER
DALİ MÜZESİ'NDEN GÖRÜNTÜLER
DALİ MÜZESİ'NDEN GÖRÜNTÜLER
   Müzeden çıkıp butik bölümüne giriyoruz ve bu ilham perisi sanatçıya ait eserlerden oluşan bir-iki ayıraç alıyoruz. Paris dönüşü okuyacağım kitaplar için ayraç koleksiyonuma oldukça ayraç eklemiş bulunmaktayım. Ve oldukça sevinçliyim.
     Efendim Monmarte'nin kremasını sona sakladık. Gelelim şu ünlü meydana. Place de Tertre diye anılan Monmarte Meydanı'na geçiyoruz. Tertre tepecik ya da tümsek anlamına geliyormuş. Ve bu manzaralı meydan 13o mt ile Paris'in en yüksek noktası olma ünvanı taşıyormuş.
   19. yy. dan beri de burada resimlerini sergilemeye başlayan ressamların mekanı olmuş. Tüm meydan canlı bir atölye misali her tarafından sanat akıyor.
 Kimileri kara kalem, kimileri yağlı boya, kimileri bizim bile ilk defa gördüğümüz tekniklerle çalışıyorlar. Ama hepsinin etrafında en az üç kişi yapılan resmi izliyor.
RESSAMLAR VE İZLEYİCİLERİ
    Uzak Doğulu ressamların çokluğu bizi biraz şaşırttı ama gezerken Paris'te en çok gördüğümüz kesimin onlar olduğunu düşününce de aklımıza uygun geldi.
UZAK DOĞULU BİR RESSAM
Ve o ressamın elinden çıkan, ne olduğunu anlamadığımız ilginç bir kağıda yapılan resim.
MONMARTE'DEN SANAT
      Bu ressamın yanında esprili bir şeyler çizen ve şakacı bir ressam vardı. Önce başkasına yaptığı şeyi izledik ve hoşumuza gidince biz de bir resim yaptıralım dedik. Temamızı da Paris'e doğru koşmak olarak kararlaştırdık.
İLK ÇİZGİLER GELİYOR
   Ressamımız ara ara Ayhan'ı uyarıyor bakmasın diye çünkü bitmeden görmesini istemiyor.
AYHAN'IN BÖLÜMÜ BİTİYOR YAVAŞ YAVAŞ :)
   Ayhan'ın yerine bu sefer ben geçiyorum ve gülmekten duramıyorum. Az önce bizim izlediğimiz gibi bizi de izleyen ve heveslenenler var. Tabi ben de merak ediyorum. Ve sonunda ressamımız bakabilirsin diyor.
İŞTE BİZİM RESMİMİZ
    Resmi görünce biraz işlerin ters olduğunu anlıyoruz ama yapacak bir şey yok. Ayhan'ı kolundan tutup Paris'e sürükleyenin ben olduğumu söylüyoruz ressamımıza, o da bize gülümsüyor. Bu arada 30 euro yerine 20 euro ödeme yapıyoruz. 
VE SEVİMLİ, ESPRİLİ RESSAMIMIZ
   Bir zamanlar Türkiye Fransız Büyükelçiliği'nde çalışan ressamımıza teşekkür edip artık bir şeyler yemek için onun yanından ayrılıyoruz. 
    Küçük masalarıyla tam meydana bakan şirin bir cafe-restauranta oturup mekanın tadını çıkartıyoruz.
RESTORAN TABELALARI BİLE AYRI MUHTEŞEM BURADA
MONTMARTE'DE MUTLUYUZ
    Yemekten sonra bölgenin biraz daha aşağılarında kalan Moulin de la Galette'yi görmeye gidiyoruz. Bu arada Moulin değirmen anlamına geliyor hatırlatmakta fayda var. Ama tam da biz Montmarte'den aşağılara inerken eğlence tam kıvamında ilerliyor, sokak müziği başlamış bile. Biz de biraz dinleyip, öyle ayrılıyoruz.
MONTMARTE'DE SOKAK MÜZİĞİ
     Bir zamanlar Montmarte'de 14 ten fazla yel değirmeni buğday öğütmekte ve üzüm preslemekte kullanılırmış. Günümüzde bunlardan sadece ikisi kalmış. Lepic caddesinin ilerisinde bulunan Radet şimdi Moulin de la Galette isimli restorana çevrilmiş. 
    1622 yılında yapılan değirmenin sahiplerinden Debray 1814 Paris Kuşatması sırasında işgalci Kazakları püskürtmeye çalışırken değirmenin kanatlarından birinde çarmıha gerilmiş.
MOULIN DE LA GALETTE
   Değirmen 19. yy. sonunda ünlü bir dans salonu haline gelmiş. Auguste Renoir ve Vincent van Gogh gibi önemli ressamlara esin kaynağı olmuş.
    Lepic caddesinden aşağıya doğru ilerlerseniz cafelerle dolu bu yol sizi Sacre Coeur'un alt bölümündeki bahçelere ve metro biletinizi de kullanabileceğiniz teleferiğe çıkartır.
 LEPİC CADDESİ ÜZERİNDEKİ CAFELERİNDEN BİRİ
 MONTMARTE'YE TELEFERİKLE ÇIKMAK İSTEYENLER İÇİN
     Aşağıdan Sacre Coeur manzarası oldukça iyi gözüküyor. Mutlaka buradan fotoğraf çekin derim. Aynı yoldan biraz daha ileriye yürürseniz tam köşede Halle Saint Pierre adında müze ve galeri olarak hizmet veren bir bina göreceksiniz. Ee sanat nerede biz orada diyoruz ve hemen içeri dalıyoruz tabi ki. Sonra da iyi ki girmişiz diyoruz. 
HALLE SAINT PIERRE'E DOĞRU
HALLE SAINT PIERRE
SANAT, KİTAP,RESTORAN VE HALLE SAINT PIERRE
    Burada avangart tiyatro oyunları, müzikaller, edebiyat akşamları ve tartışmaların yanı sıra çocuklara yönelik atölyeler de yapılıyormuş. Sürekli koleksiyon olarak da 1970 lerde toplanan 500 den fazla eser bulunuyormuş. Ve içinde keyifli vakit geçireceğiniz çok güzel bir cafe ve kitabevi bulunuyor. Daha ne ister ki insan.
HALLE SAINT PIERRE KİTABEVİ
HALLE SAINT PIERRE KİTABEVİ
    Bu güzel mekandan zorla ayrılıyorum şahsım adına. Her zaman bulunmak istediğim, havasını solumak istediğim türde bir mekan burası.
     Biz dışarı çıktığımızda hava biraz biraz kararmaya başlamış, tek tük yağmur çiseliyordu. Biz de sevgili Amelie'nin çevrildiği cafeye gitmek istediğimizden koşa koşa sokaklarda adres bakınarak ilerlerken, yağmur artık iyice hızlandığında o ünlü cafeye adım atabildik,   Cafe des 2 Moulins.
CAFE DES 2 MOULIN
   Şimdi Amelie hangi film diyenler vardır. Hani Audrey Tatu'nun oynadığı sevimli mi sevimli, herkesi mutlu etmeye çalışan bir kız vardı ya onun filmi. Hem filmi hem müziklerini çok severim.
AMELIE FİLMİNİN AFİŞİ
     Burada olmak benim için büyük mutluluk gerçekten. Burada oturup vakit geçirmek, bir şeyler okumak, yemek, içmek istiyorum. Sağ olsun yağmur da bize bu konuda yardımcı oluyor. Önce bir zamanlar Amelie'nin çalıştığı barda biraz oturuyor sonra masalara geçiyoruz.
ARKAMDA AMELİE VE BEN
    Madem buradayız yeni tatlar deneyelim diyoruz. Zira fırsat buldukça Fransız yemeklerini tatmaya çalışıyoruz. Bu sebeple burada ünlü olan Tart Tatin diye bir tatlı ve yanında kahve siparişi veriyoruz.
TART TATIN
    Tart Tatin aslında bir elmalı tart. Ama pastacılıkla uğraşan iki kız kardeşten birisi fırından çıkardığı tartı kazara tekrar fırına düşürünce elmaların da kızardığını ve çok güzel olduğunu görmüş. Bundan sonra da tarta kendi adını vererek satmaya başlamış. Kısaca hikayesini size aktardığım bu tatlı çok hafif. Yanında hafif bir kremayla servis ediliyor. Deneyin derim.
   Bir saate yakın kaldığımız cafede yağmur eşliğinde biraz Aragon şiirleri okuyor, biraz sohbet ediyoruz. Amelie köşesinde de fotoğraf çektirmeden dışarı çıkmıyoruz.
CAFE DES 2 MOULIN'DE AMELIE KÖŞESİ
   Bu cafe güzel müzikleri, hoş ve loş ortamı ve size hatırlattıkları ile hoşunuza gidecektir. 
CAFE DE 2 MOULIN'DEN AYRILIYORUZ
     Artık Montmarte'nin son durağı geliyor, Mouline Rouge. Hepimiz biliyoruz değil mi?
     1885 yılında inşa edilen ve 1900 yılında dans salonuna dönüştürülen bir salon. Can Can dansı ilk defa burada yapılmış. Can can dansını bilmeyenleri için açıklayayım; hani Red Kid'te barlarda dans eden kadınların, bacaklarını havaya kaldırarak yaptıkları danstır.
MOULIN ROUGE
    Çılgın ve renkli dans şovlarına sahip kulübü Henri de Toulouse-Lautrec'in afişleri de ölümsüzleştirmiş.
AFİŞLERDEN ÖRNEKLER
AFİŞLERDEN ÖRNEKLER
AFİŞLERDEN ÖRNEKLER
AFİŞLERDEN ÖRNEKLER
AFİŞLERDEN ÖRNEKLER
     Tabi bu afişlerin yanı sıra Jane Avril ve Yvette Guilbert gibi "Dorriss Kızları " nın gösterileri, günümüzde ışık gösterilerinin ve sihirbazlıkların da yapıldığı parıltılı Las Vegas tarzı revüler olarak devam ediyor.
JANE AVRIL
JANE AVRIL AFİŞİ
YVETTE GILBERT AFİŞİ
    Artık Montmarte'den ayrılma vakti geliyor. Hemen Moulin Rouge'un önünden Blanche metrosundan girip aktarmayla bölgemizi değiştirip, Quartier Latin'e geçip, günlük gezimize devam ediyoruz.
     Metrodan Cardinal Lemone durağında iniyoruz. Bu bölge Sein Nehri'nden Lüxemburg Bahçelerine kadar uzanan  eski bir semt. Kitapçılar, cafeler, sinemalar ve caz kulüpleriyle dolu her taraf. Önemli isimleri yetiştiren IV.Henri ve Louise Le Grand adlı iki saygın lise de burada bulunuyor.
  Biz indiğimiz yerden  doğruca Clovis caddesi üzerindeki Pantheon'a yürüyoruz.
PANTHEON
  XV. Louis, 1744 yılında yakalandığı umarsız bir hastalıktan kurtulduğunda, Saint Genevieve onuruna görkemli bir kilise yaptırmaya karar vermiş. 1764 te başlayan inşaat ancak 1790 da bitmiş. Fakat kilise, Devrimin hız kazandığı günlerde Fransız büyüklerinin mezarlarının konulduğu bir Pantheon'a dönüşmüş. 1806 yılında da kiliseye iade edilmiş. Kutsanmış ve 1885 yılında şehre iade edilmiş.
  Tasarımında Roma'daki Pantheon'dan esinlenerek yapılmış bu yapıda ön cephede 22 sütun bulunuyor.
PANTHEON'UN İÇİ
   İç mekanda, merkezinden büyük kubbelerin yükseldiği bir Yunan haçı şeklinde düzenlenmiş dört koridor bulunuyor. Bu koridorların girişe yakın olanlarında freskler göreceksiniz.
St-GENEVIEVE FRESKLERİ
FRESKLERDEN BİRİSİ DAHA
   Bu arada koridorlarda sağlı sollu anıtlar var  ama anıtların en görkemlisi olan Devrim anıtını  koridorun tam karşısında göreceksiniz.
KORİDORLARDAN ANIT HEYKELLERDEN BİRİ
KORİDORLARDAKİ ANIT HEYKELLERDEN BİRİ
KORİDORLARDAKİ ANIT HEYKELLERDEN BİRİ
KORİDORUN SONUNDAKİ ANIT
      Bu yapının en önemli özelliği biliyorsunuz birçok ünlü Fransız'ın burada yatıyor olmasıdır. Bu mezarları görmek için koridorun sonundan merdivenlerle aşağı inmeniz gerekiyor.
     Aşağı indiğiniz an ısı birden azalıyor ama bol ışıklı, bol sütunlu lüks bir mezarlıkta dolaşıyor olacaksınız. 
PANTHEON'UN KRİPTA BÖLÜMÜ
    Buraya gömülen ilk ünlü sevilen bir hatip olan Honore Mirebeau imiş. Fakat daha sonra devrimci hareketin önderlerinden Robespierre'nin gözünden düşüyor ve buradan götürülüyor. Daha sonra bir çok ünlü kişi zamanla buraya taşınıyor.
      Girer girmez sizi iki düşünürün mezarı karşılıyor sağınızda J.J. Rousseau ve sol tarafta tam onun karşısında Voltaire.
JEAN-JACQUES ROUSSEAU'NUN MEZARI
JEAN-JACQUES ROUSSEAU'NUN MEZARININ YANDAN GÖRÜNÜMÜ
VOLTAIRE'NIN MEZARI VE HEYKELİ
VOLTAIRE'NİN MEZARININ YANDAN GÖRÜNÜMÜ
      Bu ana bölümü geçince ilerki koridorlarda oldukça fazla göz var. Herhangi birini atlamamaya çalışırken bazen tanıdığımız ünlülere de rastlayıp, seviniyoruz. Niye seviniyorsak? Adamın mezarını görmek bize yetiyor işte.
MARIE CURIE VE EŞİ PIERRE CURIE-1995'TE GETİRİLMİŞLER
     Victor Hugo solda, Alexandre Dumas karşıda ve Emile Zola sağda konumlanmak üzere aynı odayı paylaşıyorlar. İçeri giriş de yasak.
VICTOR HUGO'NUN MEZARI
ALEXANDRE DUMAS-2002'DE GETİRİLMİŞ BURAYA
EMILE ZOLA'NIN MEZARI
    Önemli kişilerin odalarının önünde onlarla ilgili panolar bulunuyor. Victor Hugo Fransızlar için gerçekten önemli bir şahsiyet, ona verdikleri önemi şu birkaç gündür ben bile anladım. Her yerde onunla ilgili bir şey görmeniz mümkün.
VICTOR HUGO ÖLDÜĞÜNDE PANTHEON'UN ÖNÜNÜN HALİ RESMEDİLMİŞ
VICTOR HUGO
   Pantheonun kripta bölümünden çıkıyoruz artık doğruca bulunduğumuz bölgeden Sein Nehri'ne doğru inişe geçiyoruz.
    Bu bölgeler daha canlı ve hareketli gözüküyor. Gelmeden okuduğumuz Fransız Kilisleri'nde klasik müzik konseri ilanlarından biri bir şapelin önünde gözümüze çarpıyor.
CHOPIN DİNLEMEYE VAR MISINIZ?
   Bu Avrupa'da oldukça yaygın bir işleyiş ama hoşuma da gittiğini itiraf edebilirim. Kiliselerin o huzurlu ortamlarında neden bir konser olmasın?
 Gelelim bu canlı semt hakkında öğrendiklerimize efendim. Burası Sorbonne'un etkisinde oldukça kalmış. Ve ismini de latince konuşan öğrencilerden almış, Quartier Latin.
   Bu bölge sanatçılar, entelektüeller ve bohem hayat yaşayanlar için her zaman cazip bir yer olmuş ama politik kargaşalarla da dolu bir geçmişi varmış. St-Michel Meydanı 1871 yılında Paris Komünü'nün merkezi olmuş, Mayıs 1968 olaylarına ise öğrenci hareketlerine ev sahipliği yapmış. Ama günümüzde de semtin doğu bölümü üst sınıfın oturabileceği kadar lüks hale gelmiş.
  Biz burada ilk önce St-Severin Kilisesi'ne uğruyoruz. İnşasına 13. yy. da başlanan kilisenin tamamlanması 3 asır sürmüş. Görkemli Gotik tarzda bir kilise.
St-SEVERIN KİLİSESİ
BİR BAŞKA AÇIDAN St-SEVERIN KİLİSESİ
KİLİSENİN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
   Kiliseyi dolaştıktan sonra kendimize bu saate kadar dolaşmanın verdiği başarıyla bir yemek molası veriyoruz.
    St-Michel gerçekten yemek açısından dehşet bir yer. Hem fiyatları diğer yerlere göre uygun hem de dünya mutfağından hatta Türk Mutfağı'ndan bile yemek yeme şansınız var.
FRENCH CUISINIERE
ANTALYA RESTAURANT-St-MICHEL
     Güzel bir İtalyan restoranında ben bir spagetti Ayhan'sa balık menü yiyerek bulunduğumuz yerin tadını çıkartıp, gidene kadar akşam yemeklerimizi bu bölgedeki yani St-Michel'deki değişik yerlerde yemeye karar veriyoruz. Size de tavsiye ederiz. Ne ararsanız var burada. 
   Yorgunluk kahvelerimizi de bir akordeoncunun güzel ezgileriyle içerek yine yola düşüyoruz artık günün sonuna yaklaşıyoruz.
   Bulunduğumuz yerin iki paralel ana caddesi üstünde ismini bizim de çok yakından duyduğumuz, birçok ünlü Türk'ün de burada okuduğu bir üniversiteye, Sorbonne'a gidiyoruz.
  Paris Üniversitesi'nin merkezi olan Sorbonne 1253 yılında IX.Louis'nin papazı Robert Sorbon tarafından yoksul 16 öğrencinin teoloji eğitimi görmesi için kurulmuş. Bu başlangıçtan sonra üniversite teolojinin merkezi haline gelmiş.
SORBONNE ÜNİVERSİTESİ
     1469 yılında üniversite rektörü, Mainz'den üç baskı makinesi getirtince   Fransa'nın ilk matbaası kurulmuş. Üniversitenin 18. yüzyıl liberal felsefesine muhalif tutumu Devrim sırasında baskı görmesine sebep olmuş. 
      1806 yılında Napolyon üniversiteyi yeniden kurmuş. Şapel haricinde bütün binalar tekrar yapılmış.
   Binanın tam karşısında da sanki üniversiteye gülümser gibi bir Montaigne heykeli göreceksiniz. Acaba neden gülümsüyor çok merak ettim?
SORBONNE KARŞISINDA MONTAIGINE HEYKELİ
    Sorbonne Quartier Latin bölgesindeki son yerimizdi şimdi Sein boyunca ilerlersek, bir sonraki bölüm olan St-Germain'e geçieceğiz. 
  Burası da oldukça hareketli bir bölge; 2. Dünya Savaşı'ndan sonra barlar, cafeler ve bunların etrafında gelişen entelektüel hayatla özelleşmiş bir yer bu bölge. Ama o zamanlara göre bugün daha hareketliymiş. O zamanların liderleri ve   asi öğrenciler de burjuva yapıya geri dönmüşler. Ancak 1960 larda doğan radikal genç düşünürler bugün hala bu cafelerde oturuyor ve caddelerde dolaşıyorlarmış.
  Bölge şimdi Yeni Dalga sinemacıları, yazarların yine uğrak yeri. Ama o zamana göre kitap evlerinde yaşanan değişim açıkça görülüyormuş.
St-GERMAIN'DE BİR KİTAPÇI
     Şehrin bu bölümünde işte 1950 lerde ve günümüzde yazarların takıldığı pek çok ünlü restoran ve cafe var. Benim de özellikle uğramak istediğim 1-2 tanesi bulunuyor. Ama şu an gürültülü cafeleri ve sinemalarla dolu Odeon bölgesine gidiyoruz.
     Burada ünlü bir tiyatro binası var, Tiyatro Odeon.  İlk önceleri otel olarak yapılan bina daha sonra dönemin kralı tarafından satın alınarak Comedie Français'e hediye edilmiş. Figaro'nun Düğünü'nün promiyeri 1784 yılında burada yapılmış. 1797 'de de Odeon ismini almış.
TİYATRO ODEON
    1800'lerde bina bir yangınla birlikte yerle bir oluyor. Fakat daha sonra tekrar inşa ediliyor. 2. Dünya Savaşı'ndan sonra da modern dramlara yer veriyor ve Paris'in en gözde tiyatrosu oluyor. Günümüzde İngilizce de dahil olmak üzere yabancı dillerde de eserler sergiliyorlarmış.
    Odeon'dan direk Sein'e doğru inerseniz St-Germain'e caddesine ulaşırsınız. 
St-GERMAIN CADDELERİNDE CAFELER
   St-Germain caddesinin uzunluğu 3 km den fazlaymış ve Sol Yaka'nın en işlek caddesi kabul ediliyormuş. 
    Bu caddeye bakan bazı evlere ait avlular var ve bazıları da oldukça ünlü. Bunlardan birine mutlaka girin derim.
CADDEYE BAKAN AVLULARDAN BİRİNİN GİRİŞİ
  Bu avludaki binalar size sanki bir Orta Çağ kasabasına girmiş hissi veriyor ama cafeler sizi yine günümüze taşıyor.
AVLUDAN BİR BAŞKA GÖRÜNÜM
 Bu avluda dünyanın ilk cafesi olma özelliğini taşıyan Le Procope'nin arka yüzü var.
DÜNYANIN İLK CAFESİ
   Avlunun bir ucundan girip bir ucundan çıkıyoruz ve caddeye çıktığımızda Le Procope'yi bu sefer ön cepheden görüyoruz.
LE PROCOPE'NİN ÖN TARAFI
   Sicilyalı Procope tarafından 1686 yılında açılan bu mekan şehrin edebiyat ve siyaset çevrelerinin ve Comedie Française oyuncularının uğrak yeriymiş. Ünlü müşterileri arasında Benjamin Franklin ile kahve ve çikolata karışımından günde 40 bardak içtiği söylenen Voltaire varmış. Kim bilir belki Voltaire bu karışım sayesinde bu kadar iyi bir düşünür olmuştur. Hesabı ödeyemeyen genç Napolyon ise şapkasını rehin bırakıp, para aramaya gidenlerdenmiş.
 Bugün zaten akşam saatlerini bulmuşken ünlü cafelerin peşine düşerek günümüzü bitireceğiz. Önce Ernest Hemingway'in Scott Fitzgerald ile birlikte müdavimi olduğu Les Deux Magots'a gidiyoruz.
LES DEUX MAGOTS
   Les Deux Magots hala edebiyat çevrelerinin gözde mekanlarından biri sayılıyormuş. Zaten oturanlar edebiyat ile ilgili mi bilmiyorum ama dışarısı tamamen dolu, içerisi de tek tük kafa dinlemek isteyenlerle doluydu.
   Burada buluşma geleneğini başlatan 1920 ler ve 30 larda Sürrealist sanatçılar ve Ernest Hemingway gibi edebi kişiliklerin, 50 lerde ise varoluşçu filozof ve yazarların buraya toplanmasıymış.
LES DEUX MAGOTS'UN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
     Cafenin bugünkü müşteri profilini yeni Hemingway'lerden çok yayıncılar ve gelip geçenleri izlemeye gelen müşteriler ve turistler oluşturuyor. Sanırım biz de mecburen son kategoriye giriyoruz. Bu tarih kokan cafe ismini de sütunlardan birini süsleyen iki ahşap Çinli tüccar heykelinden (magot) alıyormuş.
CAFEYE ADINI VEREN AHŞAP ÇİNLİ TÜCCARLAR
  Bu cafede olmak beni çok mutlu ediyor. Gelmede okuduğum birçok kitapta bahsinin geçmesi iyice bu cafe hakkında merağımı artırmıştı.
 Duvarlarında Picasso'ların, Hemingway'lerin, Fitzgerald'ların olduğu, bir zamanlar onların soluduğu havayı burada solumak oldukça mest edici.
  Bu nostaljik cafede bir ara tuvalete gideyim dedim. Cafenin bir köşesinde aşağıya doğru döne döne inen eski usul bir merdivene inerken "telefon ve wc" kelimelerini görünce tarihe tanık olmak gülümsetti beni. Wc. tamam da telefon kabini ancak o yıllarda zar zor olabilecek bir şey. Ve aşağıda o kabini mutlaka görün derim.  Anında 1940 ların filmlerinden gözümün önüne sahneler  geliyor.
   Bu nostaljik cafede ne yapılır peki; kitap okunur, şarap içilir, edebi sohbet edilir ve eski usul bir sıcak çikolatanın keyfi çıkarılır. Biz de öyle yaptık. 
LES DEUX MAGOTS VE ESKİ USUL SICAK ÇİKOLATA
       Biz Hemingway'i tercih ettik ama Les Deux Magots'un tam yan köşesinde bir ünlü cafe daha var, Cafe de Flore.
     Burası Paris hakkında araştırmalar yapmadan ismen tanıdığım bir cafe. Sebebi de okuduğum kitaplardan öğrendiğim kadarıyla, Jean Paul Sartre'ın maddi sıkıntılardan dolayı soğukta çalışmamak için bu cafeye gelip, yazılarını burada yazmasıdır.
CAFE DE FLORE
      Bu ünlü cafenin kırmızı renkli koltuklar, maun mobilyalar ve aynalardan oluşan Art Deco iç mekanı 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana pek fazla değişmemiş. Karşılıklı her iki cafenin de müdavimleri farklıymış. Günümüzde garsonlar  hala 1950 lerdeki gibi papyonları ve beyaz önlükleri ile dolaşmaktadırlar.
CAFE DE FLORE'UN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
CAFE DE FLORE'NİN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
     Burada Jean Paul Sartre ve Simone Beauvoir tartışa, konuşa Varoluşçuluk Felsefesinin geliştirmişler. Filmlere sahne olmuş, bol bol resimleri yapılmış bu cafeyi görün derim. En azından Sartre ile belki aynı koltukta oturma olasılığınız için.
RESİMLERDE CAFE DE FLORE
RESİMLERDE CAFE DE FLORE
    Efendim cafe bölgesi hem de ünlü cafeler bölgesi dedik ya bu iki rakip cafenin tam karşı köşesinde bir ünlü cafemiz daha var o da; Brasserie Lipp.
   Burası bir Alsace göçmeni tarafından kurulmuş. Alsace birası, lahana turşusu, lezzetli sosisleri ve nefis kahvesi olan cafe Fransız politikacıların ve moda patronlarının gözdesi durumunda.
BRASSERIE LIPP
   Cafe 19. yy sonlarında açılmasına rağmen 1950 lerde ün kazanmış. Günümüzdeyse yemeklerinden çok atmosferi için insanlar buraya gelirmiş. 
BRASSERIE LIPP'DEN BİR GÖRÜNÜM
    Allahtan Paris'te hava geç kararıyor ve günü oldukça uzun kullanıyoruz. Bugünün en son durağına ilerleyip, otelimize gidip, dinleneceğiz. Bulunduğumuz yere çok yakın olan Dragon caddesi üzerinde, bir zamanlar Victor Hugo'nun yaşamış olduğu binayı göreceğiz.
     Evin bulunduğu bu küçük sokağın geçmişi Orta Çağ'a dek uzanıyormuş. Hala 17. ve 18. yy. dan kalma evlerle dolu bir sokak. Büyük kapılar, uzun pencereler ve demirden balkonlar mevcuttur.
DRAGON SOKAĞINDA VICTOR HUGO'NUN YAŞADIĞI EV
    Devrimden önce bir grup Flaman ressam bu sokakta yaşamışlar. Victor Hugo'da 19 yaşında genç bir öğrenciyken bu binada çatı katını kiralamış. Onun anısına da binanın girişine bir taş levha yerleştirmişler.
EVDE ASILI OLAN TAŞ LEVHA
      Bu Fransız milleti gerçekten tarihine ve milli duygularına çok önem veriyor. Düşünün ünlü bir yazarın 19 yaşında yaşadığı ev bile korunup, gözetiliyor. Birkaç gündür burada geziyorum ama yetiyor bazı şeyleri anlamak için. Adamlar birçok şeyi aşmış. Bizim gibi hala din, iman diye ortada gezmiyorlar. İnsan böyle ülkeleri görünce de bir cehaletin içinde yaşama zorunluluğu gerçekten çekilmez bir şey geliyor insana.
     Bugünü bitiriyoruz, yarın ola hayrola diyoruz. Görüşmek üzere.

4. GÜN HARCAMALARI:
  1. 4,6 euro-Ayraçlık kart
  2. 3,7 euro-Yara bantı
  3. 10 euro-Musee e montmarte
  4. 22 euro-Resim çizimi
  5. 20 euro-Dali müzesi
  6. 22 euro-Öğle yemeği
  7. 16 euro-Cafe 2 Moulın (Amelie'nin cafesi)
  8. 10 euro-Meyve
  9. 8 euro-Şemsiye
  10. 24 euro-Akşam yemeği
  11. 20 euro-Les Deux Magots-cafe
  12. 8 euro-Market
TOPLAM:168,3 euro-430 tl


5.Gün-Marais-Beabourg ve Les Hales-Ile de la Cite ve St-Louis: 
    Bugün güne Fransa için önemi büyük olan, ünlü bir meydanla başlayacağız, Bastille Meydanı.
      Her zamanki gibi metroyla gerekli aktarmaları yaparak, sabahın ilk saatleri ile Bastille istasyonuna geliyoruz. İstasyon bizi diğer metro istasyonlarına nazaran biraz farklı bir iç görünüm ile karşılıyor. 
     Bir zamanlar bu meydanda ünlü bir kale ve hapishane varmış. XV. Louis tarafından ünlü kişileri cezalandırmak için kullanılırmış. 14 Temmuz 1789 Fransız Devrimi sırasında da Bastille Kalesi ve hapishanesi  halk tarafından işgal edilip yıkılmış. Ve yağmalanan hapishaneden günümüze hiç bir şey kalmamış. İşte indiğimiz Bastille İstasyonu'nda da o zamanlar halkın halini ve bu tarihi anı anlatan seramik tablolar görüyoruz.
BASTILLE METRO İSTASYONUNDAN GÖRÜNTÜLER
BASTILLE METRO İSTASYONUNDAN GÖRÜNTÜLER
BASTILLE METRO İSTASYONUNDAN GÖRÜNTÜLER
  Yukarı meydana çıktığınızda o zamanı size anlatacak hiçbir şey bulamayacaksınız ne yazık ki!
       Yoğun bir trafiğe sahip geniş bir meydan sizi karşılayacak. Yakın zamana kadar burası kent merkezi ile doğuda oturan işçi sınıfının sınırını belirliyormuş. Hemen meydanın yanında bir marina ve etraftaki güzel cafeler de gözünüze çarpacaktır.
     Meydanın tam ortasında 1830 devrimi için yapılan, üzerinde Özgürlük Perisi heykelinin bulunduğu bir bronz sütun göreceksiniz.
JULIETTE SÜTUNU-BASTILLE MEYDANI
   Temmuz 1830 da sokak çatışmalarında ölenler monarşinin yıkılmasına önayak olmuşlar, bu anıt da onlara adanmış. Juillet Sütunu diye adlandırılıyor. Alttaki mezarda ise 1848 Devrimi'nde ölenler ve sokak çatışmalarının 504 kurbanı yatıyormuş.
   Meydanda bir önemli yapı daha bulunuyor, o da Bastille'nin düşüşünün 200. yılında yani 1989 yılında açılan Paris Bastille Opera Binası. Carlos Ott'un yaptığı bu bina kavisli cam bir binadır. Yüksek teknolojik özelliklere sahip opera binası 2700 kişi kapasiteli ve oldukça faalmiş.
PARIS BASTILLE OPERA BİNASI
      Meydana bir paralel sokakta ama bulunduğumuz yerden gözükmeyen bir alan var, Vosges Meydanı. Oraya ulaşmak için St-Antoine yolu boyunca ilerliyoruz.
      Burası oldukça güzel bir, gizli köşe gibi. Meydan aynı stil evlerle donatılmış. Dört bir yanda derin arduvaz çatıları olan, ahşap ve taştan yapılma 9 ar tane ev bulunuyor. 
VOSGES MEYDANI'NDAKİ EVLERDEN BAZILARI
VOSGES MEYDANI'NDAKİ EVLERİN SIRA SIRA HALLERİ
   Bu meydan yüzyıllar boyunca pek çok olaya tanık olmuş. 1615 te XIII. Louise ve Avusturyalı Anne'nin evlenmeleri için şövalye müsabakalarını da içeren üç günlük bir şenlik düzenlenmiş. Edebiyatçı Madame Sevgin burada doğmuş. Monarşinin dayanağı olan Kardinal Richelieu burada yaşamış ve tabi ki Victor Hugo 16 yıl burada yaşamış.
VOSGES MEYDANI PARKINDAN GÖRÜNÜM
VOSGES MEYDANI PARKINDAN GÖRÜNÜM
   Burayı görünce Victor Hugo'nun neden bu kadar uzun bir zaman burada yaşadığını insan çok iyi anlıyor. Zaten bugün müze olarak kullanılan ev, meydanın sağdaki ilk köşesinde yer alıyor. Buraya gelirken onun eşyalarını göreceğimizi bilmek bizi oldukça  heyecanlandırıyordu.
MEYDANA BAKAN EVLERİN ALTINDAKİ AVLUDAN İLERLİYORUZ
VICTOR HUGO'NUN EVİ
MAISON DE VICTOR HUGO
  Ev 10:00 da açılıyor ve girişi 5 euro. Çantalarımızı dolaplara bırakıp, yukarıya doğru çıkıyoruz.
MERDİVENLERDEN YUKARI ÇIKIYORUZ
 İlk katta Victor Hugo'nun politik hayatıyla ilgili bilgilendirme, resim ve afişler var. Ama nedense burada fotoğraf çekmek yasak olduğundan biz de sadece geziyor ve gördüklerimizden Victor Hugo'nun Fransa için edebiyat harici konularda da önemli bir kişi olduğunu anlıyoruz.
KORİDORLARDAKİ AFİŞLERLERDEN
KORİDORLARDAKİ AFİŞLERLERDEN
KORİDORLARDAKİ AFİŞLERLERDEN
    Bu ev meydandaki en büyük evmiş. Ve Victor Hugo 16 yıl burada yaşayıp, Sefiller'in büyük bir bölümünü burada yaşarken yazmış. Burada Hugo'nun yaşadığı odaların düzenlenmiş hallerini, onun yaptığı çizimleri, kitaplarını ve sürgününden çocukluğuna dek uzanan günlüklerini görmeniz mümkün.
2.KATA GİRİŞ KORİDORU
2.KAT SALONLARINDAN BİRİ
AİLEYE AİT TABLOLAR 
VICTOR HUGO'NUN BÜSTÜ
YEMEK ODALARI
VICTOR HUGO'NUN  ÇİZİMLERİNİN OLDUĞU ODA
KÖŞEDE BÜSTÜ
ORİJİNAL  VE HUGO'YA AİT NOTRE DAM'IN KAMBURU
NOTRE DAM'IN ÇİZİMLERİNDEN BİRİ
QUASIMODO'NUN MİNYATÜRÜ
VICTOR HUGO'NUN ÖZEL ODASI
VICTOR HUGO'NUN YAZI MASASI
UZAKDOĞU ODASINDAKİ YAZI SEHPASI
    2. Katı gezdikten sonra artık inişe geçiyoruz. Alt kattaki kitap ve hediyelik eşya bölümünü de gezip bu güzel evden ayrılacağız.
EVİN GÜZEL MERDİVENLERİNDEN İNİYORUZ
KİTAP SATIŞ BÖLÜMÜNE BAKINIYORUZ
VICTOR HUGO SİLGİLERİ
     Ben her zamanki gibi ayraç olarak kullanacağım bir kaç kart alıyorum ve artık Vosges Meydanı'na geri dönüyoruz. Meydanda belki de bir zamanlar Victor Hugo'nun oturduğu banklara dinlenmek için oturuyoruz.
VOSGES MEYDANI'NDAKİ PARKTA DİNLENİYORUZ
    Parkın tam ortasında XIII. Louise'nin bir heykelini göreceksiniz.  Meydan yaklaşık 400 yıldır kendini korumuş gibi aslında. Eski gravürlerde de bu halini görmeniz mümkün.
XIII. LOUISE HEYKELİ
XIII. LOUISE HEYKELİNİN BİR BAŞKA GÖRÜNÜMÜ
   Meydanda bir de çocuklar için oyun alanı bulunuyor. Ama Fransız çocuklarını öyle kumda oynarken görünce, bizim kreşlere ve evlere tıkışmış çocuklarımız için üzülmedim desem yalan olur.
ÇOCUKLUĞUNU DOYASIYA YAŞAYAN FRANSIZ ÇOCUKLARI
   Vosges Meydanı'ndan geldiğimiz gibi çıkıyoruz. Tekrar St-Antoine yolundayız ve biraz yol boyunca ilerleyip sağ kolda bulunan Hotel Sully'nin önünde duruyoruz.
HOTEL SULLY
    Paris'in en eski caddelerinden birinde bulunan bu 17. yy. malikanesi eski gravür ve resimlerden yola çıkılarak tekrar yapılmış. Bu bina bir gecede bütün servetini kaybeden ünlü kumarbaz Petit Thomas tarafından 1624'te yaptırılmış. Daha sonra 1634 te IV.Henri'nin baş vekili Duc de Sully almış.
HOTEL SULLY'NİN İLK AVLUSU
     Duc de Sully arka bahçeye bir limonluk yaptırmış. Bina bugün çağdaş fotoğraf ve film sergilerine ev sahipliği yapacak şekilde hizmet veriyor.
ARKA AVLUYA GİRİŞ KAPISI
ARKA AVLUDAKİ BAHÇE-LİMONLUK BÖLÜMÜ
  Bu gösterişli müze-otelden ayrılıp tam karşı sokağında yani St-Paul yolundaki St-Paul pasajına giriyoruz.
ST-PAUL PASAJ GİRİŞİ
      Bu pasajdan içeri girdiğinizde bir Cizvit Kilisesi olan St-Paul-St-Louis'i görüyorsunuz. 1627 de XIII. Louis tarafından ilk taşı konulan kilise 1762 de Cizvitlerin Fransa'dan kovulmasına kadar geçen sürede Cizvit Tarikatı'nın önemli bir kalesiymiş.
CİZVİT KİLİSESİ-St-PAUL-St-LOUIS
     Kilisenin varlığının büyük bir kısmı ya Devrim sırasında ya da daha sonra yağmalanmış. Ama yine de Delacroix'in başyapıtı "Zeytin Bahçesindeki İsa " hala burada bulunuyormuş.
CİZVİT KİLİSESİ
     Bulunduğumuz ana yoldan ilerleyip sağa dönüyoruz. Şimdiki hedefimiz Paris'teki Orta Çağ yapılarından biri olan ve bugün bir güzel sanatlar kütüphanesi olarak kullanılan Hotel de Sens'i görmek.
      Bu yapı zamanında oldukça ünlü bir yapıymış. 16. yy. boyunca Bourbonlara, Guiselere ve 1594 yılında da Protestan Kral IV.Henri'nin Paris'e girdiğini duyunca öfkesinden öldüğü söylenilen Cardinal de Pelleve'ye ev sahipliği yapmış.
HOTEL DE SENS
   Eski kocası İngiltere Kralı IV.Henri tarafından buraya gönderilen Marguerite de Valois bu evde sefahat ve skandallarla dolu bir hayat sürdürmüş.
   Boleyn Kızı adlı filmde IV.Henri ve Marguerite de Valois hakkında bir şeyler görmeniz mümkün.
  Bu binayı da gördükten sonra tekrar St-Antoine yoluyla buluşup Musee Carnavalet'e ilerliyoruz. 
MUSEE CARNAVALET GİRİŞİ
    Müze kartımız olduğundan girişe para vermiyoruz. Paris'in tarihine adanmış olan bu müze oldukça büyük, birbirine bitişik iki malikaneden oluşuyor. Girişte sizi XIV. Louise'nin heykeli karşılıyor.
GİRİŞTEKİ XIV.LOUISE HEYKELİ
   Müze bünyesinde ahşap mobilyalar, portreler, heykeller, gravürler ve eski  zamanlardan kalma odalar bulunuyor.
MÜZENİN İÇİNDEN GÖRÜNÜM
MÜZENİN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
MÜZENİN AVLULARINDAN BİRİSİ
17. YÜZYIL MALİKANELERİNDEN BİRİ
17. YÜZYIL MALİKANELERİNDEN BİRİ
17. YÜZYIL MALİKANELERİNDEN BİRİ DAHA
MÜZENİN AVLULARINDAN BİRİSİ
MÜZENİN AVLULARINA GENEL BİR BAKIŞ
   Müze Carnavalet'ten çıkıyoruz. Ve çok yakında olan Picasso Müzesi'ne yürüyoruz. Yolda ilerlerken bir çok defa başlarında "kipa" larıyla Yahudilere rastlıyoruz. Zira burası Paris'in en renkli caddelerinden birine sahip Yahudi bölgesiymiş.
     Yahudiler buraya ilk olarak 13. yy. da gelmişler. Rusya, Polonya ve Doğu Avrupa'dan ikinci bir göç dalgası daha yaşanmış. 1950 ler ve 1960 larda da Cezayir, Tunus, Fas ve Mısır'dan gelenler olmuş. Bölgede sinagoglar, fırınlar ve koşer restoranlar görmeniz mümkün.
       Picasso Müzesi'nin kapalı olduğunu görüp, üzülüyoruz. 2013 aralığa kadar restoresi sürecekmiş. Bu sebeple hemen bir kenarda, bir bankta oturup hem dinleniyor hem de bir şeyler atıştırıyoruz.
     Yaşamının büyük bir bölümün Paris'te geçiren Picasso öldüğünde cenaze masraflarını karşılayan Fransız Hükümeti'ne pek çok tablosu miras kalmış. İşte bu müze o tabloları barındırıyor. Müze binası 17. yy. dan kalma bir malikane olan Hotel Sale'dir. Müzenin sahip olduğu geniş koleksiyon, sanatçının gelişimini yani mavi, pembe ve kübist dönemini oldukça iyi yansıtıyormuş. Kapalı olmasına üzüldüğümü söyleyebilirim. Gerçi daha önce Sabancı Müzesi'nde ve Barcelona'da Picasso Müzesi'nde Picasso'nun bazı eserlerini gördüm ama yine buradaki de aklımın bir köşesinde kaldı anlayacağınız.
    Yavaş yavaş bulunduğumuz yerden Sein Nehrine doğru yürüyerek Marais Bölgesi'nde kalan bir iki yeri görmek ve sonra da güzel bir yemek yemek istiyoruz. Francois Miron Caddesi boyunca yürürken Paris'in en eski ve en dar evlerinden birini görüyoruz.
ORTA ÇAĞDAN KALMA BİR EV
   Ve bulunduğumuz caddeden sağa dönerek Sein'e doğru iyice yaklaştığımızda hemen sağ kolda ünlü Yahudi Anıtı, Memorial de la Shoah'ı görüyoruz.
MEMORIAH DE LA SHOAH
     Soykırımda ölen isimsiz bir şehitin anısına 1956 yılında yaptırılan  bu basit Yahudi Anıtı'nın mezar odasında hiç sönmeyen bir ateş yanarmış. Biz dışarıdan bakıp yola devam etmeyi düşündüğümüzden içeri girmiyoruz. Fotoğrafta gördüğünüz bu büyük silindirde Soykırım'da hayatını kaybeden insanların isimleri yazmakta. Arka duvara 2005 yılında üzerinde Fransa'dan Nazi kamplarına gönderilen 11 bini çocuk olan 76 bin Yahudi'nin adının yazılı olduğu bir anma duvarı daha eklenmiş.
   Anıttan ayrılıp geldiğimiz yoldan dümdüz devam ederek Paris'in en eski kiliselerinden birinin dibinden geçiyoruz. Roma İmparatoru Neron tarafından şehit edilen iki Romalı asker olan Gervais ve Protese'nin adlarıyla anılan bu kilise 6. yy. dan kalmaymış
ST-GERVAIS-ST-PROTAIS KİLİSESİ
    Bu ön cephenin arkasında dini müziğe olan yakınlığı ile ün kazanmış Gotik bir kilise göreceksiniz. Öyle ki bir Roma Katolik Keşiş Topluluğu'nun kilisede yaptığı ayinler dünyanın dört bir yanından izleyici topluyormuş.
    Kiliseyi arkanızda bıraktığınızda yolun ağzına kadar yürüyün ve kocaman gövdesiyle belediye binası olan Hotel de Ville'yi görün.
     19. yy. da inşa edilmiş bu bina özenli taş işçiliği, heykelleri, kuleleri, gece ışıklandırılan çeşmeleriyle oldukça ünlü bir yer.
HOTEL DE VILLE'NİN ÖN CEPHESİ
   Binanın önündeki meydan bir zamanlar asma, yakma gibi birçok korkunç infaz törenine tanık olmuş. IV.Henri'ye suikast düzenleyen Ravaillac burada dört güçlü atın çektiği halatlara bağlanarak parçalatılmış.
BİR ZAMANLAR KÖTÜ OLAYLARA TANIK OLAN MEYDAN BUGÜN BU HALDE
    Bugün bina bazı bölümlerinde çeşitli sergiler barındırıyormuş. Ama her tarafını gezip, görmeniz mümkün değil tabi ki.
      Artık Beaubourg Bölgesi'ne doğru ilerliyoruz. Burası şehrin sanat merkezi sayılabilir herhalde. En önemli sanat müzeleri burada bulunuyor. Öğrencileri ve turistleri de bol bol görmeniz mümkün.
     Ama bu ilginç bölgenin inceliklerine dalmadan biraz dinlenme, yemek yeme ve anın tadını çıkartma zamanı gerek diyor ve burada ünlü bir cafeye kendimizi atıyoruz, Cafe Beaubourg.
CAFE BEUBOURG'DA BİR YABANCI :)
 Bu cafe 1987 yılında açılmış ünlü kişiler tarafından tasarlanmış, düzenlenmiş. Cafe oldukça rahat ve çevredeki galerilerden gelen sanatseverlerle dolu. Cafedeki hafif yemekleri tatmanızı öneririz.
CAFE BEAUBOURG'DA ÖĞLE YEMEĞİMİZ
    Ben risotto söylerken Ayhan buranın hafif yemeklerinden birini tatmak istiyor. Gerçi onun yediğine yemek mi yoksa meyve tabağı mı desek bilemiyorum.
BENİM RİSOTTOM OLDUKÇA DOYURUCU VE LEZİZDİ
AYHAN'IN KAVUN, KARPUZ VE KARİDESTEN OLUŞAN YEMEĞİ
    Cafe Beaubourg oturup kahvenizi içmek, gelen geçeni izlemek ve rahat bir nefes almak için muhteşem bir yer. Mekanı çok sevdiğimiz için yemekten sonra kahvelerimizi içiyor, hatta tatlı ekstrası bile yapıyoruz.
YAŞASIN CREAM BRULE
    İyice dinlendikten sonra cafenin hemen solunda bulunan Igor Stravinsky Çeşmelerini görmeye gidiyoruz. Burası Paris'in ilk modern çeşmesi olma unvanını taşıyormuş. 1983 yılında buraya 16 adet hareketli çeşme yapılmış. Formları ve renkleriyle oldukça ilgi topladıkları kesin.
STRAVINSKY ÇEŞMELERİ
DİĞER ÇEŞMELERDEN GÖRÜNTÜLER
ÇEŞMELERİN DİBİNDE DİNLENEBİLİRSİNİZ
OLDUKÇA İLGİNÇ TASARIMLAR VAR
    Hemen çeşmelere bakan, meydana hakim olan ve boyanmış çok güzel bir duvar göreceksiniz.
IGOR STRAVINSKY MEYDANINA BAKAN BİR DUVAR
 Su fışkırtan bu heykeller ejderha ve kırmızı dudak gibi farklı şekillere sahiptir. Her heykel Stravinsky'nin bir bestesini temsil ediyormuş. Heykelleri tasarımı Jean Tinguely ve Niki de Saint Phalle adında bir karı-kocaya aitmiş. 
   Bu şirin meydana son bir kez bakıp böylesine  renkli bir bölgeden daha renkli başka bir yere, Centre Pompidou'ya geçiyoruz. izi takip etseniz iyi olur derim.
IGOR STRAVINSKY MEYDANINA SON BİR BAKIŞ
    Pompidou, içi dışına çıkmış bir binaya benziyor. Uzaklardan bile onu farketmemeniz imkansız. Merdivenler, asansörler, borular gibi bir binanın alt yapısını oluşturan  her şeyi dışarıda bulunuyor. Bu sayede de içeride oldukça geniş bir mekana sahip.
UZAKTAN CENTRE POMPIDOU
    Müzede örneklerini görebileceğiniz sanat akımları arasında Fovizm, Kübizm ve Sürrealizm bulunur. 
POMPIDOU'NUN BORULARI
    Renard caddesinden bakıldığında renkli borulardan oluşan binanın görüntüsü yüzünden burayı bir petrol rafinerisi sanmanız mümkün. Renkler hem dekoratif kullanılmış hem de işlevleri için ayrı renkler kodlanmış.
CENTRE POMPIDOU BORULARI
   Örneğin havalandırma boruları mavi, su boruları yeşil, elektrik hatları ise sarı renklidir. İnsanların dikey hareket ettiği alanlar, mesela merdiven gibi yerler kırmızıdır. Beyaz borular da paslanmaz çelikle kaplanan havalandırma tünelleridir.
GİRİŞE DOĞRU ADIM ADIM
  Binada kalıcı sergiler 4. ve 5. katlarda bulunuyor. 1905 ve 1960 arasındaki eserler 5. katta, çağdaş sanat eserleri ise 4. katta bulunuyor.1. ve 6. katlar büyük sergilere ayrılmış. Ayrıca 1., 2., 3. katlarda bir bilgi kütüphanesi bulunuyor. Biz müze kartımız olduğundan içeri ücretsiz giriyoruz. 4. Kattan gezimize başlıyoruz.
CENTRE POMPIDOU SANAT ESERLERİ
CENTRE POMPIDOU SANAT ESERLERİ
CENTRE POMPIDOU SİNEMA VE SANAT
CENTRE POMPIDOU SANAT ESERLERİ
CENTRE POMPIDOU SANAT ESERLERİ
CENTRE POMPIDOU SANAT ESERLERİ
CENTRE POMPIDOU SANAT ESERLERİ
CENTRE POMPIDOU SANAT ESERLERİ
CENTRE POMPIDOU SANAT ESERLERİ
CENTRE POMPIDOU SANAT ESERLERİ
CENTRE POMPIDOU SANAT ESERLERİ
CENTRE POMPIDOU SANAT ESERLERİ
CENTRE POMPIDOU SANAT ESERLERİ
CENTRE POMPIDOU SANAT ESERLERİ
CENTRE POMPIDOU SANAT ESERLERİ
AYHAN GÖRDÜKLERİN MUTLU VE MESUT
CENTRE POMPIDOU SANAT ESERLERİ
    Binanın 5. katında bir açık hava terası ve teras üzerinde de heykeller görmeniz mümkün.
CENTRE POMPIDOU AÇIK HAVA TERASI
    En üst katta da bir restoran ve üzeri kapalı bir yürüyüş alanı göreceksiniz.
EN ÜST KATTAKİ RESTORAN
ÜSTÜ KAPALI YÜRÜYÜŞ ALANI
   Buradan aşağıdaki geniş meydanı izleyip, fotoğrafını alabilirsiniz. Aşağıda  her daim gösteri yapanlar, seyyar satıcılar, yerlerde oturanlar bulunuyor.
EN ÜST KATTAN AŞAĞIDAKİ MEYDANA BAKIŞ
    Binanın dış yüzeyindeki yürüyen merdivenleri kullanarak aşağıya iniyoruz. Centre Pompidou'yu bizim Modern Sanat Müze'mize kardeş sayabiliriz sanırım.
BİNANIN DIŞ CEPHESİNDEKİ YÜRÜYEN MERDİVENLER
   Aşağıya inip, biz de meydanda herkes gibi bir yere oturuyor ve meydanın hareketliliğini izliyoruz.
BU MEYDANDA HERKES BİR ŞEKİLDE DİNLENİYOR
AYHAN DA AKIMA HEMEN AYAK UYDURUYOR
OHH GEL KEYFİM GEL
  Meydan hareketli ve turistler için de oldukça ilgi çekici diyorum. Bu arada yatan, oturan, dinlenen insanların arasında ellerinde bir dosya ile imza almaya çalışan bazı tipler var. Bunları bir çok yerde görmeniz mümkün. Öğrendiğimize göre birisi imza ile kişiyi oyalarken diğeri çalma, çırpma işleri yapıyormuş. Ve bunları yapanlar genelde Romen vatandaşlarıymış. Dikkat edin derim.
İMZA TOPLAMAYA ÇALIŞANLARDAN BİRİ
    Bu meydandan çıkıp Cafe Beaubourg ile Müze arasındaki yoldan ilerlerseniz Les Halles Pasajına doğru gidersiniz. Burada ayrıca Forum des İmages denilen ve binlerce filmin gösterildiği bir mekan var. Fakat bu bölge restorasyonda olduğundan biz gezemeden, Sein nehrine doğru Bouelvard de Sebastopol'u takip ediyoruz. İlerlerken solumuzda Tour St-Jacques'i görüyoruz.
TOUR ST-JACQUES
  1523 yapılmış bu eski Gotik tarzı kule aslında uzun yollardan gelen hacıların buluşma yeri olan eski bir kiliseden kalma tek yapıymış. Kilise Devrim'den sonra tahrip edilmiş. 17. yy. da ise bilim adamı Pascal tüm deneylerini bu kulede yapmış. Kulenin zemin katında Pascal anısına dikilen bir heykel görebilirsiniz. İçine girmek yasak ama bahçesinde gezinebilirsiniz.
   Kuleyi geçip, yolun karşısına geçtiğinizde artık Sein Nehri'ne ulaşıyorsunuz. Hemen yol kenarı kitapçılarını görmeniz mümkün.
SEIN NEHRİ KENARINDA KİTAPÇILAR
     Nehri Change Köprüsü ile geçip artık Paris'in ada bölümüne doğru ilerliyoruz. Bu bölüm yani Ile De La Cite Paris'in tarihidir diyebiliriz aslında. M.Ö. 53 yılında Julieus Caesar buraya ulaştığında küçük bir köyden farksızmış. Bu bölge daha sonra siyasi yetkenin, Orta Çağ'da da kilise ve hukukun merkezi olmuş. Bu kurumlar bugün eskisi kadar güçlü olmasalar da varlıklarını hala burada sürdürüyorlar ve turistleri kendilerine çekiyorlar. Orta Çağ  zamanında adada dar sokaklar ve küçük evler baskınmış ama 19. yy daki düzenlemeyle geniş caddeler adaya hakim olmuş. Adada tarihi önemi olan binaların yanında illa ki kuytu köşelerde parklara ve pazarlara rastlayacaksınız. Ada doğu ucunda St-Louis Köprüsü ile daha küçük bir adaya, Ile St-Louise'e bağlanıyor. Daha önceleri bataklık olan bu bölüm 17. yy da ağaçlarla çevrili rıhtımlara sahip, seçkin bir yerleşim bölgesi haline gelmiş. Bu kadar bilgi sonrası köprüyü geçip, adaya adım atsak artık değil mi? Hadi bakalım.
ARKAMDA PONT NEUF VE PONT AU CHANGE ÜZERİNDE
     Köprüden geçerken hemen geride bıraktığımız yakada güzel bir görüntü görüyoruz. Temmuz ayında Paris'te başlayan Sein Nehri plajları gözümüze takılıyor. Sadece güneşlenmek amaçlı yapılan bir nehir kenarı plajı düşünün. Sıcaktan bunaldığınızda da sizi serinletecek duş sistemleri hazır. Yaratıcılıkta sınır yok anlayacağınız.
PARİS PLAJLARI
  Hoşumuza gidiyor, güneşlen, kitabını oku, sohbet et ve bunu yaşadığın şehirde yap. Kimse kimseyi de rahatsız etmiyor. Paris'i seviyorum sanırım.
 Gideceğimiz yöne bakınca da hedefimizdeki ünlü hapishaneyi, Conciergerie'yi görüyoruz.
CONCIERGERIE
     Bu ünlü hapishaneye girmek için neredeyse binanın etrafında bir tur atıyoruz. Bu gördüğünüz hizada yol boyu ilerliyoruz ve arka tarafında adalet sarayını görüyoruz. Ama içeri giriş yok. Çoğunlukla mahkemelerin yer aldığı bu binalar kompleksi bir zamanın bu tüyler ürpertici adasında kuleleriyle oldukça göz dolduruyor. Aslında adanın bu bölümü Romalılardan beri imparatorlukların yeriyken 14. yy dan itibaren mahkemelerin yeri olmuş.
PALAICE JUSTICE 
   Bu binayı da dönüp, adaya ilk çıktığımız köprüye doğru ilerleyince aslında dümdüz gitsek girişi bulabileceğimizi anlıyoruz. Meğer önce Saint-Chapalle Kilisesi'ni görüp, oradan geçiyormuşuz. Hemen sıraya giriyoruz.
SAINT-CAHAPELLE GİRİŞİ
    Buraya girmek müze kartımız olduğundan bize yine ücretsiz oldu. İçeri girişimizi yapıyoruzk. Önce hizmetliler ve asil olmayanlara ayrılan alt şapeli geziyoruz.
SAINT-CHAPELLE ALT BÖLÜMDEN  BİR GÖRÜNÜM
    Orta Çağ'da bu kilise için "Cennete Açılan Kapı" denilirmiş. Bugün yıldız çivilerle süslü tonozlu tavana doğru 15 mt yükselen incecik sütunlarla birbirinden ayrılan on beş göz kamaştırıcı vitraylı pencerenin yaydığı ışığı görmelisiniz diyorum.
SAINT-CHAPELLE'NİN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
    Şapelin üst bölümü kral ve ailesine ayrılmış ve pencerelerdeki vitraylarda Eski ve Yeni Ahit'ten sahneleri görebilirsiniz.
SAINT-CHAPELLE'NİN ÜSTÜNDEN BİR GÖRÜNÜM
      Kiliseden çıkıp Adalet binasının arka tarafındaki turnikelerden dışarı çıkıyor ve dışarıdan, köprüye varmadan hemen soldan, aşağı inerek artık Conciergerie'ye varıyorsunuz.
PALAICE JUSTICE'NİN ARKA YÜZÜ
 Eski Capet Sarayı'nın kuzey kısmında bulunan Conciergerie, kralın malikanesinin kapıcısının yönetiminde bulunuyormuş bir zamanlar. Kral 1417 de Marais'e bölgesine geçince burası yönetim ve hukukun merkezi olmuş.Ve bu binada hapishaneye dönüşmüş. Daha önce burayı yöneten kapıcı da başgardiyan olmuş.
CONCIERGERIE'YE GİRİYORUZ
     Devrim sırasında burası bir hücrede idamını bekleyen ve içlerinde Marie Antoinette ve Devrim önderlerinden Marat'yı küvetinde yıkanırken hançerleyen Charlotte Corday'ın  da bulunduğu 4000 den fazla mahkuma ev sahipliği yapmış. İronik bir biçimde Devrim yargıçlarından Danton ve Robespierre'de giyotine gitmeden burada yargılanmışlar.
     İç bölüme doğru ilerledikçe önce sütunlarla dolu boş ve kocaman bir alan görüyorsunuz. Sonra üst kata çıktığınızda eskiden mahkumların kaldığı hücreleri ve nöbetçi odalarını görüyorsunuz.
NÖBETÇİ ODASI
NÖBETÇİ ODASI
BERBER ODASI
MAHKUM ODALARI
İDAM MAHKUMLARININ ODALARI
İDAM EDİLMİŞ ÜNLÜ KİŞİLERİN BÜSTLERİ
    Bu örnek odaların olduğu bölümden merdivenle aşağıya inerseniz hem solunuzda belki de son duaların edilmesi için bir şapel göreceksiniz.
BİNA İÇİNDEKİ DUA BÖLÜMÜ
  Bu şapelin hemen solunda bahçeye ve kadın mahkumların mezarlığına çıkan bir bölüm, orta avlu bulunuyor.
ORTA AVLUDAN GÖRÜNÜM
   Orta avluya bakan soldaki kapıdan  içeri girdiğinizde de Marie Antoinette'nin odasını görebilirsiniz. İçeride sanki o varmış gibi bir canlandırma yapılmış.
MARIE ANTOINETTE'NIN HÜCRESİ
MARIE ANTOINETTE'NİN HÜCRESİ
     29 yaşında idam edilen şımarık kraliçenin hücresi önünde bir panoda özel eşyalarını görebilirsiniz.
PORTRESİ
SÜRAHİSİ
HAÇI
   Ve bu bölümün hemen önünde de buraya bakan nöbetçi askerin masasını göreceksiniz.
NÖBETÇİNİN BÖLÜMÜ
    Ve nihayet tarihin bu iç karartıcı sahnelerine tanıklık etmiş binadan çıkarak Notre Dame'a doğru ilerliyoruz. İlerlerken hemen solunuzda mutlaka gözden kaçıramayacağınız bir alanı göreceksiniz. Bu karartıcı binalar arasında sanki vaha gibi geliyor insana burası, çiçek pazarı; Marche aux Fleurs diye biliniyor.
ÇİÇEK PAZARINDAN BİR GÖRÜNÜM
   Orkide gibi nadide çiçeklerinde bulunduğu ve az sayıdaki pazardan sadece biri diyebiliriz. Kuş evleri, bahçe süsleri, biblolar, rüzgar gülleri aklınıza ne gelirse burada bulabilirsiniz.
ÇİÇEK PAZARINDAN BİR GÖRÜNÜM
ÇİÇEK PAZARINDAN BİR GÖRÜNÜM
ÇİÇEK PAZARINDAN BİR GÖRÜNÜM
   Bu güzel mekandan ayrılıp büyüleyici Notre Dame'a doğru ilerliyoruz. Zaten uzaklardan sizi illa ki kendine çekiyor.
NOTRE DAME'A DOĞRU
  Bu ihtişamlı katedral Paris denilince akla ilk gelecek yapılardan biridir  herhalde. Gotik tarz mimarları ve Orta Çağ inşaat ustalarını 170 yıllık bir serüvene sürükleyecek olan binanın temeli 1163 yılında atılmış. Çok isyan çok kral görmüş. Talan edilmiş, devrimler görmüş. Yıkık mihrabına Meryem yerine Mantık tanrıçası adı verilmiş.
   Devasa kulelerin altındaki üç ana kapı bugüne kadar birçok ünlü resmi geçide ve  Napolyon'un tacını giymesine tanık olmuş. Ama bir ara kaderine terkedilmiş. Daha sonraları 1831 de Victor Hugo romanında gotik kilisenin acıklı durumunu yazınca ve romanda oldukça ilgi görünce 1844 te Kral Louise Philippe özel bir onarım yapmasını sağlayan bir protesto başlamış. Sonunda Notre Dame bu protestolar sayesinde restore edilmiş. Ve bugünkü halini almış. 
    Ünlü trapez ustası Philippe Petit ipte yürüme denemelerinin ilkini Notre Dame'in çatısında gerçekleştirmiş.
KATEDRALİN BATI CEPHESİ VE ÜÇ ANA GİRİŞİ
   Katedral aslında eskiden bir Roma Tapınağı'nın olduğu yere yapılmış ve 1330 yılında tamamlanmış. 130 mt uzunluğu, uçan payandaları, büyük bir transepti, derin koro mahalli ve 69 mt yüksekliğindeki kuleleri ile sizi de illa ki büyüleyecektir, emin olabilirsiniz.
BATI CEPHESİNDEN GÖRÜNEN İKİZ KULELER
     Kulelerden sağdaki Katedralin ünlü çanı Emmanuel'e ev sahipliği yapıyor. Batı cephesindeki gül pencere, galerideki 28 adet Yahudi kralı figürü, Bakire Meryem Taç Kapısı ve ana kapıları meydandaki topluluğun daima ilgisini çekiyor.
BATI CEPHESİNDEKİ GÜL PENCERE
BAKİRE MERYEM TAÇ KAPISI
TAÇ KAPININ YANINDAKİ FİGÜRLERDEN GÖRÜNÜM
   Batı cephesinin önündeki meydanda bir sahne göreceksiniz. Burada oturup hem katedrali hem gelen geçeni izleyebilirsiniz.
BATI CEPHESİNDE AMFİ HALİNDEKİ OTURMA YERLERİ
     Katedrale girmeden burada oturup biraz soluklanıyoruz. Öyle eğlendik ki! Canlı stand-up izledik diyebilirim. Ve bu ilk gördüğümüz akşamdan sonra her akşam buraya gelip, eğlenmeyi tercih ettik.
AYHAN VE BEN GERÇEKTEN ÇOK EĞLENDİK
   Fotoğrafta işaretlediğim adam bizi öyle eğlendirdi ki anlatamam. Doğaçlama taklit tarzı ile meydanda gelip, geçenin vücut dilini taklit ediyor ama öyle başarılı ki bu işte görmeniz lazım. Ağzınız kapanmayacak emin olabilirsiniz. Fakat platformu terkederken sizinle de dalga geçecek diye ödünüz kopuyor.
 Nihayetinde biraz izledikten sonra, showmenimiz de ara vermişken Katedral'den içeri girmek için sıraya giriyoruz. Ve nihayet içeri giriyoruz. İçeride bir ayin var. Hem ayini izliyor hem de katedralde ilerliyoruz.
KATEDRALİN İÇİNDEYİZ
   Ana girişten, tam ortadan baktığınızda sırasıyla yüksek tonozlu merkez nef, devasa transept, koro mahalli ve yüksek altar gözünüze çarpacaktır.
YÜKSEK TONOZLARIN ÜST GÖRÜNÜMÜ
YÜKSEK ALTARDA AYİNİ YÖNETEN  RAHİP
ALTARA YAKINDAN BAKIŞ
  Bu bölümün solundan devam ederseniz koro mahallini çevreleyen paravanı göreceksiniz. 14. yy. dan kalma yüksek taş paravan, rahiplerin cemaatin gürültüsünden uzakta huzur içinde dua etmeleri için tasarlanmış.
KORO MAHALİNİ ÇEVRELEYEN PARAVANDAN GÖRÜNÜM
KORO MAHALİNİ ÇEVRELEYEN PARAVANDAN BİR BAŞKA GÖRÜNÜM
     Bu bölümü dönerken iç kısımda, altarın arkasında François Giraradon'un yaptığı kaidenin üzerinde Nicolas Coustou'nun Pieta'sını görebilirsiniz. Tabi döne döne ilerledikçe vitraylar da gözden kaçmamalı diyorum.
KATEDRALİN VİTRAYLARINDAN GÖRÜNÜM
KUZEY GÜL PENCERESİ VE AYİNE KATILANLAR
    13. yy. da yapılan bu vitray 21 mt yüksekliğindeymiş. Bakire Meryem ve Eski Ahit'ten figürlerle çerçevelenmiş. Katedralin iç mekanında bir tam turu tamamlayarak ilerliyoruz.
YAN KISIMLARDA DUA MUMLARI
    Çıktığımızda hafiften yağmur çiselemeye başlarken kendimizi yine üstü kapalı çiçek pazarına atıyoruz. Saat 19:00 a geldiğinden kimi bölümler kapanma telaşında kimiyse biz gezginleri yağmurdan kurtarmak için bekleme derdindeydi. Bu sefer ortadan yolun ayırdığı ve daha önce bir bölümünü gezdiğimiz pazarın her iki tarafını da daha ayrıntılı geziyoruz.
ÇİÇEK PAZARINDAN GÖRÜNÜM
ÇİÇEK PAZARINDAN BİR BAŞKA GÖRÜNÜM
   Yağmur dinince artık yemek yeme zamanıdır diyerek bir gün önce keşfettiğimiz şehrin her türlü yemeğinin olduğu St-Michel bölgesine gidiyoruz. Hedefimizde artık bugün ünlü, geleneksel Fransız mutfağının tadımı var. Hadi hayırlısı diyoruz.
     Bir gün önce gözümüze kestirdiğimiz bir restorana giriyoruz. İstediklerimiz söylüyoruz. Yemeklerimiz gelmeden ilk önce "KİR" denilen hafif içkimiz geliyor. Burada adet bu, siz isteseniz de istemeseniz de size sunuluyor.
YEMEK ÖNCESİ APERATİF İÇKİMİZ KİR
      Biz Kirlerimizi içerken pek vakit geçmeden Fransızların ünlü Soğan Çorbası geliyor.
PARİS'TE OLMANIN ŞEREFİNE KİR İÇİYORUZ 
SOĞAN ÇORBASININ TADINA VARIYORUZ
    Daha önce de bu çorbayı başka bir ülkede tatmıştım. O zamanda beğenmemiştim şimdi de aynı şeyi hissediyorum. Terbiyesi olmayan iri iri doğranmış soğanlar, bir su içinde yüzer misali geziniyorlar. Yine de sulu bölümünü bitirip, diğer istediklerimizi bekliyoruz. Zaten biz birini bitiremeden istediklerimiz jet hızıyla geliyorlar. 
       Sırada Fransızların ünlü kaz ciğeri Foie Gras var. Aslında pek tadı tuzu olmayan, yumuşacık bir şey bu. Biz de gelen tabağı yanındakilerle birlikte hemen tüketiyoruz. Kaz ciğeri Fransa'da çok ünlü. Her markette bulabilirsiniz.
FOIE GRAS-KAZ CİĞERİ
   Pek sürmeden bol yeşillikli salatamız ve günün en önemli yemeği Salyangoz geliyor. Heyecanlıyız gerçekten, bir yemeğin tadına bakmak ilk defa kalbimin ritmini değiştiriyor itiraf ediyorum.
SOSUYLA BİRLİKTE SALYANGOZUMUZ GELDİ
      Salyangozu şaraplı, sarımsaklı, maydanozlu sosla pişiriyorlar. Özel aletiyle ya da çatalınız yardımıyla yuvasından çıkartıp, ağzınıza atıyorsunuz.
SALYANGOZUMUZUN HALİ
    Ağzıma atarken heyacanlansam da tadını beğendiğimi itiraf ediyorum. O sosları bana da dökseler herhalde ben de iyi olurum ama değil mi?
AYHAN PEK BİR MUTLU :)
   Biz salyangozla oyalanırken, şarap sosunda Fransız usulü midyemiz geldi. Ama o kadar çok geldi ki, nasıl bitireceğiz diye birbirimize bakınır olduk.
FRANSIZ USULÜ MİDYE
    Midyenin tadı da, kokusu da pek hoşuma gitmedi. Zaten de bitiremedik. Yemek faslını bitirdiğimizde savaştan çıkmış gibi yorgun ama galip gelmişiz gibi sevinçliydik.
     Kendimizi yine Notre Dame kıyısına atıp, Katedralin üstünde bulunduğu ada bölümünü gezmeye devam ediyoruz. Katedralin güney bölümünden, güzel bir park bölümünden ilerliyoruz.
NOTRE DAME'İN GÜNEY BÖLÜMÜNDEKİ PARK
   Bu içine girdiğimiz parkın  ismi Square Jean XXIII. dir. Bu bahçe tipi park Sein nehri boyunca uzanıyor.
NOTRE DAME'İN GÜNEY TARAFINDAN GÖRÜNÜM
 Park Katedralin doğu tarafındaki heykelleri, gül pencereleri, uçan payandaları görmek için çok uygundur.
PARKIN İÇİNDEN KATEDRALİN DOĞU BÖLÜMÜ VE UÇAN PAYANDALARI
  Meydanın tam ortasında 1845'den beri Gotik tarzda yapılmış Bakire Meryem Çeşmesi bulunuyor.
BAKİRE MERYEM ÇEŞMESİ
    Parkın içindeki banklarda daha önce varlığını okuduğum ama görmediğim bir şey gördüm. Paris'in birçok yerinde yararlanabileceğiniz ücretsiz Wireless işaretlerinden biri bulunuyor. Banklardan birindeki işaret  burada da olduğunu gösteriyor.
PARIS WI-FI
    Bu parktan çıkıp adanın burnuna doğru ilerliyoruz. Burunda 2. Dünya Savaşı'nda kaybedilenler için yapılan bir anıt var. O zaman Nazi toplama kamplarına götürülen 200 bin kadın, erkek ve çocuktan oluşan Fransızların anısına yapılmış. Ama kilitli olduğundan biz sadece dışarıdan duvarını görüyoruz.
2. DÜNYA SAVAŞI'NDAN KALMA ANIT
   İle De La Cite'nin bu uç bölümünü geçen köprünün güney bölümündeki kısmında çok güzel kilitler görmeniz mümkün.
KÖPRÜDEKİ KİLİTLER
   Dünya ülkelerini gezmeye devam etmek niyetiyle bir kilit de biz takıveriyoruz bu güzel köprüye. Ve Notre Dame'in diğer tarafından dolanarak, Sein boyunca bulunduğumuz adada ilerliyoruz. Karşı kıyıda herkes sandviçini almış, şarabını almış akşam yemeği için sohbet etme kıvamında nehir kenarına yayılmış,  öyle hoşuma gidiyor ki. Bu şehir gerçekten çok güzel ve yaşanılası diyorum.
SEIN BOYUNCA İLERLİYORUZ
    Yürüye yürüye Paris'in en ünlü köprüsü Pont Neuf'a kadar geliyoruz. Adı Yeni Köprü anlamına gelse de Paris'in en eski köprüsü olma özelliğini taşıyan bir köprü bu. İnşa edildiği günden bu yana edebiyatçılar ve sanatçılar tarafından ölümsüzleştirilmiş aslında.
PONT NEUF'UN GÖRÜNÜMÜ
    Köprünün inşası 1578 yılında başlamış. Üzerinde ev olmayan ilk taş köprü unvanını da taşıyor kendisi. Köprünün tam ortasında IV. Henri'in bir heykeli bulunuyor. 
   Ben de köprüde favori müzik aletim akordeon çalan Fransız'ı görünce dayanamayıp dibi dibine ilerliyorum.
PONT NEUF'DA FRANSIZ EZGİLERİ
    Köprünün altından Sein'de gezmek isterseniz gezinti tekneleri kalkıyor. İstediğiniz saate kadar turlayabilirsiniz.
GEZİNTİ TEKNELERİ
    Ve İle de La Cite bölümünün en ucunda bulunan meydana ilerleyip, bugünü bitirmeyi planlıyoruz.
  Bu uç bölüme geçerken karşımıza IV.Henri heykeli çıkıveriyor hemen. IV.Henri renkli kişiliğiyle çok sevilirmiş ve Paris'i güzelleştirmek için çok şey yapmış. Bu sebeple her köşede karşımıza çıkıyor.
IV.HENRİ HEYKELİ
        Bu uç bölümde yine insanlar gün batımını piknik yaparak, sohbet ederek değerlendiriyorlar. Biz de bir kenara oturup Sein'deki güzellikleri izliyoruz, gün batımının tadını çıkartıyoruz.
ILE DE LA CITE'NİN UCUNDAKİ PARK
     Saat 22:00 ye doğru bu güzel günü bitirmek için otelimize gitmek üzere ayrılıyoruz. Yarın yeni bir gün bizi bekliyor. Görüşmek üzere.

5.GÜN HARCAMALARI:
  1. 2x5 euro=10 euro-Victor Hugo Müzesi Girişi
  2. 2,2 euro-Müzeden Alınan Ayraç
  3. 43 euro-Öğle Yemeği (Cafe Beaubourg)
  4. 55 euro-Akşam Yemeği
  5. 7 euro-Market alışverişi
TOPLAM: 112.2 euro-(287 tl)


6.Gün:Quartier Jardin Des Plantes -Quartier Lüxemburg - Montparnasse:
     Bugün Paris'in en sessiz, en huzurlu yerlerine doğru ilerleyeceğiz. Bir zamanlar krallar için şifalı otların yetiştirildiği parklarda gezineceğiz ama önce güzel bir sanat müzesi olan Musee de Orsay'la güne başlayacağız.  
         Artık  Paris Visite kartımız bittiğinden 10 lu biletlerden alıyoruz. Hemen Sein Nehri kenarında olan müzeye gitmek için gerekli metro aktarmaları yaptıktan sonra müzeye doğru ilerlerken gözümüze takılan muhteşem tatlılara dışarıdan da olsa bakınmadan edemiyoruz. Bu memleket bu işi biliyor vesselam. 
BİR PASTAHANEDE OLAN BİTENİN ÖYKÜSÜ :)
TART, PASTA, TURTA VE ENVAYİ ÇEŞİT MEYVE
     Müze çıkışı buraya uğrama kararıyla vitrin önünden tatlılara yalanaraktan ayrılıyoruz. Sein Nehri'ne doğru ilerliyoruz. Orsay Müzesi Solferino köprüsünün hemen dibinden başlıyor. Tam karşısında da Legion d' Honneur Müzesi bulunuyor.
MUSEE NATIONALE LEGION D'HONNEUR
     Eski bir malikane olan bu müzede eşsiz bir Legion d'Honneur koleksiyonu olduğu söyleniyor. İlk olarak I.Napolyon tarafından verilmeye başlanan bu nişan, sahiplerinin ceketlerine küçük kırmızı bir rozet olarak takılıyor. İçerideki odalardan birinde Napolyon'a verilen Legion d'Honneur , kılıcı ve göğüs zırhıyla birlikte sergileniyor. Ayrıca müzede Victoria Haçı ve Amerikan Purple Heart'ı gibi dünyanın çeşitli yerlerinden gelme madalyaları da görebilirsiniz. Ama biz vakit harcama tercihimizi Orsay'dan yana kullanmak istiyor ve sanata doğru yelken açıyoruz.
MUSEE De ORSAY'IN GİRİŞİ
     Eski bir tren istasyonu binası olan bu bina, Orleans Demiryolu şirketinin Paris ana istasyonu olarak açılmış ve  kapatıldıktan 47 yıl sonra, 1986 yılında müze olarak açılmış. Yapım çalışmaları sırasında mimarisi olabildiğince korunmuş.
GİRER GİRMEZ SİZE HOŞ GELDİNİZ DİYEN ESERLER
   Müze üç kattan oluşuyor; zemin katta 19. yy ın ortalarından sonlarına kadar olan eserler, orta katta Art Nouveau tarzı dekoratif eserler, 19. yy ın ikinci yarısı ve 20. yy. ın başlarına kadar olan resimler, üst katta da  Empresyonist ve Neo-empresyonist eserler bulunuyor.
MÜZEDEKİ ESERLERDEN BAZILARI
    Müze birinci sınıf geçici sergiler yanında öğle ve akşam saatlerinde konserlere de ev sahipliği yapıyormuş. Bu arada fotoğraf çekmek yasak olduğundan kaçamak çektiğim bazı eserlerin fotoğrafları dışında fotoğrafım yok ama müzede gerçekten çok iyi ve ünlü eserler var.
MÜZEDEKİ ESERLERDEN BAZILARI
     Ana koridor oldukça çeşitli heykellerle dolup taşmış. Ne tarafa ve hangi esere bakacağınızı şaşırıyorsunuz.
MÜZEDEKİ ESERLERDEN BAZILARI
    En üst katta Monet, Renoire, Degas, Van Gogh gibi ünlü ressamların eserlerinin orjinalerini görmeniz mümkün.
ÜST KATTAN MÜZENİN GÖRÜNÜMÜ
MÜZENİN GİRİŞİNİN ÜSTÜNDEKİ SAATİ
        En üst katta bir butik ve binanın dış cephesindeki kocaman iki saatten birini görmeniz mümkün.
BİNANIN DIŞINDAKİ SAATİN İÇE YANSIMASI
     Saatin olduğu bölümde oldukça rahat ve dinlenmenize yardımcı olacak ilginç koltuklar var.
BU KOLTUKLARIN TADINA BAKIN DERİM
     En üst kattan alt katlara doğru indikçe, Art Nouveau tarzı mobilyalarla dolu bölümleri görüyorsunuz.
ART NOUVEAU TARZI MOBİLYALARDAN BAZILARI
ART NOUVEAU TARZI MOBİLYALARDAN BAZILARI 


  Müzeden kitap ayracı almayı unutmadan iki saat sonra memnun ve mesut ayrılıyoruz. İlk hedefimiz gelmeden gördüğümüz köşedeki tatlıcıya uğramak oluyor.
MIMMM, BAYILIYORUM BUNLARA
    Karnımız acıktığından birer sandviç ve tatlı alıp, karşı köşedeki bir parkta herkes gibi biz de öğle yemeğimizi huzur içinde yiyoruz.
ALABİLDİĞİNE TATLI ÇEŞİDİ VAR BU ÜLKEDE
ÇEŞİT ÇEŞİT KİŞ BULMANIZ DA MÜMKÜN
  Yemeğimizi yeyip, enerjimizi topladıktan sonra ilginç Solferino Köprüsü'nden geçerek karşı kıyıya varıyoruz.
SOLFERINO KÖPRÜSÜ'NDE İLERLİYORUZ
KÖPRÜNÜN ÜZERİNDEN ETRAFI İZLİYORUZ
   Bu oldukça ilginç bir köprü; bir kısmından aşağıya iniliyor, bir kısmından yukarı çıkılıyor. Sanki suya iniyor gibi hissediyorsunuz. Yan kulvarlarında da yine kilitleri görmeniz mümkün.
SOLFERINO KÖPRÜSÜNÜN ÜSTÜ
      Köprüden inip Notre Dame'a doğru yürüyoruz ama pek acelemiz yok aslında. Kimi oturuyoruz, kimi fotoğraf çektiriyoruz, kimi gülüyor ve meyve yiyoruz.
KIYI BOYU EĞLENEREK YÜRÜYORUZ
DUVARLARDAKİ SANATSAL ÇALIŞMALARA TAKILIYORUZ
MUSEE DE ORSAY'A KARŞIDAN BAKIYORUZ
YENİ KÖPRÜLERE DOĞRU İLERLİYORUZ
KÖPRÜ ALTLARINDA EĞLENİYORUZ
DENGE DENEMESİ YAPIYORUZ
SPORA BAŞLIYORUZ
PARIS AŞK AĞAÇLARINI GÖRÜYORUZ
  Sein kıyısı boyunca aklımıza ne saçmalık gelirse yapıyoruz anlayacağınız. Oldukça da eğleniyoruz. Ama rotamızı da unutmadan bir süre sonra en yakın çıkıştan yukarı çıkıyoruz.
 Çıkar çıkmaz karşımıza daha önce Eyfel'in orada gördüğümüz Romen kumarbazlar çıkıyor. Birilerini kazıklamışlar ki, kavga eden bir çift görüyoruz. Kız olan, erkek arkadaşını oynamasın diye engellemeye çalışıyor.
ROMEN KUMARBAZLAR
    Yol boyunca ilerlerken Paris'in ünlü kitapçılarına göz atarak gidiyoruz. Bir tane eski Fransız şarkılarının olduğu albüm alıyorum, bir iki de kart.
PARIS'İN SEIN KENARINDAKİ ÜNLÜ KİTAPÇILARI
   Yol boyu yürürken karşılaştığımız afişlerden, dün karşıdan gördüğümüz plajlarla aynı hizaya geldiğimizi anlıyoruz.  
PARIS PLAGES
     Yukarıdan görünüyor mu diye bakıyorum ama pek iyi olmasa da bir kare yakalıyorum. 
SEIN NEHRİ KIYISNDA PLAJLAR
  Karşıya baktığımda da dün gezdiğimiz ünlü hapishane Conciergerie'yi görüyorum.   
CONCIERGERIE HAPİSHANESİ
 Ve bir yorgunluk kahvesi içmek için döneceğimiz köprünün köşesinde bir cafeye oturuyoruz.
DİNLENMEK İÇİN BİR KÖŞE CAFE YETERLİ PARİS'TE
    Bugün altıncı günümüz ve vücutlarımız artık her gün dolaşmanın verdiği yorgunluk belirtilerini göstermeye başladı gibi. İkimizde de bir bel ağrısı var. Ama hem dolanıyor hem de istediğimiz yerde oturuyor, istediğimizi yeyip içiyoruz. İyice dinlendikten sonra da artık Arcole Köprüsü'nden geçerek ilerliyoruz.
ALTIMIZDAN GEZİNTİ TEKNELERİ GEÇİYOR
   Ada bölümünün Ile St-Louis bölümüne St-Louis köprüsüyle geçiyoruz. Geçer geçmez karşınıza Paris'in en ünlü dondurmacısı çıkıyor,Berthillion.
BERTHILLION DONDURMACISI-St-LOUIS ADASI
BERTHILLION'UN PENCERELERİ
   Paris'te şubeleri olan dondurmacının en kalabalık yeri burasıymış.Yeni kahve içmiş bizler dondurma almadan ilerliyoruz. Artık bu ada bölümünün en ucuna doğru varmış bulunuyoruz.
ST-LOUIS ADASI'NIN EN UÇ BÖLÜMÜNDEKİ PARK VE ANITI
      Bu parka sırtınızı verip karşıya geçerseniz, Notre Dame uzaktan uzaktan size bakacaktır. Siz de dayanamayıp bir fotoğraf çektireceksinizdir.
SULLY KÖPRÜSÜ'NDEN NOTRE DAME
    Köprüyü geçince tekrar kara bölümüne, bir iki üniversitenin olduğu Quartier Jardin des Plantes bölgesine geçiyoruz. XIII.Louise'nin hekimleri 1626 da şifalı ot bahçesi kurmak için izin almışlar. İşte kurmak istedikleri yer bu bölgeymiş. Fakat bölgenin 19. yy. da hızlıca nüfusu artmış, semt giderek büyümeye başlamış ve bugünkü haline kavuşmuş.  
  Bölgede ilk karşımıza çıkan İslam dünyası ile batı dünyası arasındaki bağları kuvvetlendirmek için Fransa ile 20 Arap ülkesi tarafından 1980 yılında kurulan Arap Enstitüsü oluyor.
ARAP ENSTİTÜSÜ
ARAP ENSTİTÜSÜ AVLUSU
 Bünyesinde cam ürünler, seramik işleri, heykeller, halılardan oluşan koleksiyonlar mevcut. Ayrıca 9.yy. dan 19. yy. a uzanan geniş bir İslam Eserleri Sergisi bulunuyor. İçinde bir kütüphane ve medya arşivi de bulunmaktadır.
    Bu binanın en büyük özelliği ise dış cephesini kaplayan "IŞIK PERDELERİ" dir. Binanın güney yüzü içeri giren ışığı süzen yüksek teknoloji ürünü 1600 metal perdeyle kaplıdır. Paravanlar güneş ışığına göre açılıp, kapanmaktadır.
GÜNEŞ PARAVANLARININ AÇIK HALİ
GÜNEŞ PARAVANININ KAPALI HALİ
   Her perdede elektronik olarak kontrol edilen ve ışığa duyarlı perdelere vuran gün ışığına göre açılıp, kapanan 21 iris varmış. Merkezi iris ortadaki açıklığı ayarlayabilen, birbirine geçmiş metal bıçaklardan oluşuyormuş. Çevredeki irisler de merkezdekine bağlı olduğundan açılıp, kapanırken binanın içinde güzel gölge oyunları oluyormuş.
   Bu binayı geçerek Botanik Bahçesine doğru ilerliyoruz. 1626 da hekimler için kurulan bu bahçelerden sonra burada botanik, doğa tarihi ve eczacılık okulları açılmış. Birazdan gireceğimiz park Paris'in en büyük parklarından biri olma unvanını taşıyıp içinde bir Doğa Tarih Müzesi, Botanik Okulu ve Hayvanat Bahçesi bulunuyor.
JARDIN DES PLANTES-PARIS
      Bahçede yaşlı ağaçlar ve heykellerle süslü yürüyüş yollarının yanı sıra, dinlenmek için kendinizi atacağınız çimenlik alanlar da mevcut.
JARDIN DES PLANTES
    Korsika, Fas, Alpler ve Himalayalardan getirilen bitkilerle oluşturulan bahçedeki yabani bitkiler sergisini mutlaka görün derim.
YABANİ BİTKİLERİN SERGİLENDİĞİ BÖLÜM
      Çimenlik bir alan bulunca kendimizi hemen atıp, biraz dinleniyoruz. Sırt üstü yatıp, kuş seslerini dinlemek, huzuru hissetmek gibisi yok diyorum.
PARİS MODASINA UYUP ÇİMLERDE BİRAZ DİNLENMECE
    Biraz dinlendikten sonra hemen yanımızdaki büfeden bir waffle alıp,Fransız wafflenı deneyelim diyoruz.
FRANSIZ USULÜ WAFFLE
SEMPATİK WAFFLE SATICIMIZ
        Fakat waffle hem tat olarak hem de tazelik olarak pek istediğimiz gibi çıkmıyor. Biz de kuşlara waffle sunuyoruz.
AYHAN WAFFLE'I GÖRÜNCE SEVİNİYOR
KUŞLARLA WAFFLE'I PAYLAŞIYOR
    Yavaş yavaş parkın çıkışına doğru ilerliyoruz. Daha önce gördüğümüz parklar gibi bu parkın da zemini toprak, ağaçlar aynı düzende kesilmiş, banklar ve  heykeller var.
JARDIN DES PLANTES'TEN AYRILIYORUZ
     Parkın çıkışında, bina girişinde kocaman bir taş olan bir Doğal Taş Müzesi bulunuyor.
DOĞAL TAŞ MÜZESİ
MÜZENİN GİRİŞİNDEKİ TAŞ
  Parktan çıktığınızda hemen sağda Evrim Müzesi bulunuyor. Ayhan bu müzeye girmek isterken ben biraz ilerideki Paris'teki tek camiyi görmek istiyorum. Ve yarım saat sonra burada buluşmak üzere ayrılıyoruz.
EVRİM MÜZESİ
     Yolun karşısına geçip, aslında minaresi bulunduğum yerden görünen camiye ulaşmaya çalışıyorum.
BULUNDUĞUM SOKAĞIN KÖŞESİNİ DÖNÜYORUM
     Ve cami karşıma çıkıyor. Kuzey Afrika daha doğrusu Fas usulü minaresiyle hemen göze çarpıyor zaten.
PARİS CAMİ'NİN GİRİŞİ
CAMİNİN TABELASI
    İçeri girerken uzaktan gördüğüm bahçesiyle, bilindik cami kirliliği hayalimi kırıyor biraz bu cami.
CAMİNİN BAHÇESİ
   Fas çinileriyle bezenmiş bahçesi oldukça bakımlı geliyor göze. Bir de iç avluya ve caminin içine bakayım diyorum kendi kendime.
PARİS CAMİSİNİN  İÇ AVLUSU
AVLU KORİDORLARI
   Koridorlardan birinden caminin içine giriyorsunuz. Ben de girmek için başımı uzattım ama uzatmamla çekmem bir oldu. İçerideki halının üstü silme Kuzey Afrikalı doluydu ve hepsi uyuyorlardı. Bu görüntü beni oldukça şaşırttı ve oyalanmadan dışarı çıktım.
ÇIKIŞA İLERLİYORUM
    Dışarı çıkarken beynimdeki bilindik cami imajının pek de değişmediğini görüyorum. Hangi ülkede olursa olsun bu ibadethane neden bir kilise kadar temiz ve düzgün olamıyor bilmiyorum. Camiden çıkıp Ayhan'la sözleştiğimiz yere doğru gidiyorum.
      Ayhan'la buluşup yürüyerek Romalılardan kalma Lutece Arenası'na doğru ilerliyoruz.
YOL ÜZERİNDE JAZZ JAZZ JAZZ
    Lutece Arenası'na hemen varıyoruz. Lutece Romalıların Paris'e verdiği isimmiş. Geçmişi 2. yy. ın sonuna değin uzanıyor. 3. yy. ın sonuna doğru Barbarlar tarafından tahrip edilmiş. Geriye kalan parçalar İle de La Cite'nin yapımında kullanılmış. 
ARENAYA DOĞRU
    Arena daha sonları yavaş yavaş gömülmüş. 1869 yılında Monge caddesinin yapımı ve çevredeki binaların inşaatı sırasında yeniden keşfedilmiş.
ARENADAN GÖRÜNÜM
 Arenanın restorasyonuna dair ilk kampanya ünlü yazar Victor Hugo sayesinde 19. yy. da başlamış. Fakat 1918 yılına kadar pek ilerleme kaydedilmemiş.
    15.000 kişilik oturma kapasitesi olan arena hem gladyatör dövüşlerinde hem de tiyatro oyunlarında kullanılmış. Ve bu iki eğlence türünün aynı mekanda olması sadece eski Galya'ya yani Fransa'ya aitmiş.
     Bizse arenaya girer girmez Fransızların ünlü açıkhava oyunu PETANQUE'yi oynayan yaşlı genç Fransızları görüyoruz.
ARENADA PETANQUE OYNAYAN FRANSIZLAR
  Bu oyunda amaç çelik topları BUT ya da COCHONET diye adlandırılan rehber küçük topun mümkün olduğu kadar yakınına yuvarlamakmış. 
PETANQUE TOPLARI
  Daha önce  bu oyun hakkında emeklilerin oynadığı bir oyun diye okumuştum ama burada gençlerin de oynadığına şahit oluyoruz.
PETANQUE OYNAYAN GENÇLER
  Arenada Petanque oynayanları izledikten sonra rotamızı Monge caddesinden yürüyerek Contrescarpe Meydanı'na çeviriyoruz. Köy meydanını andıran bu meydanda birçok cafe var ve meydan öğrenciler için oldukça çekici bir yermiş.
PLACE DE LA CONTRESCARPE
   Bir zamanlar bu bölge kent surlarının dışında kalıyormuş. Adını Philipp-Auguste'nin ünlü surlarını çevreleyen  hendeklerinin tekrar doldurulmasından almış. 1852 yılında düzenlenip, bugünkü haline gelmiş. Bu alan her zaman festivaller ve randevular için kullanılıyormuş. Hafta sonları oldukça kalabalık olan meydanda Bastille Günü'nde bir balo düzenleniyormuş.
PLACE DE LA CONTRESCARPE'DEKİ CAFELER
   Meydandaki güzel dondurmacılardan birinden hayatımızın en pahalı ama en leziz dondurmasını yiyoruz. 2 top dondurma 7 euro'ya yeniyor bu memlekette.
MIIMMM MUHTEŞEM BİR LEZZET
PLACE DE LA CONTRESCARPE'DEKİ CAFELERDEN
     Eğer meydandan Mouffetard caddesi boyunca yürürseniz muhteşem bir sokak pazarı ile karşılaşırsınız. Paris'in en eski sokak pazarlarından biridir. Bu yol Romalılar döneminde arenayla Roma'yı bağlıyormuş. Akşamları Yunan, Fas, İtalyan, Arjantin mutfaklarının sunulduğu küçük restoranlar hem bölge sakinlerinin hem de turistlerin ilgisini oldukça çekiyor.
PAZAR YOLUNDA ŞARAPLAR
PAZAR YOLUNDA DENİZ ÜRÜNLERİ
   Bu güzel pazar sokağından metroyla uzaklaşıp, başka bir meydana, St-Sulpice Meydanı'na geçiyoruz. St-Sulpice Meydanı artık bölge olarak Quartier Lüxemburg Bölgesi içinde yer alıyor. 
    Meydanın tam ortasında yükselen Sulpice Kilisesi hemen gözünüze çarpıyor. Kilisenin yapımı 134 yıl sürmüş.
ST-SULPICE
ST-SULPICE'NİN UYUMSUZ KULELERİ
    Kilisenin büyük pencereleri sebebiyle iç mekanı oldukça ışıklı ve içinde olağanüstü bir org bulunuyor.
KİLİSENİN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
KİLİSENİN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
KİLİSENİN İÇİNDEN BİR GÖRÜNÜM
KİLİSENİN KONSERLER VEREN MUHTEŞEM ORGU
    Sulpice Meydanı'nın tam ortasında, kilisenin önünde Dört Piskopos Çeşmesi'ni görebilirsiniz.
DÖRT PİSKOPOS ÇEŞMESİ
    Burası yazarların ve öğrencilerin gözde buluşma yeriymiş bilginize. Fransız filmlerinde çokca çıkan Cafe de la  Mairie de tam yolun karşı köşesinde bulunuyor.
CAFE DE LA MAIRIE
    Bu şirin meydana veda ederek Paris'in en güzel ve en ünlü parkına, Lüxemburg bahçelerine ilerliyoruz.
LUXEMBURG BAHÇELERİNE GİRİYORUZ
    25 Hektarlık bir alanı kapsayan bu bahçelerin ortasında içinde yelkenlilerle dolu bir sekizgen havuz, formel teraslar, geniş yollar, Fransa kraliçelerinin heykelleri bulunur.
  Bahçeler Lüxemburg Sarayı'nı çevrelemişdir. Girer girmez kapalı bir verandanın altında satranç ya da dama oynayan bir sürü kişi görüp, siz de illa ki onları izleyeceksiniz.
SATRANÇ OYNAYANLAR VE İZLEYİCİLERİ
SATRANÇ OYNAYANLAR
SATRANÇ OYNAYANLAR
BİRİLER SIKIŞTI SANIRIM..
  Bu oyun oynanan bölümün hemen arkasında küçük bir müze-sergi alanı gibi bir yer var. Daha doğrusu Marie Medicis'in isteği üzerine yapılmış bu müze. Geçici sergilere ev sahipliği yapıyormuş. Oraya da bir göz atın derim. İlginç çalışmalar göreceksiniz. 
SERGİLENEN ESERLERDEN BAZILARI
SERGİLENEN ESERLERDEN BAZILARI
SERGİLENEN ESERLERDEN BAZILARI
SERGİLENEN ESERLERDEN BAZILARI
SERGİLENEN ESERLERDEN BAZILARI
        Bu müze bölümünden çıktığınızda hemen solunuzda Delacroix Anıtı'nı görebilirsiniz. Romantik ressamın anıtının altında Zaman ve Zafer figürlerini göreceksiniz.
DELACROIX ANITI
   Anıtın önünden devam ettiğinizde yükselen teraslara doğru çıkarsanız solunuzda hemen 19. yy. da yapılan Lüxemburg Sarayını görürsünüz.
LUXEMBURG SARAYI
     Bugün Fransız Senatosunun bulunduğu bu saray IV. Henri'nin İtalyan eşi Marie de Medicis'ye memleketi Folaransa'yı hatırlatması için yapılmış. 1631 yılında bittiğinde Marie'de sürgüne gönderildiyse de Devrim'e dek kraliyet sarayı olarak kullanılmış. Önce hapishane olarak kullanılmış, 2. Dünya Savaşı'nda da karargah olarak kullanılmış.
     Bulunduğumuz terastan bahçelere doğru bir göz atıyoruz. Muhteşem bir yer burası. Oturup, kafayı dinleyecek, uzak diyarlara gidilecek bir mekan.
LUXEMBURG BAHÇELERİ'NDEN GÖRÜNÜM
HEYKELLER VE ÇİÇEKLER MUHTEŞEM
HERKES DİNLENME PEŞİNDE BU PARKTA
    Sarayın önünden bahçelere baktığınızda manzara muhteşem. Okuduğum Fransız edebiyatı kitaplarında bahsini duyduğum bu parkın önemini şimdi daha iyi anlıyorum.
LUXEMBURG BAHÇELERİNİN MUHTEŞEM RENKLERİ
     Sarayın sol tarafına doğru ilerlerseniz hem yan bahçeleri hem de  Medicis Çeşmesini görürsünüz. 
SARAYIN YAN BAHÇELERİ
MEDICIS ÇEŞMESİ
   Çeşmenin olduğu alan fazla büyük değil ama o loş ortam, sudaki yansıma, havuzun etrafında oturan ve kitap okuyan insanlar, ağaçlar öyle huzurlu ve güzel ki biz de dayanamayıp oturuyoruz.
BİZ DE HUZURLUYUZ BURADA
    Hemen yanımızda kulağımıza tanıdık sesler, Türkçe konuşmalar geliyor. Burada okuyan üniversiteli gençler görüyoruz. İçimden ne kadar şanslı olduklarını düşünüyorum.
PARIS'TE TÜRKLER
    Tam karşıma bakıyorum yansımanın içinden, kitabına gömülmüş insanlar. Bu anı yaşadığım ve burada olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum ve oldukça huzurluyum. Gözlerimi kapatıp, Burada diğer mevsimlerin hayalini kuruyorum.
MEDICIS ÇEŞMESİ KENARINDA İNSANLAR
    Bu büyülü ortama adını veren çeşmenin yanına gitmenin vaktidir diyerek havuzun uç kısmına, heykelli bölüme ilerliyorum.
       İtalyan mezarları biçiminde yapılan 17. yy tarihli çeşme adı bilinmeyen bir mimar tarafından yapılmış. Üzerine daha sonra 1866 yılında mitolojik figürler eklenmiş.
MEDICIS ÇEŞMESİ
   Medicis çeşmesinden istemeden de olsa ayrılıyoruz. Bahçenin diğer taraflarına doğru yürüyoruz. Karşımıza ilk olarak tam ortada olan sekizgen havuz çıkıyor. 
SEKİZGEN HAVUZ ORTASINDA HEYKEL VE ÇEŞME
     Havuz içinde çocuklar küçük yelkenli gemileri yarıştırıyorlar. Havuz etrafında da insanlar güneşlenmeyi tercih ediyorlar.
HAVUZ İÇİNDE KÜÇÜK YELKENLİ YARIŞLARI
      Havuzu da geçip bahçenin orta kısmına geldiğinizde geri dönüp bakarsanız Lüxemburg Sarayı olduğu gibi size poz verecektir.
LUXEMBURG SARAYI
     Çıkışa doğru Paris'in her yerde formunu koruduğu ağaçlarla dolu bir yeşillik alan göreceksiniz.
AĞAÇLIK VE YEŞİLLİKLERE DOĞRU
     İnsanlar yeşilliğe yayılmış, kimseyi rahatsız etmeden sohbet ediyorlar. Bazıları yemekleri yiyor ama asla pis bir mangal kokusu veya görüntüsü görmeniz mümkün değil. Hayvani duygularla değil sadece ihtiyaçtan yemek yiyorlar.
FRANSIZ HALKI VE OLAĞAN HALLERİ
     Bu yeşillik alanın sonuna doğru heykelli bir bölüm var ve onun ucunda da yani parkın son kısmında güzel bir çeşme bulunuyor.
HEYKELLİ BÖLÜM
PARKIN SONUNDAKİ ÇEŞME
     Parkın güney ucundaki bu çeşme Paris'in en görkemli çeşmelerinden biri diyebiliriz. Bronz çeşmenin üzerinde yerküreyi taşıyan ve dört kıtayı simgeleyen dört kadın heykeli bulunuyor. Beşinci kıta olan Okyanusya simetri kaygısıyla dışarıda bırakılmış. Yunus, at, kaplumbağa gibi figürler de var. Heykel 1873 yılında yapılmış.
LUXEMBURG BAHÇELERİNİN GÜNEY UCUNDAKİ ÇEŞME
     Parktan çıktıktan sonra her zaman yemek yediğimiz bölgeye doğru metroyla hareket ediyoruz. Bu akşam Paris'te çok ünlü olan Kuzey Afrika Mutfağı'nı tatmaya başlayacağız. Özellikle yemek istediğim bir yemek var, Tajin.
   Tajin aslında adını pişirildiği kaptan alıyor. Bir çeşit güveç diyebiliriz. Bizimkine göre biraz farklı bir güveç. Kapağı kesik koni biçiminde bir güveç.
TAJİN KABI
    Etli, tavuklu, sebzeli çeşitlerini yiyebilirsiniz. Biz sebzeli tajin siparişi verip bekliyoruz. İlk önce aparetif yemek öncesi içkimiz kir ve şık sürahisi ile suyumuz geliyor.
SÜRAHİMİZE BAYILIYORUM
VE TAJİNİMİZ GELİYOR
    Bu mekan oldukça kalabalık ve sıkışık. Hemen dibimizdeki masada oturan adamın yediği yemeği yarın akşam yemek için plan yapıyoruz. Diğer tarafımızda oturan çiftten de fotoğrafımızı çekmeleri için rica ediyoruz.
TAJİNİMİZE BAŞLAMADAN BİZLER
    Tajinin içinde patates, kabak, patlıcan, biber gibi sebzeler ve bol baharat var. Tadı bizim mutfağımıza yakın olduğundan oldukça beğendik ama bu sıcakta kendinizi ejderha gibi hissedebilirsiniz.
     Yemekten sonra yine Notre Dame'a gidip akşam eğlencelerini izleyeceğiz. Her gün burada olan bir topluluk var, artık oyunlarını ezberlesek de onları izlemek bizi mutlu ediyor. Belki de ortamın enerjisindendir, kim bilir?
NOTRE DAME'DA CANLI STAND-UP
  Akşamı burada ederken, arka fonda Notre Dame olan birçok fotoğraf çektiriyoruz. Paris'te kafamıza göre takılmanın tadını çıkartıyoruz. 
ARKA FONDA NOTRE DAME
     Hava kararınca otele giderken uğramayı planladığımız bir kitapçıya uğruyoruz, Shakespeare and Co.
SHAKESPEARE and CO
   Tam Notre Dame'ın karşı köşesinde çok ünlü bir kitabevi burası. Ününü de Ernest Hemingway gibi yazarların kitaplarını basmasından alıyor. Eğer buradan bir kitap alırsanız kitabınıza mutlaka "Shaespeare and Co Kilometre Zero Paris"  damgasını bastırmayı unutmayın, adettendir.
İÇERİDE ÜNLÜ YAZARLARIN ORADA ÇEKİLMİŞ FOTOĞRAFLARINI GÖREBİLİRSİNİZ
     Ben kitabevinden kitap değil ama güzel bir bez çanta alıyorum. Aldığımdan beri de kullanıyorum. Çok sevdim.
  Kitabevi bugünkü son durağımız oluyor. Yarın için gidip otelimize dinlenmeyi tercih ediyoruz. Bakalım yarın bizi neler bekliyor olacak. 

6.GÜN HARCAMALARI:
  1. 13,5 euro-1 lu Bilet
  2. 10 euro-2 sandviç
  3. 2,2 euro-2 adet kart
  4. 9 euro-2 kahve
  5. 5 euro-Waffle ve su
  6. 5 euro-guide
  7. 7 euro-Evrim Müzesi
  8. 7 euro-Dondurma
  9. 19 euro-Akşam Yemeği
  10. 10 euro-Çanta
TOPLAM: 87,7 euro-(224 tl)


7.Gün-Pere Lachaise Mezarlığı-Buttes Chamount Parkı-St-Martin:
      Bugün itibariyle artık biraz daha merkezden uzaktaki yerlerde dolaşmaya başlıyoruz. Günün ilk durağı Paris'in birçok ünlü kişisinin de mezarlığının bulunduğu Pere Lachaise Mezarlığı olacak. Yine ulaşımımızı metroyla yaparak , metrodaki güzel akordeon konserleriyle kulağımızın pasını atarak Pere Lachaise durağında iniyoruz.
PARIS METROSU VE AKORDEON
 Gezintimize mezarlığın tepesinden doğru başlıyoruz. Mezarlık zaten şehre bakan bir tepenin üstüne kurulmuş durumda. Ve arazi bir zamanlar XIV.Louise'nin günah çıkarma papazı olan Pere la Chaise'ye aitmiş. 1803 yılında Napolyon tarafından yeni bir mezarlık yapılmak üzere satın alınmış. Mezarlık Paris burjuvası arasında öyle ün kazanmış ki yüz yıl boyunca 6 lez genişletilmiş.
PERE LACHAISE'DEN BİR GÖRÜNÜM
    Ünlülerin değişik mezarları sayesinde burası aslında bir gezinti alanı gibi bir hale gelmiş. Bizim mezarlıklarımızdaki gibi bir hisse kapılmıyorsunuz. Girmeden ana kapının etrafındaki dükkanlardan mutlaka kimin nerede yattığına dair bilgilendirici bir mezar haritası almanızı öneririm. Yoksa bu koca alanda kim nerede diye aramanız çok zor olacaktır.
    Biz önce Küçük Serçe lakabıyla tanınan ünlü sanatçı Edith Piaf'ın mezarını ziyaret ettik.
EDITH PIAF'IN MEZARI
EDITH PIAF'IN MEZARI
      Bizim elimizde bir harita olmadığından bu koca mezarlıkta bulunan  pek açıklayıcı olmayan panodan ne kadar araştırabildiysek gezmeye çalıştık. Ama sanırım hemen hemen hepsini gezmiş olduk.
MEZARLIĞA BAKIP, NASIL BULURUZ DİYE DERTLENMEYİN :)
     Bundan sonraki durağımız ünlü Fransız Karikatürist Andre Gill'in mezarı oluyor.
ANDRE GILL'İN MEZARI
    Hemen arkasından III.  Napolyon'un kuzeni tarafından vurulan Victor Noir'in mezarı geliyor. Mezarın üzerindeki bu heykel Noir'in ölüm anını gösterdiği gibi doğurganlık verme gücü olduğu da söyleniyor.
VICTOR NOIR'İN MEZARI
VICTOR NOIR'İN MEZARI
      Biraz ileride İrlandalı ünlü oyun yazarı Oscar Wilde'nin mezarını görebilirsiniz. İngiltere'den sürüldükten sonra Paris'e gelen yazar 1900 yılında burada yokluk içinde ölmüş.
OSCAR WILDE'NİN MEZARI
      Mezarlığın tam ortasında kocaman bir Krematoryum var. 19. y. da inşa edilen mekanda birçok kişinin küllerini içeren küçük kutu gözleri bulunuyor. Biz oradayken bir cenazenin de yakılma işlemi gerçekleşiyordu.
PERE LACHAISE KREMATORYUMU
KREMATORYUMDA KÜLLERİN KONULDUĞU KÜÇÜK GÖZLER
    Krematoryumun sırası boyunca sola ilerlerseniz ünlü yazar Marcel Proust'un mezarını görürsünüz.
MARCEL PROUST'UN MEZARI
   Buradan sonra biraz daha alt bölümlere iniyor ve ünlü oyuncu Sarah Bernhardt'ın mezarını görüyoruz.
SARAH BERNHARDT'IN MEZARI
    Biraz daha alt sıralara inerseniz pek çok taraftarı olan bir 19. yy. mezhebinin kurucusu olan Allan Kardec'in her zaman sevenleri tarafından çiçeklerle süslü mezarını görebilirsiniz.
ALLAN KARDEC'İN MEZARI
  Kardec'in mezarının biraz ilerisinde ünlü yazarlar Moliere ve La Fontaine'nin mezarını görebilirsiniz.
MOLIERE'NİN MEZARI
LA FONTAINE'NİN MEZARI
     Mezarlığın girişe göre sol bölümünde olan Ahmet Kaya'nın mezarlığını aramaya başladık ki bir Fransız çıktı ortaya. Nereli olduğumuzu sordu ve cevabımızı verince  "Burada iki Türk yatıyor." dedi. Onun tarif ettiği tarafa doğru yürürken ünlü yazar Balzac'ın mezarını gördük.
HONORE DE BALZAC MEZARI
        Ahmet Kaya'nın mezarını ararken aynen bizim gibi onu arayan iki genç Türk gördük. Ve birlikte aramaya başladık. Karşımıza bir Türk daha çıkıp nerede olduğunu söyleyince sevindik. Bir anda bu kadar Türk nasıl buluştuk bir anlam veremedik ama, iyi de oldu. Mezarlığı bulunca Almanya'dan gelen üç kişinin mezarlığı düzenleyip, Kürt bayrağı yerleştirdiğini gördük.
AHMET KAYA'NIN MEZARI
AHMET KAYA'NIN MEZARI
     Mezardan ayrılınca aşağıya doğru Krematoryumla aynı hizada olan bir terasta oturup, yemeğimizi yedik. Mezarlıkta yemek mi yenir demeyin ama gün öğleyi bulmuşken biz hala mezarlıkta dolanıyor ve hala göreceğimiz bir iki mezarlık bulunuyorken yemek yemeden olmuyor.
TERASIN ÖNÜNDEKİ ANITSAL HEYKEL
    Biraz dinlendikten sonra mezarlığın girişe göre sağına doğru ilerliyoruz. küçük bir meydanda karşımıza Fransa'da yaşanan devrimlerde birçok defa hapis yatan ve mezarlığı da "Hücre" şeklinde olan François Raspail'in mezarı çıkıyor.
FRANÇOIS RASPAIL'İN MEZARI
     Artık girişe çok yakınız ve girişin sağında gençler tarafından yoğun olan tek bir mezar var o da, Jim Morrison'un mezarı. The Doors'un solistinin 1971 yılında Paris'te  ölümü hala gizemini koruyormuş.
JIM MORRISON'UN MEZARI
      Ve son olarak giriş kapısının hemen solundan duvarın dibinden yürürseniz, yolun sonuna doğru Yılmaz Güney'in mezarını görebilirsiniz. Biz gittiğimizde Gezi eylemleri ile ilgili yazılar ve fotoğraflar mezarlığın üstünü kaplamıştı.
YILMAZ GÜNEY'İN MEZARLIĞI
     Sanırım bu ünlü mezarlıkta 4 saate yakın kaldık. Ve çıkar çıkmaz da girişin hemen sağında bulunan cafeye kendimizi attık.
  Cafede garsonun önerdiği bir erikli tart yeyip, kahve içtikten sonra kendimize gelebildik.
ERİKLİ TART
     Dinlenme, yeme, içme faslından sonra yine metro aktarmalarıyla Paris'in doğusunda bulunan bir parka, Buttes-Chaumont'a doğru ilerliyoruz. Ama parka girer girmez herkes gibi biz de çimlere kendimizi atıp, şekerleme yapıyoruz.
BUTTES CHAUMONT PARKI'NDA ŞEKERLEME
   Turistler tarafından pek ziyaret edilmeyen bir Park burası aslında. Daha yukarılarda bulunan Buttes Bergeyre Köyü'nden aşağılara indiğinizde parka ulaşıyorsunuz. Burada büyük bir adayı çevreleyen bir göl, dekoratif bir kule ve harika ağaçlar bulunuyor.
PARKIN İÇİNDEN GÖRÜNÜM
   Park III. Napolyon ve Baron Hausmann tarafından 1864 yılında yapılmış. Dört yılda tamamlanmış. Eskiden bir çöplük olan bu mekanı baştan yaratmışlar. Yapay bir göl ve ada yapılmış. 25 hektarlık bir alanı görsel açıdan oldukça güzel değerlendirmişler. 
    Halksa adeta kendini buraya atmış. Çocuklar, köpekler çimlere serilmişler.
ANNELER VE ÇOCUKLARI PARK SEFASINDALAR
   Ana yoldan devam ettiğinizde 63 mt lik güzel bir asma köprüye ulaşıyorsunuz. Asma köprüden geçerek 50 mt yüksekliğindeki yapay adaya ulaşabilirsiniz.
ASMA KÖPRÜDEN GEÇİYORUZ
     Asma köprüden geçince kırmızı taşlarla döşeli başka bir köprü daha var ama tadilat nedeniyle onu geçemiyoruz. Biz de merdivenlerle yükselen bir tepeye doğru ilerliyoruz. Tepede Roma yakınlarındaki Syble Tapınağı'nın benzeri bir yapı var. Oraya çıkmanızı tavsiye ederim. Ve tepeden şehrin manzarası harika. Uzaklardan Sacre Coure'yi görebilirsiniz.
KULEDEN MANZARA
TEPEDEN SACRE COURE MANZARASI
    Tepeden aşağıya inerek biraz da göl kenarında yürüyoruz. Göl kenarında salkım söğütleri görebilirsiniz. Parktakilerden bazıları banklarda oturup gölün tadını çıkartırken bazıları da kitap okumayı balık tutmayı tercih ediyorlar.
DEMİN ÜZERİNDE OLDUĞUMUZ ASMA KÖPRÜ
GÖLE BİZ DE BAYILIYORUZ
GÖL KENARINDA BİRAZ OYALANIYORUZ
GÖL KENARINDA KİTAP OKUYANLAR
GÖL KENARINDA BALIK TUTANLAR
     Göl kenarında ilerlerken bir su sesi duyacaksınız. Yine insan eliyle yapılan yapay bir şelale mevcut. 32 mt yükseklikten akan bir şelale bir mağaranın içinden akıyor.
PARKTAKİ ŞELALE
  Şelaleyi de görünce gölü tam olarak döndüğümüzden; Paris'in işçi mahallesinde yer alan St-Martin Kanalı'na metroyla geçmek üzere parktan ayrılıyoruz.        
    St-Martin Kanalı'nda yürüyerek Paris'in fabrikaları, depoları, tavernaları, gibi eski yapıları hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz. 19. yy. ın sanayi ve işçi sınıfı dünyası hakkında görsel bir gezi yapabilirsiniz. Öğrendiğimize göre Edith Piaf bile ilk şarkılarını bu sokaklarda söylemiş.
   Kanal boyunca eski demir köprülere, ağaç iskelelere, balıkçılara, nehir mavnalarına tanık rastlayabilirsiniz. Bassin de la Vilette ile Sein Nehrini birleştiren kanala biz Rotonda de la Vilette binasının önündeki meydandan başladık.
ROTONDA DE LA VILETTE BİNASI
     Kanalın sağ tarafı boyunca ilerlemeye başlıyoruz. Bizim gibi yürüyenler, bisiklete binenler, kanal kenarında oturanları izleyerek yürüyoruz.
KANALIN YANINDAN İLERLİYORUZ
     Yürüye yürüye E.Varlin Köprüsüne geliyoruz. Ve köprüye geldiğimizde ana yola inip, kanalı izlemeye çalışıyoruz.
E.VARLIN KÖPRÜSÜ
    Yürüye yürüye ilerlerken  kanalın 3. sete doğru kıvrıldığı yerde zarif bir yaya köprüsü görüyoruz.
3. SETE DOĞRU İLERLERKEN
3. SETTEN SONRAKİ YAYA KÖPRÜSÜ
 Rebuplic Meydanı civarında kanaldan ayrılıp metroyla her zamanki bölgemize yemek yemeye gidiyoruz. Bu akşam yine Kuzey Afrika Mutfağı midemizi şenlendirecek.
   Sokaklarda "KUSKUS KUSKUS " diye bağırıp duruyorlar, biz de bir deneyelim diyoruz.  Bakalım bizim kuskusa ne kadar benziyor.
AKŞAM YEMEĞİMİZ
     Kuskus bizim köftelik ince bulgurdan başka bir şey değil. Tastaki et suyu içeren yemeğin suyunu tabağınıza koyduğunuz, sadece haşlanmış bulgurun üstüne döküyor ve yanında başka ne sipariş verdiyseniz, ekliyorsunuz. Biz yanında hem Tajin hem de köfte söylüyoruz ve lezzetli yemeklerin içine içine gömülüyoruz. Ve iki akşamdır bayağı samimi olduğumuz işletmeciye veda edip ayrılıyoruz.
KUZEY AFRİKA RESTORANI İŞLETMECİSİ
  Yemekten sonra soluğu yine Notre Dame'da alıyoruz. Notre Dame her zamanki gibi hareketli.
BUGÜN KRAL VE KRALİÇE DE VAR
VE KUŞLARI YEMLEMEK İÇİN DELİREN AYHAN
   Meydanda her akşam izlediğimizi izleyip, havanın kararmasını bekliyoruz. Yine eğleniyoruz, itiraf edelim.
NOTRE DAME PARLAMENT MAVİSİNE BULANINCA
     Gök parlament mavisi olunca artık kalkıyoruz. Hedefimiz Chaillot Tepesine çıkıp Eyfel'in gece halini izlemek.
METROYA DOĞRU MANZARA ÇOK HOŞ
DAYANAMAYIP, SIRAYLA FOTOĞRAF ÇEKTİRİYORUZ
BİR O, BİR BEN
    Chaillot Tepesi'ne vardığımızda Notre Dame'dan daha hareketli olduğunu görüyoruz. Her yerde Kızılderili gruplar şarkı söylüyor.
CHAILLOT TEPESİ'NDE GRUPLARDAN BİRİ
     Etrafı izleyip, basamaklarda oturuyoruz. Burada olma şansımız olduğu için şükrediyoruz. Zira Eyfel öyle güzel gözüküyor ki. Dünyanın önemli bir parçasının güzelliğine şahit olmak diyoruz. 
EYFEL'İN GECE IŞIKLI HALİ
    Teras merdivenlerinden Eyfel'i izleyerek günü sonlandırıyoruz. Keşke bu görüntü hiç bitmese, hiç geçmese. Yarına görüşmek üzere.

7.GÜN HARCAMALAR:
  1. 13,50 euro-10 lu bilet
  2. 7,4 euro-Sandviç
  3. 6 euro-Bakkal
  4. 11 euro-Kahve ve tart
  5. 25 euro-Akşam Yemeği
  6. 4 euro-Su
  7. 4 euro-Çanta
TOPLAM: 71,2 euro-182 tl


8.Gün-Versailles Sarayı: 
   Sabah erkenden kalkıp bizi Paris'in biraz daha batısında bulunan Versailles'e götürecek Rer-C tren istasyonuna gidiyoruz. Rer treni biletleri biraz daha farklı olduğundan gidiş dönüş biletimizi bilet kabininden alarak trenimizi bekliyoruz. Gelen trenin önünden hangi trene bineceğinizin yazısı yazdığı için gelen trenin ön haznesine dikkat etmenizi öneriyorum. Versailles Paris arası 20-25 dakika arasında tutuyor. Bindiğimiz çift katlı tren oldukça rahat ve hızlı bir şekilde ilerliyor. Trendeki çoğu kişi de bizim gibi Versailles Sarayı için trende bulunuyor zaten.
      Çok geçmeden son durak Chateau de Versailles da iniyoruz. Ve tüm trenden inenlerle birlikte Versailles Sarayı'nın yolunu tutuyoruz. Müze kartımızın günü dolduğu için turizm bürosundan saray içindeki üç ayrı binayı yani ana Chateau, Grand Trianon ve Marie-Antoinette'nin sarayı olan Petit Trianon'u gezmek için toplamda 54 euro gibi büyük bir para veriyoruz.
       Nihayet uzaklardan saray gözükünce heyecanlanıyoruz. Sarayın önünün ne kadar kalabalık olduğunu çok uzaklardan bile görebilirsiniz.
   Daha saraya girmeden tam avlunun ortasında XIV.Louise heykeli sizi karşılıyor zaten. Tam heykelin olduğu yerde bir zamanlar Kraliyet Avlusu'nun girişini gösteren bir yaldızlı kapı bulunuyormuş.
XIV.LOUISE HEYKELİ
       Saray XIII. Louise tarafından taştan ve tuğladan bir av köşkü olarak 1661 yılında yapılmış. Daha sonra 1668 yılında babasının av köşkünden yola çıkan XIV.Louise eklentiler, süslemeler, avlular, bahçeler yaptırarak 20 bin kişiyi barındıran Avrupa'nın en büyük Sarayı'nı inşa ettirmiş.
      Kraliyet Avlusu'na girdiğinizde saraya girmek için girilen sıranın uzunluğu sizi şaşırtmasın çünkü oldukça hızlı ilerliyor.
SARAYA GİRMEK İÇİN UZUN MU UZUN BİR SIRA SİZİ BEKLİYOR :)
      Girişte avlu bölümünü kaplayan yaldızlı kapılar ve önlerindeki heykeller daha içine girmeden sarayın şatafatı hakkında size bilgi veriyor aslında.
SARAYIN ÖNÜNDEKİ HEYKELLERDEN BİRİ
SARAYIN GİRİŞİNDEKİ YALDIZLI KAPILAR
      İçeri girer girmez sarayın ana binası ve önündeki mermer avluyu geçmeden bir hatıra fotoğrafı çektirmeyi ihmal etmiyoruz.
SARAYIN ORTA, ANA BÖLÜMÜNE GİRMEDEN
     Ve ana bölüme giriyoruz. Saray içinde oda oda kısa film gösterimleri yapılıyor. Oldukça faydalı filmler bunlar. Sarayın nasıl bugüne kadar geldiğini size anlatıyor. Biraz film izliyor biraz da gezerek ilerliyoruz.
SARAYIN ODALARINDAN BİRİ
     Ana binada ilk katı gezdikten sonra batı kanadındaki bölüme geçip birinci kattan hem batı kanadını hem de ana binanın birinci katını geziyoruz.
ANA BİNADAN GÖRÜNÜMÜ
    Muhteşem ana daireler sarayın birinci katında yer alıyor. Mermer avlunun çevresinde kral ve kraliçenin özel odaları bulunuyor. Bahçeye bakan tarafta da resmi saray yaşantısının sürdüğü devlet daireleri bulunuyor.
KRALİÇE ODALARINDAN BİRİ
      Bu renkli daireler renkli mermer, taş, ahşap oymalar ve altınla kaplanmış mobilyalarla süslenmiş durumda. Kraliçeler de bu odalarda herkesin önünde giyinir, soyunur ve doğum yaparlarmış.
ÇALIŞMA ODALARINDAN BİRİ 
      Salonların her biri Herkül, Apollon gibi birer Olympos tanrısına adanmış. En göz alıcı yer ise on yedi büyük aynanın yüksek kemerli pencerelerin karşısında durduğu Aynalı Salon gibi gözüküyor.       
     Batı cephesi boyunca uzanan bu 70 mt lik salonda önemli devlet törenleri yapılırmış. 1919 yılında 1. Dünya Savaşı'nı sona erdiren Versailles Antlaşması da burada yapılmış.
AYNALI SALON
AYNALI SALONUN PENCERELERİ
     Aynalı salondan bahçeye bakarsanız aşağıdaki manzarayla karşılaşırsınız.
AYNALI SALONDAN BÜYÜK KANALIN GÖRÜNÜMÜ
     Aynalı salonun hemen yanında XIV.Louise'nin yatak odasını görebilirsiniz.
XIV.LOUISE'NİN YATAK ODASI
       Parisliler 6 Ekim 1789 tarihinde nefret ettikleri Marie-Antoinetet'i ele geçirmek için sarayı işgal etmişler. Panikle uykusundan uyandırılan Kraliçe , Oeil-de-Boeuf olarak bilinen bekleme odasından geçirilerek kralın dairesine koşmuş. Kalabalık odaya girmeye çalışırken Kraliçe kralın yatak odasının kapısındaymış. Ertesi sabah Kral ve kendisi zafer naraları atan halk tarafından Paris'e gönderilmiş.
XIV.LOUISE'NİN YATAK ODASINDAN GÖRÜNÜM
DUVARLARDA TARİHİ OLAYLARI ANLATAN RESİMLER
DUVARLARDA TARİHİ OLAYLARI ANLATAN RESİMLER
DUVARLARDA TARİHİ OLAYLARI ANLATAN RESİMLER
TAVAN SÜSLEMELERİ
TAVAN SÜSLEMELERİ
     Salon Apollon XIV.Louise'nin taht odasıymış. Kırmızı ağırlıklı bu odayı mutlaka görün derim.
XIV. LOUISE'NİN TAHTI-APOLLON ODASI
APOLLON ODASI'NDAN GÖRÜNÜM
    Salon Apollon'un hemen yanındaki köşede Salon de la Guerre'yi göreceksiniz. Odadaki savaş teması duvarda asılı olan ve XIV.Louise'yi zafere giderken betimleyen rölyefle daha bir vurgulanmıştır.
ZAFERE GİDEN XIV.LOUISE RÖLYEFİ
     Batı kanadının en ucunda Chapelle Royale bulunuyor. Şapelin ilk katı kraliyet ailesine, zemin katı ise saray halkına ayrılmış. İç mekanı beyaz mermer, yaldız ve Barok duvar resimleriyle süslenmiş.
CHAPELLE ROYALE
    Bulunduğunuz yerlerden mutlaka pencerelerden bahçeye bir göz atın derim. 
ODALARDAN BAHÇENİN BİR GÖRÜNÜMÜ
ODALARDAN BAHÇENİN BİR GÖRÜNÜMÜ
KRALİÇELERİN DOĞUM YAPTIĞI ODA
YEMEK ODASI
   Saray gezimiz bitince bahçe bölümüne geçmeden, sol kanatta bulunan cafede güzel bir sandviç yeyip, kahvemizi içiyoruz. Bu bölümde küçük küçük yemek yeme odaları yapmışlar. Dışarıdaki hengameden de kurtulmanız için uygun bir yer. Ayrıca dışarıda uzun bir tuvalet kuyruğu varken burada bu gibi ihtiyaçlarınızı da sıra beklemeden giderebilirsiniz. Tek sıkıntı bu cafeye girmek için sağ kanattaki bahçe bölümünden çıkıp öyle sol kanada giriyorsunuz.
  Yemekten sonra geometrik düzenlenmiş yollarla oluşan bahçeye, ağaçlıklara, çalılıklara ve çiçek bahçelerine doğru yürüyoruz.    Bahçede birçok havuz, ilginç fıskiye ve XIV.Louise'nin tekne partileri yaptığı bir de upuzun kanal bulunuyor. Fıskiyeler günde iki kere müzik eşliğinde ışıklı ve ışıksız gösteri yapıyorlar.  Chateau'nun önüne gelen bölümde bir su bahçesi var ve etrafı çeşitli  bronz heykellerle dolu.
SU BAHÇESİNİN ETRAFINDAKİ HEYKELLERDEN BİRİ
SU BAHÇESİNİN ETRAFINDAKİ HEYKELLERDEN BİRİ
SU BAHÇESİNİN ÖNÜNDEKİ ANIT
 Bu su bahçesi diye adlandırılan ilk havuzlu bölümü geçtiğinizde Büyük Kanal'a kadar uzun ince bir yürüyüş yolu var bu yolun sağ ve solunda da hem temalı bahçeler hem de çeşit çeşit havuz ve fıskiye görebilirsiniz.
SU BAHÇESİNDEN CHATEAU
SU BAHÇESİNDEN BÜYÜK KANALA BAKIŞ
YÜRÜYÜŞ YOLU HİZASINDA HEYKELLER
YÜRÜYÜŞ YOLU HİZASINDA HEYKELLER
YÜRÜYÜŞ YOLU HİZASINDA HEYKELLER
YÜRÜYÜŞ YOLU HİZASINDA HEYKELLER
   Ara ara biz de merak edip geometrik bahçelere dalıyoruz. Labirent misali bahçelerde ağaçlar bir duvar gibi budanmış. Birini kaybetseniz bulmanız çok zor olacaktır.
GEOMETRİK BAHÇELERDEN GÖRÜNÜM
     Bu bahçeleri mecburen bir yere ulaşmak için yürüdüğünüzde birden hiç ummadığınız bir köşeden bir geniş alan ve ortasında ilginç fıskiyesiyle bir havuz çıkıyor
SIRA SÜTUNLAR BÖLÜMÜ
     Artık bu düz yola çıkıp tekrar Büyük Kanala doğru ilerlerseniz, Büyük Kanal'dan önce karşınıza güzel fıskiyeli kocaman bir havuz çıka
BÜYÜK KANALDAN HEMEN ÖNCEKİ HAVUZ
      Siz de bir zamanlar XIV.Louise'nin yaptığı gibi Büyük Kanal'da tekne gezintisi yapmak isterseniz, kayıklar hemen önünüzde hazır olacaktır.
BÜYÜK KANAL'DA GEZİNTİ YAPMAK İÇİN KAYIKLAR
     Büyük Kanal'ın hemen sağında, dümdüz ilerleyen bir ağaçlıklı yol var. Bu yoldan yürüyerek Marie-Antoinette'nin en sevdiği köşkü Petit Trianon'a gidebilirsiniz.
PETİT TRIANON'A DOĞRU 
MARIE-ANTOINETTE'NİN KÖŞKÜ-PETIT TRIANON
    Petit Trianon çok büyük bir yer değil. Marie-Antoinette'nin hoş vakit geçirdiği, arkadaşlarıyla buluştuğu bir köşk burası.
MARIE-ANTOINETTE'NIN ODASI
PETIT TRIANON'UN OTURMA ODASI
    Petit Trianon'un önündeki yoldan dümdüz sağa doğru yürürseniz bu sefer Grand Trianon'u gezme şansınız olur.
GRAND TRIANON
     XIV.Louise pembe mermer ve taştan yapılan bu sarayı Versailles'in bunaltıcı havasından kaçmak ve metresi Madam de Maintenon ile yalnız kalabilmek için 1687 de yaptırmış.
GRAND TRIANON'UN İÇİ
GRAND TRIANON'UN İÇİ
GRAND TRIANON'UN İÇİ
GRAND TRIANON'UN İÇİ
GRAND TRIANON'UN İÇİ
GRAND TRIANON'UN İÇİ
GRAND TRIANON'UN İÇİ
GRAND TRIANON'UN TABLOLARINDAN BİRİ
      Gand Trianon sonrasın sütunlu kapısından çıkarak geldiğimiz yerden girişe doğru yürüyoruz.
GRAND TRIANON'UN SÜTUNLU GİRİŞİ
    Dönüşte giderken çalışmayan tüm fıskiyeleri, klasik müzik eşliğinde görmeye çalışıyoruz. 
VERSAILLES ÇEŞMELERİNDEN BİRİ
DEĞİŞİK FORMLARDA ÇALILAR
VERSAILLES ÇEŞMELERİNDEN BİRİ
VERSAILLES ÇEŞMELERİNDEN BİRİ
VERSAILLES ÇEŞMELERİNDEN BİRİ
VERSAILLES ÇEŞMELERİNDEN EJDERHA ÇEŞMESİ
VERSAILLES ÇEŞMELERİNDEN BİRİ
ÇIKIŞA DOĞRU UPUZUN ÇEŞMELERLE DOLU BİR YOL
BAŞLADIĞIMIZ YERE DOĞRU BAHÇELERİN SON KISMI
     Saraydan çıkmadan ana binanın hemen solunda bulunan formel bahçelere de uğrayarak saraydan çıkıyoruz.
FORMEL BAHÇELER
FORMEL BAHÇELER
VE BAHÇELER ARKAMDA SON SARAY FOTOĞRAFI
  Saraydan sonra geldiğimiz gibi Rer-C treniyle dönüyoruz. Saat 10:15 de Paris'te başlayan yolculuğumuz akşam saat 17:00 de yine Paris'te bitiyor. Eğer bu saraya gitme ve gezme niyetiniz varsa tüm gününüzü ayırmanızı tavsiye ediyoruz.
   Otelimizde duş alıp, dinlendikten sonra son akşamımızı Chaillot Tepesi'nde, Eyfel'i izleyerek geçirmek için yola çıkıyoruz. Hava kararana kadar Chaillot'ta vakit geçirip, Eyfel'i en güzel haliyle görüp, vedamızı ederek ayrılıyoruz. 
EYFEL'E SON BAKIŞ
8.GÜN HARCAMALARI:
  1. 13,4 euro-(gidiş- dönüş-2 kişi)-Rer-C Bileti
  2. 54 euro-2 kişi-Versailles Sarayı Girişi
  3. 13 euro-Öğle Yemeği
  4. 4 euro-Kahve
  5. 16 euro-Market 
TOPLAM: 104,4 euro-257 tl


9.Gün-Montmarte ve Yurda Dönüş: 
        Koca bir dokuz günü bu güzel ve tarihi şehirde geçirdik. Hiç geri dönesimiz de yok hani. Gelirken yaptığımız planda son günü en çok nereyi sevdiysek orada geçirme kararı almıştık. Ölçtük, tarttık Montmarte ağır bastı efendim.
    Sabah erkenden kalkıp bavullarımızı hazırladık, emanete bırakıp, doğruca Montmarte'ye gittik. Ressamları izledik, meydanda dolaştık, kahve içtik, çilekli turta yedik, mekanın ve zamanın tadını çıkarttık. Sonra da geldiğimiz yoldan hava alanına dönüp, yurda gitmek için ne gerekiyorsa onu yaptık. 

9.GÜN HARCAMALARI:
  1. 3,5 euro-Tart
  2. 4,5 euro-Kitap ayracı
  3. 24 euro-Öğle yemeği
  4. 10 euro-Peynir
  5. 4 euro-Kahve
TOPLAM: 46 euro-118 tl

    Son Deyiş
  Paris her gün binlerce kişinin terk ettiği güzel  bir şehir, bizim de kendi koleksiyonumuzda dünya şehirlerinden en zor ayrıldığımız şehirlerden biri oldu. 

     Ama yine de  biz Kılıçlar diyoruz ki;

  Tren istasyonlarında, garlarda ve hava alanlarında yaşamla çarpışıyoruz. İşte bu sebeple yaşamak yolda olmaktır dostlar.

Yeni yollarda görüşmek dileğiyle.

Şenay KILIÇ

PARİS VE FRANSA  İLE İLGİLİ OKUDUĞUMUZ KİTAPLAR

1. PARİS-FRANSA-Bülent DEMİRDURAK
2. PARİS-ECEKENT-Enis BATUR
3. PARİS YAZILARI-Nedim GÜRSEL
4. PARİS-PARİS-Mine KIRIKKANAT
5. EYFEL-MODERN ZAMANLARIN SİMGESİ-Enis BATUR
6. PARİS DÜŞERKEN-Elya IHRENBURG
7. PARIS'TEKİ EŞ-Ernest HEMİNGWAY
8. ELVEDA AFRİKA,HOŞÇAKAL PARİS-Hıfzı TOPUZ
9. PARİS KAHVELER ATLASI-Uğur KÖKDEN
10. PARİS VE LONDRA'DA BEŞ PARASIZ-George ORWELL
11. Bir Paris Kentinin Tüketilme Denemesi-Georges PEREC
12. PARİS, FRANKFURT YA DA HİÇ-Ahmet HAŞİM
13. PARİS'TE BİR OSMANLI SEFİRİ-28 Mehmet ÇELEBİ
14. Paris'te Keyifle Yemek Yenilecek 100 Yer-Mehmet ÖMER
15. FRANSA'NIN KISA TARİHİ-Roger PRICE
16. PARİS'TE SON OSMANLILAR-Hıfzı TOPUZ
17. PARİS NOTLATI I-II-Cüneyt AYRAL
18. PARİS, NE İSTEDİĞİMİ ANLAT BANA-Rachel SPENCER
19. PARİS GEZİ REHBERİ-Dost YAYINEVİ
20. PARİS SIKINTISI-Charles BAUDLEIRE
21. FRANSA CEP GEZİ REHBERİ-BERLITZ
22. PARİS ŞEHİR REHBERİ-Thomas COOK
23. KOKU-Patrick SUSKIND
24. ELSA'YA ŞİİRLER-ARAGON
25. HENÜZ VAKİT VARKEN GÜLÜM-Nazım HİKMET


PARİS VE FRANSA  İLE İLGİLİ İZLEDİĞİMİZ FİLMLER
1. PARİS'TE GECEYARISI
2. PARİS'TE 2 GÜN
3. AMOUR
4. DA VINCI CODE
5. AMELİE
6. SEFİLLER
7. PARİS'TE SON TANGO
8. MOULIN ROUGE
9. JEAN D'ARC
10. CAFE DE FLORE
11. MARIE ANTONIETTE
12. PARİS JE T'AIME
13. PARİS'TEN SEVGİLERLE
14. DÜŞLER, TUTKULAR VE SUÇLAR
15. RODIN
16. KOKU
17. ARTIST
18. SERSERİ AŞIKLAR
19. BOLEYN'İN KIZI
20. HOLY MOTORS
21. BİR KADININ GÖZYAŞI
22. KALDIRIM SERÇESİ
23. TELDEKİ KUŞ
24. NOTRE DAME'İN KAMBURU
25. TANRILAR VE İNSANLAR
26. CAN DOSTUM
27. SEVGİLİ
28. GÜNLERİN KÖPÜĞÜ
29. CESARETİN VAR MI AŞKA?
30. ŞARKÜTERİ
31. BELLEVILLE'DE RANDEVU
32. GÜN BATMADAN
33. AĞUSTOS'TA PARİS
34. SAKLI
35. DÖNÜŞ YOK
36. BABEL
37. JULIA and JULIA
38. TAKEN-1
39. FİDEL'İN YÜZÜNDEN
40. KORO
41. BİSİKLETLİ ÇOCUK
42. ÜÇ RENK-MAVİ
43. ANGEL-A
44. PARİS
45. SINIF
46. COCO CHANEL
47. 400 DARBE
48. HERKES KENDİNİ ARAR
49. KÖPRÜ ÜSTÜ AŞKLARI
50. KIRMIZI BALONUN YOLCULUĞU
51. ADELE'NİN OLAĞANÜSTÜ MACERALARI
52.MAVİ EN SICAK RENKTİR
53.EVDE

GENEL HARCAMA

Gitmeden Önceki Harcamalar: 3144 tl
1.Gün: 737 tl
2.Gün: 245 tl
3.Gün: 262 tl
4.Gün: 430 tl
5.Gün: 287 tl
6.Gün: 244 tl
7.Gün: 182 tl
8.Gün: 257 tl
9.Gün: 118 tl

TOPLAM: 5906 tl

Hiç yorum yok: